Ey İnsanlık!

Ey İnsanlık!

Şirk Rahman’a rakip olmaya çalışmak veya rakipler olduğunu iddia ederek kendini ve başkalarını aldatmaktır!

Ey insanlık yaratmak ve yönetmek Allah’a mahsustur!

Bu günden itibaren yaratıldığınızı ve diriltileceğinizi unutmuşcasına yaşamaktan kurtulun!

Yoksa bilin ki unutanlar unutulacak!
Konuşanlar Rahman’ ın sözünden hoşnut oldukları dışında konuşamayacak!
Yürüyenler orada sürünecek, yalnız Allah’a dünya da iken secde edenler kıyamda kalabilecek ve secdeye davet edildiklerinde secde edebilecek!

Dünya da ki soy, kan, nikah, vatan, düşünce bağlarının tümü kopacak, bir tek birbirini Allah için sevenlerin bağı kalacak!

Ve şirksiz iman edenlerin sayısı sanıldığının aksine hiç bir zaman çok olmadı olmayacak!

Öyle ise Rabbe nasuh bir tevbe ile tevbe edip,
Allah’ın taraftarı olma vakti gelme di mi?

Ya Rabbi hakkı ile tevbe edenlere ilim, irfan, ihsan, selam, nusret nasip eyle!
Amin!

Hatice Dilek Öztürk

Kuran’ da Allah Dostu Formulü!

Kuran’da Allah Dostu Formulü!

1-Yılmayanlar! (Y)
2-Boyun Eğmeyenler! (BY)
3-Zaaflarına yenilmeyenler! (ZY)
4-Sabredenler! (S)

AD=Y+BY+ZY+S

Ey Mucib, Ey Kerim, Ey Latif,
Ey Berr, Ey Rafi, Ey Macid,
Ey Vedud, Ey Tevvab,
Ey Afüv, Ey Bedi, Ey Raşid
Ey Veliyy, Ey Vekil, Ey Muiz olan Rabbim bize ve sevdiklerimize bu şerefi nasip eyle….
Amin!

Hatice Dilek Cengiz

Has Kullar

Has Kullar;

169- Hayatta en yakınlarının bile ne kadar çabalarsa çabalasın aynı doğrulara inanmayacağının farkındadır. Bu durum ona gücünü kaybettirmez, isyan ettirmez, haddi aştırmaz. Eğer yakınları bu hal üzere ölürlerse hükme teslim olur. Âlemlerin Rabbinin hakimler hakimi olarak en doğru şekilde hükmedeceğini bildiği için, keder hastalığına yakalanmaz.

170- Allah’ın dinine inananların tümünün ‘aynı aileden’ olduğunu bilir. Fakat aynı soydan gelseler bile aynı inanca sahip değilseler, Rahman katında ‘aynı aileden sayılmadıklarını’ bilir. Kötü işler yapanların aileden sayılmayacağını bildiğinden; kötü şeyleri terk eder ve kötü şeyleri yapanları uyarmışsa, onlar için kahrolmaz. Bu vb konularda şeytanın oyununa gelip, olanlardan ve yaptıklarından kendini sorumlu hissetmez.

171- Hakkında bilgisi olmayan konularda Rabbinden talepte bulunmaz. Bilir ki böyle taleplerin sonunda acı çekecek olan yine kendisidir. Daima Rabbinin mağfiretine ve rahmetine sığınır. Hata yapabilir olduğunun farkındadır. Onu her türlü kötülük ve beladan koruyabilene dayanır. Yolu O’na sorar. Yöntemi O’ndan öğrenir. Yola O’nunla çıkar ve yolun sonunda O’ na kavuşacak olmak O’nu her an, her şart ve ortam da harekete geçirir.

172- Günahın anlamının Allah’tan yüz çevirmek olduğunu bilir. Yüzünü daima Allah’a dönmeninse; bazen namaz, bazen oruç, bazen hac, bazen sabır, bazen dua, bazen iyilik yapmak, bazen kötülüğe engel olmak, bazen susmak, bazen konuşmak olduğunun şuuruyla yapar tüm yapacaklarını. Daima Rabbinden bağışlanma diler ki, farkında olarak ya da olmayarak tozlanan kalbi, kirlenen eli, yüzü, ayağı yıkanıp pırıl pırıl parlasın. Böylece eli, ayağı, kalbi kısaca tüm bedeni kuvvetlensin. Yapması gereken her güzel işi yapacak kuvveti bulsun kendinde. Tevbeyle rahmet yağmurlarını paratoner gibi kendisine çekeceğinin farkında olduğundan, dilini amel defterindeki günahları temizleyen bir silgiye dönüştürebilir.

173- Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmaz. Ölçerken de tartarken de tam ölçer. Gizlide ve açıkta O’nun gözetiminin farkında olduğundan güvenliğe, denetime, teftişe, takibe, yoklamaya gerek kalmayacak şeffaflıkta duru ve temiz bir hayat yaşar. Rabbinin her yerde ve her zaman ona şahit olduğunu bildiğinden, ölçülü, adil, dürüsttür. Çalıp çırpmaz. Kaz gelsin diye tavukları bedava sunmaz. Çamura yatmaz. Yalayıp yutmaz. Katıp karıştırmaz.

174- Her ölçüp tartışında adalet vardır. Kimseye özerk muamele uygulamaz. İşte, evde, sokakta, yürekte huzur ve emniyet istediğinden, daima yıkan değil yapan, karıştıran değil toparlayan, kıran değil gönül alan, alan değil veren olmayı seçebilir. Almak isteyene eksik değil tam vermeyi, verdirmeyi başarmak içindir tüm telaşı. Dengelerin, kötüler kadar emek harcamayan, fedakârlık yapmayan, davasına sadık olmayan ‘iyiler’ yüzünden bozulduğunun farkındadır.

175- Kimsenin kimseye bekçi olamayacağının ve zaten olmaması gerektiğinin şuurundadır. Bu şuur onu şüphe, kaygı, panik, stres gibi olumsuz duygu durumlarından korur. Bilir ki kişi müminse gerekeni yapar, yapacaktır. Eğer yapmamışsa, yapmamasının Allah katında geçerli bir mazereti vardır. Hangi durumlarda mazeretli sayılacağını Rabbi ona öğretmiştir. Mümin olmak; Allah’ın hükmünden, kazasından, kaderinden, rızkından, yaratışından, dininden emin ve razı olmak demektir ona göre.

176- Öyle yumuşak huylu ve akıllıdır ki düşmanları bile onu bu vasıflarla anmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Diğer insanlardan yaşam tarzı olarak, onu en temelde ayıran şey namazıdır. Gece ya da gündüz, hasta ya da sağlıklı, evde ya da işte bir an olsun namazını ihmal etmeyişi veya terketmeyişi onu gözlemleyen herkeste bir farkındalık uyandırır. Sosyal çevresi onun bir emre itaat etmek üzere böyle davrandığının farkındadırlar. Bu istikrarlı eylemleri ve sağlam duruşu, onları düşünmeye, hatta bu güzel dini araştırmaya sevkeder Tıpkı güzel kokan bir çiçek gibi, etrafını ahlakı, değerleri, hoş turumu ile cezbeder.

177- Söylediği her şeyi yapmaya, inandığı her şeyi yaşamaya gayret eder. Söyledikleri ile yaptıklarının çelişmemesi için iradeli ve samimi davranır. Amacı ıslah etmektir, ifsad etmek değil. Fakat o ne kadar istesede  başarmasının, Rabbinin kudretine bağlı olduğunun idrakindedir. Şunu çok iyi bilir ki; Allah’ın yardımını hak edecek şekilde davranır ve tebliğ ettikleri de hidayeti samimice dilerse başarılı olacaktır ancak. Bu nedenle dilediğini Rabbinin dilemesi, dilediklerinin hidayeti bulmasında vesile olabilmeyi yürekten dileyip, yaraşır şekilde gayret eder. Bilir ki bir kişinin Cennete davet edilmeyi hak etmesi, dünya ve içinde ki her şeyden daha değerlidir. O ömrünü bu güzel gayeye adar. İçinde ki bu özel niyet ve umudu onun yaşama sevincine sevinç katar. Sıradan bir hayat yaşayıp ğöçmek değildir hedefi. Ölmemeyi şehadetle başararak, tüm özü güzel insanların da hidayetine vesile olup, hep birlikte yelken açmaktır, tahayyül bile edilemeyen mutluluklara.

178- Çoğu zaman etrafındakiler onu anlamaz ve aciz görür. Çünkü onlara göre ‘güç’ , ‘güçlü olmak’ çok farklı şeylerle mümkündür. ‘Ailen, soyun olmasa biz sana ne yapacağımızı bilirdik. Hatta seni taşlayarak öldürürdük!’ diyecek kadar küstahlaşabileceklerinin farkındadır. Bunları söyleyenler o gün dek içinde yaşadığı toplumdur. Acı olan şu ki gerçeği duymaya bile tahammül edemeyecek ve duymamak için öldürmeyi bile göze alabilecek kadar zalim bir toplumdur. Güçlerini hakkı ve haklıyı ezmeye, yok etmeye adamış bir topluma, hiç bir konuda tam olarak güvenmemesi gerektiğini bilir.

179- Oysa o kendisine yapılan bu tehditlere aldırmaz. Bilir ki onlar soyunu sopunu önemsedikleri kadar bile, Rablerinden korkmazlar. Allah’ın kudretini, izzetini, gücünü hakkıyla bilmemekte ayak direten bir toplumdur. Böylesi insanlara şöyle cevap vermeyi yeterli bulur. ‘Şüphesiz Rabbim yaptıklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır!’

180- Bu restleşmeden sonra yapılacak olanın, kendisi gibi iman edenlerle birlikte, emrolunduğu gibi dosdoğru yaşamak olduğunu bilir ve gereken neyse yapar. Ne bir korku, ne bir zaaf, ne bir eziyet o ve diğerlerini hiç bir zaman pes ettiremez. Din konusunda yahut düşmanlarına karşılık verme konusunda da, aşırıya gitmez. Allah’ın kötülerin yaptıklarına, yapmak istediklerine tam anlamıyla vakıf olduğunu bilir. Bu ona kendini müthiş bir emniyette hissettirir. İnanır, direnir ve yalnızca Rabbine güvenir.

181- Zulmedenlere meyletmez. Bu durumda zulme ortak olmuş olacağından azabı hakedeceğini bilir. Rabbi ona değil zulmü, zulme meyletmeyi bile yasaklayarak ömrü boyunca rahmeti umulan bir insan olması gerektiğini emretmiştir. Ne eliyle, ne diliyle, ne ayağıyla, ne gözüyle kimseyi üzmez, yormaz, kandırmaz, bunaltmaz, tahrik etmez, tahkir etmez, suçlamaz. Bunları yaparsa Rabbinin dostluğunu kaybedeceğini ve dolayısı ile Rabbinin yardımından mahrum olacağını bilir. Bu bedenle iyi desinler diye değil Berr olan Rabbinin hoşnutluğunu kaybetmemek için iyilerden olmaya azami gayret eder. Kolay değildir iyi olmak ve iyi kalmak, herkese ve herşeye rağmen. Fakat Allah’ın malının Cennet olduğunu ve Cennetinde pahalı olduğunu Can Peygamberi ona öğrettiğinden, hiç bir hatasını hafife almaz.

182- Gün içinde kıldığı namazların, tıpkı bilgisayarına yüklediği bir virüs tarama programı gibi işlevi olduğunun farkındadır. Düzenli kılınan namazların kaybettiği, bulaştığı, gevşediği anların olumsuz etkilerini gidermekte ki katkısını bilir. Namazın kişiye şuur, haşyet, irade, zaman bilinci, hafıza yenileme, sukunet, günlük bedensel hafif egzersiz, organları dinlendirme, durulma, temizlik, manevi arınma, tertip düzen, denge, gibi pek çok değeri kazandırdığının farkındadır.

183- Rabbinin sabırlı olanları mutlaka her iki dünya da ödüllendireceğini bilir. Güzel iş yapmakta ki kararlılığını sürdürür. Güzel davranışlarının gayesi insanların değil Rabbinin hoşnutluğu kazanmak olduğundan yılmaz, yıkılmaz, pes etmez. İyi olmaktan ve iyilik yapmaktan bıkmaz. Hemen her güzel amelinin karşılığını almak ister gibi, Rabbi ile pazarlık yapmaya kalkmaz. Sabır onun için doğruluktan ödün vermemekte direnmektir. Kötülere kötülüklerine denk karşılık vermemektir. Sonuç belli olana dek, iyi niyetini korumaktır. Yapılan iyiliği kötülük bile görse, asla başa kakmamaktır. Zorluklara mızırdanmadan dayanmaktır. Ufacık bir sorunu abartmamaktır. Mazeret belirtildiğinde kin duymamayı başarmaktır. Hayatın tek düzeliğini değiştirme imkanı bulamadığı anlarda, olgunluğunu korumaktır. Çirkefliklere sessiz kalmaktır. Derdi ile başkalarını yormamaktır. İnsanların densizliklerine hoşgörü gösterebilmektir. Ömrü doldurana dek insan olmanın ve insan kalmanın yükünü edeple taşımaktır

184- Bazen aynı aile fertleri içinden bile hased, fesat bireyler çıkabileceğini bilir. Olaylara ve kişilere profesyonel yaklaşır. Kim olduğuna değil neye inandığına, neden korkup neyi sevdiğine göre değerlendirir insanları. Yakınlık, soy, kan bağı, nikah bağı, aynı ırktan olma, aynı topraklarda yaşama, aynı mesleğe sahip olma, aynı eğitimi almış olma gibi faktörlerin insanlar arası ilişkilerde sekonder değer taşıdığını bilir. Primer değer ise kim, nereli, hangi ırk ya da cinsiyette olursa olsun takvasının derecesini önemsemesi gerektiğinin şuurundadır. Çok iyi bilir ki şeytan insanın apaçık düşmanıdır ve bazen en yakınlarını kullanarak onu üzmeye, ezmeye, kahretmeye, aşağılamaya, yalnızlık duygusuna kapılmaya, herşeyden ve herkesten umut keser hale düşürmeye çalışır. Onun bu sinsi düşmanla mücadelede yardımcısı Rabbi ve doğru davranışları öğrendiği kitabıdır.

185- İnsanın nefsinin kötü arzularına uyduğu takdirde çok rahat yalan söyler hale geleceğinin farkındadır. Nefsinin kötülükleri ile veya nefislerinin kötülüklerine koşulsuz teslim olmuşlarla mücadele de sabırlıdır. Ne kendini temize çıkarmaya çalışır ne de nefsine uyup kötülük yapanlar adına mazeret bulup, onları savunur. Yapılan, söylenen entrikalar karşısında Rabbinin yardımına sığınmaktan başka çaresi olmadığını bilir.

186- Bir çocuk eğer küçük yaştan itibaren tertemiz bir fıtratla yaratılmış olduğunu ispatlarcasına; şirin, akıllı, edepli, saygılı, adil, sevecen, dürüst, şefkatli davranışlar sergiliyorsa, olgun bir büyük gibi herkesin sempatisini, kazanıyorsa, söz ve eylemleri ile yaşıtlarının arasında farkını farkettiriyorsa; onun ilerde Rabbinin isabetli karar verme, ilim ehli olma gibi güzel hasletlere sahip bir kulu olacağının temennisi ile, onu gereği gibi sever ve korur. Rabbinin her güzel davranışı ödüllendireceğinden emin olduğundan, böyle güzel insan olmaya çalışmakla kalmayıp, büyük ya da küçük her güzel insanın kadrini kıymetini bilir ve bildiğini de hissettirir.

187- Rabbinin emirleri konusunda zaafa düşüp, cahillerden olmamak için Rabbine yakarır. Batıl hayatın büyüsüne kapılıp sefa sürmektense, zindana razı olur. Harama meyletmesine neden olacak kişi, ortam, histen uzak kalmak için Rabbiyle yakın olma gayretini arttırır.

188- Her bulunduğu ortamda, en doğru zamanı tespit edip Rabbinden gayrı ilah olmadığını anlatır. Sahte ilahların gücünün sınırları olduğunu, oysa Alemlerin Rabbinin karşı konulamayacak güçte olduğunu hatırlatır.

189- Çoğu insanın uğruna ömrünü adadığı kişi, kurum, ya da yolların doğruluğuna dair Allah katından hiç bir delil olmadığını, birilerinin birilerini yüceltmesi ile, yüce olunamayacağını dilinin döndüğünce anlatır. Allah’ın insan neslini yalnız kendisine ibadet etsinler diye yarattığını, Allah’ı yok sayarcasına kimsenin hükmedemeyeceğini, oysa çoğu insanın İslamdan gayrı yaşam biçimlerine yönelip, bilmezlerin bir neferi olmayı seçtiğini görür. Dinin özünün tevhidi bir duruş sergilemekten geçtiğinin farkındadır.

190- Hiçbir konuda nefsini temize çıkarmaz. Çok iyi bilir ki nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder. Fakat eğer Rabbine gereği gibi tabi olursa, Rabbinin onu koruyacağını bilir. Bu nedenle de nefsinin arzularına kapıldığında, asit yağmurlarında ıslanacağının şuurunda olduğundan, daima takva şemsiyesi ile gezmeyi prensip haline getirir.

191- Bildiği ve emin olduğu konularda sorumluluk alır. Aldığı sorumluluğun ise hakkını verir. Neme lazımcı değildir. Olayları ve eylemleri planlı ve programlı şekilde yöneterek, özel yahut tüzel tüm işlerinde, yeryüzünün düzenini korumakla görevli olduğunu, onu dikkatle izleyenlere de net olarak hissettirir. Bencil, sorumsuz, çıkarcı, komplocu, tedbirsiz, beceriksiz değildir. Aksine böylelerini uygun bir uslupla hak ve hakikati yaşamaya davet eder.

192- Kişilikli, kimlikli, prensipli olmanın temel şartının Allah’ın hudutlarına sıkı sıkıya bağlı kalmaktan geçtiğini bilir. Böyle yaşamayı başaran her kulu, Rahman’ın tüm zorluklar karşısında gösterdiği kıyamın ardından, yetki sahibi kılarak ödüllendireceğinin bilgisine sahiptir. Rahman’ın kendisinin rızasını dileyenlerin hayrını dileyeceğini ve böylelerini hem dünya da hem de ahirette rahmetine eriştireceğini bilmek, onu gelecek kaygısı taşımaktan korur. Şundan emin olmak onu mutmain kılar; güzel davranışların sonu daima ihsandır. Lakin, bazen bu lütüfların bedeli kişiye ahirette ödenebilir. Bu nedenle de dünya da güzel davranmakla ve güzel davranmaya devam etmekle aptal olunmayacağının farkındadır. O sabrı kuşanır ve sabırla bekler. Elbette Rabbi de onu huzuruna çağırıp ödüllendireceği günü beklemektedir. Öyle ise bilir ki bazen beklemek bile, onun için başlıbaşına bir ibadettir.

193- İman edip, kötülükten sakınanlar için Ahiret Hayatının daha hayırlı olacağını bilir. Bunu hak etmek için imanına şer bulaştırmaz. Kötülüğün her türünden uzak durur. Neyin iyi neyin kötü olduğuna nefsi, gelenekleri, çevresi ile değil Kitabının öğrettikleri ile karar verir.

194- Şartlara körü körüne teslim olmaz. Kuran’a göre oluru neyse onu oldurmak için gerekeni yapar. Allah’ın helal kıldığını haram yahut Allah’ın haram kıldığını helal kılanlarla mücadele etmeye bile gerek kalmayacak tedbirler alarak, amacını gerçekleştirir. Allah’ın dilediğini dilediği şekilde yücelteceğini bilir. Allah’ın gerçekleşmesini istediği şeye kimsenin engel olamayacağının farkındadır. Her ilim sahibinin üstünde bir bilen olduğunun şuurunda olarak, bilgiye, bilmeye, bilene, bilenler üstü bilenin bildirdiklerine gereken ehemmiyeti verir. Bilmemeyi meziyet sayandan, bileni hafife alandan, bilmediğini bilmeyenden, bilinmeyen her şeyi bileni bilmezden gelenden kaçar.

195- ‘ Gam ve kederini yalnız Allah”a açarım. Ben sizin bilmediklerinizi Kitabım sayesinde biliyorum.’ diyerek kimseye el etek açmaz. Önüne gelene dert anlatmaz. İzzetinden taviz vermez. Hadsiz ve yersiz korkulara kapılmaz. Zanlarla ve öfkeyle hareket etmez. Geleceğin ne getireceğini bir tek Rabbinin bildiğini bildiğinden dingindir.

196- Allah’ın rahmetinden ümit kesmez. En imkansız gibi görünen olaylarda bile bir çıkış yolu, bir çare, bir çözüm olabileceğini bilir. Tüm gayretini ortaya koyup ferdi yükümlülüklerinde gevşekliğe düşmez. Oysa kafirlerin çok kolay ümitsizliğe düşeceğini bildiğinden, felaket tellallığı yaptıklarında iddialarına itibar etmez.

197- Allah’ın kendisinden hakkıyla korkanlara ve sabırla hakkı yaşamak için direnenlere yardım edeceğinden emindir. İyilerin nihayetinde birbirlerine kavuşacağını ve özlemin bir sonu olacağını bilir. Bazen ayrılıkların bazı gerçekleri görmek, hayata tek başına tutunup başarılı olmak, kimin doğru kimin yanlış düşündüğünü nihayetinde anlamak, kaybetmenin yahut bulmanın, ihanetin yahut vefanın bedellerinin ne olacağını anlamak, anlaşılmaz, karışık yahut uzun gibi gelen süreçlerde ki hikmetleri tek tek yakalayıp kavramak için yaşanması gerektiğini bilir. Her hata yapanın hatasını anlayıp düzeltirse, özür dilemesine fırsat tanınması ve bağışlayıcı olunması gerektiğini de yaşadığı hayat ona öğretmiştir. Kendisine gelip özür yahut hakkını helal etmesini dileyen kişi ya da kişilere ‘Bu gün size kınama yok. Allah sizi affetsin!’ diyerek, merhametlilerin en methametlisinin kulu olduğunu belli eder şekilde, Yüceler yücesinin korumasında olmanın hissettirdiği güzel duygularla, geçmişte ona düşmanlık etmişlere bile, yüce bir gönlü olduğunu ispatlayan bir tutum sergileyebilir.

198- Bazen çok önceden olacakları biliyormuşcasına bilgece bir hayat yaşamanın, gök bağlantılı olmanın, O’na inanmanın, O’ndan dilemenin, O’na sığınmanın nelere kadir olabileceğinin şuurundadır. Gözlerin algılayamayacağı mesafeyi görebilir, burnun algılayamayacağı mesafelerin kokusunu alabilir hale gelinebileceğini bilir. Bunun bir çap meselesi olduğunu çok iyi bildiğinden, ömrünce çapını genişletmeyi ve çapını büyütecek olanla sımsıkı irtibatta kalması gerektiğinin şuurundadır. Bu enfes bağı her geçen gün güçlendirebilmek için kendini ilmin, ihlasın, feraset ve basiretin ummanlarına bırakır. Ve hayat boyu yüzer yüzer, ta ki O’na kavuşacağı vuslat anına dek o özel frekansta kalabilmeyi başarır. Çünkü her daim, O’na yüreğiyle, çok ama çok derinden bağlıdır.

199- Diğerleri çoğu zaman onu şaşkın olmakla suçlasa da, o ne dediğinden de, ne yaptığından da, ne istediğinden de, ne beklediğinden de, zerre kadar tereddüt etmez. Şaşkınlığa düşenlerin şaşkınlıkları onun duruşunu bozmaz. Bilir ki bilen şaşırmaz, netliğiyle şaşırtır. Açıklamadığı pek çok şeyi anlamıştır aslında, fakat gerekmiyorsa anlatmaz. Hatta anladığını belli etmez. Anladıkları onu yapması ve yapmaması gerekenler konusunda düşünüp, doğru kararlar vermeye sevkeder. Çoğu zaman susmanın, konuşmaktan daha doğru ve etkili olduğunu bilir. Nefsine uyup, nefsi için kıranları, nefsi adına yıkanları, nefsi müdafaa yapmakla avunanları, Rabbi için uyarırken, nefsini kusurdan azad olmuş görüp temize çıkarmaz. Ya affeder ya da hesap sorucu Rabbim yeter deyip O’na havale eder. Lakin nefsi için öç almaya da kalkmaz. Bir kaplumbağa nasıl kafasını içine çekiyorsa, o da anlaşılmadığını görünce duygularını içine çeker, yüreğinde yüreğinin sahibine derdini dökmekle sakinleşir. Herşeyi bilene herşeyi anlatmak, tüm içtenliği ile, bazen biraz ıslak, bazen kırgın, bazen yılgın, ona iyi geleceğini bilir. Eğer yapılan yahut yapılmak istenen dinin hükümlerinin hafife alınması yahut yok sayılmasından kaynaklanan bir zulümse ise bu kez aslan kesilir. Kısaca nerde, kime, nasıl davranacağını kitabıyla şekilledirdiği için kendi için de çelişkilere düşmez. Sabrı taviz sananlara anlamıyorlarsa, alttan almaz. Rabbinin hükmüne teslim olmayana, hiç bir şart ve ortamda ruhsat sunmaz.

200-Günah işlediğinde Rabbinden af diler. Hatalarını küçük görmez. Nasıl olsa herkes yapıyor diyerek kendini rahatlatmaya kalkmaz. Biri nefsine bir haksızlık yaptığında, eğer gelip hatasını anladığını söylerse, özrünü kabul edip affeder. Ve o kişiler için Rabbinden mağfiret diler. Kimseyi hatalarıyla yargılamaya kalkmaz. Uyarmaktan da çekinmez. Fakat uyarırken doğru bir uslup kullanır. Kişileri Cennete davet etmekle kalmaz Cehennem faktörünü de hatırlatır. İnsanın hem umut etmeye ihtiyacı olduğunu, hem de Allah’ın rızasını kaybetme korkusu taşıması gerektiğini bildiğinden, dengeli bir hayata davet eder.

201- Sahip olduğu tüm mülkler için ve yetenekleri için Rabbine şükreder. Kibre kapılıp kendiyle ve malıyla övünmeye kalkmaz. Dünya ve ahirette daima Rabbine muhtaç olduğunun şuurundadır. İman üzere yaşayıp, imanla ölmek için Rabbine yakarır. Kimlerle yaşadığına, kimleri sevdiğine, kimlerle iş yaptığına dikkat eder. Kimleri sever ve onaylarsa onların arasında haşrolunacağını bilir. Bu da onu, doğru ve saygın insanlarla bir arada olması gerektiği konusunda bilinçli kılar. Rastgele seçimler yapıp, yanlış ilişkiler kurmaktan kendini alıkoyar. Bazı insanlar nefsine hoş gelse bile, uzak durması gerektiğini hatırlar ve zaaflarının esiri olup kendi dünyasını ve ahiretini yakacak hatalar yapmaz.

202- Ne kadar üstlerine düşerse düşsün, insanların çoğunun inanmayacağının farkındadır. Bilir ki inanmayanı inandırması mümkün değildir. Çünkü iman Rahman’ın kuluna en büyük ikramıdır ve elbette bunu dileyip, hak edene verir. Ve elbette kimin hak ettiğini de yaratanı olduğundan, en iyi O bilir. Halbuki iman etmeyenlerden imana davet edilirken, hiç bir maddi bedel beklenmez. Rağmen doğruları kabul etmek inanmayan bir nefse ağır gelir. Hiçbir inanan, hiçbir inanmayanla çıkar ilişkisine girmez. O’nun Rabbi O’nu kimseye muhtaç etmeyecek kadar zengindir. Bu nedenle insanlarla ilişkileri, öğüt duymayı kabul edene öğüt vermekten ileri gitmez.

203- İnsanların çoğunun ortak koşmaksızın iman etmediğini bilir. Bilir ki bu dünya da her insan biri, birileri ya da nefsi için yaşar. Oysa onun tek gayesi, O’nun bahşettiği hayatı O’na adamaktır. Değilse bu ihanet değilde nedir der her saniye benliğine. ‘Elimi, ayağımı, gözümü, kulağımı, aklımı, ailemi, evladımı, dostumu, vatanımı, suyumu, havamı, gıdamı vs her şeyimi bana O vermedi mi? Öyleyse nasıl O’nu yok sayarak yaşayabilirim. Bu ne insani, ne islami değil.’ der içten içe ve O’na daha bir yürekten bağlanması gerektiğinin şuuruna erer. Ve artık onu O’ndan uzaklaştıran, yabancılaştıran, umursamazlaştıran, cahilleştiren, küstahlaştıran kim ya da ne varsa onu farkedip hayatından def eder. Etmediğinde kendine yazık edeceğini, bu güne değin her O’nsuz attığı adımla elinin, dilinin, ayağının, kalbinin yanıp akkora döndüğünü bilir. Bununla da kalmayıp mahşerde huzurdan kovulacağını, dünya da secde etmediyse eğer, orada secde edenlerin arasında edemeyip, yerde sürüneceğini bilmek ve düşünmek aklını başına getirir.

204- ‘İşte bu benim yolum der!’ sadece ve susar. Herkesi O’na çağırır. Kendisine veya birilerine, bir şeylere değil. Kendisi gibi gönüldaşları, duadaşları, dindaşları ile ne yaptığını, niye yaptığını çok iyi bilir. Çünkü Rahman’dan derslidir. Böylece her geçen gün Rabbinin şanını yüceltmekle, Allah katında ki kendi şanını yükseltmeyi hedefler. O’nun yarışı kimseyle değil yalnız kendisiyledir. Her günkü hedefi dünkü kendini geçmektir.

205- İnkâr ehlinin mahşerde ‘keşke biz de inananlardan olsaydık ‘diyeceklerini bilir. Bu insanlardan olmamak için hayatta karar verirken yarın pişman olur muyum diye düşünerek hareket eder. Hızlı ya da fevri kararlar almaz. Aldığı doğru kararların ise ardında durur. Fakat her konuda karar verirken nefsinin isteklerini değil, Rabbinin öğretilerini önceler. Bilir ki nefsi anlık ve yanlış kararlar vermesine neden olabilir. Gayesi daima geriye baktığında pişman olmamaktır. Dünya hayatında birilerinin yiyip içip eğlenmesi ve boş ümitlerle kendilerini avutması, onu asla imrendirmez. Aksine filmin sonunu bildiği için bu gibi hayatlara bulaşmadan yanından geçer gider. Yolun ne zaman biteceğini bilmediğinden ölüme ayarlı ama bir o kadar da farkında bir hayat yaşar. O da yer içer eğlenir fakat elbette meşru şekilde.

206- Şeytanın insana değer vermeyişinin ve saygı göstermek istemeyişinin nedeninin kibir olduğunu bilir. Kibirli olan şeytanın tuzağına düşerek kendini kimseden üstün görmez. Hayırlarda yarışmayı hedefliyor olması, onu kimseyi küçük, basit, değersiz, sıradan, aciz görmeye itmez. Her an kendi iç beninde kibre kapılıp kapılmadığını, bu duyguları hissedip hissetmediğine bakarak test eder. Mütevazi olmanın insana katacağı değerin farkındadır. Değerini arttırmaya gayret ettikçe burnu havaya kalkmaz. Bilmek, bilen olmak, bildiklerinin hakkını vermesine sebep olur. Bilmeyen ya da bilmek istemeyenleri ezmesine yahut hakir görmesine değil. Aksine son deme dek bilen olarak uyarmaya ve onların hayrı için dua etmeye devam eder.

207-Şeytanın Rabbimizden kıyamet gününe kadar izin aldığını, insanları azdırmaya çalışacağını, günaha sürüklemek için ne gerekirse yapacağını, kitabı ona öğretmiştir. Şeytanın bütün bunları yapma sebebi olarakta ‘Beni azdırmana karşılık ben de senin kullarını azdıracağım!’ dediğini unutmaz. Allah’ın ‘insana saygı göster’ emrini ‘azdırmak’ olarak niteleyen şeytanın, nasılda mantıksız bahanelerle Rabbine iftira attığını farkettiğinden, hiçbir zaman şeytanın oyununa gelip Allah katında hiçbir geçerliliği olmayacak bahaneler üreterek hata yapmaya kalkmaz. Şeytan gibi haddi aşıp’ Allah beni azdırdı!’ demeye kalkmaz.

208- Azmamanın tek yolunun ihlas olduğunu, ihlaslı olmanın ise Allah’ıgörür gibi yaşamaktan geçtiğini bilir. O görmese de Rabbinin her an onu gördüğünü bilir olmanın, hayatta ne çok şey de köklü değişikliklere sebep olacağının farkındadır. En yüce merci tarafından izlenir olmak, ona göre en büyük şereftir de aynı zaman da. ‘Rabbim beni yaratıp bana değer verdin. Ben de bu değere layık olmaya ve layık kalmaya çalışacağım!’ demesi gerektiğini anlar yaşı ilerledikçe, daha bir derinlerde. Anlamakla kalmayıp yepyeni, pırıl pırıl, şeffaf ve nezih bir hayata yelken açmak aslında her an mümkündür onun inancında. Her yeni gün yepyeni bir başlangıca dönüşebilir der daima kendine.’İstemek’ der yüreciğine, istemek büyülü bir kelime farkında mısın?’Ve sonra sorar tüm samimiyetiyle ‘ben’ ine ‘Ne istiyorum ben!’diye sorar. Cevap sessizce gelir içeriden ‘İşte bütün mesele bu. Farkettiğini farkettir artık!’ der bu kez de.’Ne istediğimi bilmeli ve ona adanmalıyım. Adanmışların yolunu yol yapmalı ve yolda kalmalıyım.’

209- ‘Salih kul olmak’tır hayat boyu hiç vazgeçmeyeceği vizyonu. Bu vizyonu sahici kılmak içinse, ‘hayatı ibadet formatında yaşamak’ olmalıdır misyonu. Bu vizyon ve misyonun, onu tüm azan ve azdıranlardan korumaya yeteceğini bilir elbette. Bir şartla tabi ; ‘ Ne vizyonundan ne de misyonundan hiç ödün vermediği sürece.’ Ödün verdiğini fark eder etmez, hızlı bir manevra ile, uçuruma yuvarlanmaktan kurtardığı araç kendisi olur tabi ki. Kurtaran ise elbette imanla çeliklenmiş iradesinin biricik Rabbi. Bilir ki irade sahibi olmak tek başına bir güç değildir. İrade motorsa, iman onu tutuşturup harekete geçiren yakıttır. İmanına şirk bulaştırmadığı sürece, bu yakıtla, elbette Cennetlerin en güzeline varabileceğinin müjdesini ta asırlar öncesinden almıştır.

210- Bilir ki Cennetler tüm iyilerin biraraya geldiği, mutluluk diyarlarıdır. O diyarda kötü ya da kötülük yoktur ki kin, öfke, kıskançlık olsun. Rahman tüm bu duyguları o diyarın sakinlerinden söküp alacağı için, herkes mutlu kutlu yaşayacak, sohbet ve eğlence dünyasının tarifsiz hazzının her türünü tadacaktır. Bitimsiz, sınırsız, dozsuz. İşte bu umut, ona dünya da bir ömür yetecek, ne kendini, ne Rabbini, ne de ne yaptığını ve ne istediğini bile bilmeyenlerin sözlerine aldırmamasını sağlayacaktır.

211-Baki, Hay, Kayyum, Muktedir, Kahhar, Mucib, Vehhab olan bir ilaha teslim olmuş olmanın emniyetiyle O’nun rahmetini ummaktan hiç vazgeçmez. O’ndan umut kesmenin sebebinin; O’nun kadrini bilmemekten, yaptığı hataların büyüklüğü altında ezilmekten, O’nu hafife almaktan, Cennetin varlığından şüphe duymaktan, O’nun üzerimizde ki haklarını ve nimetlerini yok saymaktan olduğunun farkındadır. Aslında ümitsizliğin insana verilen bir insçsızlık cezası olduğunu, çevresindekilerde gördükleri yahut duydukları sonucu anlamıştır. Bu da ona inancını hep diri tuttuğunda ancak, yaşama sevincini kaybetmeyeceğini öğretmiştir. İnançsız insanların nasıl da küçük sorunlarla bile başedemediğine, çok şahit olmuştur bu güne dek. Sapmış ya da hayat boyu birilerini saptırmak için ne gerekiyorsa yapmış olanların feci sonlarını görmek, onu hayatı ve insanları doğru okumaya yönlendirmiştir. Her geçen yıl yaş almakla kalmamış, ders almayı da bilmiş, böylece görüşleri gittikçe değerlenmiştir.

212- Bütün bu bildiği, farkettiği, duyduğu, gördüğü şeyler kötülük yapanlara kötülük yapmasına neden olmaz. O kendini mutlak iyinin yeryüzünde ki halifesi olmaya adadığından; onun elinden ve dilinden herkes emniyettedir. Savaş hali müstesna, kimsenin canına, malına ve izzetine zarar vermez. Savaşta da hedefi, canını korumak ve kendi canına ya da masum insanların canlarına kasdedenleri etkisizleştirmektir. Hiçbir zaman hedefi salt yok etmek değildir. Aksine kötülerin kötülüğüne engel olacak güce ulaşmaktır. Yeryüzünde bozgunculuğu engellemenin yolunun bozgunculuk çıkarmak olmadığını bilir. Zarar gördüğünde zararı engellemeyi seçer daima. Zarar vermeyi değil. Zarar görmemek için gerekli tedbirleri alır. Art niyetli, düşüncesiz, anlayışsız, dikkatsiz, duyarsız değildir hiçbir zaman. Güzel insanları kötülerin bozamayacağını, olsa olsa hüzünlendirebileceğini fakat bunun hiç bir zaman kin ve kedere dönüşmesine izin vermemesi gerektiğinin farkındadır.

213- Kimsenin refah seviyesi, imkânları, doğuştan sunulan nimetleri, onu kıskandırmaz. Bu vb sebeplerle kimse ile kendisini ve hayat şartlarını kıyaslayıp, benliğini ezmez. Yakınlarını veya çevresini suçlamaz. Rabbine düşman olmaz. Rabbinin kullarını her yönüyle imtihana tabi tuttuğunu bilir. Elindekine şükreder, elindekilere bile sahip olmayanların halini düşünüp ‘onlara nasıl faydalı olabilirim’ konusunda şefkatli olmayı seçer. Sahip olduğu nimetler ve imkânlar onun kibirlenmesine neden olmaz. O alçakgönüllü olmanın erdem olduğunu bilir. Tüm inananlara kul olduğunu unutmadan mütevazıce davranır. Kimsenin kulu olmadığı gibi, kimseye de kuluymuş gibi davranmaz. Herkesle saygın, seviyeli, kibar bir dil kullanmayı başarır.

214- Kuran’a bir bütün olarak inanır. Elini, yüzünü, evini, eşini nasıl biliyorsa kitabının tümündeki hükümleri, böylesine bilmek için düzenli okumalar yapar. Hiçbir hükmünü hafife almaz, es geçmez, bir ayeti diğerinden daha çok önemsemez, bilmezden gelmez. Kitabı kılıca çevirip onunla insanların yüreğini parçalamaz. Kitapla insanların gözünü boyayıp, inanmadığı halde mış gibi yaparak aldatmaz. Ezberlemekle kendini ve çevresini avutup içindekilere ihanet edercesine yaşamaz. Bildiklerini kibirlenme ve övünme aracı yapıp, insanları hakir görmez. Ayetleri bilmekle yetinip, yaşantısına aktarmazsa Rabbini gazaplandıracağının ve ‘inandık demekle bırakılıvereceğinizi mi sandınız?’ ayetinin muhatabı olacağının farkındadır. Kitapta emrolunanı, açıkça söylemesi gerektiğini bilir. Kitabın söylediklerinden hoşlanmayanlardan ise yüz çevirir. Onlarla can ciğer dost olmaya ve dost kalmaya çalışmaz. Rabbinin kitabına değer vermeyenlere, o da değer vermez.

215- İnanmayanların her yüzyılda birbirine benzer talepleri tekrarladıklarını bilir. Bunlardan biri de vahyi indiren meleği görme istekleridir. Oysa Meleklerin yalnız Allah’ın izin verdiğine ve Allah dilediğinde indiğini Kuran ona öğretmiştir. O bilir ki melekler Allah’ın gazabını indirmek için de inerler. Bunu bildiği için de hiçbir zaman Allah’ı gazaplandıracak talepte ya da eylemde bulunmaz. Çünkü bu bir yönüyle Allah’ın gücünü, seçimini, ilmini hafife almadır. Bu nedenle de bu tür insanlara hoşgörü göstermez. Elinden ve dilinden geldiğince onları uyarır. Fakat onlarla keyfi bir arada bulunmaz.

216- Allah’ın ise bu gibileri Kuran’da şöyle düşünmeye davet ettiğini bilir. ‘Eğer ben Peygamber olarak melekleri seçseydim onu yine insan kılığına sokardım!’ Bütün bunlar ona şunu çok net öğretmiştir. İnanmak istemeyenler inanmayışlarına türlü mazeretler uydursa da, temel sebebi Allah’a inanmıyor yani inanmak istemiyor olmalarıdır. İnanan insanın ise, Rabbine gönülden, tereddütsüz teslim olacağını ve bu teslimiyetinde onu saçma sapan düşüncelerden, kuruntulardan, Allah’a meydan okurcasına fütursuz davranmaktan alıkoyacağını bilir. Bu bilinçle yaşadığı için de boş şeyleri konu alan ve boş tartışmalarla zamanı öldürenlere muhalefet edercesine, o sürekli zamanı diriltmenin peşindedir.

217- Alay etmenin, küfür ehlinin asırlardır bırakmadığı kötülüklerinden biri olduğunu bilir. Onlar geçmişten bu güne her iyi iş ve her güzel kişi ile alay etmeyi marifet sanmışlardır. Bunu bilmek ona, kimin ne dediğine veya ne diyeceğine aldırmamayı öğretir. Alay etmek bir ahlaksızlıktır. Ve Kuran’ın öğrettiğine göre alay edenleri alay ettikleri kuşatıp azap çekmelerine neden olacaktır. İşte tam da bu sebeple o, kimsenin haysiyeti, şerefi, malı, görünüşü vs gibi şeyleri için eliyle, diliyle, kaş göz hareketi ile alay etmez. Olsa olsa onların yanlış düşüncelerini boşa çıkaracak gerçekleri ortaya koymak için, onlara nükte yapar. Tıpkı babası İbrahim as ın yaptığı gibi. Nitekim İbrahim as putları kırdığı baltayı, en büyük putun boynuna asıp, ‘İlahlarımızı sen mi parçaladın?’ diyen putperestlere; ‘Belki de şu en büyükleri kırmıştır. Ona sorun!’ diyerek onları düşündürmek istemiş ve gerçeği anlamalarını sağlayabilmek için de, kendini bile korumaktan aciz olan şeylere tapmanın mantıksızlığını, bu sorusu üzerinde düşünmeye sevk ederek anlatma yoluna gitmiştir. Fakat içlerinde kendi kendilerine, batıl yolda olduklarını itiraf etseler bile, dışlarına vurmayıp, aynı putperestliğe devam ettiklerini görmüş, Rahman ise bu olayı kitabında anlatıp, sonrakilere ibret alma fırsatı olarak sunmuştur.

218- Yukarıda anlatılan bu kıssadaki gibi, gerçeği kendi içlerinde çok iyi anladıkları ve kabul ettikleri halde, diliyle itiraf etme cesareti ya da dürüstlüğü olmayan pek çok insan olduğunu ve olacağını bilir. Bu nedenle anlatmakla yetinir. Bilir ki sonuç Âlemlerin Rabbinin takdirindedir. Anlamazdan geldiklerinde ise; ne kabalaşır, ne baskı yapar, ne de tartışır. Söyler, düşündürür ve bırakır.

219- Her bulunduğu yerde ilk olmayı başarır. İlk ve tek bile olsa geri adım atmaz. Korkmaz ve kaygılanmaz. Yoktan var eden, yediren, içiren Rabbinden başka dost aramaz. Bir şeye inanıp yapması için öncü ya da örnek aramaz. Kitabı ona örnek alması gereken pek çok Peygamber sunmuştur. Öncü, örnek, lider, baş olmanın ona Rabbi tarafından biçilmiş rol olduğunun şuuruyla, ‘banane, o yapsın, gücüm yok, işim çok’ vs gibi şeytani düşüncelere kapılıp, farklı farklı mazeretler sunmaz. Ondan beklenen bellidir. ‘Müşriklerden olmamak.’ Müşrik değilim nasılsa diyerek kendini kandırmaya kalkmaz. Acaba bilmeden bile olsa şirk koşuyor olabilir miyim kaygısı ile Kitabını şirk, müşrik, put, putperest, tağut vs gibi kelimelerle tarar. Çıkan tüm ayetleri alt alta yazıp, için de ki emredilen ve yasaklanan fiilleri çıkarır. Çıkardığı her bir fiilin faili olmamak için hayatını gözden geçirir. Hesaba çekilmeden kendini bu en hayati konuda hesaba çeker. Ve bu yöntemi tüm emirlerde uygulamak için kolları sıvar. İnandığını ve bildiğini zannettiği dinini gerçekten biliyor muyum diye, derin, özgün ve sistematik bir çalışmaya başlar.

220- Çok iyi bildiği bir gerçek vardır. Eğer Allah bir kula zarar vermeyi dilerse, buna kimse engel olamaz. Ve eğer bir kula hayır ulaştırmak isterse buna da engel olabilecek hiç bir güç yoktur. Bunu bilmek onu; cesaretsiz, korkak, şarlatan, dalkavuk, politik, entrikacı, menfaatperest, gözü yüksekte, nankör, asi, zalim, cimri, müsrif, adaletsiz, şefkatsiz, fevri, mükemmeliyetçi, hırslı, kıskanç, alıngan, panik, kaygılı, stresli, depresif, ümitsiz, alıngan, şüpheci, öfkeli olmaktan korur. Yapacağını yapar ve gerisini biricik Rabbine bırakır. Ne tehditler, ne boykotlar, ne surat asmalar, ne hakaretler, ne terk edilmeler, ne işkence, ne zulüm, ne grev onu yaşamaya azmettiği dininden vazgeçiremez! Çok iyi bilir ki güçte, kuvvette, kudrette, isabetli hükümde, adil fetvada, şefkatli duruşta, zaferde Rabbinin yardımına mashar olmakla mümkün olur. Oysa O’nun rızası dışında ve O’na muhalefet edilerek yapılan her işin dünya da sonu hezimetken, ahirette azap olacaktır.

221- Rabbinin kulları üzerinde her türlü tasarrufa sahip olduğunu bilmek, onu Rabbine daha bir istekle bağlar. Değil mi ki kendisi üzerinde her türlü yenilik, gelişme, iyileşme, başarma onun bilgisi ve yetkisi dahilindedir. Kendi için isteyeceği her şeyi O’ndan ister. Kendisini korumak istediği her şeyden O’na sığınır. Yapmak, aşmak, başarmak istediği her şey için, O’nun yaratış formatına uygun eylem planları yaparsa ancak sonuç alacağını bilir. Bu sayede de işlerinin sonu hiçbir zaman hüsranla bitmez. Emekleri, umutları, projeleri boşa çıkmaz. Planları, hedefleri ve nihayetinde hayalleri gerçek olur.

222- Birtakım insanların kendileri yaşamadığı gibi doğruyu yaşamak isteyenlere engel olmak için var güçleri ile çalıştığını bilir. Her insan iyidir masalına kanmaz. Her insan da iyiye ve kötüye meyletme potansiyeli olduğunu bilir. Bazılarının bunu kötüyü bile isteye tercih etme yönünde kullanıp, şeytanın ordusuna hizmet etmeye adandığının farkındadır. Kimseyi iyi olmaya zorlamaz. Kimseden kötülük beklemeyecek kadar ahmak olmadığı gibi, kimseye güvenmeyecek kadar da psikopatça düşünmez. Hep bir pay bırakır ilişkilerinde. Bu gün alay edenlerin, yarın alay ettiklerinin hayatını, birebir yaşamak isteyeceklerini bilir. Kim haddi aşıp, isyankar davransa hemen gözünde o kişinin Cehennemde ‘Rabbim beni geri gönder ki ayetleri yalanlamayıp, inanlardan olayım!’ diyerek yalvarıp yakarışını canlandırır. Rabbinin kitapta anlattığı bu sahnelerin insanlığın bilmediği, fakat sadece inananların bildiği, ‘gelecekle ilgili kati gerçekler’ olduğunun farkındadır. Bu kitabi öğretiler onu inanılmaz şuurlandırır ve rahatlatır. Küfrün tüm ayak oyunlarının kamera arkasını da, filmlerinin sonunu da bildiğinden, sakin, emin, dengeli, temkinli ve azimlidir. Çünkü onu her gün kutsal kitabı ile eğiten; Alim, Evvel, Ahir, Hakim, Vasi, Müteal, Zahir, Batın, Hay ve Kayyum olan Rabbidir.

Hatice Dilek Öztürk

Düşünmek İbadettir!

Düşünmek ibadettir!…
Bir şartla…kişi inanmışsa!
Çünkü:
Rahman’a şirksiz teslim olmuş bir yürek ancak temiz aklı ile doğruları bulur , bilir ve yaşar…
Diğerlerine gelince her kafadan bir ses çıkmaya devam edecektir.
Neden mi?
Boş teneke çok tıngırdar da ondan…
Rahman olan Rabbim beynimizi Kuran’ la doldurup, kalbimizi Kuran’ ın hükümlerine içimizde hiç bir sıkıntı duymaksızın teslim olmamızı ihsan etsin ki Sarp Yokuş olan hayatımızda ki tüm sorulara iman etmiş bir yürekle doğru cevapları verebilelim.
Amin.
Dünya sınıfında tüm kardeşlerime başarılar diliyorum….
Sınavdayız!…
Şimdi lütfen okuyun ve düşünün!

Hatice Dilek Öztürk

Aşağıdaki yazı alıntıdır.

Google’ın CEO’su Sundar Pichai’nin Hamam Böceği Teorisi

IIT ve MIT mezunu, Google Chrome’un başkanı Sundar Pichai’den güzel bir konuşma:

Kişisel gelişim için hamamböceği teorisi
Restoranın birinde bir gün aniden bir hamamböceği belirdi ve orada bulunan bir kadının üzerine çıktı.

Kadın korkudan çığlık atmaya başladı.

Paniklemiş yüzü ve titreyen sesiyle, can havliyle hamam böceğini üzerinden elleriyle atmaya çalışırken zıplamaya başladı.

Onun bu tepkisi bulaşıcı olmuştu, bulunduğu gruptaki diğer insanlar da paniklemişti.

Kadın sonunda hamam böceğini üzerinden atmayı başardı derken… başka bir kadının üzerine düştü hamam böceği.

Şimdi aynı şeyleri yaşamak için sıra gruptaki diğer bir kadındaydı.

Garson hemen imdatlarına koştu.

Bu nöbet değişiminde, bu sefer de hamam böceği garsonun üzerine düştü.

Garson dimdik durdu, kendini toparladı ve gömleğindeki hamamböceğinin davranışlarını gözlemledi.

Kendine yeterince güvendiğini hissettiğinde, hamam böceğini parmaklarıyla tutarak, restorandan dışarı attı.

Kahvemi yudumlayıp, curcunayı izlerken, beynimdeki anten birkaç fikir yakaladı ve merak etmeye başladı, kadınların bu tiyatral, abartılı hareketlerinden hamamböceği mi sorumluydu?

Eğer öyleyse, neden garson rahatsız olmadı?

Durumu mükemmel yakın bir şekilde, hiçbir kargaşa çıkarmadan halletti.

Buna neden olan hamamböceği değildi, hamamböceğinin sebep olduğu rahatsızlığı o kadınların giderebilecek kabiliyette olmamasıydı, onları bu denli rahatsız eden buydu.

Farkettim ki, babamın, karımın veya patronumun bağırması değildi beni rahatsız eden, bana bağırmalarıyla hissettiğim rahatsızlıkla başa çıkamamamdı.

Yoldaki trafik değildi beni rahatsız eden, trafik sıkışıklığıyla oluşan sıkıntılı durumu halledemeyecek olmamdı.

Hayatımdaki kargaşayı yaratan şey, problemin kendisinden çok benim ona verdiğim tepkiydi.

Hikayeden çıkarılan dersler:

Anladım ki, hayatta olaylara tepki vermemeliyim.

Onun yerine, olaylara cevap vermeliyim.

Kadınlar hamam böceğine tepki verirken, garson ise cevap verdi.

Tepkiler içgüdüsel olarak gösterilen şeylerken, cevaplar etraflıca düşünülerek oluşturulmuş şeylerdir.

HAYATI anlamanın güzel bir yolu.

MUTLU olan biri, hayatındaki her şey yolunda olduğu için mutlu değildir.

MUTLU olmasının sebebi, hayatındaki olaylara karşı tutumunun doğru olmasıdır.

Evlat Olmak Mı Ebeveyn Olmak Mı Zor?

EVLAT OLMAK MI EBEVEYN OLMAK MI ZOR?

Galiba her ikisi de…

Kişi, yer, zaman önemli elbette ama inanın bana yapılması gerekenler farklı değil!

İnsan aynı, fıtrat aynı, doğru aynı, tabiî ki çirkin ve hayâsız olan da öyle.

Değişen tek şey biziz ve beklentilerimiz.

Kendimizi devşirmeliyiz, karşımızdakini devşirmeye çalışmadan önce.

Hepimiz kul olmayı başarsak sorun kalmayacak realitede.

Fakat ne biz kulluğun hakkını verebiliyoruz, ne de onlar.

Biz diyorum, çünkü artık aile olmayı bir türlü başaramayan,

Küçük insan toplulukları yaşıyor apartman dairelerinde.

Kişiler hücre hapishanelerine girer gibi mutlu kutlu giriyor odalarına.

Saatlerce kendisine çok uzak olan, ama aslında yakınındakilere tercih edilenlerle,

Koyu bir sohbet(!) başlıyor ucu açık…

Ya da oyunlar, filimler, diziler, sanal alışverişler, reklam filmleri, biraz haber derken,

Gün bitip gece düşüyor çatıya.

Ne anlamı var ki zaten değil mi?

Güneş niye doğuyor ki?

Gece niye oluyor ki?

Zaten her şey tekdüze, değirmende öğütülen tahıllar gibi;

Bilgiler, duygular, sevgiler öğütülmüş gibi zerrelere dönüşüyor değil mi?

Eğer yeterli sayıda oda yoksa durum biraz daha kaosa dönüşüyor.

Birlikte yaşamayı, paylaşmayı, hoşgörüyü unutan insancıklar olununca,

Stres artıyor ve sesler yükseliveriyor anında.

Yazık! Hem de çok yazık demekten kendimi alamıyorum kardeşler.

Bu ne hâl demeden, bu hâle bir çözüm üretebilir miyim kaygısı ile,

Oturuyorum şu yazının başına.

 

Biliyorum bizden önce niceleri geçti bu yollardan.

Biliyorum bu han çok yorgun yolcularından.

Biliyorum yakında tüm yüklerini atacak.

Ne yerin üstünde ne altında açığa çıkmayan hiçbir şey kalmayacak!

Ama ben o gün gelmeden, yedisinden yetmişine herkese ama herkese,

Bir kez de ben seslenmek istiyorum.

Tabiî ki muhataplarım yazdıklarımı ciddiye alırsa…

Ayaktaysa ve uyanıksa…

Anlıyor, dinliyor ve aldırıyorsa…

Olur ya belki bu kez, bu yoğurt maya tutar.

Öyle ya, süt bu sonuçta, fıtratı tamamen bozulmamışsa tutmalı.

İnsan göl değil ki demeyin!

Maya çalmak istiyorum diye de bana inanmaz gözlerle bakmayın!

Bu süt maya tutar elbette.

Dedim ya aslı bozulmamışsa.

Ne sıcak, ne soğuk,

Ne küffarın bilerek çıkardığı tusunamisi, ne şeytanın envai çeşit hilesi,

‘Ne ben buyum!’ deyişlerimiz buna engel değil aslında.

Hadi şimdi eğri oturup doğru konuşma vakti geldi.

Açın kitabınızı okuyun.

Yıllardır satır satır okuduklarınızı, kelime kelime dinlediklerinizi atın bir tarafa.

Allah’ın size ne dediğini okuyun.

Görün hatalarınızı,

Bulun eksiklerinizi,

Fark edin taşkınlıklarınızı,

Size aileniz bile olsa düşman olabilecekler olduğunu okuyun.

Siz ne kadar çaba sarf etseniz de sevdiklerinizi hidayete erdiremeyeceğinizi okuyun.

Ateşe siper olabilmek ve dini onlara en doğru şekilde anlatabilmek için okuyun.

Peygamberlerin de eş, evlat ve ebeveynleri ile denendiğini,

Çok acı çekmelerine rağmen tufan kopana kadar umudu kesmediklerini okuyun.

Sadece ölümle tehdit edildiklerinde terk ettiklerini ailelerini,

Ederken bile dua etmekten vazgeçmediklerini okuyun.

Sabredin Allah’ın sabret dediklerine.

Fakat yalnız Allah için sabredin.

Sabrediyorum derken kahretmeyin ve kahrolmayın olur mu?

Ve sabrın bir ibadet olduğunu bilip,

Sadece bununla bile kendinizi güçlü tutmayı başarın.

Ve asla sabretmekten pes etmeyin!

Niye mi?

Sabrettiğiniz sürece Allah’ın yardımını hak edebilirsiniz de ondan.

Üstelik sabredebilir olmanız bile, Âlemlerin Rabbi için gayret ettiğinizin alametidir.

Çünkü Rahman ‘Senin de sabrın Âlemlerin Rabbi iledir’ der.

Fakat diğer yandan da,

Allah’ın; ‘Sakın onlara bir eğilim göstermeyin!’ dediklerine de susmayın!

Susmamanız gereken yeri çok iyi bilin.

Hakkı en güzel dille söyleyin.

Sakın ola sinirlenmeyin!

Tebliğ öfke ile yapılmaz.

Davet ederken hiddetle bağırılmaz.

Öğüt vermek fayda veriyorsa konuşun.

Vermiyor mu? Öyle ise susun!

İzzetsiz duruşlara hoşgörü adını vermeyin.

Tavizkâr davranıp dizinizi dövecek eylemlere, bıçak kemiğe dayanmadan sınır koyun.

Her istediklerini yaparak veya kafalarına göre takılmalarına fırsat tanıyarak şımartmayın

Kuralları hiçbir zaman siz koymayın, Rahman koysun!

Keyfî sınırlamalar getirmeyin ki,

Size düşman olmasınlar.

Siz de onlardan istediğiniz her doğruyu yaşayın ki örnek alsınlar.

Ailece ya dinde kardeş olduğunuzu hep hatırınızda tutarak,

Ya da içlerinde açıkça dinin değerlerine karşı çıkanlar varsa,

‘Senin dinin sana, benim ki bana’ ölçüsü ile nasıl yaşanırı kitabınızdan öğrenip,

Hayatınıza aktarmayı bilin.

Sapın samana karıştığı,

Biçer döver gibi batılın bizi biçip dövdüğü şu demlere dur diyecek,

Ebeveynler ve evlatlar arıyorum…

Duyan varsa sesime ses versin ve taşın altına elini koysun.

Koymazsanız bu taş kalkmaz ve hepimiz altında kalırız kardeşler.

Artık ne kendimizi ne de ehlimizi es geçelim,

Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten birbirimizi kurtarmak için didinelim istiyorum.

Anlattıklarımın, istediklerimin hiç kolay olmadığını gayet iyi biliyorum.

Ama daha kesin bir bilgim de var ki;

Bu din bize zorluk çekelim diye indirilmedi ise,

Kitabımızın içindekileri,

Önce içimize, sonra ailemize, hatta evimize sindirelim istiyorum.

Ve Rahman ve Rahim olan Rabbimizden hepimiz adına,

Tüm bunları başarmak için yardım diliyorum.

Bizim Velimiz de Vekilimiz de Sensin Ya Rabbi!

‘Bizi içimizden dışımıza, evimizden ümmetimize kuşat’ diye yakarıyorum.

Dualarımızın kabulüne sebep olacak hâllerle bizi hâllendir.

Çok konuşan, boş konuşan ve boşa konuşmuş olanlardan olmak istemiyorum.

Âmin!

Hatice Dilek Öztürk

Sarp Yokuş 2 adlı kitabından alıntıdır.

Ben Sen ve O

BEN SEN VE O

Ben ne çok şeyi bilmediğimi, bildiklerimin ne kadar az olduğunu bildiğimde anladım.

Ben ne çok şeyi bildiğimi, bilmeyenlere bilmediklerini anlatmakta zorlandığımda anladım.

Ben ne kadar çok istemediğimi, yaptıklarımdan sıkıldığımda anladım.

Ben ne çok istediğimi, olmadığında yıkıldığımda anladım.

Ben ne kadar çok sıkıldığımı, kaçıp gitmek istediğimde anladım.

Ben hiç sıkılmadığımı, yanında olmaktan mutlu olduğumda anladım.

Ben ne çok verdiğimi, vermediğimdeki tepkide anladım.

Ben ne çok vermediğimi, eksikliğini gördüğümde anladım.

Ben ne çok aldığımı, alıştığımı fark ettiğimde anladım.

Ben ne çok almadığımı, gönlümün yorulduğunu gördüğümde anladım.

Ben ne çok sevilmediğimi, terk edildiğimde anladım.

Ben ne çok sevdiğimi, uğrunda harcadıklarımla anladım.

Ben ne çok ezildiğimi, derin iç geçirişlerimde anladım.

Ben hiç ezilmediğimi, ezilenlerin ezilme dozuyla kıyasladığımda anladım.

Ben ne çok yenildiğimi, nefsime esir olduğumda anladım.

Ben hiç yenilmediğimi, Hakk’a teslim olduğumda anladım.

Ben ne çok gerildiğimi, kendimi tutmakta zorlandığımda anladım.

Ben hiç gerilmediğimi, yüzde yüz haklı olduğumda anladım.

Ben ne çok acı çektiğimi, hak etmeyene hak etmediğini verdiğimde anladım.

Ben hiç acı çekmediğimi, karşımdakine olan duygularımı öldürdüğümde anladım.

Ben ne çok sır sakladığımı, bildiklerimi düşündüğümde anladım.

Ben hiç sır saklamadığımı, hislerimi yazıya döktüğümde anladım.

Ben ne çok istendiğimi, beklenirkenki hazırlıkta anladım.

Ben hiç istenmediğimi, bedenin diline dikkat ettiğimde anladım.

Ben ne çok özlediğimi, içimdeki kıpırtıda anladım.

Ben hiç özlemediğimi, sesime yansıyan durgunlukta anladım.

Ben ne çok aldandığımı, hatalarımı tekrarladığımda anladım.

Ben hiç aldanmadığımı, kendimi emniyette hissettiğimde anladım.

Ben ne kadar aldatıldığımı, tecrübelerimi es geçtiğimde anladım.

Ben hiç aldatılmadığımı, samimi bir yüreği bulduğumda anladım.

Ben ne kadar vazgeçtiğim şey olduğunu, geriye dönüp baktığımda anladım.

Ben vazgeçemediklerimin olduğunu, elimden alınmaya çalışıldığında anladım.

Ben ne kadar önemsendiğimi, örnek alındığımda anladım.

Ben hiç önemsenmediğimi, isteklerim es geçildiğinde anladım.

Ben ne kadar işitildiğimi, anlaşılıp anlatıldığında anladım.

Ben hiç anlaşılmadığımı, yapmadığım ve söylemediklerimle yargılandığımda anladım.

Ben ne kadar hissettiğimi, hislerimin farkına vardığımda anladım.

Ben hiç hissetmediğimi, beklemediğim derecede şok yaşadığımda anladım.

Ben ne çok istediğimi, elde edemediğimde yıkıldığımda anladım.

Ben hiç istemediğimi, olmadığına aldırmadığımda anladım.

Ben ne çok yorulduğumu, yatağıma sırt üstü uzandığımda anladım.

Ben hiç yorulmadığımı, ne kadar çok şeyi isteyerek yaptığımda anladım.

Ben ne çok kıskanıldığımı, haksız taşlandığımda anladım.

Ben hiç kıskanılmadığımı, sevincimle sevinildiğinde anladım.

Ben ne çok şükrettiğimi, rahmetin yağmışçasına arttığında anladım.

Ben yeteri kadar şükretmediğimi, elimde olanı da kaybettiğimde anladım.

Ben ne çok şikâyet ettiğimi, sorunlarım katmerlendiğinde anladım.

Ben hiç şikâyet etmediğimi, insanların şikâyet ettiklerini dinlediğimde anladım.

Ben çok güldüğümü, bakışların bana çevrildiğini gördüğümde anladım.

Ben hiç gülmediğimi, yaşananın bende bıraktığı izin derinliğini hissettiğimde anladım.

Ben çok ağladığımı, aynada suratımı gördüğümde anladım.

Ben hiç ağlamadığımı, düşmanlarımla karşılaştığımda anladım.

Ben hiç yılmadığımı, tekrar tekrar denediğimde anladım.

Ben çok yıldığımı, parmağımı bile oynatmadığımda anladım.

Ben sayıldığımı, hürmet gördüğümde anladım.

Ben hiç sayılmadığımı, her söylediğime itiraz edildiğinde anladım.

Ben çok yanıldığımı, ısrarcı olduğumda anladım.

Ben hiç yanılmadığımı, gönüllülüğe prim verdiğimde anladım.

Ben çok zengin olduğumu, parası olup imanı olmayanı gördüğümde anladım.

Ben hiç zengin olmadığımı, ihtiyaç sahiplerine yetemediğimi gördüğümde anladım.

Ben ne çok şey istediğimi, isteklerimi sıraladığımda anladım.

Ben hiçbir şey istemediğimi, istediklerimin olmazsa olmazlar olduğunu anladığımda anladım.

Ben terk edildiğimi, yalnız bırakıldığımda anladım.

Ben hiç terk etmediğimi, terk edilmedikçe terk etmediğimde anladım.

Ben çok kırıldığımı, içimdeki cam kırıklarına bastığımda anladım.

Ben hiç kırılmadığımı, takılmamam gerektiğiyle muhatap olduğumda anladım.

Ben ne kadar çok suçlandığımı, hakkımda söylenenlerin uçukluğunu öğrendiğimde anladım.

Ben hiç suçlu olmadığımı, sükûnetimi koruyabildiğimde anladım.

Ben ne çok korktuğumu, ahiretimi kaybedersemi anlık düşündüğümde anladım.

Ben hiç korkmadığımı, ölümden veya öldürülmekten korkmadığımda anladım.

Ben ne çok düşündüğümü, düşündüklerimi eyleme dökmeye kalktığımda anladım.

Ben hiç düşünmediğimi, düşünmemin sonuçsuz kalması neticesinde, vazgeçmeyi seçtiğimde anladım.

Ben çok acı çektiğimi, hastalıklarımla cebelleştiğimde anladım.

Ben hiç acı çekmediğimi, onlara karşı olan duygularımı öldürdüklerimin yaptıklarına aldırmadığımda anladım.

Ben ne kadar tecrübeli olduğumu, faydasını gördüğümde anladım.

Ben hiç tecrübem olmadığını, zorlandığımda anladım.

Ben çok duygulu olduğumu, duygularımın incitildiğini anladığımda anladım.

Ben hiç duygusal olmadığımı, her katledilmek istendiğimde, yeniden doğduğumda anladım.

Ben çok akıllı olduğumu, Rabbimi her andığımda, hissettiğimde, itaat ettiğimde anladım.

Ben hiç akıllanmadığımı, hata denizine düşüp tevbe küreklerine asılarak kıyıya çıkmaya çalıştığımda anladım.

Ben bu dünyayı sevmem gerektiğini, ahireti bu dünyada kazanacağımı bildiğimde anladım.

Ben bu dünyayı sevmemem gerektiğini, ahireti daha çok sevmem gerektiğini öğrendiğimde anladım.

Ben anlamın anlamını anlayamadığımı, O bana anlattığında anladım.

Ben anlamın anlamını kaybettiğini, O’nsuz yaşamaya çalışanları gördüğümde anladım.

Ben yürekli olmam gerektiğini, yüreğin sahibine adandıkça anladım.

Ben yüreksiz olmamam gerektiğini, yüreksizlerin yüreksizliğinden nefretle dolduğumda anladım.

Ben zulmettiğimi, kendimi mahvettiğimde anladım.

Ben hiç zulmetmediğimi, yanlış anlaşıldığımın anlaşıldığı anlarda anladım.

Ben niyetimin temizliğini, Rabbimin biliyor olması ile rahatladığımda anladım.

Ben niyetimin bozulduğunu, hayal kırıklığı yaşadığımı fark ettiğimde anladım.

Ben affedildiğimi, hatamı bir daha yapmaz olduğumda anladım.

Ben affedilmediğimi, hatalarım başıma kakıldığında anladım.

Ben özlendiğimi, çağırdığımda uçarak gelindiğinde anladım.

Ben hiç özlenmediğimi, arayıp soramasam da hatırlanmadığımda anladım.

Ben gerçekten inandığımı, sonuna kadar vazgeçmediğimde anladım.

Ben hiç inanmadığımı, şüphelere gark olduğumda anladım.

Ben ne çok değiştiğimi, dünden farklı günler yaşamaya başladığımda anladım.

Ben hiç değişmediğimi, doğruyu bulup sarıldığımı gördüğümde anladım.

Ben gerçekten bıktığımı, anmaz, yapmaz, söylemez olduğumda anladım.

Ben hiç bıkmadığımı, Kur’an okumaktan bıkmadığıma şahit olduğumda anladım.

Bıkmamın mümkün olmadığı bir kitabı indiren Rabbime hamd eden ben,

Seni de bu ikrama bu satırlarla davet ederken,

‘Gel!’ diyorum.

‘Her şeyi ve herkesi bırak gel!’

Ben bu dünyadan bugüne dek neler anladım anlattım.

Senin neler anladığını doğrusu bilmem mümkün değilse de,

Üç aşağı beş yukarı pek farkı olduğunu düşünmüyorum.

Ama şunu adım gibi biliyorum ki,

O ben ve seni,

Benim beni, seninse seni bildiğinden çok daha iyi biliyor öyle değil mi?

Doğrusu bunu tartışmaya gerek bile duymuyor,

Dileyen inansın, dileyen inkârda dirensin,

Fakat ömür bittiğinde,

‘Eyvah!’ dememek için,

‘Biz’ olalım diyorum!

Selâm olsun benlikten geçip,

Huzura divan duranlara,

Eyvallah Kardeşler!

Hatice Dilek Öztürk

“Sarp Yokuş 2” adlı kitabından alıntıdır.

Has Kullar

Has Kullar,

136- Hayatı Allah’ı görür gibi yaşadığında, onu limitsiz mutlulukların kucaklayacağının şuurundadır. Sınırsız, kesintisiz, şoksuz, kusursuz, tam da olmasını isteyeceği gibi her şey. Hayal bile edemeyeceği kadar muhteşem. Bilinç ötesi, bilinç üstü, bilinç dışı bir gerçekliği vadeden bir Rab! O’na kavuşmak, O’nun huzuruna çıktığında tertemiz bir yüze, sicile ve en başta yüreğe sahip olmak için, arınmak, ve adanmaktır ilkesi. Hiç durmadan adım adım hedefe odaklı bir süreçte kalmakta niyetinde ve azmindedir.
137- Hayatını kötülerle ve kötülüklerle geçirenlerin ise sonlarını görür gibi bilir. Çünkü Rabbi bu gibilerin yaptıklarını, yapacaklarını, yapmak istediklerini, yaptıklarının sonuçlarını tüm ayrıntıları ile Kuran’da anlatarak, aslında ‘Sakın bunları yapmayın! Yapanların sonu bu olacak!’ mesajını, daha olmadan, ezeli ve ebedi ilmiyle bilerek haber verir. İşte böyle üç boyutlu bir kitabı olduğu için; geçmiş, şu an ve gelecekte nelerin olduğunu, olacağını, olabileceğini öğreniyor olmak için, kitabını elinden düşürmez. Bu engin, kati ve kapsamlı öğütler, onu etrafındaki herkesten çok daha nitelikli, özgün, farkındalık bilinci çok yüksek bir birey haline getirir.
138- İnsanları daima Allah’tan hakkı ile korkmaya davet eder. Çünkü Allah:
– İnsan neslini yaratandır.
– Diriltecek olandır.
– Yerden ve gökten ihtiyacı olan her türlü nimeti yaratan, devamını sağlayandır.
– Var olma sebebidir.
– Var olma sebebini anlamlandırandır.
– Ebediyet ihtiyacını karşılayabilecek kudrette olandır.
– Tüm şüphelerini giderebilecek gerçek bilgi kaynağını insanlığa sunandır.
– Her an, her yerde,
her şekilde kullarından haberdar olandır.
– Her türlü gücün üstünde tek güç sahibidir.
– Kainattaki tüm işlerin kontrolü, kaydı, akışı, sistemi, düzeni elinde olandır.
Tüm bunları bilmek, onun Rabbinin sevgisini kaybetmekten korkmasına neden olur. Onun korkusu sıradan, basit, aciz insanlardan çok öte bir değer ifade eder. O Rabbinin huzuruna davet edilmeyecek zelil bir hayatla göçmekten korkar. Bilir ki Rabbi zalim değil, adildir.

139- Allah’a şirk koşanlara: ‘Sizin ortak koştuklarınızdan yoktan yaratan ve sonra tekrar diriltecek biri var mı? ‘ diye sorar. Ve sonra :’ Her şeyi yoktan var eden ve diriltecek olan Allah’tır!’ diyerek onları düşünüp akletmeye, gerçeğe teslim olmaya, sığ düşünmemeye, mantık yürütmeye, deliller üzerinde düşünmeye davet eder.
140- Dünya da Allah’tan başka hiç kimsenin kimseye, doğru yolu tam anlamıyla öğretme ihtimalinin olmadığını bilir. Çünkü öğretmeye kalkan da tıpkı öğrettiği kişinin niteliklerine sahip, aciz bir insan olduğunun farkındadır. Tam da bunun için, Allah’ın insanlardan elçiler seçerek, yolunu insanlığa öğrettiğini ve nasıl uygulamaları gerektiği konusunda da, seçtiği elçileri örnek gösterdiğini kitabından öğrenmiştir. Peygamberler ona göre, Allah’ın övgüsünü hak etmiş, mükemmele en yakın ahlakta ki insanlardır. Fakat Peygamber bile olsa, hiç bir insanın mükemmel olamayacağını Kuran kendisine tekrar tekrar örneklemiştir. O, Kuddüs ve Alim olanın ; yani her konu da kusursuz ve herşeyi bilebilecek olanın yalnız Rabbi olduğunun şuurundadır. Bu akidesinin en temel öğretilerinden birisidir onun. İşte bu öğreti ona, eğer dini insanlığa sunacaksa, davranış ve düşünceleri ile örneklik teşkil edebilecek bir insan olması gerektiğinin farkındadır. Rabbimden öğrenmeliyim, öğrendiklerimi dolu dolu yaşamalıyım ki insanlar arasına karıştığımda saygın ve takip edilen bir liderlik sergileyebileyim diyecek kadar bilinçlidir. Aksi takdirde ‘kendine bile hayrı olmayanın kime ne hayrı olabilir ki ‘ denileceğinin de farkında olarak hareket eder.
141- İnanmayanlara ve Kuran’a ‘uydurulmuş’ muamelesi yapanlara meydan okur.’ Ve ‘haydi siz de kimi yardıma çağırırsanız çağırın, hangi yöntem, teknoloji veya bilgiyi kullanırsanız kullanın, bize Kuran benzeri bir kitap getirin.’ der. Aslında Müminin; saldıran, hakaret eden, aşağılayan değil, suçluymuş gibi sürekli savunma yapmak zorunda kalan değil, herkese her konu da hesap vermek zorunda bırakılan olmaması gerektiğini, duruşuyla net olarak ispatlar. Aksine Rabbine kul olmaktan şeref duyan bir birey olarak, kula kul olup Rabbini unutanları, kendi batıl davalarını ispatlamaya nezaketle davet eder. Böyle kişilere, yeryüzünün hakimi olan Rabbinin huzuruna çıktığında ‘suçlu’ ya da ‘sanık’ olmamanın, ne kadar kolay ve güzel olduğunu da , tanıştığı yahut bulunduğu her ortamda, bazen ağzını bile açmadan, açtığındaysa yerli yerince konuşarak çok etkili bir şekilde göstermeyi başarır.

142- Eğer insanlar inandığı değerleri hafife alır, inkar eder yahut alay ederlerse: ‘Ben benim yaptıklarımdan siz de kendi yaptıklarınızdan sorumlusunuz. Siz benden ben de sizden sorumlu değilim !’ der. Sataşmaz, tartışmaz, hakaret etmez, kırılmaz, kızdırmaz, yargılamaz. Gayet kendinden emin, izzetli, şuurlu, dengeli, sakin bir tutum sergiler. Kimseye din adına mobing uygulamaz. Kimsenin de kendisine mobing uygulamasına izin verecek bir acziyet göstermez. Eğer kendini bu vb konularda güçlü hissetmiyorsa destek alır. Peygamberimizin ‘kuvvetli mümin zayıf müminden hayırlıdır’ demesinde ki hikmete uygun davranır.
143- Kimi insanın dinlemediği, anlamadığı, bilmediği halde ‘mış gibi’ yaptığını ve yapacağını bilir. Lafa karnı toktur. Her söylenene kanmaz. İcraatı olmayan söylemlere itibar edip kendini kandırmaz. Allah’ın Kuran’da bu tür insanların aklını kullanmadığını belirten ayetlerini hatırlar. Aklını gereği gibi kullanmayanlara, hakkı işittiremeyeceğini bilir. Onların görür gibi yaptığının farkındadır. Aslında her bakanın göremeyeceğini gayet iyi biliyordur. Basireti yani kalb gözü kapalı insanlarda, göz ve kulağın gerçek fonksiyonlarını icra edemeyeceğinin şuurundadır. Bu özel bilgiyi ona Rabbi öğretmiştir. Bu nedenle, elinden gelenin sadece uyarmak olduğunu bilir ve bu onu müsterih kılar. Suçluluk, çaresizlik, gereksiz acıma gibi duyguların etkisinde kalmaz.
144- Çoğu insanın ahireti, kıyameti gereği gibi ciddiye almadığını gördüğünde; ‘Ben kendime bile Allah izin vermedikçe fayda ya da zarar veremem. Her topluluğun bir sonu vardır. Bu an ne ileri ne geri alınamaz!’ diyerek onları korkmaya ve bilmedikleri konularda konuşmamaya davet eder. Çok iyi bilir ki gelecekte ne olacağını bilebilecek olan yalnız Rabbidir. Bu tür insanlar onu, ahirete ve kıyamet saatine hazırlıklı olması konusunda gevşekliğe sürüklemez. Aksine aklını gereği gibi kullanan bir kul olması gerektiğinin idrakine varır. Ekonomik kriz, savaş, doğal afetler, meslek edinme, üniversite eğitimi almak için sınava girme gibi dünyevi konularda insanların nasıl ciddi emek harcadığını, para akıttığını, zaman ayırdığını gördükçe daha fazla, kıyamet ve ahiret hazırlığı yaparak hangi dünyayı daha fazla önemsediğini önce Rabbine sonra da kendine ispatlar. Kısaca inandığını söylediği dinin gereklerini yapmakta, onların geçici dünya hayatı için gösterdiği gayretten çok daha fazla, ebedi hayatı için gayret etmedikçe, Rabbi nazarında onlardan bir farkı kalmayacağını bilir.

145- İnanmayanlara ‘Kıyamet şu an kopsa yahut şu an azrail gelse, ölümle burun buruna gelseniz inanacak mısınız? Bu inanmanın size hiç bir faydası olmaz. Neden aklınızı kendi hayrınıza kullanmıyorsunuz?’ diye sorar. Kendisi de hayatının her deminde damdan düşmeden, damdan düşenlerin halini görüp, şahsı adına dersler çıkarmayı başarır.
146- Azabın gerçek olup olmadığını sorgulayanlara ‘Andolsun ki gerçek ve siz onun gerçekleşmesini engelleyemezsiniz! ‘ der. Günümüz insanının ne çok konuda boş konuştuğunun farkındadır. Gerçekler onu hep farkında olmaya, farkında yaşamaya, fark ettirmek için elinden geleni yapmaya sevkeder. Zannettikleri kadar güçlü olmadıklarını bilir, dünyanın her yerinde zulüm ve haksızlık yapanların. Rabbinin gazabının onlar gibi yaşayanların da üzerine ineceğini bildiğinden, tek başına bile kalsa, bulunduğu her yerde emrolunduğu gibi davranarak, gazabı üzerine çekmez. Onların hiçbir batıl fikrine, eylemine, idealine destek vermez. Daima safını belli eder şekilde davranır.
147- İnkarda ayak direten ve o hal üzere ölenlerin azapla karşılaşınca, dünya ve içinde ki her şeyi fidye olarak verip kurtulmak isteyeceklerini bilir. Halbuki Allah’ın onlara asla zulmetmeyeceğini, sadece hak ettikleri ile karşılık vereceğini kitabın da pek çok kez okumuştur. Bu insanların düşeceği duruma düşmemek için, dünya da hiçbir kimse, hiçbir şey, hiçbir istek onu Rabbini gazaplandıracak eylem ya da söylemlerde bulunmasına neden olamaz. Eğer gaflete düşüp yanlış yaptıysa da hemen Rabbine dönüp af diler, affedilmek için tevbe etmekle kalmayıp güzel işler yaparak, yaptığı kötülükleri temizlemeyi hedefler. Rabbinin ondan zor, kötü, çirkin hiçbir şey istemediğini bilir. Dünyanın tüm güzelliklerinden haram ve helal sınırlarına dikkat ederek faydalanırken, kendisini çok daha mükemmel bir hayata hazırlıyor olmanın coşkusu onu her an enerjik, coşkulu, sabırlı kılar. Ahireti kazanmak için dünyadan vazgeçmek zorunda olmadığını bilir. Oyda diğer dünya görüşlerine sahip insanların acınacak halde olduklarını, tek dünyaya yatırım yapıp kaybedeceklerinin bildiği için, onlara özenmesi ve onlar gibi yaşamayı seçmesi imkansızdır.

148- Kuran’ın Allah’ın öğütleri olduğunu bilir. Gönlü onunla şifa bulur. Müminler için bir hidayet ve rahmet olduğunun şuurundadır. Kısaca eğer okuduğu ayetler ona ders vermiyor ve hayatını etkileyecek kararlar almıyorsa, her okuduğunda içi huzur dolup tüm soru ve sorunlarının cevabını bulmuyorsa, doğrunun bir bütün olarak kendisine sunulduğunun farkında olarak, ona gereği gibi inanıp uygulamadıkça kendisini mümin olarak tanımlamasının anlamsızlığının idrakindedir.
149- Allah’ın neyi haram neyi helal kıldığını net olarak bilir. Nefsi ile hareket edip şuna helal, buna haram demesine Rabbinin izin vermediğini ve bunu Rabbinin zatına yapılmış bir iftira saydığını bilir. Bu nedenle gündelik hayatında daima ağzından çıkanlara dikkat eder. Şuursuzca bir şeyleri yasak kılmaya yahut birşeylere izin vermeye kalkmaz. Böyle bir konuma ne kendini, ne birilerini asla koymaz. Kendini bu konumda sanan ve sözünü geçirmeye çalışanları ise ciddiye almaz.
150- Rabbinin daima kendisini gördüğünü bilir. Öyle ki ister bir işe dalmış, ister Kuran okuyor, ister bir iş yapıyor olsun, Rabbinin ve kayıt almakla sorumlu meleklerin gözetiminde olduğun şuurundadır. Gökte ve yerde her şeyi gören ve bileni bilene kul olmanın hazzını hisseder. Tüm her şeyin ana kaynak olan Levhi Mahfuz da kayıtlı olduğunu bilmek onu; hem Rabbinden, hem kendinden, hem de kainatta ya da kendi iç dünyasında olan, olmuş yahut olacak her şeyden haberdar olan bir ilahı olduğu için bilincine vardırır. Her şeyi yerli yerince bir bilen, yapan ve gerçekleştirecek olan olduğunu biliyor olmak ona sukunet ve emniyet kazandırır.

151- Allah’ın dostu olmayı başardığında korkudan ve üzüntüden emin olacağını bilir. Eğer korku yahut keder hissediyorsa ‘ nerede hata yapıyorum?’ u sorgular. Kendini güçlü ve mutlu hissetmenin TEK yolunun O’na sımsıkı bağlanmaktan ve dayanmaktan geçtiğini hiç unutmaz. Şeytan ve dostları her gücünü düşürüp, mutsuz etmek için atlısı, yayası, hem cinsi, karşı cinsi ile üzerine geldiğinde o susmayı, düşünmeyi, Kuran ile doğruyu bulup, Nurunda sabırla yürümeyi seçer.
152- İnandığı Rabbine gerçekten inanır. İnanıyormuş, anıyormuş, seviyormuş, sayıyormuş, bağlıymış gibi yapmaz. Onunla dilini bile oynatmadan konuşabildiğini bilir. Onu içinde arar, dışında değil. Onu içten sever, dıştan değil. Ona ta yürekten bağlı olduğunu; yüreğinin O’nu andığında ki titreyişinden, derisinin ürperişinden nefesinin derinliği ve ferahlığından, bedenin hafifliğinden, sesinin ve sözünün yumuşaklığından, gözünün yıldız gibi parlayıp yaşla doluşundan anlar.

153- Onların sözlerine üzülmez. Çünkü kelam etme gücü verenin her oynayan dil ve dudağı duyduğunu bilir. Sözün sahibinin sahibine döner ve huzuruna çıktığında her duyduğu çirkin, acı, ağır, kaba, küfürlü sözün yüreğinde ve bedenin de bıraktığı kötü, berbat, korkunç hislerin mükafatını umar.Kötülüğe kötülükle değil, ya sukunet, ya öğüt, ya sabır ve tevvekkül ile karşılık verir.

154- Batıl düşünce sahiplerinin kötü emellerini Allah’ın boşa çıkaracağından emindir. Zalimlerin deneme konusu olmamak için dua eder. Onların şerrinden Allah’a sığınır. Onların güçlerini yok et ki senin yolundan saptıramasınlar diye de dua eder. Duaları içten, ana yönelik ve kapsamlıdır.

154- Namazlarını gereği gibi kılmak için evlerini, iş yerlerini namaza uygun hale getirir. Onun evi ve iş yeri daima; temiz, düzenli, batılı ve batıl hayata özendiğini çağrıştıracak her türlü süs eşyası, tablo, giysi, tabak çanak, helal olmayan kozmetik ve gıda maddeleri gibi şeylerden arınmıştır. Evinde ve iş yerinde İslam rüzgarı eser. Giren çıkan herkese hoş bir maneviyat sirayet eder. Huzurun, dinginliğin. muhabbetin, kaliteli ve nitelikli birlikteliklerin adresidir. Evinin yahut iş yerinin her köşesi namaza uygundur.
155- Dua ettiğinde Rabbinin icabet edeceğini bilir. Bu nedenle dua ederken halini Rabbine huşuyla, samimiyetle, ısrarla sunar. Duasının kabulü için acele etmez, Allah’la pazarlığa girişmez. O’na yapması ve yapmaması gerekeni öğretir gibi şartlı dua etmez. Dua edişinde tarzı, ses tonu, oturuşu sünnete uygundur. Adap yahut edep dışı bir halde, taşkın, itici, irite edici bir şekilde dua etmez. Sadece kendine değil özelde tüm ümmete, ailesine, dostlarına, akrabalarına, soyuna, hatta doğmamış soyuna, kadın erkek tüm inanlara, genelde ise insanlığın gidişatının hayra olması yönünde dua eder.
156- Bilgiyi, bileni, ne bildiğini, ne kadar bildiğini çok önemser. Bilmeyeni, bilmediğini, bilir gibi yapanları, bilmek istemeyenleri, bilse de aldırmayanları iyi ayırt eder. Bildiğini tam bilir ve taviz vermez. Bilmezlerin oyunlarına, baskılarına, reklamlarına, yol ve yöntemlerine, çoğunluk oluşlarına aldırmaz.

157- İnanmayanlara uyarıların fayda vermeyeceğini, onların akıllarını kullanmadığını, akıl nimetini gereği gibi kullanmadıkları için de hidayete ermeyeceklerini bilir. Kimseyi inanmaya zorlamadığı gibi, inandırmaya zorlayanlarında dinin izzetine uygun davranmadıklarını bilir. Rabbinin tüm insanların değil, dileyenin inanmasını dilediğini net olarak bilir ve yeri geldiğinde söyler. Allah’ın doğruyu arayan insanlara imkan sunacağının da daima şuurundadır. Yine çok iyi bilir ki kulunun inanmasına, Allah’ın ihtiyacı yoktur. Aksine inanmak en doğal insani bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı bile inkar eden, her şeyiyle muhtaç olduğu Rabbine bile, ihtiyaçsızmış gibi davranan insanın, nankör olduğunun farkındadır. Böylelerine hak ettikleri kadar değer verir. Onlarla ilişkileri mesafelidir. O hiç bir insanla yapmacık, sığ, verimsiz, niteliksiz ilişki kurmaz. Hedefi ya doğruyu öğrenmek, ya doğruyu sunmaktır.
158- Rabbinin kullarını müşriklerin elinden kurtaracağından emindir. Bunun Allah’ın geçmişten bu güne uygulayageldiği sünneti olduğunun bilincindedir. Allah’ın Kuran’da ‘inanları kurtarmak üzerimize bir borçtur’ dediğini hep hatırlar. Bu yüzden de kendisine ‘kurtarıcı’ aramaz. Kendisini ‘dünyanın kurtarıcısı’ ilan edenlerin Allah’a kendilerini denk saydıkları için şirk koştuğunun, onları ‘kurtarıcı sayanların da müşrik olduğunun farkındadır. Yenilmez gücün ve mutlak güçlünün yalnız Rabbi olduğunu bilir.
159- Yüzünü yalnız dine, yalnız müminlere çevirir. Dinden ve müminlerden yüz çevirenlerden ise uzak durur. Dinin hiç bir emrinin doğruluğundan, ilmiliğinden, insaniliğinden, ahlakiliğinden, sağlığa uygunluğundan tereddüt etmez. Aksine ‘ben beni ve sizi yaratana, diriltecek olana inanırım’ diyerek, insanlığı da özüne dönmeye, özünü bulmaya, özünü bilmeye davet eder.

160- Allah’a inanıp teslim olan insanın, ona güvenip dayanması gerektiğini bilir. Sözde yalnız Rabbine teslim olduğunu iddia edenlerin, Allah’tan gayri herkesten emir almaya hazır asker gibi davrandığını görür. Allah’ın emrine muhalefet edenlerin bile muhalefetine ses çıkarmayanları gördükçe, dinin lafla yaşanmayacağının farkındadır. Bu gibilerin Allah’tan beklemeleri gereken yardımı; insanlardan, hiziplerden, kurumlardan beklemelerinin yanlışlığını görür. Bu nedenle de ‘Rabbim bizi zalimler için deneme konusu kılma !’ diye ihlasla dua eder. Zalim insanların işlerine gelmediği zamanlarda eş, akraba, aile, komşu hukukunu bile takmadan zulmedebileceğine, defaatle şahit olmuştur. Bu da onu zalimin zulmune sessiz kalmaması yönünde biler.
161- Zulmün diğer bir şeklinin de, ‘insanın kendine zarar veya fayda verme ihtimali olmayanlara tapar hale gelmesi ‘olduğunu bilir. Bu hal üzere olmanın, düpedüz kişilerin kendini ateşe götürmesi anlamına geldiğinin farkındadır. Bir insanın kendine bu kötülüğü yapmaya hakkı olmadığını dini ona öğretmiştir. Bu müthiş ‘bilinç halini’ dinleyen, isteyen herkese de anlatması gerektiğinin şuurundadır.

162- Rabbinin vahyine uymanın farz olduğunu bilir. Vahyi bilmenin yaşamak anlamına gelmediğinin farkındadır. Bu nedenle her gün mutlaka kitabının yüreğine dokunması için gayret eder. Okuduklarını içine sindirdiğini ise, hayatına yansıtarak ispatlar. Yaşantısının her aşamasında Allah’ın hükmüne saygılıdır. Elinden geleni yaptıktan sonra gerisini Rabbine bırakması gerektiğini bilir. Bilir ki Rabbi hakimlerin, hükmedenlerin en hayırlısıdır. O tartışmacı, asi, toleranssız, panik, kaygılı, takıntılı bir insan olmamak için gayret eder. Bu tür sorunlarla tek başına baş edemediğini fark ettiğinde ise, kendisine veya çevresine eziyete dönüşmeden destek alır.

163- Kuran’ın insanların Allah’tan başkasına ibadet ederlerse, başlarına geleceklerle ilgili uyarmak üzere indiğini bilir. İnsanın insanı kul, köle, bağımlı hale getirdiğinde ki kötü sonuçların farkındadır. Kimseye koşulsuz teslim olmaz. Kimseye haddinden fazla bağlanmaz. ‘Onsuz yaşayamam’ , ‘senin için ölürüm’ ,’ sensiz yaşayamam’ gibi tehlikeli cümleler kurnaz. Böyle yanlış duygu, düşünce yada eylemde bulunan insanları uyarır ve Cennete davet eder.
164- Allah’ın insanların hangisinin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere yarattığını bilir. Bunun için de çevresini eleştirmek değil, örnek alıp kendini geliştirmek için inceler. Her gördüğünden, her duyduğundan, her yaşadığı olaydan hikmet devşirmeyi başarır. Olaylara ‘sorun değil’. ‘soru’, kişilere ‘sorunlu’ değil, kendisini denemek üzere Rabbinin karşısına çıkardığı bir ‘şık ‘ olarak düşünür. Tüm sorulara ve kişilere en doğru tepkiyi verebilecek bir izzeti kuşanır.
165- Sadece dünya hayatının refahını, mutluluğunu ve gücünü isteyene Rabbinin gani gani vereceğini bilir. Bu nedenle, sırf dünya için koşturan bir insan olmaktan korkar. Zengin ve ünlü olmak için mümin olmaktan vazgeçmez. Rabbinin ahirete dünyaya tercih edenleri, mala mülke, şana şöhrete boğacağını bilir, özenmez.

166- Allah’a karşı yalan uyduranların zalim olduğunu bilir. Bu kişilerin Rabbinin huzuruna ‘İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenler!’ denilerek getirileceğini kitabından öğrendiği için, bu hale düşmekten, bu hale düşürmekten, bu hale düşecek olanların şerrinden korkar. Allah’ın lanetinin bu zalimlerin üzerine olacağını bilir. Onları ‘zalim’ diye adlandıranın Allah olduğunun şuurundadır. Çünkü bu kişilerin; insanları Allah”ın yolundan alıkoymak için ne gerekiyorsa yaptıklarına, dini eğri göstermeye çalıştıklarına çok farklı zaman ve zeminlerde şahittir.
167- İnanan ve güzel iş yapanlarının sonunun Cennet olacağını bilmek ona başlıbaşına mutluluk verir. Mutlu olmanın yolunun O’nu şah damarından yakın hissetmek ve hep O’ nu hoşnut edecek doğru, hayırlı, anlamlı, değerli, kaliteli, zamanında, gerektiği şekilde, gerekene yapabileceğinin en iyisini yapmakla mümkün olacağının bilincindedir. ‘Rabbim sen ne diyorsan doğrudur. Peygamberleri bana onların ayak izlerinde emniyetle yürümem için gönderdiğini biliyorum, sana şükran duyuyorum.’ duası ile hedefe kilitlenir.
168- Son deme kadar kafirlerden ümit kesmez. Tıpkı babası Nuh gibi. O hiç bir zaman terkeden, kınayan, suçlayan, yargılayan, aşağılayan, ayıplayan değildir. Hep elini uzatandır, tutulmama ihtimaline rağmen. Fakat tüm gayretlerine rağmen elinin, evinin, sağının ve solunun, kollarının, yüreğinin boş kalabileceğini bilir. Böyle bir durumda ise depresyona girmez. İsyan etmez. Ümitsizliğe düşmez. Allah’a isyan edenlerin ve tehditlerini hafife alanların sonunun facia olacağını kitabı ona öğretmiştir. O sadece nefsini mutmain kılmak ve Rabbine de ‘Anlattım! Söyledim! Uyardım! ‘ diyebilmek için ölüm anına dek samimiyetle çabalar.
Hatice Dilek Öztürk

Sevmek

SEVMEK

Kimi? Nasıl? Ne kadar? Derseniz;

Üzerinde uzun uzun düşünülmeli derim kardeşler!

Önce yaratanı sevmeli insan.

İnsan olma şerefini kuşanmış olmak istiyorsa.

Yaratanını sevmeyen,

Yaratılmışı ne kadar ve nasıl sever ki?

Hem sevgisine ne kadar inanılır ki?

Sahi sevgi ölçülebilir mi ki derseniz,

Evet ölçülür ya kardeşler diyeceğim?

Nasıl ve nerede mi?

Kalple elbette!

Hadi öyle ise sevgi terazimizi bir güzel kuralım kalbimizin ortasına,

Sonra da başlayalım tartmaya.

Komik, hata belki de saçma geldi değil mi?

İyi ama, kimi nasıl ve neye göre tartacağız değil mi?

Sevgi bu, soyut bir kavram!

Nasıl ölçülebilir ki?

Öyle ise biraz kafa yoralım bu işe ne dersiniz kardeşler?

Birinin birini sevdiğini,

Hem de çok sevdiğini,

Nasıl anlarsınız kardeşler?

Çok basit aslında!

Halinden, tavrından, bakışından, duruşundan, sözünden, sesinden,

İlgisinden, iletişiminden, merhametinden, muhabbetinden,

Saygısından, hürmetinden, özeninden, dikkatinden,

Sabrından, koruyup kollamasından, ihtiyaçlarını önemsemesinden,

İnce fikirli davranmasından, kırmayışından, terk etmeyişinden,

Bekletmeyişinden, kükremeyişinden, incitmemeye gösterdiği özenden

Falan filan kardeşler.

Öyle çok şey söylenebilir ki, değil mi?

Gelin size çok şey söylemeden öz şeyler söyleyeyim.

Hayat bu,

Ne yöne akacağı belli değil gibi görünse de,

Emin olun akışı biz belirliyoruz irademizle kardeşler!

İradesini kontrol etmeyi başaranlar,

Çok şey kazanacak ileride.

İlerisini sakın uzak sanmayın.

Emin olun uzak değil.

Ölüm kadar yakın!

Adeta ensemizde.

Öyle ise gelin bir plan yapalım hep birlikte.

Bu günden sonra kendimizi iyi hissettirenleri sevelim öncelikle.

Niye mi?

Sevginin iyileştirici etkisi var da ondan kardeşler.

Bakın bakalım bu güne kadar kim,

Ya da kimler size iyi geldi diye,

Bir teste sokun kendinizi.

Kim size ne kattı?

Kim sizden almadan da verdi?

Kim sizinle hep vardı?

Ya da var olmanız için ne gerekiyorsa yaptı?

Kimin varlığı olmazsa olmazınızdı?

Kimsizken kendinizi yalnız, yaralı, eksik hissettiniz?

Kiminle yeşerdiğinizi,

Yeni umutlara,

Güzelliklere yelken açtığınızı,

Ya da açacağınızı hissettiniz?

Kim size gerçekten yakındı?

Kim tüm ihtiyaçlarını hiç sızlanmadan karşıladı?

Kim sırdaşınız, gönüldaşınız, kalp komşunuz olabildi?

Kim sizi hiçbir zaman veya şartta terk etmedi?

Düşünüp buldunuz mu?

Yoksa daha okurken sıralayıp durdunuz mu isimleri?

Peki cevabınız Allah olabildi mi?

Kardeşler!

Biraz insaflı olup düşünmeniz,

Düşünmekle kalmayıp inanmanız,

İnandığınızı iddia ediyorsanız ispatlamanız gerekmez mi?

Bu nasıl bir sevgi ki,

Sahi sevmeyen sevilmeyi hak eder mi?

Siz Allah’ı sevdiniz mi ki?

Onun sevgisini hissedebildiniz mi ki?

Ona olan sevginizi ne zaman, nerede, nasıl gösterdiniz ki?

Oysa söz konusu insan ise sevdiğimiz,

Her şey ne kadar da netleşiyor değil mi?

Hani çocuk olsa anlar kimin kimi sevdiğini.

Kimin gerçekten sevdiğini,

Kimin ‘mış gibi’ yaptığını.

Kimin sevmeyi bile beceremeyecek kadar taşlaştığını!

Böyle işte kardeşler.

Aslında her şey ne kadar da şeffaf,

Bizler ne kadar da kolay, sanki çocuk kandırır gibi,

Yaşayıp gittiğimizi sanıyorduk bu güne dek!

İyi ama sormazlar mı, ya da söylemezler mi adama?

Artık çocuk değiliz ki?

Ne ben çocuğum, ne de sizler öyle değil mi?

Hadi öyle ise madem ki koca koca insan olduk,

Bu günden sonra önce Rabbimizi,

Sonra da birbirimizi sevelim kardeşler.

Bir şartla yalnız,

Birbirimizi severken de O’nun adına ve O’nun adıyla sevelim kardeşler!

Gerisi masal,

Gerisi hikaye kardeşler.

Gerisi inanın başı hoş bir melodi gibi geliyorsa da kulağa,

Sonunun çığlıkla bitmemesi, hani nerede ise imkansız gibi.

Neden mi?

Çünkü sonuç ekseriyetle trajedi.

Bu güne kadar hangi seven,

Sevdiğini koşulsuz mutlu edebilmiş ki?

Mümkün değil!

Değil mi kardeşler?

Öyle ise sınırsız mutluluğa koşabilecek yarışçılar olmak lazım.

Yarışmak için tutuşanları bulmak lazım.

Aynı anda aynı yöne dönüp, hiç durmaksızın koşmak lazım.

Zaman bu öyle hızlı akıp gidiyor ki?

Sakın ha boş laflara kanmayın!

Dedim ya artık hiç birimiz çocuk değiliz değil mi?

Selam olsun birbirini Allah için sevip,

Sevgileriyle ebede göçmek için tüm samimiyetini ortaya koyanlara.

Arşın gölgesinde gölgelenebilecek kadar kaliteli bir sevgiyi,

Yüreklerinde hissedebilenlere ve hissettirebilenlere.

Amin!

Hatice Dilek Öztürk

“Sarp Yokuş 2” adlı kitabından Alıntıdır.

İnsan Neye Üzülür?

İNSAN NEYE ÜZÜLÜR?

Neye üzülmez ki değil mi?

Üzülmeyi istedikten sonra, üzülecek ne çok şey bulur insan.

Vara yoğa, gelmişe geçmişe, olmuşa olacağa.

Düne, bu güne, yarına,

Ya olmazsa, ya bitmezse, ya gelmezse gibi

İhtimal dahilin de olan şeylere,

İhtimali çok uzak bile olsa, pek çok şeye,

Kalbine doğana, aklına takılana, beyninde şimşek çaktırana,

Duygularına ket vurana,

Sinirlerini yıpratana,

Anlaşılmamaya,

Anlatamamaya,

Anlayamamaya,

Dil yarasına, el yarasına, gönül yarasına,

Emeklerinin zayi oluşuna,

Kadir kıymet bilinmeyişine,

Bile isteye incitilişine,

Yetememeye, gidememeye, dönememeye,

Sevilmemeye, özlenmediğini hissetmeye, işi düşülünce aranmaya,

Fitnenin içine düşmüş olmaya,

Kararsızlıklar içinde boğuşur olmaya,

Olana, bitene, olması gerektiği halde olmayana,

Olmadığı halde ihtiyaç duymaya,

Olmasa da olur diyebilir olmamaya,

Olanla yetinemeyişe,

Olmuş bitmiş deyip bitiremeyişe,

Gülmekle ağlama arası gidip gelişe,

Gülümsetemeyişe,

Gülümseyemeyişe,

Gülümsenmeyişe,

Yükün çokluğuna,

Acının derinliğine,

Sorunun büyüklüğüne,

Emniyetin olmayışına,

Sadakatin kayboluşuna,

Nezaketin can çekişine,

Saygının yerlerde gezişine,

Dürüstlüğün ahmaklık sayılıp,

Sahtekarlığın zekilik sayılışına,

Cimriliğin uyanıklık,

Cömertliğin enayilikle bir tutuluşuna,

Yapmadığının yapmış sayılıp,

Yaptıklarının işe yaramayışına,

Bazen kendine yetmekte zorlanışına,

Bazen unutmadığı halde unutmuşçasına yanlış yapışına,

Bazen yanılamaması gerektiği yerde yanılışına,

Bazen her şeyin sıradanlaşmış olmasına,

Bazen anlamın anlamını kaybettiğine,

Bazen kendini bile tanımakta zorlanışına,

Bazen tanıdığını sandıklarını şok edişine,

Bazen sebepsiz ağlıyorum deyip,

Onlarca sebebi yüreğinde toplayışına,

Yüzlerce küçük sayılan hatayı tekrarlayışına,

Binlerce kez kendine verdiği sözlerde durmayışına,

Yüz binlerce ümitle bekleyişin zorluğuna,

Sınırsız yetkisi, gücü, kudreti olan Rabbine rağmen,

Üzülüyor olmasına üzülür insan!

Hem zaten üzülmeli de aslında değil mi?

Pişmanlık kişiyi Allah’a yaklaştırıyorsa,

Mükemmel arındırıcı bir duygudur.

Üzülmelidir insan, üzmemeyi öğrenmek için.

Üzülmelidir insan, düştüğü çukura bir daha düşmemek için.

Üzülmelidir insan, üzülenlerle empatik ilişkiler kurabilmek için.

Üzülmelidir insan, farkındalığını arttırmak için.

Üzülmelidir insan, sırf üzdüklerini üzdüğü için.

Üzülmelidir insan, sevgiye kıymet vermediği için.

Üzülmelidir insan, kusurlarıyla yüzleşmekten kaçtığı için.

Üzülmelidir insan, bencilleştiği için.

Üzülmelidir insan, üzdüklerinin hakkına girdiği için.

Üzülmelidir insan, ödülü hak edecek bir hayatı kuşanmadığı için.

Üzülmelidir insan, Cennetlik olduğu kesinmiş gibi yaşadığı için.

Üzülmelidir insan, Cehennemden yeteri kadar korkmadığı için.

Üzülmelidir insan, peygamberi evladından iyi tanımadığı için.

Üzülmelidir insan, kitabını gereği gibi okumadığı için.

Üzülmelidir insan, bu güne kadar çok boş vakit geçirdiği için.

Üzülmelidir insan, mükemmel bir bedeni getirdiği hal için.

Üzülmelidir insan, yüreğine rağmen kendi kalesine gol attığı için.

Üzülmelidir insan, yüreğin sahibini yüreğine sığdıramadığı için.

Ve üzülmemelidir insan, dünyanın geçici olduğunu bildiği için.

Ve üzülmemelidir insan, Rabbinin gazabını geçen affı olduğu için.

Ve üzülmemelidir insan, Allah’ın affına güvenmekle kalmayıp,

‘Benim namazım, ibadetlerim,

Hayatım ve ölümüm Allah içindir!’ der ve buna uygun yaşarsa,

Cennette üzüntüyü bizden gidereceği müjdesini Rabbinden,

Daha bu dünya da aldığı için.

 

Üzülmemelidir insan!

Üzülmekte dozu çok iyi bilmeli,

Gözyaşlarını teraziye koydurtacak şeylere üzülüp,

Üzülmesini bile rahmete çevirebilmelidir.

Haydi öyle ise kardeşler,

Üzülmeyeceğimiz bir dünyayı kurmak benim gayretim!

Allah için bana yardımcı olmak isteyenleri,

Bu kutlu yola davet ediyorum.

Varım diyenlerin sayısını arttır,

Bize yardımcılar gönder,

Bizi katından bir güçle destekle,

Güldüren ve ağlatan sensin Rabbim! diyerek,

Güldüğümüz anların şükrünü,

Ağladığımız anların hüznünü,

Amel defterimizin sağına kaydettirebilecek,

Şirksiz bir imanla yaşamayı,

Bizden hüznü gidereceğin anı,

Sabırla beklemeyi bize öğret!

Ya Sabur! Ya Fettah! Ya Selam!

Amin!

Hatice Dilek Öztürk

“Sarp Yokuş 2”  Adlı kitabından Alıntıdır

Has Kullar

Has Kullar

100- Rabbinden başkasını Rab edinmez. Eğitimini, öğretimini, yolunu, yöntemini, seçimini, duruşunu, zevklerini, alışkanlıklarını, eğlence yöntemlerini, giyinişini, değerlerini, gününü, geleceğini, kariyerini, eşine ve evladına dair planlarını, insan ilişkilerini, gönül ilişkilerini, dostunu, düşmanını, işini, aşını, evini Rabbinin kitabındaki öğretilerine göre düzenler. Hedefi her zaman kitabını yaşamak, kitapla yaşamak, kitabına davet edip, yüreğinde tattığı manevi hazları, başkaları da tatsın için uğraşmaktır.

 

101- Rahman’dan başkasına ya da başkalarına, Rabbi gibi taparcasına seven, peşinden koşan, hayranlık duyan, koşulsuz teslim olan, kanan, inanan, menfaat umanların, gün gelip;
– Cezalandırılacağını
– Terkedileceğini
– Kullanılacağını
– Canına kastedeceğini veya kastedileceğini
– Sömürüleceğini
– Harcanacağını
– Faili meçhule gidebileceğini
– Kınanacağını
– İtibar ve şerefini kaybedeceğini
– Eşinden, işinden, yerinden, yurdundan edilebileceğini
– İşkence görebileceğini
ve bütün bunların sonunda Rabbine sırt çevirip, batıla dost olmaya çalıştığı için, Ahiretini de kaybedeceğini bilir. Oysa tüm bunları ( yukarı da madde madde sayılan zulümleri ) Rabbini dost edindiği ve Rabbim Allah’tır dediği için yaşayacak ya da yaşatılacak olursa; Alemlerin Rabbinin Onu hesapsız rızıklandıracağının farkındadır. Bu da onu inanılmaz umutlu ve güçlü kılar.
102- Anne ve babasına iyi davranır. Biri ya da ikisi onun yanında yaşlanırlarsa, onlara ‘of’ bile demez. Onları azarlamaz, aşağılamaz, ezmez, üzmez. Daima tatlı dille konuşur. Gönüllerini alır. Şefkatli ve saygılı davranır. Onlara dua eder.

 

103- Allah’ın kalplerin özünü çok iyi bildiğini bilir. Eğer kişi gerçekten iyi olmaya gayret ediyorsa. Rabbinin onun geçmişte yaptıklarını bağışlayacağını bilir. Bu nedenle dedikodu yapmaz. Kimsenin geçmişini, gizlisini, ayıbını araştırmaz. Kendisi de yaptığı hatalar yüzünden Rabbinden uzaklaşmaz. Kendisini, mükemmel, çok iyi, çok övülen biri olmadığı için günah batağına atmaz. Aksine arınmanın içerde başlayabilmesi için tevbe ve secdelerini arttırır. Zamanla İslam’ın ona izzet kazandırdığını göreceği ana dek, hayırlı işler yapmaya devam eder.
104- Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını verir. Fakat yarın bir gün kendini zor duruma sokacak kadar değil. Gereksizden gerekliyi çok iyi ayırt edebilir. Bu kişilere Allah ‘ver’ dediği için verir. Mecbur bırakıldığı, mahcup olduğu, cemaat, grup yahut birileri istediği, emrettiği, otomatiğe bağladığı için değil.
105- Rahman’ın katında ‘Şeytanın dostu’ olarak anılmamak için;
– Zamanını
– Sağlığını
– Malını
– Duygularını
– Değerlerini
– Dostlarıyla olan kaliteli ilişkisini
– İlmini
– Yeteneklerini
– Gücünü
– Kapasitesini
– Konumunu
– Yetkisini
– Yaşını
– İmkanlarını
– Fırsatlarını
– İş imkanını
– Çalışanlarının hakkını
– Aile ve akrabalarının haklarını
– Kamunun malını ( Halkın)
israf etmez

 

106-Kendisinden bir şey istendiğinde veremiyorsa yahut yapamayacaksa, kaba ve kırıcı olmayan bir dille, gerekli açıklamayı yapar. Gönül alıcı konuşur. Ne cimridir ne de müsrif. Her ikisinin de dengesizlik olduğunu bilir. Kınanacak hale düşmemeye çalışır. Yanılır, unutur, hızlı karar aldığı için, nefsinin yahut şeytanın tuzaklarına düşerse, hatasında ısrar etmeyip, tevbe eder ve davranışlarını gözden geçirir. Doğruyu dosdoğru yaşamak için, Rahman’ın ipine sımsıkı sarılır. Rabbinin dilediğini bol, dilediğini az vermekle sınadığını hiç bir zaman unutmaz. Rızık konusunda elinden geleni yapmakla kalmayıp, tembellik, gaflet, ihmal, savurganlık, cesaretsizlik, ehliyetsizlik gibi hatalar yapmadığı gibi yapılmasına da izin vermediği için içi rahattır.
107-Fakirlik korkusu ile çocuklarını öldürmez. Özellikle kız çocuklarının ve tabi erkek çocukların zulüm görmesine, bulunduğu hiç bir ortamda izin vermez. Bunun farklı şekillerinin olduğunu bilir şöyle ki:
1- Bebeğin anne karnından kürtajla alınması
2- Kadın ve erkeğin kasten kısırlaştırılması( Sağlık yönünden hiç bir tehlike söz konusu olmadığı halde)
3- Hamileliği bitirip, düşüğe sebep olacak yöntemler kullanılması
4- Hamileliği engelleyen yöntemler kullanılması ( Erkeğin tedbir alması gibi meşru olanların dışında)
5- Anne baba olma sorumluluğundan kaçarak hiç evlat istememe
6- Mekke müşriklerini aratmayacak şekillerde ve yöntemlerle, doğumdan sonra bebeği bir şekilde öldürme yahut ölüme terk etme
7- Kız çocuklarını yok sayma veya sayarcasına muamelede bulunma, bulunanlara destek verme
8-Kız ya da erkek çocuklarını: ‘Para kazanda nerde, nasıl, kimlerle olursa olsun!’ diyerek
haram iş alanlarında, meslek dallarında çalışmaya zorlama veya çalışmak zorunda bırakılma. Böylece de onların kendi elleriyle manen ölümlerine sebep olma.
Yukarıda sayılan tüm bu fillerden uzak durur ve bu fiillerin faillerini de Kıyamet Gününün dehşeti ile uyarır. Bilir ki Allah o gün, kimin hangi suçtan öldürüldüğünün tek tek hesabını soracaktır. Çünkü çocuklarını öldürmek Allah katında büyük günahtır.
108- Zinanın her türünden uzak durur. Bataklık bilenler iyi bilir ki, bataklığın etrafı da kendisi kadar tehlikelidir. Bu nedenle hiç bir göze, gözünü parlatarak bakmaz. Hiçbir gönlü avlamaya çalışmaz. Hiçbir yüreği yakmaz. Yürüyüşü, bakışı, oturuşu, kalkışı, konuşması, kullandığı kelimeler, Allah’ın duyup gördüğünü bilen insan olduğunu gösterir kalitededir. Gizli ya da açıkta aynı kimlik ve kişiliği sergiler. Sanal ya da gerçek ayrımı yapılmadan her anının kayıtta olduğunun şuurundadır. Evlenmeyi düşündüğü kişiye bunu yolu yöntemi ile iletir. Evlilik öncesi her türlü yakınlaşmadan uzak durur. Hem kendi hem de eş adayının izzet ve şerefini korur. Müminin mümine helal olması için nikâhın şart olduğunu bilir. Allah’ın hükümlerini oyun ve eğlence konusu edinmez. Nikâhın ve eşin hakkı neyse hakkıyla verir. Bu konuda keyfi davranışlardan uzak durur.

 

109- Haksız yere kimseyi öldürmez. Kuran hukukunu çok iyi bilir. Yahut bir bilene sorar. Hakkın ne olduğunu Hak dışında kimsenin bilemeyeceğini bilecek kadar akıllıdır. Her gördüğü sakallıyı dedesi, her gördüğü cübbeliyi âlim, her gördüğü insan suretliyi insan saymadan önce test eder. Kuran dede, alim, insan diyorsa o zaman; dedeye dede, alime alim, insana insanca muamele eder. Kimseye haksızlık etmediği gibi kimsenin hakkını yemesine de izin vermez.
110- Ergenliğe ermemiş yetimlerin sorumluluğunu almayı kabul edip, velisi olduysa, onların haklarını ergen oldukları ana kadar korur. Miraslarına, paralarına, canlarına ve psikolojilerine zarar verecek hiç bir eylem ya da söylemde bulunmaz. Eğer onların paralarına ihtiyaç duyarsa, bunu sadece onların ihtiyacı için kullanır. Sadece yetim değil hiçbir zayıfın hakkını gasp etmez.
111- Ölçtüğünde tam ölçer. Tarttığın da tam tartar. Kendisine yapılmasını istemediği hiç bir şeyi, hiç kimseye yapmaz. Torpil yapmaz Torpil beklemez. Taraf tutmaz. Kılı kırk yararak hak ve hukuku korur. Kimseyi oyalamaz. Kimseyi geçiştirmez. Kimseye özerk davranmaz. Kimsenin hakkını yemez. Kimseye de hakkını yedirmez. Ne kaybeder, ne kaybettirir. Doğru bilgi, doğru yöntem, doğru sistem, doğru plan, doğru alet, doğru kişi, doğru yer ve doğru zaman ile doğruların gün yüzüne çıkacağını bildiğinden, asla hainlik yapmaz. Yapılmasına ortak olmaz. Göz yumarak veya susarak kötülüğe sessiz kalmaz.

 

112- Bilmediği şeyin ardına düşmez. Bu ister bir şahıs, ister bir kurum, ister bir iş, ister bir söz, ister bir onay, ister bir bilgi olsun, daima dikkatle doğruluğunu, kesinliğini, eminliğini, geçerliliğini, hukuksallığını, dürüstlüğünü, gerekliliğini, bağlayıcılığını sorgulamadan prim vermez. Kısaca ahmak değildir külyutmaz. Zalim değildir kül yutturmaz. Berduş değildir sorumluluk aldıysa hakkını verir. Gamsız değildir kimseye gam olacak işlere bulaşmaz. Bilir ki gözünü, kulağını, kalbini ortak ettiği her iş ve oluşumdan mahşerde sorumlu tutulacaktır.
113- Yeryüzünde kibirle yürümez. ‘ Ben geliyorum, ben geldim, gelirsem yakarım!’ tarzı seviyesizlikler onun tarzı yahut tavrı olamaz. Yeri yaramıyacağını bildiği gibi, boyca dağlara da ulaşamayacağının farkındadır. Var olan güzel hasletlerini güzellikler devşirmekte kullanmazsa, aslında kendine yazık etmiş olacağının bilincindedir.
114- Hayatında; karar verme, itaat etme, korkma, sayma, isteme, yalvarıp yakarma, medet umma gibi konularda Rabbi dışında kimseyi takmaz. Kimseden emir almaz. Kimseye boyun eğmez. Yalnız Rabbine davet edene itaat eder. Kimseye yaranmaya çalışmaz. Kimseden Rabbi kadar korkmaz. Kimseyi Rabbi kadar sevmez. Kısaca kimsenin onda ki yeri, hatrı, hakkı, Rabbi kadar olamaz. Eğer bu hataları yaparsa kınanmış ve huzurdan kovulmuşlarla Cehenneme gireceğini bilir.

 

115-Yeniden dirilmeye yani ahirete inanmayanların alaylarını ciddiye almaz. Yaratılışa inanıp, dirilişe inanmayışlarındaki tutarsızlığı görür. Bu gibilerin doğru diye savunduklarını, Kuran süzgecinden geçirip değerlendirmeden uygulamaya kalkmaz. Kimin neye, ne kadar değer verdiğini bilir. İnsanları değerleri ile değerlendirecek kadar akıllıdır. Değersiz şeyleri yücelten insanlara, yüreğinde değer vermez.
116-Şeytanın insanların arasını bozmak için, birbirlerine kötü kelimeler kullanmaya teşvik ettiğini bilir. Öfkeli, gergin, depresif, kaygılı, üzgün, yorgun, bıkkın, hasta olduğu anlarda dilini tutar. O anlar geçene dek sabreder. Pişman olacağı, özür dilemesini gerektirecek, kendisine söylenmesine tahammül edemeyeceği şeyleri kimseye söylemez. Rabbine olan saygı ve hürmetinden, her an insanca ve kulca davranmak için gayret eder.
117-Kimsenin vekili olmadığını bilir. Kimseye yaptırım uygulamaya çalışmaz. Kimseyi kontrol etmeye çalışmaz. Kimseye hadsiz müdahale etmez. Kimseyi incitmek için konuşmaz. Kimseyle tartışmaz. Kimseye din adına baskı yapmaz. Kimseyi nefsine köle yapmaya çalışmaz. Kimsenin nefsinin de kölesi olmaz.

 

118-Allah’tan başkasına dua etmez. Çünkü Allah’tan başka hiçkimse hiçbir sıkıntıyı gideremez, hiçbir şerri hayra dönüştüremez. İnsanların haddi aşıp yalvardıklarının da, Allah’a yaklaşmaya vesileler aradığını bilir. O putlaştırılanlar da Allah’ın rahmetini umup, gazabından korkan kimselerdir. Zaten Rabbinin azabının korkunç olacağını kitabı sayesinde bildiğinden, asla hafife almaz. Dua ederken bile şirke düşülebildiğinin farkında olduğundan dikkatlidir. Allah’tan gayrısına bizi kurtar, bize yetiş, bizi bağışla, gibi tehlikeli cümleler kurmaz.
119-Tüm namazlarını farz, sünnet ve vacibleriyle kılar. Vaktine titizlikle dikkat eder. İşten, düğünden, alışverişten, gezmeden, okuldan eve dönünce presleyerek değil, vakti içinde kılar. Her namaz da Rabbini haşyetle anar. Rabbinin her emrinde bir hikmet olduğunu bilir ve namazın kendisine; hayır, huzur, sağlık, irade, ihlas, izzet, istikrar, edep, hafıza, şeref, bereket, vakar, nur, güven, saygı, sukunet, zihinsel boşalma, kalbi ferahlık, canlılık, planlı yaşayabilme gibi promosyonlar yanın da eğer hakkını verirse Cennet kazandıracağını da adı gibi bilir.
120- Özellikle sabah namazına şahitlik yapan özel melekler olduğunu bildiğinden, her günkü yoklama da adını yazdırmayı başarır. Bunun için gece vakitli yatar. Daha yatmadan sabah namazı için bilinçaltına ‘Niyetim bu sabah namaza kalkmak.’ notunu iliştirtir. Güneşten önce işbaşı yaptığında ise, günün nasıl güzel geçtiğine zaten defaatle şahittir.

 

121-Gecenin bir kısmında ibadet ederek, Peygamberimize komşu olmayı hedefler. Çünkü gece dinginlik, emniyet, sukunet, derinlik, feyz kazandırır kişiye. Herkesin uyuduğu anda uyanık kalıp ahiret azığı toplamak er, ehil, saf, samimi, şerefli kişinin işi olduğunu bilir. Allah’ın Peygamberine övdüğü o özel ve güzel makamlara, ancak gece yola çıkanların erebileceğinin fevkindedir. Bu anlarda tertemiz yüreği, tertemiz bedeni, tertemiz seccadesi ile Rabbine yaklaşmaya çalışır.
122- Her insanın mizacının ve meşrebinin farklı olduğunun farkındadır. Kullarını en iyi bilenin Allah olduğu şuuru ile, kimseyi hak yolda olmasına rağmen kendi zanlarıyla yargılamaya, eleştirmeye, kendisini ilgilendirmeyen konularda hafife alıp, küçümsemeye kalkmaz. Kimin neyi, neden, nasıl, hangi zorluklarla yaptığını bir tek Rahman’ın bilebileceğini bildiğinden, onu bunu eleştiri yağmuruna tutmaz. Kişilik, soy, kültür, gelenek farklarına haram helal hudutlarını aşmadığı sürece yorum bile yapmaz. Anlayışlı, hoşgörülü, sevecen, insancıldır.
123-Bilmediği konularda haddini bilir ve susar. Ne biliyor gibi yapar, ne bilmediği halde atar tutar. Bildiğini bilir. Bilmediğini de bilir. Bildiği ile yetinir. Lüzumsuz sorular sorarak kafa karıştırmadığı gibi kendi kafasını da bulandırmaz. Bilir ki Rabbinin dini öğretişinde bir eksik yoktur. Kuran anlattı ise bilir, es geçti ise Rabbinin es geçmesinin rahmet olduğunu, üzerinde çok durdu ise önem arzettiğini bilir. İnsanoğluna az bilgi verilen konulardan birinin de ‘Ruh’ olduğunu bildiğinden bu konuda;
– Bilimsellik adına şarlatanlık yapanlara
– Ruhu gezdirdiğini, gezdireceğini vs gibi konularda ahkam kesenlere
– Ruh çağırıyorum diye yapıla gelen sapkınlıklara
– Ruhlardan haber almaktan bahsedenlerin gayp haberlerine inanmaz. Bunlar Rahman’ın ifadesi ile ‘akıl sır ermez işler’ der bırakır. Kuran’da verilen kadarıyla yetinmeyi bilir.

 

124- İnsanların doğru yolu yalanlamak için ‘Allah neden elçi olarak bir insan seçti? Melek olması gerekmez miydi?’gibi mantık dışı bahaneler üreteceklerini bilir. Bu inanmayanların inanmayışlarına sundukları tutarsız görüşlerin biri olduğunun farkındadır. Bu tür isyan ve inkar cümleleri kuranlardan uzaklaşır. Nitekim Kuran onlara ‘sizler insan olduğunuz için, size insan bir elçi gönderdik’ diye cevap verdiği halde, bu insanların derdinin üzüm yemek olmadığını anlayacak kadar zeki ve ileri görüşlüdür.
125- Rabbini güzel isimleri ile anacak şekilde, tüm isimlerini anlamları ile bilir. Her isminde ki hikmetleri düşünerek, Rabbine o isimlerle yakarır. Onu anmakla dirileceğini, durulacağını, korunacağını, arınacağını, izzetli olacağını, başından tırnağına kadar iliklerine işleyen bir haşyete bürüneceğini bildiğinden, iç beninde daima O’nunla olmaya gayret eder.
126- Rabbine eş ve evlat yakıştırmaya kalkmaz. O’nun hükümranlıkta ortağı olmadığının şuurundadır. Rabbinin kimsenin yardımına ihtiyacı olmadığını, hiçbir konuda güçsüz ya da düşkün duruma düşmeyeceğini bilir. Rabbini her konu da, her yerde, herkese karşı yüceltir. Rabbi hakkında haddi aşanları gereği gibi uyarır.Tüm dünya görüşlerinde ki eksik yahut yanlışların farkındadır.

 

127- Rahman’a kavuşmayı ummayan, dünya hayatının lezzetleri, zevkleri, ihtirasları, muratları, hedefleri ile huzur bulan ve ayetlerden gafil olanların ki gafletlerinin sebebi;
– İnkar
– İhmal
– İsyan
– Sorgulama
– Kibir
– ‘Okusam da anlayamam!’ yanılgısı
– ‘Okusan da anlaman mümkün değil!’diyenlerin saplantılarına inanma
– ‘Okumayın, âlim misiniz ki anlayasınız?’ diyen eleştirmenleri çok ciddiye alanlar
– ‘Okursam sorumlu olurum en iyisi bilmemek’ sananlar
– Yarım yamalak okuyarak tümünü anladığını sananlar.
– Şirk koşan bir kalple okunduğunda, kitabın anlaşılmayacağından habersiz olanlar, gibi sebepler elbette.
Lakin bu gibi kişilerin işledikleri günahların bedelinin Cehennem olduğunun da şuurunda olmadıklarını yahut aldırmadıklarını bilir ve bunlar için gönlünü de bedenini de yormaz.
128-Oysa iman edip, imanını güzel amellerle süsleyen, sabitleyen, katmerleyenlerden olduğunda, kendisine vadedilen nimetlerle dolu Cennetlere, her gün bir adım daha yaklaştığını hisseder. Mutlu, umutlu, dingin, coşkulu, gayretli bir kul olmakta süper bir performans göstererek, gerçek dostlarını ve kardeşlerini sevindirirken, düşmanlarını kahreder.
129- Allah’ın kendisine kavuşmak istemeyenleri, kendi azgınlıkları içinde bocalar halde bıraktığını bilir. Bu yüzden de Rabbini sevmeyen, Rabbine meydan okuyan, Rabbini yok sayanları, o da yok sayar. Azanların azma sebebinin arka planını bilmek, ona kararlı, kişilikli, bilinçli adımlar artırır.

 

130- İnsanların genelinin Rabbini ancak başı derde girince hatırlayıp andığını, öyle ki böyle zamanlarda ayaktayken, otururken, yatarken Allah’a ısrarlı bir şekilde yalvarıp yakardığına şahit olur. Fakat sıkıntı, korku, acı geçtiğinde sanki Rabbine hiç yakarmamış, O’na ihtiyacı yokmuş gibi davrandığını fark ettiğinde üzülür. Bu tür insanları görmek, onu aynı hatayı yapmaktan alıkoyar. Dua onun her an yaptığı bir eylemdir. Sadece başı sıkıştığında dua etmeye kalkmaz.
131- İnsanların bir kısmının da kendilerine Kuran ile doğrular hatırlatıldığında: ‘Bu anlattıklarını beğenmedim değiştir yahut benim mantığıma yatan şeyler sun bana!’ diyecek kadar haddi aşabileceklerini, pervasızlıklarını, nezaketsizliklerini, saygısızlıklarını, umursamazlıklarını fark eder ve Âlemlerin Rabbine meydan okuyan bu insanlardan uzaklaşır. Aynı insanların söz konusu din yahut dini değerler olmadığında ise, herkese ve her görüşe ne kadar kibar, yumuşak, ölçülü, duyarlı, hassas olabildiğini görünce de, bu yaman çelişkinin temelinde hakka olan isyanlarını ve haklıya olan tepkilerini fark ettiği için, kişilerin düşünce yapılarını çok net analiz eder. Yapmacık ya da küstah insanları çok iyi tanır ve ona uygun muamele eder. Bu tür insanlara :’Ben bana vahyedilene uyarım. Hükümleri kafama göre değiştirmem mümkün değil. Ben Rabbime isyan etmeyeceğim gibi, Rabbimi gazaplandırmaktan da korkarım. O benim Yaratanım elbette her şeyi benden iyi bilir.’ der. İnandığı Rabbine çok daha sıkı bağlanır.
132- Allah dilemedikçe kimsenin doğruyu işitemeyeceğini, kimseyi uyaramayacağını bilir. Olanı, olacak olanı, olması gerekeni, oldurabileceğin yalnız Rabbi olduğunu bilir. Ona yürekten teslim olduğunda ve dayandığında olmayana, olamayana, oldurulmayana, olduramayana sükunet ve anlayış göstermeyi başarabilir. Olabilen, yani helal olan her konuda esnektir.

133- Yalanlarını Allah’ a yakıştıranlara, O’nun ayetlerini yalan sayanlara, kendilerine zarar veya fayda vermesi mümkün olmayanlara kul olanlara, şirk koşmakla kalmayıp, şirk koştuklarını kendilerine şefaatçi ilan edenlere, ‘Siz Allah’a bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?’ der. Bu gibilerin zalim olduğunu bilir. Onlardan ne derman, ne ferman, ne aman, ne adalet, ne insaf beklemez. Rabbine bile iftira atabilen, Rabbine bile ihanet edebilen, Rabbinin emirlerini bile hafife alan, Rabbine bile denkler yakıştıran, Rabbinden gayrısının yardımına sığınanların eline de diline de güvenmez.
134- İnanmayanların mucizeler beklediğini, bunun gerçek nedeninin ise inanmayışları olduğunu bilir. Bu nedenle de kimseye İslam’ın, Kuran’ın tartışmasız doğru, mükemmel olduğunu ispatlamaya çalışmaz. Gaybı bilenin Allah olduğunu ve herkesin sonunu yalnız onun bildiğini ve bilebileceğini söyler bırakır. Çünkü onun, Rabbinin yüceliğini kabul etmek ve onun ayetlerini hayatına geçirmek için, ispata ihtiyacı yoktur. İnsan ilişkilerinde bile bir şeylerin ispatlanmasını istemek, şüphe kaynaklı olduğundan hoş karşılanmazken, Rabbinin onca apaçık ayetlerini görmezden gelenleri o da duymazdan
gelir.
135- Çoğu insanın sıkıntıları bitip Allah rahmeti tattırdığında, ayetler hakkında ileri geri konuşmaya başladıklarına ve adeta dini etkisiz kılmak için tuzaklar kurduklarına şahit olur. Fakat bu durum ona olsa olsa kimin ne kadar ikiyüzlü, karaktersiz, nankör olduğunu ispatlamaktan öte bir anlam ifade etmez. Bilir ki Rabbi onlardan çok daha hızlı ve mükemmel tuzak kurar. Onların tuzaklarını ise zaten çok iyi bildiği için, her istediği an boşa çıkarabilir, rağmen bir hikmet üzere beklemektedir. Bu nedenle, o sadece havanın kasvetli, sisli, fırtınalı, olduğu anlarla, güneşin pırıl pırıl parlayıp neşe saçtığı anlar da, kimin neye nasıl tepki verdiğini, çok iyi gözlemleyerek tanıştığını ve tanıdığını düşündüğü insanları, derinlemesine tanır.
Hatice Dilek Öztürk