Duygulu Olun Duygusal Değil!
DUYGULU OLUN, DUYGUSAL DEĞİL!
Duygu; olay, insan, eşya, zaman, mekân kıskacında insanı boğan, üzen, yıpratan olmakla birlikte; diğer yandan ayaklarını yerden kesen, nefes aldıran, kanatlandıran, coşturan hisler demetidir. Her şeyde dengeye davet eden Rahmân, bu konuda da bizi duyguları muhafaza etmeye, beslemeye, ifade etmeye, dindirmeye davet ederken; abartmaya, kaptırmaya, azdırmaya izin vermediği gibi ezdirmeye, incitmeye, bastırmaya, yok saymaya da izin vermiyor.
Sevmeliyiz; O’nun sev dediklerini. Ölçüsünce sevmeliyiz. Bir gün düşman olabileceğimiz ihtimalini hiç hatırdan çıkarmadan. Ama en çok O’nu sevmeliyiz. Çünkü Allah kıskançtır. Kulunun kendinden çok hiçbir şeyi sevmesini, önemsemesini onaylamaz. Yerine kimsenin konulmasını affetmez. Çünkü insanın aklı nispetince algılayamayacağı kadar nedeni vardır. İspata da gerek yoktur. O vardır ve kudreti sınırsızdır. Varlığı ispat gerektirmeyecek kadar aşikârdır.
Korkmalıyız. En çok O’ndan. Ama azap etmesinden daha çok, rızasını kaybetmekten korkmalıyız. O azap etmez ki, hak etmeyene. Hak edene hakkını ödetmenin bir şeklidir cehennem. Bir nevi arındırma ünitesi desek, yanlış değerlendirmiş olmam diye umuyorum.
Zatından başka hiçbir şeyden korkmamayı öğrenmeli, kendimizi olgunlaştırmalıyız.
Öfkelenmeliyiz! Allah’a Rasûlü’ne, dinimize, Kitab’ımıza, düşmanımıza (Allah’ın düşmanları), kardeşimizin hakkını gasp edene fakat öfkelenmemeliyiz nefsimizi ezene, hakaret edene, üzene, zulmetmediği sürece eliyle. Yani sözlü saldırıya selam deyip geçmeli, güreşte yenen yiğit gibi şeytanın başımızı kaldırıp burnumuzu havaya dikmesin, öfke anında yumuşak başlılığımızla gücümüzü göstererek, izin vermemeliyiz.
Acıları merhem yapıp yaralarımıza sürmeli, bir delikten bir daha ısırılmamak için eğri oturmayı bilmeli, doğru eylemlerde, doğrularla beraberken başımıza gelenlere Rahmân için, Rahmân’ı yardımcı seçerek sabretmeli, elimizle işlediklerimiz yüzündense af şurubunu gece gündüz içip bir saniye bile gecikmeden amel defterimizi temizlemeliyiz. Acıtmamalıyız kimseyi ki, acıtılan hücrelerimiz, nefesimiz, sesimiz, gözyaşlarımız şahitlerimiz olarak mahkemede sunsunlar delillerini. Beraatımıza tanık olsunlar.
Heyecanlanmamalıyız elbette haddinden fazla hiçbir şey için! Ama O’nun kitabını okuyunca, Rasûlü’ne uymanın tatlı telaşını hep ciğerlerimize aldığımız hava ile dinginleştirmeli, besmeleli eylemlerimizi; şeytani ve nefsi tuzaklardan koruyup amel defterimize bir bonzai tohumu gibi ekmeli, Azrail gelip canımızı istediğinde; Allah’ın emri Rasûl’ün kavli ile almana gerek kalmadan, “Ben zaten verip Rabbimden ücretsiz aldığımı, paha biçilmez rızası için satmaya hazırdım!” deyip; belki bir yatakta, belki masa başında, belki tebliğ anında, belki direksiyon başı, belki seccade üzeri, belki Kur’ân, belki dua, belki zikir, belki cihad meydanında ama O’nun zatına verdiğimiz sözü; “Evet, sen bizim Rabbimizsin!” nidasına ihanet etmediğimizi, Rabbimize belgelediğimizi onurla sunmalıyız. Kanımız akıp soluğumuz kesilip kalbimiz durduğunda yahut kansız bir şahadetse bekleyen bizi, ardımızda kalan ve cennette kanatlarımız olmasını istediğimiz yavrularımıza düşen, güzel bir sabır, sevinç gözyaşları ve varsa sevenlerimizden vasiyetimiz; biricik bayrağımız olan tevhid bayrağımızı, elden ele hiç düşürmeden, mahşere dek taşımaya devam etmeleridir.
İşte o zaman dünyada bulunmuş olmanın, bir yer tutmanın, bir çok şey tüketmiş ama bir o kadar da üretebilmiş olmanın hazzını duyar, elimiz boş geldiğimiz şu dünyadan, amellerimiz değil Rahmânın rahmeti sayesinde göçüp giderken, gözlerimizi huzurla kapatıp ardımızdan gelenlere, Allah’ın uğrunda dökülen ne bir yaş, ne bir ter, ne bir kanı zayi etmeyeceğini müjdeleyebilenlerden olmak isteriz.
İşte yaşıyorsak bunun için yaşamalı, bu aşk için ağlamalı, bu hülya ile gülmeli, bunun için dinlenmeli, bu rüya ile uyuduğumuz yerden, tutuşturan bir iman ile kalkmalı, artık sahte zevklerin, geçici hazların, müsvette insanların, göz boyayan tuzakların, yanından hızla seğirtip geçerek; mutluluğu, kalıcı huzuru, şahsiyetli insanları etrafımıza alıp âlemlerin Rabbinin stratejik planının biricik erleri olup iman meşalesini tutuşturalım.
Bu el, bu ayak, bu göz, bu kulak, bu dil ve bu dudak bu kalple harekete geçirildiği sürece, ve bu kalp Rabbim Allah dediği sürece, duygularımı ve düşüncelerimi, sözlerimi ve eylemlerimi, gecemi ve gündüzümü, yoluna adamak için bir can, bir kan, bir mal, o an ne gerekiyorsa varım diyenlerle sıramı bekliyorum.
Çölleşen kalplerimize Rahmet yağmurlarını yağdır Rabbim. Eriyen buzulların soğuk sularında kalplerimizi dondurma, ekvator sıcağında sellere kaptırma. Bizler çer çöp olmaktan, savrulup durmaktan yorulduk. Bizi tut, bizi durult, bizi huzuruna doğru yürüt.
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu-Gıda müh.-Yazar
“Sarp Yokuş” isimli kitabından alıntıdır.
- Published in Makalelerim
Utanç Duymak
UTANÇ DUYMAK
Nelerden utanç duyarız diye bir düşünsek liste hayli kalabalık olur değil mi? Haydi ilk akla gelenleri sıralayalım;
Bir şeyi başaramamak,
Bir şeyi yanlış yapmak,
Bir şeyi bilmemek,
Konuşamamak,
Düzgün, kekelemeden, net konuşamamak,
Yüzümüz kızararak veya sesimiz titreyerek konuşmak,
Göstermek istemediğimiz bir bölgenin (vücutta) görülmesi,
Yaptığımız bir hatanın içimizde uyandırdığı kendini aşağılık hissetme, kendini suçlama hali,
Başkalarınca hatamız yüzünden eleştirildiğimizde, suçlandığımızda, alay edildiğimizde,
Kendimizi ifade etmekte bile zorlandığımızda…
Oysa bu saydıklarımızı hemen her zaman yaşamamız olasıdır. Bunun aksi yani bu sayılanları hiç hissetmemiş olmak dengeli değildir. Fakat eğer biz utanç duyduğumuzda nasıl baş edeceğimizi bilirsek sorun hızlı bir şekilde ortadan kalkacaktır. Biz su değiliz ki sıcağı görünce buhar olup uçalım, soğuğu görünce donalım. Ne övgüler bizi buhar olup uçurmalı, ne yergiler taşlaştırmalı. Hep dengede kalmayı bilmek için kendimizi akort etmeliyiz. Örneğin; nerede, ne yapabilirizi ya da düşünmeliyizi paylaşalım.
Eğer bir şeyi başaramadı iseniz; yeteri kadar istememiş olabilir misiniz acaba? Çoğu zaman başarı beklenen konuları kişi kendisi için değil yakın çevresi hatırına isteyince sonuç hüsran olabiliyor. Oysa hayatta yapmak istediğin işleri Allah’ın istediği şekilde ve O’nun için yapmalıyız. O zaten kuluna iyi gelecek, O’nu coşturacak, güçlendirecek, mutlu edecek şeyleri ister. Sonra da başaranların nasıl başardığını araştırıp kendinize bir plan belirleyebilirsiniz.
Yanlış yapmaya gelince; Bu çok doğal insani bir hal olduğu için yanlışı yapmış olmamak için ne yapmalıydım ve “Şimdi ne yapmalıyım”a odaklanmayı bilmelisiniz. Hatanız için önce Allah’tan ve sonra da kullardan özrünüzü dileyip tekrarlamamanız yeterli. Mükemmel olmak zorunda değilsiniz. Yaptıysam ne olmuş deyip küstahlaşmayın ya da yaptıklarınızı küçük görmeyin yeter. Hani sinek küçüktür ama mide bulandırır ya, anlıyorsunuz değil mi?
Bilmemek sorun değil, bilmemeye çalışmak, dahası bilmemek için direnmek kötü olan. Bilmiyor fakat bilmediğinizi biliyorsanız kimsenin sizi kınamaya hakkı yok. Yeter ki siz bilmeye giden yolda emek harcayın. Sallanmayın, emek ve parayı boşa harcamayın, odaklanın. Bakın neler değişecek.
Konuşmamak, çoğu zaman bastırılmış duygulardan kaynaklanır. Eğer size akıl sağlığı, bir dil ve iki dudak verilmişse, konuşun. Elbette her ağzınıza geleni söylemeyin ama söylemeniz gerekeni de, öyle hissettiyseniz söyleyin. Düşüncelerinizi herkese açmayabiliyor olmanız ya da açmamanız normal fakat duygularınızı söylemediğinizde anlaşılamazsınız. Bu devirde şöyle bir yüzünüze, ses tonunuza, gözlerinize bakıp sizi anlayacak kaç kişi var sanıyorsunuz? Yok denecek kadar az bilesiniz! Konuşun fakat her söylediğinizin onaylanmasını beklemek gibi bir yanılgıya düşmeyin. Yeter ki siz doğruyu, doğru bir üslupla, doğru yerde söyleyin.
Kekelemek, aşırı heyecan yine aşırı kaygının neticesidir. Rahat olun. Sizi dinleyenlerin de sıradan bir insan olduğunu hatırlayın. Onlara insanüstü bir değer biçmeyin. Korkmayın, artık büyüdünüz.
Tehditler, keskin bakışlar, sivri diller sizi ürpertmesin. Sakin olun, size değer verip yaratan Rabbiniz adıyla, konuşun. Kendi kendinize, ayna karşısında bol egzersiz yaparak hazırlıklı olun. Hemencecik incinmeyin, kelebek kadar hassas olursanız kanatlarınızı koparırlar, aslan gibi kükrerseniz de haklı bile olsanız dinleyeniniz ya çok az, ya hiç olabilir.
Yüz kızartıcı suç işlemediğinize göre, kan yüzünüze hücum etmesin. Derin derin ve sakin nefes alıp verin. Düşüncelerinizi önce içinizde seslendirin sonra dillendirin. Cevap verme değil, soru sorma ile iletişime başlayın. Sordukça güçlendiğinizi görün, gevşeyin.
Görünmesini istemediğiniz bölgeleri gereği gibi tedbir alarak örtün. Değilse hem gösterip hem mini eteğinizi çekiştirip komik sahneler sergileyerek, çelişkili davranmayın. Başkalarını bıraktım bari kendinizle çelişmeyin. Toplumu ifsat etmemek içinse, elbette edebi kuşanın.
Hatalarınızdan bahsederek herkesi yaptıklarınıza şahit tutmayın. Geçmişteki hatalarla anı tüketmek için, bir saniye bile harcamadan, AF KAPISINI ALNINIZLA ÇALIN! Yani secdelere kapanıp gözyaşlarınızla amel defterinizi yıkayın.
Kim ne derse desin, insanlar ne der değil, Allah ne isteri düşünerek hareket edin. İnsanlara güvenip eylem yapmayın. İnsanlarla yaşayın, insanlarla paylaşın, insanlara katılın fakat yüzde yüz kimseye güvenmeyin, hep bir açık kapı bırakın. Tevekkülü yalnız Allah’a yapın.
Kendinizi, en basit, en kalbi, en doğal halinizle ifade edin. Kimse olmaya uğraşmayın. Kimseye tepki olsun diye, yapacaklarınızı yapmaktan vazgeçmeyin. Kendinize verdiğiniz sözde durun.
Rabbinizin, verdiğiniz sözü denemek, tutup tutmadığınızı görmek için sizi dünyaya gönderdiğini hatırlayın ve yaşayın. Orijinal kalın. Sizi siz en iyi sunabilirsiniz. Siz olarak kalın. Farklılıklarınızı avantaja dönüştürünüz. Yeteneklerinizi fark edin ve kullanın.
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar
“Sarp Yokuş” isimli kitabından alıntıdır.
- Published in Makalelerim
Bir Soru Bir Cevap
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Allah kime bir çıkış yolu ihsan eder?
Cevap: Allah’tan hakkı ile korkana bir çıkış yolu verir.
Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.
(Allah’ın hükümlerine bağlı yaşayan, bir süre sıkıntı çeksede, sonu selamettir.)
Soru: Ne için, nasıl sabretmeliyiz?
Cevap: Rabbimiz için ve Rabbimizle sabretmeliyiz.
El Mümin ve Es Sabur’a yaraşır kul olmak isteyenler sabredebilir ancak elbette. Çünkü Rabbimin mühlet verdiğine ben de verebilirim diyebilir, Rabbinin öğrettiği emirlere uyarak bunu başarabilirler.
Soru: Kimler kendisine özel vahiy inmesini ister?
Cevap: Ahirete inanmayanlar!
( Kıyamet Suresi 52,53)
Soru: Sabır ve şükür öğretilebilir şeyler midir?
Cevap: Etrafınızdakilere herşeyden şikayet etmeyerek ve kızmayarak ‘sabretmeyi’ , varolanların kıymetini bilip, küçük şeylerle bile mutlu olarak ‘şükretmeyi’ öğretebilirsiniz. Öğrenmek görerek, duyarak, farkederek olur. Anlatmanın en güzel yolu ‘yaşamaktır’ bilesiniz!
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu – Gıda Müh.-Yazar
- Published in Makalelerim
Her İnsan Bir Dünya
HER İNSAN BİR DÜNYA
Katılıyorsunuz değil mi bu söze? Hepimiz parmak uçlarımız kadar farklıyız birbirimizden hatta son bulgular ayak tabanlarının da farklı olduğunu söylüyor. Ne güzel aslında değil mi? Hayat bol çeşnili, çeşitli, garnitürlü bir sofra gibi. Acı kavun gibilerimiz var aramızda zerre miktarı ilişkide kalınması gereken, zakkum gibi cehenneme bile girmeye dünyada aday olduğunu bas bas bağıranlarımız var, püsküllülerimiz var sonra hep başını derde sokan, sokturan, girdiği yeri huzursuzlandıran çetin cevizlerimiz var, sert tabiatlı muşmulalarımız var sonra ağzımızı değil yüreğimizi buran her konuştuğunda biber gibi yakanlarımız, erik gibi ekşi bir suratla ortalıkta arzu endam ederken, karpuz gibi dıştan içi asla keşfedilemeyenlerimiz, çekirdek kadar kolay çitlenenlerimiz, keçiboynuzu misali bir dirhem şeker için tahammül edilenlerimiz, içinize aldığınızda faydalı, kabuğuna bastığınızda canınızı yakanlarımız, kabak çiçeği gibi saçılanlarımız, küstüm otu kadar alınganlarımız, akşam sefası misali, hayatı Lale devri modunda, hep rehavetle yaşamak isteyenlerimiz, nar gibi her şeyi sırayla, yerli yerinde, hiç boşluk bırakmadan planlı yaşamak isteyenlerimiz, mum çiçeği gibi ağlayanlarımız sürekli vara yoğa, kaktüs gibi diken diken olanlarımız, her bulduğuna batıranlarımız, kuru fasulye gibi kendini nimetten sayanlarımız, armudun iyisini isteyenlerimiz, üzümü yiyip bağını sorma diyenlerimiz, havuç gibi derine dalanlarımız, pırasa gibi kavak yelleri esenlerimiz var başında, ham bir Trabzon hurmasının ağızda bıraktığı tadı bir ömür tatmak zorunda kalanlarımız ya da tattıranlarımız var, ayva gibi yutkunmakla, yutmakla altından kalkılamayacak çamlar devirenlerimiz var… Fakat tüm bunlara rağmen kabak gibi içimizi yumuşatıp zehrimizi attıranlarımız, fındık gibi enerji, süt gibi geçtiği yere kolaylık katanlarımız, Amasya elması misali çıtır çıtır, portakal kadar güzel koku, ses, davranış, eser, hâl bırakanlarımız var ardında, kahve gibi kırk yıl hatırını saydırıp hurma, bal ve en önemlisi su gibi aziz olanlarımız, en azından olmak için çaba harcayanlarımız var ya çok şükür.
Siz siz olun fındığın kabuğuna, armudun, üzümün çöpüne değil, gönüller sultanı ile Rahmân’ın davetine uyun ve şu dünyada fıtrata uygun yaşayın, kurtulun!
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar
“Sarp Yokuş ” adlı kitabından alıntıdır.
- Published in Makalelerim
Bir Soru Bir Cevap
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Rağbetimiz kime olmalı?
Cevap: Yalnızca Rabbimize!
Soru: Neyi neden öncelemeliyiz?
Cevap: Sözden önce eylemi, eylemden önce niyeti öncelemeliyiz.
Çünkü: Niyeti Allah ise eylemi de sözü de Allah’ın kitabına uygun olur.
Söz eylemle, eylem niyetle uyumsuzsa kişi çelişki içindedir bilesiniz!
Ok gibi doğru olanlar kimseyi kaosa sürüklemezler.
İstikrarlı, net ve hoş bir duruş sergilerler.
Elbette İslam olana hoş gelir, burası da işin püf noktası kardeşler!
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar
- Published in Makalelerim
Gün Akşam Oldu
GÜN AKŞAM OLDU!
Gönül gün içindekilerle yoruldu,
Şimdi otağ kurmak gerek geceye,
İlmek ilmek dokumak için ömrün kalanını,
Feyz almak gerek kitaptan,
Yöntem sormak gerek Rasul’den,
Ve sonra yeniden ayakta karşılamak gerek yeni günü,
Gevşemeden üzülmeden,
İnancın gücüyle
Bismillah demekle kalmayıp,
Sonun da gönül rahatlığıyla Elhamdülillah derseniz,
Diyebilirseniz…
Yarın akşam daha az yorulmuş olacağınızı bilmelisiniz!
Ben bir ömür hayırlarda yarışmak isteyenleri; ‘kulluk yarışına’ davet ediyorum.
Var mısınız?
Haydi o zaman!
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar
“Sarp Yokuş II” adlı kitabından alıntıdır.
- Published in Makalelerim
Bir Soru Bir Cevap
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Hangi sözü söylememeliyiz?
Cevap: Boş ve günaha sokan!
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar
- Published in Makalelerim
Bir Soru Bir Cevap
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Dünya hayatını nasıl yaşamalıyız?
Cevap: Bir yolcu gibi yaşamalıyız. Bunun için de;
Misyonumuz: Rahman’ın hoşnutluğunu kazanmak.
Vizyonumuz: Emrolunduğumuz gibi yaşamak.
Duygu Durumunuz: Dünya da aza kanaat ederek, imanın gereklerini yapmakla mutmain olmayı başararak, dengeli bir hayat yaşamak.
Düşünce Yapımız: Kuran’ın tüm hükümlerine kayıtsız şartsız teslim olmak.
Sosyal İlişkilerimiz: Salihlerle yol almak.
Ekonomiye Bakışımız: Olabildiğince veren el olmayı hedefleyip, borçsuz yaşamak.
Olaylara Genel Yaklaşımımız: Daima orta yollu olmak, olmalı.
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar
- Published in Makalelerim
Bir Soru Bir Cevap
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Gündemimiz, güncelimiz ve ihtiyacımız ne olmalı?
Cevap:
Gündemimiz: Daima ahiret yani, Allah’ı razı etmeyi hedefleyen bir KUL olmak.
Güncelimiz: Dünya ve içindekilere hikmetle bakıp, basiret ve ferasetle karar alıp, kaliteli yaşamak.
İhtiyacımız: Her iki dünyada afiyette olmanın prensiplerine sımsıkı tutunmak. Yani ‘Yürüyen Kuran’ olmak.
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu- Gıda Müh.-Yazar
- Published in Makalelerim
‘İşte’lerin Olmadığı Bir Hayata Özlem!
‘İŞTE’LERİN OLMADIĞI BİR HAYATA ÖZLEM!
Zamanı lehinize işler hale getirmektir hayat.
Akıp giden,durmak bilmeyen, kısır döngü gibi görünse de,
Aslında her an yepyeni gelişmelere açık bir yön saklıdır içinde.
Gün geçer, ay ve yıl kovalar sanki birbirini,
Ve siz bir gün, bir an, olmadık bir zamanda geriye dönüp baktığınızda,
Ne çok şeyin takıldığını anlarsınız eteklerinize değil mi?
Ne çok şey birikmiştir, omuzlarınızda, kollarınızda ve gönlünüzde.
Ve ne çok şey geride kalmıştır, isteseniz de istemeseniz de.
Hayat bir şelale misali akıp gitti sanırsınız avuçlarınızdan,
Oysa biriken birikmiştir bir yerlerde.
Biriktirdiklerimin hantallığı mı yoksa şu beni saran diye düşünmeli,
Bir yeni güne daha aynı kötü hislerle başlamamak için,
Değişmeli, dönüşmeli, zıplamalısınız tırabzanlardan.
Kim bilir belki de bu son gününüzdür ne dersiniz?
Son kez sunulan nimeti tepişiniz,
Sırtınızı dönüp gidişiniz,
Aldırmadan ezip geçişiniz olabilir.
İşte tam da bunun için çok ince düşünmeli,
Sağlam hesap yapmalı,
Tüm kabiliyetlerimi sonuna kadar kullandım mı diye, kendinizi tartmalısınız.
Kimse sizin yerinize koşacak,
Kimse sizin yerinize yürüyecek,
Kimse sizin yerinize tutacak değil.
Bu hayat sizinse eğer, önce siz ona ‘sizin muamelesi’ yapmayı bilmelisiniz.
Kaçımız hayatı ıskalamadı ki bu güne dek.
Kaçımız olması gereken yerde vakitlice oldu.
Kaçımız yürek odunda sözleri pişirdi, sonra sundu.
Ve kaçımız pişman olmayacağı ve üzülmeyeceği bir dilekçeyi
Ölüm anına hazırlayıp, Rabbine onurla sunabildi.
Şükür ki hala yaşıyoruz ve hala kalemimizde mürekkep var kardeşler.
Öyle ise artık sunulası şeyler yazalım mı ne dersiniz?
Nedenler veya nasıllar orada bize asla sorulmayacak.
Bu nedenle de ‘işte’ diye bir cevap ta elbette kabul görmeyecek.
Hatta sesler kısılıp, başlar öne düşecek.
Dünya da secde etmeyi kibirlerine yediremeyenler, orada yüzüstü sürünecek.
Ve ‘Bu gün size güzel haber yasaktır yasak!’ denilecek.
Ya Rahman bizi ve sevdiklerimizi bu güruhta olmaktan dünya ve ahirette uzak eyle.
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu- Gıda Müh.- Yazar
“Sarp Yokuş II” adlı eserinden alıntıdır.
- Published in Makalelerim