Kitap’la Yaşamak

Kitap’la Yaşamak!

Birbirimizi ve birbirlerini Allah için sevmeyi başaramayanlardan hayır beklemek ham bir hayal. Önce nefislerdeki kıskançlığı ve benliği yenip, biz olmayı ve küfre karşı bir duvarın tuğlaları kadar aynılaşabilmeliyiz. Bu da ancak Kitap’lı bir hayatı seçmek ve yaşamakla mümkün. Kitaba dokunmakla, okuyup okuyup geçmekle, başkalarını uyarmak için okumakla, kitabın tafsilatına takılıp hükmü es geçmekle, anlayamam aymazlığında bocalamakla, kitabı anlattığı söylenen kitaplarla oyalanıp kaynağı ihmal etmekle, bir kısmını önemseyip diğer kısımlarını önemsiz sanmakla, güzel sesle seslendirip ezber yarışmaları yapmakla, ben başardım demek için iş yapmaya kalkmakla olmaz kardeş. Rahman tez zaman da aklımızı başımıza devşire.  Devşire ki beyni kalbe, kalbi Rabbe teslim edenlerle birlikte ümmetin dirilişi gerçekleşe…Amin. Kalemin Rabbine Andolsun ki hepimiz sorumluyuz!!!

Hatice Dilek Öztürk

Kardeşlerime Kardeşçe Tavsiyelerim

Kardeşlerime Kardeşçe Tavsiyelerim

İnsanlar hakkında ne zaman sanarsanız, o zaman yanılırsınız.
Olana değil olmasını istediğinize her inandığınızda;
Dünya adına kaybetmiş görünebilirsiniz fakat Ahiret adına kar ettiniz inanın.
Niye mi?
İnandığına inandıklarınıza inanmak isteyerek, hüsnüzan yaptınız da ondan.
İşte tam da bu nedenle kardeşler;
Aldatan olmaktansa aldatılmış olmayı yeğleyin.
Emrolunduğunuz gibi dosdoğru yaşamayı şeref bilin.
Perdenin kapanacağı an geldiğinde
son gülenler,
öncelikle Rablerine sonra da iman ehline ihanet etmeyenler olacak umudu, size daima umut olsun inşaallah.
Ne mutlu Allah’tan ümit kesmeyenlere
ve ne mutlu kendisinden ümit edenlerin ümitlerini yitirmeyenlere!
Hatice Dilek Öztürk

Duymak ve Dinlemek Arasındaki Fark

DUYMAK VE DİNLEMEK

ARASINDAKİ FARK?

Çoğu zaman duymakla yetindiğinizi ve aslında karşı tarafı hiç ama hiç dinlemediğinizi fark ettiniz mi? Peki bunu açık yüreklilikle ifade edip muhatabınızdan tekrarlamasını istediniz mi? Yoksa dürüstlük, hatayı kabul etme, özür dileme gerekirse, muhatabınızı dinleme nezaketi göstermeniz yitirilmiş değerler, hâlbuki tüm bu sayılanların peygamberi bir eylem olduğunu unuttunuz mu?

O ne yapardı biliyor musunuz? Önce dinlerdi. Hem de tüm içtenliği ile. Yüzüne bakardı konuşurken. Onu her hali ile önemsediğini hissettirirdi.

Eğer iletişimde olduğu kişi elini tutsa, o bırakmadığı sürece bırakmayarak, sevgi dolu ve alçakgönüllü oluşunu tüm beden dili ile yansıtırdı.

Alay etmez, azarlamaz, tartışmaz, surat asmaz, kaba ve küfürlü konuşmaz, bıktıracak kadar lafı uzatmaz, laf kesmez hatta lafın sonunun geldiğinden emin olmak için “söyledikleriniz bitti mi?” diye sorar, “bitti” cevabını duymadan ağzını açıp tek kelam etmez, konuşmaya başladığı andan itibaren ah sussa değil de susmasa diyecek kadar dikkatli, fasih ve öz konuşurdu.

Oysa biz dinlermiş gibi yaparken, ilgilenmiş gibi olmak için sorular sorup anlamış gibi yaparak, sözde karşımızdakini ama aslında kendimizi kandırıyoruz. Ya da umursamazlık atı alıp Üsküdar’ı geçtiği için, bu kopuşların bizi bir gün yalnızlığa mahkûm edeceğini düşünmeden, bencil bir hayata yelken açmış, akıntının büyüsü ile önümüzdeki şelalenin bizi baş aşağı uçuracağının bile farkında değiliz. Oysa suyun sesi kulaklarımıza geliyor. Ancak duyduklarımıza takılmadığımız için, kendi sonumuzu kendimiz hazırlamakta pek maharetliyiz.

Öyleyse Allah bir dil ve iki dudak vermişken, iki kulak vermesinde bir hikmet olduğunu anlayıp çok dinleyip az konuşun bugünden sonra ne dersiniz? Her yönden gelen her sesi dinleyin fakat siz sözün en güzeline uyacak bir bilinci taşımadığınız sürece, ne bilmenin, ne dinlemenin, ne de söylemenin vebalden başka bir katkısı olmayacaktır.

Kendinize bir iyilik yaparak, söz haksa dinleyip yüz çevirenlerden olmamak için, bilginin hamalı değil, bilgi ile hayâlı olmayı seçip bilgeliğe doğru yelken açın.

Yaptıklarınızı söyleyin

Söylediklerinizi iyi bilin

Sizi daima Rahmân’ın dinlediği

Bilinci ile hareket etmenin,

Gücünü keşfedin.

HATİCE DİLEK ÖZTÜRK

Kardeşçe Bir Öğüt!

Kardeşçe bir öğüt!
Elbette almak isteyenlere.

Kararlıyım!
Artık anlaşılmayı beklemek yerine anlatıp susmayı seçiyorum.
Biliyorum ki anlamak için çaba sarfeden anlar.
Anlaşanlar birbirlerini anlayanlardır.
Fakat anlamak istememek diye bir gerçeğin olduğunu Kuran bize öğretir.
Değil mi ki İbrahim as için “Aslında bu genç haklı dedikleri halde küfürde ayak direttiler.”
Değil mi ki Musa as “Rabbim sözlerime anlaşılırlık ver dedi.”
Demek ki anlamayanlar:
ya dinlemediklerinden,
ya işlerine gelmediğinden,
ya da inanmak
istemediklerinden,
hatalarını sürdürüyorlar.
Anlamak isteyenle sizi, en iyi şekilde anlaştıracak olansa Rahman!
Emin olun ki O bir hayır gördüğüne işittirir.
Öyle ise hayrın ve şerrin Maliki’ ne sığının ve
bekleyin kardeşler.
Olanda hayır vardır deriz ya hep.
Hayrın ne olduğunu bekleyin ve görün!
Hatice Dilek Öztürk

Öfke Zehirden Acı

ÖFKE ZEHİRDEN ACI

Baldan tatlı bir hayat yaşamak çok mu zor? Bu şartlar altında evet. Yenilen, içilen, seyredilen, dinlenen ne varsa sağanak sağanak öfke yağdırıyor kasınıza, kemiğinize, etinize işliyorsa çok zor! Böyle yaparak, ömrünüzü yiyen bir bakteriye dönüştürmeyin sorunlarınızı.

Artık onların yediklerini yemekten vazgeçin.

Onlar gibi eğlenmekten,

Onlar gibi dinlenmekten,

Onlar gibi yatmaktan, istifa edip kendi tarzınızı belirleyin.

Bir farkınız olsun. Onlar kendilerinin reklamını yapadursun, siz Ashabın reklamını yapın.

Klâs bir duruşunuz olsun. Müslimce sevin sevdiklerinizi, Ömer’ce öfkelenin Allah için, Ebu Bekir’ce verin, Ali’ce bilin, Osman’ca edeplenin.

Görün bakalım karanlık caddelerden siz geçtikçe aydınlanma olmayacak mı?

Herkesin çok konuştuğu ama çoğu zaman Kitab’ı bilmeksizin konuştuğu şu dünyada, siz sadece bildiğiniz konularda konuşun. Konuştuklarınızsa Rahmânî olsun.

Öfkelenmeyin, öfkelenmeyin, öfkelenmeyin!

Öfke baldan tatlı değil, bilin ki zehirden acı. Her öfkelendiğinizde, içinizde bomba patlatmışçasına kendinize zarar verdiğinizi bilin.

Nefsinize bir haksızlık mı yapıldı? “Kendimi tutmayı artık başaracağım, çılgına dönmeyeceğim, dilimi ısırmışçasına ortamdan kısa bir süre uzaklaşıp sonra duygularımı söyleyeceğim!” deyin içinizden. Sonra dönün sakin bir dille neden kızgın, kırgın, haklı olduğunuzu düşündüğünüzü anlatın bir kez. Laf anlayana anlatılır, anlamadığını fark ediyorsanız ilişkinize alt bir seviyeye getirerek, o günden sonra geri çekin kendinizi.

Bazen sürekli iletişim kurmanız gereken biri ise sizi geren, takva sahibi olmak isteyenlerden iseniz, küçük hatalarını affedin etrafınızdakilerin. Çünkü Allah takva sahiplerinin, insanların kusurlarını affedeceğini söylüyor. Siz onları affedin ki Rahmân da sizi affetsin.

Her öfkenizi yuttuğunuzda sabır cennetine yatırım yaptığınızı, her öfkenizi kustuğunuzda ise; iki rekât namaz kılıp etrafı da gererek kul hakkına girdiğinizden, hem Rahmân’dan hem de kullarından özür dileyin.

Bol bol Sabur, Halim, Kerim, Latif, Rahmân isimleri ile Rabbinize sığınıp sizi de yumuşak huylu hale getirmesi için dua edin.

Korkulan değil, sayılan

Kaçılan değil, aranan

Sövülen değil, takdir edilen

Cezalandıran değil, bağışlayan

Hesap soran değil, hesap sorulacak âleme göç etmeden uyaran

Bıktıracak kadar konuşan değil, konuşmaları ve tarzı ile ortamı ısıtan

Dehşet saçan değil, Rahmet peygamberi gibi emniyet sunan

Avazı çıktığı kadar bağırmak yerine, volümü iyi ayarlanmış kalp yumuşatacak bir ses tonu ile konuşabilmek için, çok sıkı hazırlık yapın. Neyle mi? Hucurât sûresinin birinci ve ikinci âyetleri ile: “Seslerinizi Allah’ın ve Rasûlü’nün önüne geçirmeye kalkmayın. Yoksa bütün amelleriniz boşa gider!”

Hatice Dilek Öztürk

Geçmişinizle Barışın

GEÇMİŞİNİZLE BARIŞIN

İnsan ne de çabuk ve ne de çok pişmanlık duyabiliyor değil mi? Hayat ne de hızlı akıyor. İnsanlar, şartlar, siz nasıl da değişiyorsunuz? Ve evren kurulduğu günden bugüne ne çok değişim geçirdi biz gibi.

Ne ahlar, ne vaylar, ne vahlar çıktı bugüne dek ağzımızdan semaya. Ve biz nasıl da etimizle, kemiğimizle piştik hayat kazanında. Dertlerimiz bizi kavurdu, rengimiz attı bu kesin. Ama ağardık mı karardık mı orası meçhul desem bana gücenir misiniz? Pişerken etimize işlediyse acı, kıvama gelmeye başladık demektir. Ağaç bile sıcağa soğuğa farklı tepkiler verirken, biz toprağın üstünde aynı kalamazdık değil mi? Ya köklerimiz bir çim kadar kolay sökülen cinsten mi? Yoksa asırlık çınar gibi derinlere kollarını uzatıp sımsıkı bir ilişkide mi? Vefakâr dostu ile sürekli has bir alış verişte mi YÜREĞİNİZ?

Harımız arttıkça, acımızın arttığını düşünmek ne kadar gerçekçi. Bir eliyle kazanın altına odun atan, bir eliyle yarasına tuz basmaya çalışırken, var gücü ile bağıran biz miyiz?

Yanan kim? Yakan kim? Yanmak için yeni yeni yollar bulup tuzaklara düşen kim? Düşüren kim? Yolu bulup eli bulup yola gelmemekte direnirken, bir yandan da yol yöntemden bahsedip yolcuyu yolda bırakacak olmasına rağmen, yola çıkanlarla yol tutan kim?

Gelin her şeyden ve herkesten geçin, tevbe edin. Önce O (Rahmân) affetsin diye yakarın O’na. Affedilmenin sonsuz rahmeti sizi şefkatle sarsın. İçinizde hissedin. Ovalar gibi düzleşsin tümsekleriniz. Söğütler gibi eğilsin başınız öne, kışın karda açan kardelenler kadar nurlansın elleriniz. Emen bir bebeğin annesinin sütüne kavuştuğu andaki kadar, ılık ılık rahmet aksın damarlarınızdan. Meltem essin içinizde, düşüncelerinizdeki tüm tereddütlerin alnını secdeye değdirsin. Güneş gibi aydınlık bir yüzle, narçiçekleri açsın kararmış kalbinizin hüzün bahçesinde. Ve kuşlar size aynı yolun yolcusu olduğunu hatırlatsın, yücelsin gök katlarına âminleriniz.

Ve her ihtiyaç duyduğunuzda, tıklayacak bir rahmet kapınız olduğunu unutturmasın size yüzü kapkara kesilenler. Siz yönelin O’na, O sizi sevsin. Beslesin, büyütsün, olgunlaştırsın. Ve sonunda zaten kavuşacağınız, O’na sunacağınız salih amelleriniz arasında, büyük günahlarınız, büyük pişmanlıklarınız, büyük acılarınızdan daha büyük tevbe edişleriniz, yürek yangınlarınızı söndüren gözyaşı ırmağınız, kara bulutları dağıtan rahmet rüzgârlarınız çöp misali sizi hep üzen tüm anılarınızı hatırladıkça, çıkarttığım dersler başlığında topladığınız bilgileriniz, tecrübeleriniz, benzeri durumları yaşayacaklara tavsiyeleriniz dışındakileri atın gitsin. Siz siz olun bugünden sonra çöplükten beslenmeyin. Çöpleri eşeleyip pis kokudan rahatsız olmamak için, tevbe ateşinde onları topluca yakın, olmadı yanmayanlar varsa, es-Settâr’dan yardım dileyin, gömün onları. Yaşanmamış sayın, yolunuza derin bir teslimiyetle düştüğünüz yerden kalkarak devam edin. Her hatırınıza geldiğinde, ihlâsla tevbe ederek şeytanın hilesini hayra çevirin.

O hedefi aşmış kullarına müjde verirken af kapısında beklemeyin, beklemenize gerek kalmayacak bir hızla hesabınızı vermeye hazırlanın. Kendinize eziyet etmeyin. Yürekten bir yönelişle hep Allah deyin, her daim O’na yönelin ve sükûnete erin.

Hatice Dilek Öztürk

Duygulu Olun Duygusal Değil!

DUYGULU OLUN, DUYGUSAL DEĞİL!

Duygu; olay, insan, eşya, zaman, mekân kıskacında insanı boğan, üzen, yıpratan olmakla birlikte; diğer yandan ayaklarını yerden kesen, nefes aldıran, kanatlandıran, coşturan hisler demetidir. Her şeyde dengeye davet eden Rahmân, bu konuda da bizi duyguları muhafaza etmeye, beslemeye, ifade etmeye, dindirmeye davet ederken; abartmaya, kaptırmaya, azdırmaya izin vermediği gibi ezdirmeye, incitmeye, bastırmaya, yok saymaya da izin vermiyor.

Sevmeliyiz; O’nun sev dediklerini. Ölçüsünce sevmeliyiz. Bir gün düşman olabileceğimiz ihtimalini hiç hatırdan çıkarmadan. Ama en çok O’nu sevmeliyiz. Çünkü Allah kıskançtır. Kulunun kendinden çok hiçbir şeyi sevmesini, önemsemesini onaylamaz. Yerine kimsenin konulmasını affetmez. Çünkü insanın aklı nispetince algılayamayacağı kadar nedeni vardır. İspata da gerek yoktur. O vardır ve kudreti sınırsızdır. Varlığı ispat gerektirmeyecek kadar aşikârdır.

Korkmalıyız. En çok O’ndan. Ama azap etmesinden daha çok, rızasını kaybetmekten korkmalıyız. O azap etmez ki, hak etmeyene. Hak edene hakkını ödetmenin bir şeklidir cehennem. Bir nevi arındırma ünitesi desek, yanlış değerlendirmiş olmam diye umuyorum.

Zatından başka hiçbir şeyden korkmamayı öğrenmeli, kendimizi olgunlaştırmalıyız.

Öfkelenmeliyiz! Allah’a Rasûlü’ne, dinimize, Kitab’ımıza, düşmanımıza (Allah’ın düşmanları), kardeşimizin hakkını gasp edene fakat öfkelenmemeliyiz nefsimizi ezene, hakaret edene, üzene, zulmetmediği sürece eliyle. Yani sözlü saldırıya selam deyip geçmeli, güreşte yenen yiğit gibi şeytanın başımızı kaldırıp burnumuzu havaya dikmesin, öfke anında yumuşak başlılığımızla gücümüzü göstererek, izin vermemeliyiz.

Acıları merhem yapıp yaralarımıza sürmeli, bir delikten bir daha ısırılmamak için eğri oturmayı bilmeli, doğru eylemlerde, doğrularla beraberken başımıza gelenlere Rahmân için, Rahmân’ı yardımcı seçerek sabretmeli, elimizle işlediklerimiz yüzündense af şurubunu gece gündüz içip bir saniye bile gecikmeden amel defterimizi temizlemeliyiz. Acıtmamalıyız kimseyi ki, acıtılan hücrelerimiz, nefesimiz, sesimiz, gözyaşlarımız şahitlerimiz olarak mahkemede sunsunlar delillerini. Beraatımıza tanık olsunlar.

Heyecanlanmamalıyız elbette haddinden fazla hiçbir şey için! Ama O’nun kitabını okuyunca, Rasûlü’ne uymanın tatlı telaşını hep ciğerlerimize aldığımız hava ile dinginleştirmeli, besmeleli eylemlerimizi; şeytani ve nefsi tuzaklardan koruyup amel defterimize bir bonzai tohumu gibi ekmeli, Azrail gelip canımızı istediğinde; Allah’ın emri Rasûl’ün kavli ile almana gerek kalmadan, “Ben zaten verip Rabbimden ücretsiz aldığımı, paha biçilmez rızası için satmaya hazırdım!” deyip; belki bir yatakta, belki masa başında, belki tebliğ anında, belki direksiyon başı, belki seccade üzeri, belki Kur’ân, belki dua, belki zikir, belki cihad meydanında ama O’nun zatına verdiğimiz sözü; “Evet, sen bizim Rabbimizsin!” nidasına ihanet etmediğimizi, Rabbimize belgelediğimizi onurla sunmalıyız. Kanımız akıp soluğumuz kesilip kalbimiz durduğunda yahut kansız bir şahadetse bekleyen bizi, ardımızda kalan ve cennette kanatlarımız olmasını istediğimiz yavrularımıza düşen, güzel bir sabır, sevinç gözyaşları ve varsa sevenlerimizden vasiyetimiz; biricik bayrağımız olan tevhid bayrağımızı, elden ele hiç düşürmeden, mahşere dek taşımaya devam etmeleridir.

İşte o zaman dünyada bulunmuş olmanın, bir yer tutmanın, bir çok şey tüketmiş ama bir o kadar da üretebilmiş olmanın hazzını duyar, elimiz boş geldiğimiz şu dünyadan, amellerimiz değil Rahmânın rahmeti sayesinde göçüp giderken, gözlerimizi huzurla kapatıp ardımızdan gelenlere, Allah’ın uğrunda dökülen ne bir yaş, ne bir ter, ne bir kanı zayi etmeyeceğini müjdeleyebilenlerden olmak isteriz.

İşte yaşıyorsak bunun için yaşamalı, bu aşk için ağlamalı, bu hülya ile gülmeli, bunun için dinlenmeli, bu rüya ile uyuduğumuz yerden, tutuşturan bir iman ile kalkmalı, artık sahte zevklerin, geçici hazların, müsvette insanların, göz boyayan tuzakların, yanından hızla seğirtip geçerek; mutluluğu, kalıcı huzuru, şahsiyetli insanları etrafımıza alıp âlemlerin Rabbinin stratejik planının biricik erleri olup iman meşalesini tutuşturalım.

Bu el, bu ayak, bu göz, bu kulak, bu dil ve bu dudak bu kalple harekete geçirildiği sürece, ve bu kalp Rabbim Allah dediği sürece, duygularımı ve düşüncelerimi, sözlerimi ve eylemlerimi, gecemi ve gündüzümü, yoluna adamak için bir can, bir kan, bir mal, o an ne gerekiyorsa varım diyenlerle sıramı bekliyorum.

Çölleşen kalplerimize Rahmet yağmurlarını yağdır Rabbim. Eriyen buzulların soğuk sularında kalplerimizi dondurma, ekvator sıcağında sellere kaptırma. Bizler çer çöp olmaktan, savrulup durmaktan yorulduk. Bizi tut, bizi durult, bizi huzuruna doğru yürüt.

Hatice Dilek Öztürk

İnsanlığa Davet

İnsanlığa Davet

Yaşamakla, mış gibi yaşamak arasında ki farkın farkındalığına varmak bence KULLUK!

Mış gibi yapmaktan,
Mış gibi yapanlardan,
Mışcasına yapılanlardan,
Sana sığınırım Rabbim!

Adem gibi adamlara ve Havva gibi hanımlara selam olsun!

Ne Mutlu ben müslimlerdenim deyip,
Dosdoğru bir yol tutan,
Yolda kalan,
Yola çağıran,
Yolun Rabb’ine adananlara…

Yoldan çıkan,
Yolu satan,
Yolun Rabb’ine eş koşanlara ise veyl olsun!

Cennete doğmak,
Cehennemden azad olmak,
Samimiyetle İslâm olmaksa derdiniz,
Sizleri samimiyete davet ediyorum!

Önce siz tumturaklı olduğunu sandığınız tüm mazeretlerinizden kurtulun!

Yeter artık kendinizi ve kendiniz dışındakileri kandırmaya çalışmaktan da kurtulun!

İnsanlık adına bir sesleniş bu,
Tabi hala insanlığınız kaldıysa…
İnsanca yaşamaya rağbetiniz varsa!

Yaşam Koçu
Hatice Dilek Öztürk

Dil ve Dudak

DİL VE DUDAK

Duygularınız idare etmek için dilinizi kıvrak bir şekilde kullanın fakat yerli yerinde ve tuz misali dozunu ölçüyle ayarlayın.

Sakin, dingin, huzurlu konuşabiliyor, söyledikleriniz dinleniyor, konuşmaya devam etmeniz isteniyorsa, yüreklere bayram ekebiliyor, hastalara şifa, gönlü dertlilere deva, şaşkınlara yol arkadaşı olup yola çekebiliyorsanız ferasetle, tebessüm ettirebiliyor, ayağa kaldırabiliyor, ayakta tutabiliyor, yürütebiliyor, gerekiyorsa koşturabiliyorsanız, bazen bir şelalenin önüne set, bazen bir barajın önüne duvar, bazen bir erozyon tutan ağacın kökleri gibi ortamda ciddiye alınıyorsanız konuşun, değilse dudaklarınızı devreye sokun, dilinizi tutun edeple susun!

Öyle anlar vardır ki, bıçak gibi keser kelimelerin arasını. Kısa bir sessizlik bile asırlar gibi hissettirir kendini. Kulaklar kabarır, bakışlar sabitleşir, yürekler verileni almaya hazırlanır. İşte o zaman sakin yağan bir bahar yağmuru gibi özü toprak olan insanların, yüreklerine yağın. Eğer çorak bir topraksa emeğinizi boşa harcamış, eğer verimli bir arazi ise ürünü devşirmek üzere sulamış, beslemiş, büyütmüş olursunuz.

Bize düşen sadece uyarmaksa, müebbet suskunlukları terk edin. Hakkı haykırmayın, söyleyin. Hikmet ve güzel öğüt olan Kur’ân ile tebliğ edin. Ve susun, sadece bekleyin. Sözün tesirini gözleyin. Yankı yapıp geri gelmişse, senin yolun sana benimki bana deyin, rotanızı değiştirin. Sevin ve sevilin ama, hak aşkı ile yanmıyorsa yürekleriniz, bu aşk sizi güldürmez, süründürür bilesiniz.

Hatice Dilek Öztürk

İletişim Problemi!

İLETİŞİM PROBLEMİ!

Söz ağızdan bir kere çıkmalı ama acaba çıktığı gibi mi giriyor? Yani sizi dinleyen ancak koşulsuz, önyargısız, istekle faydalanmak için dinliyormuş gibi yapan, işine geleni alan, kırpan, tırpanlayan, duymayan, aldırmayan öyle çok ki. Her söylediğimizi doğru söylesek bile doğru anlaşıldığımızdan emin olamayız. Yapacak bir şey yok. Bize düşen anlatmak, en doğru üslup ve yöntemle, en doğru zaman ve zeminde.

Görevimiz, tohumla toprağı birleştirmek. Tohum sözünü, toprak sizi dinleyenlerin yürekleri. Eğer doğru ikili bir araya gelmişse hava, su, güneş, Rahmân’dan ikram ediliyor zaten. İşin aslı samimiyette. Samimi bir söz, samimi bir yürekte filizlenir. Değilse sözle tohum değil yaprak vermek, serpilip büyümek, gün yüzüne bile çıkamaz. Öyleyse biz bize düşeni yapıp saf tohum yani doğal tohum ekelim. Şefkatle toprağı işleyelim, bakımını yapalım ve hasada kadar tevekkül edelim. Görelim Mevla’m neylerse güzel eyler.

Hatice Dilek Öztürk