Tutarlı Bir Hayata Merhaba

TUTARLI BİR HAYATA MERHABA!

Doğmalı insan!

Kolayına gelen kadarı ile kitabını okuyarak, her güne yeniden doğmalı.

Balığın karnına bile girmiş olsa, tevbeye ve tevhide sarılarak, kurtulmayı başarmalı.

Güzel bir hayatı yaşamak benim elimde diyerek, kolları sıvamalı.

Gününü gün etmek isteyenlerden farkını, her zaman ve zeminde ortaya koymalı.

Doğduğu dünyanın gerçeklerini, doğmasını dileyene sorup uygulamalı.

Doğdumsa ne olmuştan kurtulup niye sinin, kulluk için olduğunu anlamalı ve anlatmalı.

Doğumu bir şölenken, ölümünü felakete çevirmemeyi başarmalı.

Doğduğu yeri, doğduğu aileyi, doğduğu zamanı doğru okumalı ve yazmalı.

Doğarken ölmüşüm batağında saplanıp kalmamalı.

Ağlamalı İnsan!

Başlangıçta nefes almak, sonrasında rahatlamak için ağlamalı.

Düştüğünde acıdığını, üzüldüğünde kırıldığını, sevindiğinde heyecanını belli etmekten korkmamalı.

Bir şeyler ters gittiğinde, elinden bir şey gelmediğinde, tıkandığında açılmak için ağlayabilir olmalı.

Yıprandığında, uslandığında,acı çektiğinde, pişman olduğunda yakarabilecek bir kıvamda yaşamalı.

Ağladığı demlerde bile, nezaketinden ödün vermeyerek, göz ve gönül eşliğinde duygularını anlatmalı.

Ağlatan şey ne ise doğru tespit ederek, soyut olmaktan çıkarıp somutlaştırabilmeli.

Ağlamamaya kendini zorlamaktansa, bu hale düşmeyecek bir bilince ermeli.

Ağlamakla işin bittiğini değil, başladığını önce kendisine göstermeli.

Ağlayabilmenin bir erdem olduğu gerçeği ile, kendi acılarından kendine, çay demleyebilmeli.

 

Gülmeli İnsan!

En çok ta kendine gülmeli.

Acze düştüğü anlara bakıp, kul olduğu gerçeğini bir kez daha idrak edebilmeli.

Olana bitene, yapılana edilene, yoksa şöyle miydi pozitifliğiyle bakmayı başarabilmeli.

Gün gelip boş versene diyebileceği şeyleri, gecikmeden bu günden gülücüklerle yolcu edebilmeli.

Gülümseyebilmeyi bir meziyet, asık suratı bir eziyet bilmeli.

Gülümsenmesi gereken yerde kahkaha atarak, rahmeti fütursuzluğa çevirmemeli.

Gülünmeyecek yerlerde bile gülerek, kendini densiz ya da komik duruma düşürmemeli.

Gülerken ağlatmamak için, yerli yersiz konuşmaktan kaçınmalı.

Gülümsemeye ihtiyacı olduğunu hissettiklerine, güzel anlar yaşatabilmeyi başarmalı.

 

Konuşmalı insan!

Susmaması gereken anlarda susarak, sevdiklerini kahretmemeli.

Kiminle, nerede, nasıl ve ne şekilde konuşulacağını;düşünerek, okuyarak, gözlemleyerek öğrenmeli.

Kalbi coşturanı, ayağa kaldıranı, umudu diri tutanı, söylemeyi bilmeli.

Kaba ve katı yürekli olmadan, güzelce ve yumuşakça uyarabilmeli.

Konuştuğunda,az ve öz söyleyerek, kimse de usanç uyandırmamalı.

Konuşturmak için değil, dinlemek ve anlamak için, bilmediğini sormalı.

Konuştuğundan çok iş yaparak, güven uyandırabilmeli.

Konuşmalarıyla yolcu edileceğini bilip, sözün gücünü kullanabilecek ehliyette olmalı.

Kelimeleri inci gibi derinlerden seçmeli ve yürek toprağına, marifetle ekmeli.

 

Yemeli insan!

İhtiyacı kadarıyla , temiz ve helal olanı neyse onları yemeli.

Ne kendini, ne bir başkasını yiyip bitirircesine, bir hayat yaşamamalı.

Yenilmesi gerekeni gerekmeyenden ayırt edecek bir bilinçte olup, bedenini ifsad etmemeyi bilmeli.

Davet edildiğinde, adabıyla ve muhakkak besmele ile başlayıp, şükürle nihayetlendirmeli.

Yenilecekler için gösterdiği özenden çok fazlasını, hesap vereceklerine göstermeli.

Yemek esnasında, lüzumsuz ya da can sıkıcı konuşmayarak, yemeği zakkuma çevirmemeli.

Yemekten herkese ne kadar düştüğünü gözlemleyip, tek başınaymış gibi hareket etmemeli.

Yemeğe davet edildim diye, bütün gün ya da gecede, ev sahibine yük olmamalı.

Yemekte israfa kaçmaktan korkup, aç, bitap, hasta ya da fakirleri gözetmeli.

 

Giyinmeli insan!

Örtünmek için giyinmeli.

Kendisinin kimi ve neyi temsil ettiğini, giysileriyle net belli edebilmeli.

Kumaşı, modeli, tarzı, estetiği, ile kendisi hakkında, temel bir intiba bırakabilmeli.

Tertemiz olmakla kalmayıp, sade , düzgün ve yakışanı, Allah’ın iznine göre seçebilmeli.

Gözü de gönlüde rahatsız etmeyecek şekliyle giyinip, saygınlığını ve olgunluğunu hissettirebilmeli.

Giyerken ve çıkarırken ,imkan, sağlık ve nice alternatifler sunan Rabbine, gereği gibi şükretmeli.

Giydiklerinin hakkını , giymediklerinin hesabını verebilecek şekilde davranmayı bilmeli.

Giyeceği olmayanı giydirmek için ,elinde avucunda olanı iyi değerlendirmeli.

Giyilmesi gerekenden, giyilmemesi gerekeni iyi ayırt edip, çirkin görüntülere , el, dil veya kalbi ile müdahale edebilmeli.

Giyinirken kim olduğunu, ne iş yaptığını, gelir seviyesini, yaşını, cinsiyetini,belli eder şekilde seçimler yapabilmeli.

Giydikleri ile kimlerin tuzağına düştüğünü fark edebilmeli.

 

 

Uyumalı insan!

Dinlenmek niyeti ile uyumalı.

Uyutmak isteyenlere kanmadığını belgelercesine, uykusunu her gece mutlaka bölebilmeli.

Kaçmak için değil, kalkmayı başarabilmek için yatağına yatmalı.

Kabuslar gördürecek, uykuyu böldürecek, uyku kalitesini düşürecek tüm tuzaklardan uzaklaşabilmeli.

Uyanık olduğu her anı dopdolu yaşamak için, dua ve muhasebe ile uykuya dalabilmeli.

Uyuyanları uyandırmak için az uyumayı göze alıp,çok çalışmalı.

Uyuyamayanlara gereken yardımı ve anlayışı gösterip, empati kurmalı.

Uyunmaması gerektiği anlara, uyumamayı başararak idmanlı olmalı.

Uykusunu ritme sokup, düzeni oturtarak,bedenini gereğinden çok yormamalı.

 

İnanmalı insan!

Rabbinin her söylediğinin,kendisinin hayrına olduğuna inanmalı.

Şirksiz bir imanla, her an Rahman’a bir adım daha yaklaştığının farkına varmalı.

Kimseyi zorla inandırmanın veya kimseye iman ikram edilemeyeceğinin farkında olmalı.

İmandan daha değerli bir nimet olmadığını, sıkça kendine hatırlatmalı.

İnandığı gibi yaşadığında, yaşadığının onun dini olacağı gerçeğini unutmamalı.

İnancı uğruna bedel ödemeyi göze almadan, Cennetin hayalini bile kurarak kendini kandırmamalı.

İnanmadıklarına inanmış gibi yaparak, dini oyun ve eğlence sanma yanlışına düşmemeli.

İnanabileceklerinin, yalnız Allah’tan korkanlar olması gerektiğinin, farkında olarak yaşamalı.

 

Sevmeli insan!

Sevilecek olan ne varsa sevebilmeyi, sevmeli.

Değer verdiklerini söylediklerinin, canını yakmamayı bilebilmeli.

Yaratılmışı sevdiğini söylerken,yaratanı gazaplandıracak bir tavra girmemeli.

En çok Rabbini, sonra Peygamberini, ardındansa kendini severek, Cennete aday olabilmeli.

Severken,kimi, ne zaman nasıl ve ne şekilde sevmesi gerektiğini, Vedud olan Rabbinden öğrenmeli.

Sevgisini hak etmeyenlere, gereksiz ilgi göstererek, duygularını har vurup harman savurtmamalı.

Sevilebilecek hale gelene dek, kendi yanlışlarını düzeltmeye çok mesai harcamalı.

Sevdim dedikten sonra değil ,öncesinde kendini iyi tartarak yürek yakmamalı.

Sevgiyi en güzel şekliye hissetmeli, hissettirebilmeli, hissettiremeyenlere yanlışlarını düzeltme fırsatı vermeli.

 

Korkmalı insan!

Kazanması gerekenleri, kaybetmekten korkmalı.

Rabbinin kudretini gereği üzere düşünüp, yürek telini titretmeli.

Hesabın çetin olacağı anları, bu dünya da hayra tebdil etmek için, canını dişine takmalı.

Yaptıklarını tekrarlar olmaktan, o hal üzere ölmekten korktuğu için, korkmalı.

Korkularını devşirmeli ve Rabbinin istediği şekle şemale çevirmeli.

Korktuğu için kaçtıklarına dönüp, kaçtığı için korktuğunu bilmeli.

Korkularını ilahi kitapla yargılayıp, gerekene beraat kararı vermeli.

Korkunun kendisini korkutmayı , Rabbinden başka hiç bir şeyden korkmayarak becermeli.

Korkusu sevgidense kıymetini, kaygıdansa hikmetini , acıdansa azmetmesini ve sabretmesini bilmeli.

 

Ölmeli insan!

Davası için, dev gibi ölmeli.

Rabbe yürürken boyut değiştireceği anda, şifre kelimeyi söyleyebilmeli.

Onca ölümlü arasında farkını fark ettirecek bir ölümü, kendisine hedef seçmeli.

Yaşamına değer katmayan her şey ve herkesi, yürek mezarlığına defnetmeyi bilmeli.

Son vuruşun muhteşem olması için,her vuruşa aynı ehemmiyeti verebilmeli.

Ölümün bile çok güzel olabileceğini ,ölümle yüzleştiğinde,nurlanmış bedeniyle şahitlik edebilmeli

Öldürülürken bile, pek çok kişinin dirilişine vesile olanlar olduğunu bilip, ders almalı.

Ölümü ense kökünde hissedip, kalıcı değil gidici, alıcı değil verici, yerici değil eğitici olmayı başarabilmeli.

Öldürmektense, yaşatmayı; bıktırmaktansa hatır gönül yapmayı bilmeli.

Ölülerle değil dirilerle , kötülerle değil iyilerle yol alıp, huzura esenlikle gelebilmeli.

İşte tüm bunları başarıp ta, tutarlı bir hayata ‘merhaba’ demeyi seçenlere, ‘selam olsun!’

Hatice Dilek Öztürk

Bulutlar ve Biz

BULUTLAR VE BİZ

Bazen gökyüzüne baktığınız olmuştur ama lütfen bugünden sonra daha sık bakın.

Aslında sadece göğe değil yere de arıya, çiçeğe, böceğe, kuma, dağa, insana yani her şeye ciddiyetle, ilgiyle, merakla bir bakın, neler keşfedeceksiniz!

Bulutlara her baktığımda, bir zamanlar Peygamber’e inen Cebrail’in ufku nasıl kaplamış olduğunu merak etmişimdir. Âyetleri kalbe nasıl indirdiğini ve Ümmü Eymen’in Allah Rasûlü ölünce “gökle irtibatımız kesildi” deyişindeki hüznünü ve nasıl ağladığını hatırlayıp “Siz hiç değilse birebir şahit” oldunuz deyip ben de hâlimize ağlamışımdır.

Bulutlar sanki benim iç âlemime şahit olmakla kalmayıp adeta sırdaşımdır. Özel şeyler fısıldarlar ara ara. Bazen kara bulutlar görür, “Hüznüm nasıl da yansımış” derim. Bazen pofuduk küme küme bembeyaz pamuk yığınını andırırlar, çocukların pamuk şeker yediği an kadar neşelenir, her birini farklı bir şeye benzetirim. Bazen rüzgârın dağıttığı bulutlarla, sanki bir sulu boya tablo yaparım gökyüzünde.

Farklı şeyleri sembolize eden fırça darbelerini atmış gibi hisseder, eğlenirim. Sıcak bir gülümsemenin bana iyi geleceğini bilmekten midir bilmem gevşerim, duygularımı demlerim.

Bazen mavinin çok farklı tonları arasında keskin çizgilerle derin boşluklar yakalamışım gibi gelir, içine dalmak, evrene açılmak isterim. Bazen gri bulutlarda kararsızlıklarımı görür, kendimle yüzleşir, bir uçağın bırakacağı izlerle sanki “Artık yol bitti sanma, bak yeniden bu noktadan başlayarak farklı başlangıçlar yapabilirsin” derim. Ve bir jet uçağının bıraktığı helezonik şekillerin kısa bir süre sonra kaybolacak buz kütleleri olduğunu hatırlayıp “Nasıl da bana duman gibi görünüyorlar ve ne çabuk da kayboluyorlar” diyerek göründüğü gibi olmayan pek çok şey bulunduğunu, aslının öyle olamayabileceğini hatırlatır kendime, hikmetini bilmediğim konuda konuşmama kararı alırım. “Sakın sadece gördüğünle karar verme!” diye bir talimatı da verdikten sonra gözlerimi yumar, düşüncelere dalarım.

Bazen de deniz bulutlara taşınır sanki, göğün maviliğinde dalgaları ararım.

Ya geceler; bazen katran gibi simsiyah sarar üstümüzü. “Böyle gecelerin sabahının mutlaka olacağını bilmek bile yetmeyecek mi bana?” derken kendimi seccademe bırakır, ağlar, ağlar, ağlarım… Mevla’ma sığınırım! Bir yıldız ararım bir tane de olsa fakat nafile. Bazen bir sis kaplar, karanlık yetmezmiş gibi gören göz bile işe yaramaz. “Göz olsa ne yazar, gösteren Allah. O izin verirse görebiliyorsun işte!” derim. Bazı günler, yıldızlarla doludur koca feza. Kimi bir sim kadar küçük, kimi daha büyük. Ahenkle yanıp sönerler. Kimi yeşilimsi, kimi sarımsı, kimi beyaza yakın bir ışık saçar. Ay bir çörek gibi parlar yıldızlardan aldığı ödünç ışıkla. Nasıl cömertçe, kardeşçe eğlendiklerine bakar, sohbetlerine kulak verir, “Sizin de benim de Rabbim bir” deyip şükreder, iman ehli olduğuma sevinirim. Sonra aya oturup göğün boşluğunda sallandığımı hayal ederim. Çocukken ne de çok sallanmayı sever ve “uçur, uçur” dermişim anneme. Rabbim belki cennet bahçelerinde uçurur bizi annelerimiz ve tüm sevdiklerimizle hatta belki göklerde. Her dilekte bulunduğumuz şey olacak ise eğer, sınırsız hayal kurabiliriz değil mi?

Gökle sohbet işte böyle sürüp gider. Bir başka gün toprakla, başka bir gün yağan yağmurun elime düşen damlaları ile Allah Rasûlü gibi “Ahdini yeni yaptın Rabbinle biliyorum. Sen şahit ol ki ben de Rabbimi unutmadım” der, tebessüm edip selamlaşırım. Şehrin keşmekeşinden yorulduğunuz, insanlardan uzaklaşmak istediğiniz anlarda, çok uzaklara gitmeden, kulağınızla, gözünüzle ve kalbinizle kopun içinde bulunduğunuz andan, evrene dâhil olun.

Kendinize şöyle bir tepeden bakar gibi kuş bakışı ile bakın. Sorunlarınızı küçültün, şükrünüzü ve hamdınızı ise büyütün ve sığının O’na. O, sizi hiçbir zaman terk etmez ve size asla darılmaz. Öyleyse size verdiği müjdeli haberlerle sevinin. Sadece sabırla bekleyin. Beklerken de tembellik etmeyin. Tamam mı? Anlaştık mı?

Evet dediğinizi duymak istememden midir acaba, yürekten bir evet dediğinizi duyuyorum. Duanızı daima O’na yapın, hiç mutsuz olmazsınız. Elbette beklemeyi bildiğiniz sürece. Belki bu dünyada olmayacak istedikleriniz ama size sonsuzluk diyarında ne gibi güzellikler sunmasını istiyorsanız, haydi şimdi dilemeye başlayın. Fakat bütün bunlar davetli listesinde yer almanıza bağlı. Haydi, daha adınızı yazdırmadınız mı? Samimi iseniz gösterin bu samimiyetinizi. Kâinatın Rabbinden davet var. Sakın ola hafife alıp ihanet etmeyin!

Hatice Dilek Öztürk

Yardım Edin!

YARDIM EDİN!

Çocukluğun en güzel yanı dert tasanın olmayışı mıydı?

Büyüdünüz mü?

Öyle ise sakın bir çocuğa kaldıramayacağı dertleri yüklemeyin!

 

Yaşlılığın en güzel yanı torun sevmek mi?

Yaşlandınız mı?

Öyle ise torunlarınızı çil yavrusu gibi muhabbet hanenize toplamayı bilin.

 

Genç olmanın en güzel yanı dinç ve enerjik olmak mı?

Öyle ise gücünüzü ve varlığınızı, sizden küçük ve büyüklerin hizmetinde kullanın,

Emperyalist teknoloji tasarımcıları ve firmalarının değil.

 

Artık bir anne adayı mı oldunuz?

Dünya da daha önce var olmayan kutsal bir emanet taşıdığınızı bilip,

Yavrunuzu size verene nasıl adayacağınızı öğrenin

Ve tabi ki siz de O’na adanın.

Adanmış bir Can’ın annesi olmanın izzetiyle, hamileliğiniz boyunca mutlu olmayı başarın.

 

Bir baba adayı mısınız yoksa?

Öyle ise İbrahim’i bir duruş için

Kime, nerede, ne söyleyeceğinizi,

Kim için neden vazgeçebileceğinizi bilin,

Gerektiğinde ise baltayı elinize almanın ciddiyetine erin.

 

Yukarı da saydıklarımın dışında bir kategoridesiniz diye,

Size sözüm yok zannetmeyin.

Sözüm insanım diyen herkese.

Siz siz olun,

Hemen şuracıkta şimdi

Ya kendinizi ya da kendinizle birlikte herkesi

Cehennemin yakıtı olmaktan koruyacak bir yol, bir yöntem bulun ya da bulmuşa uyun!

Sesimi duyan var mı?

Lütfen ses verin!

Vakit nakitten çok daha değerli.

Nakit kaybedilirse kazanılır fakat vakit asla değil mi?

Öyle ise harekete geçmekte lütfen gecikmeyin!

Yol İşte!

Virajıyla, patikasıyla, otobanıyla yol işte.

Kimi zaman zor ve dik.

Kimi zaman hızlı ve kolay.

Kimi zaman ağır aksak.

Kimi zaman pür neşe.

Kimi zaman katran yüklü bir gece.

Yol işte.

Yolcu olduğumuzu veya yolda olduğumuzu unuttuğumuz an başlıyoruz şikayete.

O niye şöyle?

Bu niye böyle?

Nedenler, nasıllar, niçinler.

Sorular, sorunlar, sorunlular.

Ve biz!

Köşeye sıkıştırılmaya çalışıldığınız,

Tehdit edildiğiniz,

Suçladığınız,

Yargılandığınız,

Haksızlığa uğradığınız,

Konuşmayı bile anlamsız bulduğunuz,

Konuştuğunuzda ise boş konuşmuşçasına yadırgandığınız,

Sizi size yabancılaştıran haller ve tavırlar,

Sizi sizden iyi tanıyormuşçasına yapılan yorumlar,

Size rağmen, siz adına alınan kararlar,

Sizsizlikte kaybettiklerini size yıkanlar,

Sizinle olmayacak olmasını anlamlandıramayanlar,

Hayatı dar etmeye çalışanlar,

Ne yola, ne yolcuya, ne de yolun sahibine;

Hürmeti, itaati, vefası olmayanlar,

Olmadığının bile farkında olmayan, olamayan, oldurtmayanlar.

Oysa bizden istenen bu değildi değil mi?

Kulca yaşamak olmalıydı hedefimiz!

Hadi bu güne dek yapmadık, yapamadık,

Yahut bir şekilde başaramadık diyelim.

İyi ama;

Kendi dışında herkesi suçlayan,

Kendi dışında herkese kin kusan,

Kendi dışında kimin ya da kimlerin ne istediğini önemsemeyenlerin var olduğu şu dünya da,

Siz ve kendim içinse şu duayı ediyorum:

Rabbim bana ve tüm inanan kardeşlerime,

Deniz’de kuru bir yol aç!

Balığın karnından bizi kurtar ve yemyeşil bir vadiye çıkar.

Gökten ve yerden bizi rızıklandır.

Bize kurtuluş yollarını Sen hazırla.

Bize Hikmet yağmurları yağdır.

Düşmanlarımızı zelil,

Tüm Ümmeti Muhammediyi Aziz eyle!

Yolun sonuna varana dek,

Bizi yol da tut.

Yolu yolumuz olanlarla yollarımızı sana çıkar.

Fitnenin kol gezdiği her yerde,

Bizi bize ilk bakışta tanıt.

Düşmanlarımızın ise, bize uzanan ellerini kurut!

Mazlumun hakkını zalimden alacak bir güce ulaşana dek,

Güç ver Rabbim!

İhlas ver Rabbim!

Yalnızca seni hoşnut edecek bir bilinçle,

Sana bir ömür say yapmak istiyorum.

Tüm acziyetimle şahsım adına,

Ve seni gerçekten seven kulların adına,

Sana yakarıyorum!

Duamızın kanatlarını kıracak,

Amellerimizin dünyadayken affını diliyorum!

Dua edilecekte,

Dualara icabet edecekte,

En hayırlı şekliyle lütfedecekte,

Yalnız sensin, sen Rabbim!

Diyor ve ekliyorum!

Ben Sana dua ettikten sonra hiç mutsuz olmadım!

Canımın sahibi biricik Rabbim!

İçimin ta içini, en özeliyle bilenim!

Amin.

Hatice Dilek Öztürk

Düşün Ama Neyi?

DÜŞÜN AMA NEYİ?

Kız ya da erkek arkadaşını, almak istediğin spor ayakkabıyı yahut jean’i değil,

Katılmak istediğin konseri, hayallerini süsleyen telefonları veya laptopları değil,

Düşün diyeni, önce Rabbini ve Peygamber’ini düşün!

Nereden gelip nereye gittiğini? Git bir Kur’ân al kitapevinden, otur ve başla nüzul sırası ile okumaya. Hadis oku. Gez Mekke, Medine sokaklarında. Kimi sahabiye yemeğe git, kimine yatılı misafir ol, gör evlerini, eşlerini, çocuklarını. Hz. Muhammed’in ardında safta durmadıysan da İbrahim makamında safta durmak için ilk turistik seyahatin Kâbe’ye olsun. Zaten Kâbe’nin Rabbinden davet var, O’nu evinde ziyaret etmeyecek misin? Ancak niyetin ibadet etmek olsun, gezmek, alışveriş yapmak değil.

Hayallerini, dünyalıklar değil cennetliklerle komşu, arkadaş olmak, tahtlara kurulmak ve en önemlisi Rabbin cemalini görmek süslesin!

Öyleyse haydi! Ey genç kardeşim! Haydi, silkin, gaflet tozlarını dök, sesimi duy, önünü gör ve ardında kalan her şeyi unut. Rabbe koşan bir er ol!

Hatice Dilek Öztürk

Hayat Oyun Mu?

HAYAT OYUN MU?

Böyle olması, böyle geçmesi için çok gönül çelen var, görünür, görünmez şer güçleri, Allah düşmanı, Peygamber düşmanı, insanlık düşmanı, biliyorum. Fakat tüm muhaliflerime inat ben sizi Rahmân’ın “Dünya hayatı bir oyun ve eğlence değildir” âyetine ve Allah Rasûlü’nün “Kalplerinizi eğlendirin. Nefisler yorulur, bıkar” hadisi ile dengeye davet ediyorum.

Biliyorum “Canı çıksın insanın, ne de nankördür” der Allah. “Dünyada her dilekte bulunduğunuz şey olmayacaktır!” diyor kitap.

“Bıkkınlık duyulmayacak yer cennet” ve insan dünyada dilekte bulunmaktan hiç bıkmaz.

Soruyorum şimdi size, kaçınız lise, üniversite, dil veya memuriyet sınavlarına, elde çerez, meşrubat, çikolata, baklava, börekle girdiniz? Yoksa kalem değiştirmeyi bile kayıp sayıp yedek kalem alarak, en güzel silgiyle aman izi bile kalmasını planlayıp gözetmenim inşallah topuklu ayakkabı giymez ve sınıfta tık tık gezmeze kadar ince ayrıntıları bile hesaplamadınız mı? Gece stresten uykusuz kalıp yorgun, kaygılı ve panik bir hâlde erkenden ya trafik tıkanırsa diye yollara düşmediniz mi?

Öyleyse haydi kalkın ve hazırlanın, sizi ciddi bir sınav bekliyor!

Erken kalkın, gece vaktinde yatın, zamanı israf etmeyin, bilginizin kıymetini bilin, elinizden geleni elinizin tersiyle tepmeyin, bile bile lades diyerek.

Daha gencim, çok vakit var demeyin. Bu ahiret sınavının, saati bilip delirmesinler, akılları başlarında her an hazır beklesinler diye -Rahmân bilir doğrusunu ya- ne yeri belli ne de ne zaman başlayacağı.

Kesin olan bir şey var; sınavın iptal edilmeyeceği, kimsenin trafiğe takılıp gecikmeyeceği, salonu terk etmenin imkânsızlığı ve hazırlık yapana çok şefkatli, “aman sen de saçmalık bu” diyene çok zorlu gözetmenler bizi bekliyor; ürperin!

Hatice Dilek Öztürk

Din Nedir?

DİN NEDİR?

 

Hayat denizinde yüzerken, denizin Rabbini her daim hatırda tutmak, kasırgalardan O’nun azametine sığınmak!

Karada yol alıyorsak, yerin dibine geçirilenlerden olmamak için uyarılarına kulak, göz ve gönül vermek!

Bir dil ve iki dudak ile daima dilini ıslak, kalbini açık tutmak!

Güzel sözü, salih amelle kanatlandırıp O’na uçmak!

Tüm korkuları, zatının korkusuyla eritmek.

Tüm sevgileri rızasına bağlamak, gazaplandıracak olanlarından affına sığınmak!

Her şeytanî vesveseyi, Rahmânî öğreti ile mat edip dimdik ayakta, kıyamda kalmak.

Yalnız O’na bel bükmek!

Yalnız O’na boyun eğmek!

Yalnız O’na yakarmak!

Hesabı O’nun ince ince tuttuğunun bilinci ile

Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı nimetlere ermek için

Gerekirse işten, aştan, eşten, evlattan, anadan, babadan, dünyadan vazgeçmeyi göze almak,

Güzel olan her şeyi dünyada tüketmeyerek,

Geceleri, indirdiği nurla, secdelerde gözyaşları dökerken,

Seherlerde, dua dua işlerken umut kaftanını,

Gündüzleri uzun uğraşıların içerisinde, ihmal etmeden namazını,

Dosdoğru terazi ile tartıp insanların mallarından eksiltmeden,

Hainliği meslek edinmiş,

Alabildiğine ayıplayan,

Söz getirip götüren,

Sonra da kulağı kesik (kötülüğü nam salmış) olanlarla ilişkilerinde, mü’min bir delikten iki kez ısırılmaz ilkesi ile davranıp “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi de helâk etme ya Rab” diyebilmek için

Aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi

Haktan gelen uyarıya kulağını sağır, gözünü kör, kalbini kılıfta tutanlara, Kur’ân ile büyük bir mücadele verip

Peygamber ve arkadaşları gibi dar geldiğinde dünya, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyenlere “Allah’ın yardımı çok yakın!” deyip

“Kalkın ve ilahlarınıza sahip çıkın!” diyen batıl toplumlara inat

Yolunda bir duvarın tuğlaları gibi saf saf dizilenlerle, aynı safta yer alarak

Göklerin ve yerin ordularını yanına katarak;

“Rabbin seni terk etmedi ve darılmadı da!”

“Sen kendine bak, sapmış olanın sapması size zarar veremez!” hükmünü hatırlayıp

Sabır ve namazla yardım dilemeye devam edip mücadeleye hazır ve uyanık olmak;

Herkesin yan çizdiği anlarda bile uzlaşmaya kalkmadan;

“Bana Müslümanların ilki olmam emredildi!” diyen İbrahim gibi azim sahibi olmak,

“Hayatım ve ölümüm, namazım ve ibadetlerim Âlemlerin Rabbi Allah içindir!” diyebilmek,

Mahşerde bizden kaçacak olan; eş, kardeş ve soy uğruna kendini helâk etmeden;

Dünya ve içindeki her şeyi vermeyi teklif edeceği bir azapla karşılaşmamak için;

Kimseye gücünün üstündekini yüklemeyen, herkesten mizacına-meşrebine göre amel bekleyen,

Kimseye muhtaç olmayan, muhtaç olunan Rabbe,

Nimetten hesap vereceğinin bilinci ile

Kapkara bir yüz, gömgök bir göz, hırıltılı bir ses, yüzüstü sürünen bir bedenle çıkmak yerine;

Işıldayan bir çehre, nur saçan uzuvlar, tertemiz bir amel defteri ile Mevla’ya bakıp seyre dalanlardan olabilmek için;

Gelin hep birlikte; Allah’ın Kitabı ile evlerimizi diriltelim!

Ölüler arasında diri kalıp ölümü öldürüp “şehid” olalım!

Eğer samimi isek davamızda, “Din samimiyettir!” diyen Peygamber’e tabi olup

Aklımız nisbetinde, O’na kul olalım.

Selam olsun!

Yolunda canından ve malından geçerek şahadete and içenlere.

Ve selam olsun!

Şehid olma sırasının kendisine gelmesini bekleyenlere!…

Hatice Dilek Öztürk

Kişisel Eylem Planınızı Yapın!

KİŞİSEL EYLEM PLANINIZI YAPIN!

Biriciksiniz bu dünyada, parmak ucunuza bakın. Sadece siz değil, geçirdiğiniz an da biricik. Öyleyse anı, anında yaşayın. Geçmiş, adı üstünde sanki bir masal, mişli geçmiş zaman. Gelecek ise -cek -caklarla kurulu, henüz bir sis perdesinin ardında sanal alan.

Sen oturduğun, bulunduğun yere bak. Başlangıç noktan, bu an.

Nokta kadar küçük işler yapıp gitmemelisin buradan. Virgül olup yere çapa atmamalı, ünlem olup kavak gibi boya posa takmamalısın. Sokaktakilerden bir farkın olması için üç nokta gibi saf tutmamalısın. Ünlem gibi başında kılıç sallatmadan, barış içinde, hep selamet için yarışmalısın.

Her ne kadar başlangıçta noktaysak da hedefi 12’den vurmak için oka dönmeli, vektör gibi hedefe varana dek, eğilip bükülmeden, emrolunduğumuz yolda dosdoğru yürümeliyiz. Doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği ana kadar hep yürümeliyiz.

Hatice Dilek Öztürk

ULVİ DUYGULARI YAŞAMAK VE YAŞATMAK DEĞİL MİYDİ GÖREVİMİZ?

Biliyorum hiç kolay değil diyeceksiniz?

Kolay olmaması yaşanamazlığını göstermez değil mi?

Ne o korktunuz ve kaçtınız mı?

Sahi sesim geliyor mu?

Duymak bile istemediklerinizi söyleyebilirim.

Söylediklerim size ağırda gelse, yine de sabırla okumanızı isterim.

Olur ya belki bir daha vakit bulamayabilirim.

Gitme vakti…

Belki hemen şimdi söylenmesi gereklidir.

Ertelememeliyim!

Şimdi lütfen tüm kalbinizle, kısa bir süre kulak verin anlatacaklarıma.

Yüceler yücesi Rabbimiz bizi ne de güzel yaratmış değil mi?

 

Kalitenizi düşüreni de,

Bildiğini bile bilmezden geleni de,

Bilse bile değişmemekte direneni de,

Bildiklerinin üstünden birdir bir oynar gibi atlayanı da,

Gittiği halde izini kaybettirmemek için direneni de,

Varlığını bile isteye yüzde yüz hissettirmeyeni de.

Sevdiğini söyleyip ihanet edeni de,

Sevmediğini söyleyip,sevdiğini gözlerinde okutanı da,

Sevilmemek için elinden geleni ardına koymayıp, hala sevilmediğinden sızlananı da,

Sevgisini ispatlamaya çalışırken,

Kah öyle kah böyle davranarak, kendi için de çelişkiler yaşayanı da,

Güvenilmediğini bile bile sırf acıtmak için, ‘Buradayım, gitmiyorum!’ diye ayak direteni de,

Sevmediği halde gönlünü eğlemek isterken, kazdığı çukura düşeni de,

Düşüncesizce davrandığı halde, ağır bedel ödemeye gelince şok olanı da,

Düşünmediği ve kıymet bilmediği için, kaybettikten sonra ah vah edeni de,

Sırra kadem basıp, sessizce ortalıktan yok olanı da,

Girdiği her yerde çok iyi şov yaptığı halde ,

Yalnızlığıyla bir yandan acındırıp, bir yandan övüneni de,

Ağır görünüp, hafifliğini ustalıkla gizleyeni de,

Karakteri oturmadığı halde yağıp gürleyip ,mangal da kül bırakmayanı da,

Çok okuyup,çok anlatıp, iş yaşamaya geldiğindeyse, bir güzel kendi avukatlığına soyunanı da,

Yaşanmışlıklara inat, yaşanmamışçasına davranarak kendini avutanı da,

Her an, hemen hemen her konu da tutarsız davranarak,

Eziyet etmek konusunda, üstün madalyayı hak edecek hale geleni de,

İş ciddiye bindiğin de, ceketini alıp toz olmaya hazırlanırken,

‘Zaten ben gidecektim, ısrar ettiğin için kaldım!’ diyeni de,

Sırf bağlanmış olmaktan ve sorumluluk almaktan korktuğu için,

Benliğine ve fıtratına savaş açanı da,

Yaşarken öldüğünü ifade etmek için, kendini kütüğe benzeteni de,

Hayatın anlamını keşfedememişken daha,

Keşfettiği dünyalıkların avuntusuyla kendini kandıranı da,

Mutlu olmanın sınırsız yaşamaktan geçtiğini sanarak,

Her söylediği lafla, kendi kafasını yarmaya aday olanı da,

Sert çıkanı, laçkalaşanı, alayla karışık cambazlık yapanı da,

Kimler yok ki şu hayatta…

Fakat gelin biz biraz kendimizi tartalım,

Kendimizle bir yuvarlak masa toplantısı yapalım.

Fakat artık yuvarlak cümleler kurmayı bir kenara bırakıp,

Aksine çok köşeli gerçekleri akıl hanemize yerleştirip,

Dosdoğru bir dünya için güzel bir temel atalım.

Belki o zaman attığımız bu temeller, bizi kıyamete dek taşıyabilir ne dersiniz?

Biliyorum bu güne dek;

Her seferinde sakalına kanıp dedeniz sanmanın aldatılmışlığıyla, yığılıp kaldığınız da oldu,

Sadece bencilce kendini düşünenleri gördükçe,

Nefesinizi tuttuğunuz ve yutkunmakta bile zorlandığınız da oldu.

Onca hürmete hoyratça karşılık gördüğünüzde ,

Ayakta kalmaya çalışmanıza rağmen, başınızın hızla döndüğü de,

Halden anlayanın ve doğruyu konuşanın kalmadığını gördükçe,

‘Bu dünyadan göçene dek sabretmeliyim’ demeye çalıştığınızda.

Sırtınız da hep bir kambur varmışçasına,

Sürekli siz de kusur bulanları fark ettiğiniz de,

Aceleyle oldu bittiye getirilip, ne halin varsa gör dercesine,

Gecenin bir vakti bir durakta,

Yahut gündüzün bir vakti bir oda da,

O anda oracıkta bırakılı veriliyor olmanın acısını,

Yüreğinizin en derinin de tattığınız da,

Ve geceye katran, gündüze zift dökecek acıları, heybenizde özenle saklayıp,

İlahi adaleti metanetle beklediğiniz o demleri, birbirine eklediğiniz de,

Yokla var arası yaşamının amansız sancılarını,

Bir çok gün doğumu veya gece yarısında Rabbinize sunuşunuz da,

Kaybetmemek için kazanmayı seçmenin sorumluluğunu,

En derin kaygılarınıza ensar etmek için, çok gayret etiğinizi de.

Unuttum sandıklarınızın bile,

Bir ses, bir söz sonrası, aniden beyninize sökün etmesini engelleyemediğinizi de,

Artık yeter, artık bitir, artık kurtul demek içinse,

Kendinizle sürekli mücadele ettiğinizi de,

Biliyorum kardeşler.

Niye mi?

Bunlar insan gerçeğinin yansımaları da ondan.

Ve ben gerçek bir dünyada, gerçek bir kimlikle yaşadığıma göre,

İnanın hiç zor olmadı tüm bunları bilmem ya da hissetmem.

Ben de sizler gibi bir insan olduğuma göre…

 

Peki böyle mi olmalıydı?

Böyle olmasa olmaz mıydı?

Böyle olmamasını en azından bu günden sonrasında sağlamak için ne yapmalıydı?

Güzel sorular bence!

Eğer sizce de öyle ise

Gelin bu kez de bizden öncekilere,

Ta gerilere seyahat edelim hep birlikte.

Bakalım onlar nerde ne yapmışlar ?

Neyi nasıl başarmışlar?

 

Bir; inanmışlar ve inandıkları din uğrunda her türlü zahmete katlanmışlar.

İki; anlatmışlar, anlatırken yumuşakça, nezaketle,

Fakat eğmeden bükmeden ,eklemeden, çıkarmadan,

Tam da olması gerektiği gibi, ne nasılsa öyle anlatmışlar!

Üç; İnandıkları gibi yaşarken, gerekirse terk etmiş, gerekirse göçmüş, gerekirse ölmüşler.

Aslında ölüm denemez onlarınkine değil mi?

Aslında ölümü öldürmüşler.

Haydi gelin biz de nefislerimizi öldürmeyi seçmek yerine,

Nefsi marazlarımızı bir bir tespit edelim.

Sonra her bir tespite söz hakkı verip, derdini dinleyelim.

Ardındansa ağlayan bir bebek misali onu sütümüzle besleyip, gönlünü hoş edelim.

Anne bu adı üstünde,yavrusuna eziyet etmez ya,

Biz de kendi nefsimizi eğitiyorum derken, ağlatıp inletmeyelim.

Şu kısacık dünya da sevmenin, bilmenin, güvenmenin, tanımanın hakkını layıkıyla verelim.

Yol yakınken kendimize dönüp, Rabbimizin biz den istediği doğrultuda,

Yeni yepyeni bir düzen kurmayı bilelim.

Değişmek yalnız bizim elimizde,

Değişirsiniz elbette.

Bir şartla,

Sadece değişmeyi gerçekten istemeniz ve artık yeni bir şeyler yapmayı seçmeniz gerekmekte.

 

Değişimi istemeyenlere gelince?

Onlara ise son sözüm şu!

Onlar ‘taş!’ olduklarını söyleyedursunlar.

Biz taşların bile taş olmadığını bilenler olarak, canlandığınız anı bekler ve size dua ederiz.

Çünkü öyle taşlar vardır ki içerisinden sular fışkırır!

Öyleleri vardır ki yuvarlandığında, Allah’tan korkar hale gelir ve aklını başına alır.

Kim bilir bu zaman,

Belki yarın, belki yarından da yakındır.

Öyle ise ölmedik candan ümit kesmemeliyiz kardeşler,

Sizce de öyle ise eğer,

Dua müminin silahıdır diyor ya Peygamber!

Yüreğimizi delenlerin yüreklerini, dualarımızla yumuşat ya Rabbi!

Kimimizin hıncını kimimize tattıracağını söyleyen Sen,

Bize birbirimizin hıncını tattırma ya Rabbi!

Amin!

Hatice Dilek Öztürk

Doğru Mu?

DOĞRU MU?

 

Karmakarışık hayat bu yaşadığımız. Doğrularla eğrilerin, iyilerle kötülerin, güzellerle çirkinlerin verdiği mücadelede çoğu zaman kötüler kazanmış gibi görünüyor. Kimin sesi fazla çıkarsa, kimin yumruğu daha kuvvetli ise, kimin sırtı kalın, eli yağlı, dili ballı ise sanki o kazanıyor. Ne dersiniz haksız mıyım?

Ben doğru deyince, ne matematikte ip gibi çizilen çizgiyi, ne muhatabı onaylamak için sallanan başı, ne de doğru, haklısın, katılıyorum demesine rağmen “Hadi yap yapalım, öyleyse nerdesin?” Diye sorduğumda ortalığı tozu dumana bile boğmadan yani kaçtığını belli bile etmeden hatta kaçmadan, oracıkta oturup bir türlü kalkmayan, kalkmaya ihtiyaç duymayan, kalkana ise ne derim de vazgeçirir, oturturumun hesaplarını yapanları, üzgünüm ama doğru adamlar listesine alamıyorum.

Benim anladığım doğru adam yatan değil; kıyama kalkan. Susan değil, gerektiğinde panzehir gibi değil kalbe işleyecek, aklı başa getirecek, gözü açacak, kulağa işittirecek bir yumuşaklıkla ama eğip bükmeden gerçekleri, hiç bozmadan, esnetmeden, gizlemeden dosdoğru söyleyecek; çekip çıkaracak, tutup kaldıracak, haksıza haksızsın demekle kalmayıp hakkı haklıya teslim edecek, yıkılanı yapacak, bozulanı onaracak, dargını barıştıracak, dert değil merhem olacak, bölmeyip birleştirecek, kendisi sadece Rabbinden isterken isteyene ya azarlamayacak ya saçıp savurmayacak şekilde verecek, ehli varken torpilliyi işe yerleştirmeyecek, güçsüzken değil otoriteyi eline geçirdiğinde adaleti tahsis edecek laf kalabalığı değil, iş yoğunluğu içinde en doğru, en acil, en hayırlı olana öncelik verip vakti emeği, parayı israf etmeyip net kimlikle doğruyu gösterecek. Eğlence vaktinde meşru şekilde eğlenecek, ortalığı asık suratı ile buz kestirmeyecek kişiler arıyorum. Tanıyan, duyan, tanışan varsa aranızda ne mutlu diyorum.

Vakit cihad vakti ise elini, dilini, kalbini ama mutlaka birini savunma aracı seçecek. Hüzünlü anlarda aman sen de demeyecek ya da ben de çekmiştim oh olsun dercesine köşeden gizli gizli seyretmeyecek, sarılacak, saracak, gönül alıcı sözlerle, dostluğa bakım yapacak.

Elime fırsat geçti diye düşene bir tekme de o atmayacak, kendisi hangi durumda kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa o durumlarda, kardeşine, eşine, çocuğuna, arkadaşına, tanıdığına hatta tanımadığına insan olduğu evet evet sırf insan olduğu için insanca kıymet verip gönül alacak. Sahi, hala gönül alınıyor mu sizin oralarda? Gönle girmeye, gönülden çıkmamaya, gönül kazanmaya, gönle ışık tutmaya, gönülden vermeye, gönüllü gelmeye, gönülden sevmeye, gönlü yıkmamaya, gönülden anlayan gönüllüler var mı sizin oralarda? Allah şahidim olsun ki hasret kaldık hepimiz, ben buna şahidim ve eminim ki hep birlikte “Biz de” dediniz bu satırları okurken. Hani güneşe mi göç var? Biz bu aradıklarımızdan olduğumuz için mi buradayız bilmiyorum? Bu kısmı sizin vicdanınızla, biricik nefsinizin baş başa yapacağı mini sohbete bırakıyorum. Sonuç ne çıktı? Olumlu ise ne ala, değilse bugünden sonra bari doğrularla doğrulun!

Öyleyse gönlü, gönlün sahibine, gönüller sultanı Hz. Muhammed’in izinde götürebilmek için doğruya ihtiyacınız var, doğru yola değil mi?

Sizleri Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile Kur’ân’a, o dosdoğru mubine davet ediyorum. Buyurun! Buyurduysanız Hoş geldiniz. Hoş geldinizse yani gönüllü geldinizse, o sizi dosdoğru yoluna iletecek, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar tüm doğruların yolunda yürütecek bilesiniz. Vira bismillah deyip çıkın yola. İlk durağın adı Alak, son durak ise Nâs. Adlarından bile belli değil mi? İnsanlık yolu bu yol. Tohumdan insan olmaya, ihtişamlı bir diriliş muştusu. Ve sonu muhteşem nimetlerle donatılmış Selam yurdunuz. Muazzam karşılama ve Âlemlerin Rabbi ile konuşma, buluşma yani asıl VUSLAT!

Dile benden ne dilersen diyen bir Rab varken bu nasıl bir aldanıştır. Artık uyan, yeter uyuduğun, doğrul ve kalk ayağa! Emrolunduğun gibi dosdoğru olmak olsun biricik davan! Durma artık DAVRAN!

Hatice Dilek Öztürk

Ekmeğinize Katık Olacak Fikirler!

Ekmeğinize Katık Olacak Fikirler!

İnsanız ve temel bazı ihtiyaçlarımız var biliyorum,

Bunları karşılarken, ölçünüz hep ‘orta’ olsun diyorum kardeşler.

Ne az verip hırsız , ne çok verip arsız etmeyin nefsinizi

Nefis bu çalar da, azar da.

Sakın’ Ben yapmam!’ demeyin.

Size demirbaş ihtiyacınızı söyleyeyim mi ilk olarak?

‘İnanmak’ kardeşler!

O’na inanmak yetmez.

Peygamberlerine, Kitaplarına, gaybı yalnız O’nun bildiğine,

Sonra kendinize, etrafınızdakilere, ailenize, dostlarınıza,

Kısaca bir şeylere ve birilerine inanmak zorundasınız bilesiniz.

Kaçamak yok!

Mış gibi yapmak yok!

Niye mi?

Yaparsanız kendinize yapmış,

Bir ömrü çöpe atmış olursunuzda ondan, kardeşler.

Sonra NEFES almak!

Soluyup içine çekmek,

İhtiyaç duyulan elementleri.

Bu, bazen bir duygu, bazen bir koku da olabilir.

Yer ve zaman çok şeyi içinize sokabilir.

Siz siz olun neyi soluduğunuza,

Nerede nefes aldığınıza,

Nerede ciğerlerinizin bayram ettiğine dikkat edin.

Sizi nefessiz bırakan,

Kalbinizi sıkıştırıp, gözünüzü karartan,

Astım krizine benzer haller yaşatan,

Kişi, ortam, makam,iş ve konuşmaları bir rüzgar hızıyla terk edin.

Niye mi?

Batarsınız, boğulursunuz, soluksuz kalırsınız da

Boğulmanıza sebep olanlar bile size yardım edemezler.

Ya sizi kendi kaderinize terk ederler,

Ya da su testisi misali sizinle kırılır giderler.

 

Diğer bir ihtiyacınızsa ‘yiyip içme’ değil mi?

Elbette yiyip içeceksiniz.

Ama helalinden ve temizinden kardeşler.

Helal değilse şimdi bir söz verin.

Yanın dan onurluca geçip gidecek,

‘Ben sizin albeninize kapılacak kadar aklımı peynir ekmekle yemedim,

Rabbim ne diyorsa o,

Muhakkak bir hikmeti var!’ diyerek.

Yemediğiniz gibi, ehlinize de yedirmemek için,

Amansız gayret göstereceksiniz.

Ya ‘temiz olanlar’ kısmını yaşamak için hükmün ne yapmalıyım derseniz?

Orada burada değil, mümkün mertebe evinizde,

Akraba ve dostlarınızın evlerinde yiyip içecek,

Diğer yerlerde yemek zorunda kaldığınızda,

Yumuşakça ama mutlaka,

Personeli ve işletme sahibini,

Pisliğin haram olduğunu,

Hazır kendilerine sunulmuş rızık kapılarını zayi edip,

Vebal almamaları konusunda uyaracaksınız!

 

Ve sonra ‘barınma’ ihtiyacınız geliyor biliyorum.

Elbette başınızı sokacak kadar dar değil,

Ailenizle rahatça oturabilecek bir eve sahip olmak için,

Kuşlar gibi erken kalkacak,

Helal sahalarda kanat çırpacak,

Dönüşünüz muhteşem olması için,

Evinize vakitlice gelecek gelişinizi heyecanlı bekleyişlere çevireceksiniz.

Ve tabi hane halkı olanların da çorba da tuz olmadığını,

Herkesin üzerine düşeni yapmadığı bir dünya da,

Bir gün işlerin sarpa sardığını görmeden,

Ne gerekiyorsa hep birlikte yapalım deyip,

Toplu yaşam kurallarını ihmal etmeyeceksiniz.

Eğer ne gerek var deyip,

Mekan ihtiyacınızı es geçerseniz,

Ev halkına sorumsuzluk örnekleri sergiler,

En yakınlarınızın her gün yüreğini yakar,

Evi yaşanmaz hale getirmekte çok becerikli iseniz.

Aslan bile yattığı yerden belli olurken,

İnsan olmanın hakkını vermediğiniz için,

Dışarıda ne kadar büyük işler başarsanız da,

En yakınlarınızın gözün de,

Daima prestij kaybettiğinizi görüp irkilmelisiniz!

Bu ateş sizi de yakar,

Hep birlikte yoğun sıkıntılar çeker,

Yeryüzü dar geliyor dercesine yaşar

Ve öylece ölür gidersiniz kardeşler bilesiniz!

 

Gelelim ‘bineğinize’.

Evet her aileye bir binek en güzeli diyeceğim.

Belki de alaylı alaylı gülüp, ‘Kolay mı öyle hanımefendi!’ diyeceksiniz.

Ben de kolay olmasa da mümkün diyerek,

Siz yıllarca,

Boş umutlara, sahalarda top koşturanları izlemeye,

Verilen üç kuruşa razı olup,

Alternatif ne yapabilirim ?

Hangi yeteneğimi keşfedip,

Daha onurlu bir hayat sürebilir demezseniz,

Dumanı bile zehir olanları içip,

‘Ne olmuş canım hiç mi eğlencem olmayacak!’

Ara da bir arkadaşlarla takılıyorum işte deyip, iki tek atmaya devam ederseniz,

Hem kendinizin hem etrafınızdakilerin hakkına girdiğinizi es geçerken,

Bir ömrü toplu taşıma araçlarında geçirmek zorunda kalmak istemezseniz,

Dişinizi sıkıp,

Ekstra tüm masraflarınız kesip,

Abur cubura veya incik boncuğa

Yahut çaya kahveye,

Değerinin en az on katını vermekten vazgeçerseniz,

Bilin ki orta hallisinden,

Sizin de bir aracınız olabilecektir kardeşler.

İşte ondan sonra,

Rahatça ziyaretlere gidebilecek,

Dostlarınızla piknikler geziler yapabilecek,

Kim bizden önce nerede nasıl yaşamışı görüp,

İbret alabilecek etkinlikler düzenleyip,

Hayatınızı monotonluktan kurtarabileceksiniz.

 

Daha sıralanacak olsa çok şey çıkar biliyorum.

Fakat ben son olarak ‘sevgi ve güven’ diyorum kardeşler.

En temel ihtiyaçlarınız bunlar bilmeli,

Sizi seven ve size güvenen birileri var mı diye arayışa geçmeden,

İmanımdan dönmediğim sürece,

Ölümüne sevilecek ve güvenilecek insan mıyım diye,

Aynada gözlerinize uzun uzun bakıp,

Önce kendinize,

Elbette önce kendinize şu sözü vermelisiniz!

Bundan sonra ‘olmaya’ çalışacağım.

Şartlar ne kadar ağırda olsa, üzerime aldığım yükü kaldıracağım,

Zaten kaldıramayacağımın başıma gelmeyeceğini bilip, kendimi motive edecek,

Ama ‘Bana güvenen ve sevenleri,

Asla yarı yolda bırakmayacağım!’ sözünü vermelisiniz.

Hem de hemen şimdi!

Niye mi?

Belki de Azrail’in az yolu kaldı size ulaşmak için ne dersiniz?

Mümkün ama değil mi?

Var mı içinizde senet imzalayan kardeşler?

Öyle ise bu rehavet niye? Demeliyim.

Giderken iyi gitmeli,

Gittikten sonra da hayırla anılabilmek için,

Hatıralarınızın dualarla süslenmesine katkı sağlamayı başarmış olmak için,

En çok siz ter dökmüş olmalısınız,

İnsana yalnız emeğinin yemeği sunulacak öyle değil mi?

 

Hayat bu sevmeden yaşanmaz.

İnsanı, hayvanı, doğayı,

Yaşamın kendisini,

En önemlisi Rabbinizi, kitabınızı ve peygamberlerinizi sevmelisiniz.

Sevmek yetmez sizi sizden çok korumak için,

Güzele ve iyiye davet ettiğine inanmalısınız.

Dua ile Allah’a yakarırken,

Salavat ve sünnetleri ile Peygamberi hatırlamalı ve hayatımıza katmalı,

Kitabı rahleye koyup,

Dizi dibine çöküp okumalısınız.

Ona bir canlı muamelesi yapmalı,

Onunla konuşmalısınız.

Göreceksiniz her sorduğunuza cevap verecek!

Her soramadığınızı, düşünemediğinizi, fark edemediğinizi bile önünüze getirecek.

Bazen sular seller gibi ağlayıp,

Bazen coşkun ırmaklar gibi çağlayacaksınız.

Bazen korkudan nefesiniz kesilecek,

Bazen heyecandan diliniz damağınıza yapışacak,

‘Ben bunları hak edebilir miyim?

Gerçekten bunu başarabilir miyim?’

Diye kendinizi sorgularken kendinizi yakalayacak,

‘Durma hadi! Erteleme artık! ‘Diyebileceksiniz.

Her gün nefes almak kadar elzem olduğunu fark edince,

Okuyamadığınızda susayacak,

Koşup sığınacaksınız hikmet deryası satırlarına.

Bu satırlar sizin yakıt deponuz.

Bunlarsız yaşayamayacağınızı görecek,

Yol yakınken dönecek,

Kendinizi kandırmak pahasına,

Bir ömrü köstebek modunda geçirmemek için,

Çalıların arasından sıyrılıp,

Kendinizi Kuran’la tedavi edeceksiniz.

Kısaca hayatı ıskalamadan yaşamayı bilecek,

Erdemli bir hayat için,

Her günü bir öncekinden farklı kılmaya çalışacak,

Düşeni ezmek değil, kaldırmaya çalışarak,

Boş vermişleri boş vererek akıntılarına kapılmadan,

Selin önünden kaçıp,

Kendinize güzel ve namaz kılınır mekanlar kurmayı bileceksiniz kardeşler.

Ben size, siz de ki fıtri potansiyele olan inancımla,

Haydi kalkın! diyorum.

 

Yoksa bitiyoruz, tükeniyoruz ve sadece tüketiyoruz görmüyor musunuz?

İyi de biz bunun için gelmedik ki bu dünyaya?

Kim ya da kimler hayatınızı kontrol ediyor?

Sahi kaçınız ‘Ben emri yalnız Allah’tan alırım!’ diyecek,

Şerefte bir hayat yaşıyor?

Hiç düşündünüz mü?

Eve ‘Bu gün Pazar! Bu gün tatil!’ hikayeleri ile çok pazarlar geçirdik biliyorum.

Gerçekten yoruldunuz da mı dinlenmeyi hak ediyorsunuz?

Peki ya kim için yoruldunuz?

Sizden istenen bu mu diye düşünmeye vakit buldunuz mu?

Ve cevap çoğunuz için ‘hayır’ biliyorum kardeşler.

Birileri bizi dört nala sahaya sürüyor!

Sahi onlar neredeler?

Neden hep biz toza toprağa bulaşıyoruz?

Size bir şey söyleyeyim mi?

Nerede oldukları çok ta önemli değil ama

Nereye gideceklerini kitap çok kesin söylüyor.

Ya siz onlarla olmaya var mısınız orada?

Ama ben şahsım adına,

Artık ‘Kral çıplak!’ demek

Ve sizi sarsmak istiyorum kardeşler!

Gerçekleri görün istiyorum!

Doğrusu bunca söz yeter, öğüt almak isteyene.

Öyle ise:

‘Bir iki üç tıp!

Susuyorum!

Hatice Dilek Öztürk

Yaşam Koçu