Bir Soru Bir Cevap

Bir Soru Bir Cevap

Soru: En çok kimi sevmeliyiz?
Cevap: Allah’ı. Böylece Allah bizi göklerde meleklerine , yerdekilerin en iyilerine sevdirir ki, zaten insanın en temel ihtiyacı da sevmek ve sevilmek değil midir?

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

Farkımızı Fark Ettirmenin Zamanı

FARKIMIZI FARK ETTİRMENİN ZAMANI!

Gelin hep birlikte farkın ne olduğu üzerine düşünelim.

Fark dediğimiz şey ayrıntılar değil mi?

Peki ya ayrıntılar ne öyle ise?

Ayrıntıları belirleyen, belirleten, belirlenmesin de rehberlik eden ne?

Siz yorulmayın ben söyleyeyim.

Farkımız inancımız olmalı kardeşler.

Ayrıntılar mı?

Tüm davranışlarımız!

Tarzımız, tavrımız, duruşumuz, bakışımız, gülüşümüz, sevişimiz, seçişimiz.

Okuyuşumuz, öğrenişimiz, anlatışımız, anlayışımız, anlamlandırışımız.

Algımız, fikrimiz, zikrimiz, hedefimiz, niyetimiz, ilkelerimiz.

Bu liste uzar gider değil mi?

Peki biz bu liste de sıralanan veya sıralanmasına bile gerek olmayan kaç konu da,

Farkımızı ortaya koyduk, koyabildik, koymak için direndik,bu güne dek.

Sahi sabrın aslında ‘hakta direnmek’ olduğunu bildik mi?

Yoksa vur başına al lokmasını ağzından tarzında dalaverelere kandık,

Ve kendimizle birlikte,

Bize inanan çok kişiyi de yaktık mı?

Hiç düşünmeden,aldırmadan, korkmadan.

En son ne zaman,

Size sunulan kötü bir teklife, hayır dediniz?

En son ne zaman,

Bilinçli bir tercihte bulunup, işte olması gereken bu dediniz?

En son ne zaman,

Birinci derece de sorumluluğunuz olan konuları,birilerine devretmeden yük aldınız?

En son ne zaman,

İnsanlıktan nasibi olmayanlarla olan ilişkiniz de, siz haktan yana tavır alıp kazandınız?

En son ne zaman,

En yakınlarınızı, mutluluktan uçurdunuz?

En son ne zaman,

Arkanızda kimsecikler olmasa da, pes etmediniz?

En son ne zaman,

Hile veya rüşvet teklif edildiği halde, reddettiniz?

En son ne zaman,

Herkes susarken, siz hakkı olması gerektiğince, tebliğ ettiniz?

En son ne zaman,

Rabbinize tüm kalbinizi samimiyetle açıp, tüm geçmişinize tevbe ettiniz?

En son ne zaman,

Bir mazlumun mağduriyetini gidermenin zevkini, iliklerinize kadar hissettiniz?

En son ne zaman,

Güvenin, vefanın, şefkatin kuruyup çatlamış toprağına, su verdiniz?

En son ne zaman,

Önce ben demeyip onu, sevdiklerinizi öncelediğinizi, uykusuz kalarak belgelediniz?

En son ne zaman,

Bildiğiniz konuda konuşmaktan korkmayıp, hüccet gösterdiniz?

En son ne zaman,

İslam’ın izzeti adına, en doğrusuna, ve en güzeline, ‘Rabbim beni muvaffak kıl!’ dediniz?

En son ne zaman,

Üzerinizdeki nimetlerin hesabını düşünüp, titrediniz?

En son ne zaman,

Ağlarken gülebilip ‘buyur kardeş derdin ne?’ diyebildiniz?

En son ne zaman,

Allah’tan başka güç olmadığını tüm benliğinizde hissedip, iman tazelediniz?

En son ne zaman,

Kendinize ‘artık çocuk olmadığını anla ve büyü’, dediniz?

En son ne zaman,

Hayatı veren adına yaşamanız gerektiği bilinciyle, gereksiz yüklerinizi, indirdiniz?

En son ne zaman,

Kapasitenizi tam kullanma kararı alıp, mazeretleri defterinizden sildiniz?

En son ne zaman,

Yüzünüze bakıp, karalıklarına makyaj yapmak yerine temizlemeyi, tercih ettiniz?

En son ne zaman,

Sizi gerçekten seven ve değer verenlere gereken değeri verdiğinizi, gösterdiniz?

En son ne zaman,

Canlı cansız her şeyin size şahit olduğu farkındalığını kuşanıp, ürperdiniz?

En son ne zaman,

Ümidi, emeği, yemeği olmayan bir yoksuna, Rabbin size olan ihsanını, ikram ettiniz?

En son ne zaman,

En zor anınızda bile şikayet etmeyerek,O’ndan razı olarak, O’nu razı etmeyi, seçtiniz.

En son ne zaman,

Bir kır çiçeğine dokundunuz ve kokladınız?

En son ne zaman,

Bir karıncaya yol verip, selamlaştınız?

En son ne zaman,

Bir ölüye temas edip, vedalaştınız?

En son ne zaman bir hastayı ziyaret edip, acısını unutturdunuz?

En son ne zaman,

Nerde yanlış yaptım diyerek başınıza gelenlerdeki hikmeti aradınız?

En son ne zaman,

Alıcı gözle kendinize bakıp, ‘ben bu benden razı mıyım?’ sorusunu sordunuz?

En son ne zaman,

Çelik çomak değil, hayat memat meselesi olan konuları masaya yatırdınız?

Peki sonuçta ne oldu?

Farklı bir hayata ‘merhaba!’ diyebildiniz mi?

Eğer diyebildiyseniz,’ size selam olsun!’

Değilse, bilin ki yok kimseden farkınız!

 

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

‘Sarp Yokuş II’ adlı kitabından alıntıdır.

Bir Soru Bir Cevap

Bir Soru Bir Cevap
Soru: Ne yapmazsak ne olur?
Cevap: ‘İnanmayanların birbirine olan bağlılığından daha fazla birbirinize bağlanmaz, sevmez ve destek olmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne çıkar diyor Rabbimiz!
Öyleyse tüm tevhide inanları bu kış birbirine sımsıkı bağlanmaya, aramızdaki tüm tefrikaları bitirmeye davet ediyorum kardeşler. Varım diyen ve kardeşini öz nefsine tercih edenlere yürek dolusu selam olsun!
Yaşam Koçu
Hatice Dilek Cengiz

Sevgi Üzerine Bir Soru Bir Cevap

Sevgi Üzerine
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Samimi insan nasıl bulunur?
Cevap: Samimi olup, samimi davranıp, samimice sabrederek.
Ne zamana kadar mı?
Koruk üzüm olana dek elbette. Fakat lütfen dikkat!
Karşınızdaki koruk olmalı ki, üzüm olabilsin.
Siz koruk olduğundan eminseniz bekleyin.
Hem belki sizin de, belli konularda, koruk kalmış yanlarınız olabilir.
Böylece bilikte üzüm olmanın tadını da birlikte tatmış olusunuz.
Ne de olsa sevgi;
yürek, emek ve zaman ister,
Not: Bu satırlar ‘Gerçek sevgi nedir? Nasıl belli olur?’ diyenlere yazıldı.
Hatice Dilek Cengiz

Yaşamak

YAŞAMAK!

İnadına değil.

İsyan ederek hiç değil.

Yılgınca, bitkince ve umarsızca da değil.

Masumca, asilce, zarafetle yaşamak.

Tüm hoyrat, ruhsuz, gaddar insancıklara,

Hain, zalim, kafirlere aldırmadan,

Engellere, kaygılara, korkulara rağmen,

Sancılara, ağrılara, ateşlere kendini bırakmadan,

‘Geçecek, bitecek fakat sen tükenmeyeceksin tamam mı?’ diyerek her an kendine,

‘Tükenmek senin işin değil!’ demeyi bilecek kadar sağlam duracaksın.

Dimdik ve onurluca,

Hataların girdabında boğulmayı değil,

Tecrübelerin okyanusuna yelken açmayı bilerek,

Varsın tufan kopmasın tüm kötülükleri gömmek için,

Sen içinde ki tüm kötülük tohumlarını gömebilmelisin,

Bitmesine bile fırsat vermeden yürek toprağında.

Çünkü senin mayan Cennet toprağından.

Sen oraya aitsin ve oraya dönmelisin.

Bu dünya ya cezalandırılmak için geldiğini sananlara kanma.

Aksine ödüllendirilmek için geldin.

Ve öz vatanına dönüş yolunu bulabilmek senin elinde.

Gönderen bunu senin başarabileceğini biliyor,

Mesele senin bunu bilmen ve gayret göstermen.

Önce Rabbine, sonra kendine, sonra da herkese göstermen gerek.

‘Kalk! Oturma! Ve bir dakika bile boş durma ne olur!

Sesin çıkmıyorsa kaleminle,

Gözün görmüyorsa gönlünle ilet, iletmek istediklerini.

Sen göklere niyetini aç!

O muhakkak kıymet görecek.

Sen tertemiz ol!

Yeni doğmuş bir bebek kadar masum kal!

Ve buram buram Cennet kok!

Cennet kokabilmek için yapman gerekenleri bul ve kuşan!

Elinin erebildiğinden,

Gücün yetebildiğinden mesulsün unutma!

Sadece minik bir yavru kadar masum ol ve masum kal yeter ki.

Ve elinden geleni yaparak bekle.

Ölümüne bekle!

Ölüme değin bekle!

Senin için takdir edilen seni bulacaktır.

Senin için verilen karar haktır.

Sen hakka teslim olduktan sonra,

Yardım er ya da geç gelecektir.

Yeter ki sen yılma!

O var ya,

Bil ki senin tüm ihtiyaçlarını biliyor,

Senin tüm taleplerini, hasretlerini her şeyi ama emin ol her şeyini biliyor.

Sen Rahat ol!

Seni sevdi ki yarattı.

Ve nimetlendirmeye devam ediyor değil mi?

Tut kulluğun ucundan.

Yapış!

Ayrılma!

Düşersen yanarsın.

Kanarsan aldanır,

Aldanırsan mahvolursun.

Ne mahvolmak, ne mahvetmek için buradasın.

Senin görevin bu değil.

Sen bozmak değil, yapmak için gönderildin.

Öyle ise hadi başla!

Yapbozunun adı Dünya.

Yap ama sakın bozma!

Ve sakın oynama!

Oynamamalısın artık.

Oynamayacak kadar büyüdün değil mi?

Dünya da oynamayanlarla Cennette oynayabilmek için.

Kalk ve yaşa!

Bismillahla başladığın işleri,

İnşallahla destekler,

Elhamdülillahla sonlandırabilirsen,

Ne mutlu sana!

Çünkü Rabbinin huzuruna,

‘Görev başarı ile tamamlandı ! diyerek gelebilecek,

Cennetle müjdelenebileceksin.

Lütfen inan bana!

 Hatice Dilek Cengiz

Yaşam koçu-Gıda Müh.-Yazar

“Sarp Yokuş II” adlı eserinden alıntıdır

Sevmek

SEVMEK

Kimi? Nasıl? Ne kadar? derseniz;

Üzerinde uzun uzun düşünülmeli derim kardeşler!

Önce Yaratanı sevmeli insan.

İnsan olma şerefini kuşanmış olmak istiyorsa.

Yaratanını sevmeyen,

Yaratılmışı ne kadar ve nasıl sever ki?

Hem sevgisine ne kadar inanılır ki?

Sahi sevgi ölçülebilir mi ki derseniz,

Evet, ölçülür ya kardeşler diyeceğim?

Nasıl ve nerede mi?

Kalple elbette!

Hadi öyle ise sevgi terazimizi bir güzel kuralım kalbimizin ortasına,

Sonra da başlayalım tartmaya.

Komik, hata değil mi?

İyi ama kimi, nasıl ve neye göre tartacağız değil mi?

Sevgi bu, soyut bir kavram!

Nasıl ölçülebilir ki?

Öyle ise biraz kafa yoralım bu işe ne dersiniz kardeşler?

Birinin birini sevdiğini,

Hem de çok sevdiğini,

Nasıl anlarsınız kardeşler?

Çok basit aslında!

Hâlinden, tavrından, bakışından, duruşundan, sözünden, sesinden,

İlgisinden, iletişiminden, merhametinden, muhabbetinden,

Saygısından, hürmetinden, özeninden, dikkatinden,

Sabrından, koruyup kollamasından, ihtiyaçlarını önemsemesinden,

İnce fikirli davranmasından, kırmayışından, terk etmeyişinden,

Bekletmeyişinden, kükremeyişinden, incitmemeye gösterdiği özenden

Falan filan kardeşler.

Öyle çok şey söylenebilir ki değil mi?

Gelin size çok şey söylemeden öz şeyler söyleyeyim.

Hayat bu,

Ne yöne akacağı belli değil gibi görünse de,

Emin olun akışı biz belirliyoruz irademizle kardeşler!

İradesini kontrol etmeyi başaranlar,

Çok şey kazanacak ileride.

İlerisini sakın uzak sanmayın.

Emin olun uzak değil.

Ölüm kadar yakın!

Adeta ensemizde.

Öyle ise gelin bir plan yapalım hep birlikte.

Bugünden sonra kendimizi iyi hissettirenleri sevelim öncelikle.

Niye mi?

Sevginin iyileştirici etkisi var da ondan kardeşler.

Bakın bakalım bugüne kadar kim,

Ya da kimler size iyi geldi diye,

Bir teste sokun kendinizi.

Kim size ne kattı?

Kim sizden almadan da verdi?

Kim sizinle hep vardı?

Ya da var olmanız için ne gerekiyorsa yaptı?

Kimin varlığı olmazsa olmazınızdı?

Kimsizken kendinizi yalnız, yaralı, eksik hissettiniz?

Kiminle yeşerdiğinizi,

Yeni umutlara,

Güzelliklere yelken açtığınızı,

Ya da açacağınızı hissettiniz?

Kim size gerçekten yakındı?

Kim tüm ihtiyaçlarını hiç sızlanmadan karşıladı?

Kim sırdaşınız, gönüldaşınız, kalp komşunuz olabildi?

Kim sizi hiçbir zaman veya şartta terk etmedi?

Düşünüp buldunuz mu?

Yoksa daha okurken sıralayıp durdunuz mu isimleri?

Peki, cevabınız Allah olabildi mi?

Kardeşler!

Biraz insaflı olup düşünmeniz,

Düşünmekle kalmayıp inanmanız,

İnandığınızı iddia ediyorsanız ispatlamanız gerekmez mi?

Bu nasıl bir sevgi ki,

Sahi sevmeyen sevilmeyi hak eder mi?

Siz Allah’ı sevdiniz mi ki?

Onun sevgisini hissedebildiniz mi ki?

Ona olan sevginizi ne zaman, nerede, nasıl gösterdiniz ki?

Oysa söz konusu insan ise sevdiğimiz,

Her şey ne kadar da netleşiyor değil mi?

Hani çocuk olsa anlar kimin kimi sevdiğini.

Kimin gerçekten sevdiğini,

Kimin ‘mış gibi’ yaptığını.

Kimin sevmeyi bile beceremeyecek kadar taşlaştığını!

Böyle işte kardeşler.

Aslında her şey ne kadar da şeffaf,

Bizler ne kadar da kolay, sanki çocuk kandırır gibi,

Yaşayıp gittiğimizi sanıyorduk bugüne dek!

İyi ama sormazlar mı, ya da söylemezler mi adama?

Artık çocuk değiliz ki?

Ne ben çocuğum ne de sizler öyle değil mi?

Hadi öyle ise mademki koca koca insan olduk,

Bugünden sonra önce Rabbimizi,

Sonra da birbirimizi sevelim kardeşler.

Bir şartla yalnız,

Birbirimizi severken de O’nun adına ve O’nun adıyla sevelim kardeşler!

Gerisi masal,

Gerisi hikâye kardeşler.

Gerisi inanın başı hoş bir melodi gibi geliyorsa da kulağa,

Sonunun çığlıkla bitmemesi, hani nerede ise imkânsız gibi.

Neden mi?

Çünkü sonuç ekseriyetle trajedi.

Bugüne kadar hangi seven,

Sevdiğini koşulsuz mutlu edebilmiş ki?

Mümkün değil!

Değil mi kardeşler?

Öyle ise sınırsız mutluluğa koşabilecek yarışçılar olmak lazım.

Yarışmak için tutuşanları bulmak lazım.

Aynı anda aynı yöne dönüp, hiç durmaksızın koşmak lazım.

Zaman bu öyle hızlı akıp gidiyor ki?

Sakın ha boş laflara kanmayın!

Dedim ya artık hiçbirimiz çocuk değiliz değil mi?

Selâm olsun birbirini Allah için sevip,

Sevgileriyle ebede göçmek için tüm samimiyetini ortaya koyanlara.

Arşın gölgesinde gölgelenebilecek kadar kaliteli bir sevgiyi,

Yüreklerinde hissedebilenlere ve hissettirebilenlere.

Âmin!

 Hatice Dilek Cengiz

İnsan Sarrafı Olmak İster misiniz?

Kardeşlerim!
İnsan Sarrafı Olmak İster misiniz?

İnsanı tanımak ve onunla olması gereken sınırları belirlemek ve artık hata yapıp yıkılmak istemiyor musunuz?
Size Kuran’ı gereği gibi okumayı tavsiye ediyorum!
Neden mi?

Çünkü Kur’an bir kişisel gelişim kitabı değildir ki yap boz tahtası gibi sizi farklı farklı doğrulara yöneltsin!

Çünkü Kur’an bir insan sözü değildir ki sadece bir asra ,bir kesime , bir kültüre hitap etsin ve eksikleri olsun!

Çünkü Kur’an bir felsefe kitabı ya da bilim kurgu senaryosu değildir ki sizi ucu açık fikirlerin ortasında kararsız ve başıboş bıraksın!

Çünkü Kur’an bir bilim kitabı değildir ki, dünden farklı bir bilgiye ulaşıldığında: ‘bilim de son nokta veya henüz nedeni bilinmeyen bir sebeple ‘gibi acziyetini itiraf etmek zorunda kalarak bize ancak insani ve sınırlı bir bilgi sunsun!

Çünkü Kur’an
Bir masal , hikaye yahut roman değildir ki! Anlatılanların bir kısmı hayal bir kısmı kurgu, bir kısmı gerçek olsun!

Çünkü Kur’an bir ekonomi kitabı değildir ki! Sizin dünya hayatınızı abad etmeye soyunsun!

Çünkü Kur’an bir münzevi yahut guru kitabı, yahut eski bir kitabe değildir ki!
Sizi yalnızca ötelerle yahut hayatın gerçeklerinden kopuk mistik düşünce kalıplarıyla yorsun!

Sözü daha fazla uzatmaya gerek duymadan arife tarif gerekmez deyip,
Artık siz siz olun;
Karşılarına melekler, ölüler ve hatta her şeyi dikip konuştursak ‘ onlar yine inanmazlar!’ denilen TAŞ’ larla uğraşmaktan kurtulun!

Niye mi?
Onlar sapmış ve saptırmaya adanmış şeytanın kulu olmuşlar da ondan!

Niye mi?
Cehaletleri paçalarından akarken ve ahirete gereği gibi inanmazlarken iki dünyalı bizleri aydınlatamazlar, çünkü kendileri henüz ışığı bulamamışlar da ondan!

İlmi Allah’tan almayan ve kendisini öldüğünde yok olacak sanandan daha ahmak kim olabilir Kardeşler!

Öyle ise haydi!
Kur’anla insan sarrafı olmaya var mısınız?
Varım diyenler ‘ varım’ desinler!
Diğerleri mi ?
Onlar önce Kuran’la dirilsinler !
Doğrusu biliyorum ki sözlerimi ölüler işitmezler!…

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu- Gıda müh.-Yazar

İnsanlığa Davet

İnsanlığa Davet

Yaşamakla, mış gibi yaşamak arasında ki farkın farkındalığına varmak bence KULLUK!

Mış gibi yapmaktan,
Mış gibi yapanlardan,
Mışcasına yapılanlardan,
Sana sığınırım Rabbim!

Adem gibi adamlara ve Havva gibi hanımlara selam olsun!

Ne Mutlu ben müslimlerdenim deyip,
Dosdoğru bir yol tutan,
Yolda kalan,
Yola çağıran,
Yolun Rabb’ine adananlara…

Yoldan çıkan,
Yolu satan,
Yolun Rabb’ine eş koşanlara ise veyl olsun!

Cennete doğmak,
Cehennemden azad olmak,
Samimiyetle İslâm olmaksa derdiniz,
Sizleri samimiyete davet ediyorum!

Önce siz tumturaklı olduğunu sandığınız tüm mazeretlerinizden kurtulun!

Yeter artık kendinizi ve kendiniz dışındakileri kandırmaya çalışmaktan da kurtulun!

İnsanlık adına bir sesleniş bu,
Tabi hala insanlığınız kaldıysa…
İnsanca yaşamaya rağbetiniz varsa!
Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

Bu Gün

Bu Gün!

Bir güzellik sarsın içinizi,
Bir hoşluk,
Bir güven,
Bir emniyet,
Bir hal işte…

Bir duruşa,
Bir arınışa,
Bir oluşa,
Bir demlenişe,
Bir derlenişe,
Bir duruluşa,
Bir silkinişe,
Bir canlanışa,
Bir yakarışa bırakın kendinizi!

Bir çiçeği sulayın,
kuruyan dallarını koparın, toprağını kabartın,
Onunla ona özel cümleler kurarak,
Ona, varlığının farkındalığınızı fark ettirin!

Bir hayvana yiyeceği bir şey verin,
Bir şey sadece,
Çok özel olmasın varsın,
Gözlerine sevgiyle bakın,
Onunla yumuşacık bir sesle konuşun,
Mümkünse dokunun,
Ondan dua isteyin,
Aynı Rabb’in farklı ayetleriyizi fısıldarken,
Onu nezaketle kendi haline bırakın
Ve sessizce uzaklaşın!

Bir bebek görürseniz eğer,
Serçe parmağınızı
Onun avuçlarının arasına sokun,
Burnuna küçük bir öpücük kondurun,
Cildinin yumuşaklığını hissedin yanağınızla,
Kokusunu buram buram çekin ciğerlerinize,
Ona şefkatle sarılın,
Sıcacık yüreğinizin sesini işittirin
Ve sonra küçüğüm O seninle,
O’nu hiç ama hiç hatırından çıkarma,
O’na eş tutma,
O’na asi olma,
O’nsuzluğun sonsuzluğu kaybettireceğini hep hatırla deyip usulca kulağına,
Rahman’a emanet kal deyin
Ve düşün yola…

Yol boyu hoş bir seda kalsın sizden geriye,
Burdan bir mümin geçti dedirtin Her geçtiğiniz yerde.
Varlığınız rahmet olurken,
Yokluğunuz zahmet vermesin kimseye,
Varken anlam yükleyin ana, mekana,
Yokken ise öyle bir yok olun ki,
Yokluğunuz bile ibret dolu anılarla beslesin, doyursun, doldursun sizden kalan boşluğu…
Yaşanılası bir ömrü yaşamış olmaksa gerçek derdiniz,
Hadi artık yaşanılası anları yaşamayı seçin!
Gün ufukta batıp,
Karanlık sizi sarmadan…
Selam olsun gün bitmeden günü selamlayabilenlere…
Ve selam olsun hayatın anlamının anlamını çözenlere…

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

Duygulu Olun Duygusal Değil!

DUYGULU OLUN, DUYGUSAL DEĞİL!

Duygu; olay, insan, eşya, zaman, mekân kıskacında insanı boğan, üzen, yıpratan olmakla birlikte; diğer yandan ayaklarını yerden kesen, nefes aldıran, kanatlandıran, coşturan hisler demetidir. Her şeyde dengeye davet eden Rahmân, bu konuda da bizi duyguları muhafaza etmeye, beslemeye, ifade etmeye, dindirmeye davet ederken; abartmaya, kaptırmaya, azdırmaya izin vermediği gibi ezdirmeye, incitmeye, bastırmaya, yok saymaya da izin vermiyor.

Sevmeliyiz; O’nun sev dediklerini. Ölçüsünce sevmeliyiz. Bir gün düşman olabileceğimiz ihtimalini hiç hatırdan çıkarmadan. Ama en çok O’nu sevmeliyiz. Çünkü Allah kıskançtır. Kulunun kendinden çok hiçbir şeyi sevmesini, önemsemesini onaylamaz. Yerine kimsenin konulmasını affetmez. Çünkü insanın aklı nispetince algılayamayacağı kadar nedeni vardır. İspata da gerek yoktur. O vardır ve kudreti sınırsızdır. Varlığı ispat gerektirmeyecek kadar aşikârdır.

Korkmalıyız. En çok O’ndan. Ama azap etmesinden daha çok, rızasını kaybetmekten korkmalıyız. O azap etmez ki, hak etmeyene. Hak edene hakkını ödetmenin bir şeklidir cehennem. Bir nevi arındırma ünitesi desek, yanlış değerlendirmiş olmam diye umuyorum.

Zatından başka hiçbir şeyden korkmamayı öğrenmeli, kendimizi olgunlaştırmalıyız.

Öfkelenmeliyiz! Allah’a Rasûlü’ne, dinimize, Kitab’ımıza, düşmanımıza (Allah’ın düşmanları), kardeşimizin hakkını gasp edene fakat öfkelenmemeliyiz nefsimizi ezene, hakaret edene, üzene, zulmetmediği sürece eliyle. Yani sözlü saldırıya selam deyip geçmeli, güreşte yenen yiğit gibi şeytanın başımızı kaldırıp burnumuzu havaya dikmesin, öfke anında yumuşak başlılığımızla gücümüzü göstererek, izin vermemeliyiz.

Acıları merhem yapıp yaralarımıza sürmeli, bir delikten bir daha ısırılmamak için eğri oturmayı bilmeli, doğru eylemlerde, doğrularla beraberken başımıza gelenlere Rahmân için, Rahmân’ı yardımcı seçerek sabretmeli, elimizle işlediklerimiz yüzündense af şurubunu gece gündüz içip bir saniye bile gecikmeden amel defterimizi temizlemeliyiz. Acıtmamalıyız kimseyi ki, acıtılan hücrelerimiz, nefesimiz, sesimiz, gözyaşlarımız şahitlerimiz olarak mahkemede sunsunlar delillerini. Beraatımıza tanık olsunlar.

Heyecanlanmamalıyız elbette haddinden fazla hiçbir şey için! Ama O’nun kitabını okuyunca, Rasûlü’ne uymanın tatlı telaşını hep ciğerlerimize aldığımız hava ile dinginleştirmeli, besmeleli eylemlerimizi; şeytani ve nefsi tuzaklardan koruyup amel defterimize bir bonzai tohumu gibi ekmeli, Azrail gelip canımızı istediğinde; Allah’ın emri Rasûl’ün kavli ile almana gerek kalmadan, “Ben zaten verip Rabbimden ücretsiz aldığımı, paha biçilmez rızası için satmaya hazırdım!” deyip; belki bir yatakta, belki masa başında, belki tebliğ anında, belki direksiyon başı, belki seccade üzeri, belki Kur’ân, belki dua, belki zikir, belki cihad meydanında ama O’nun zatına verdiğimiz sözü; “Evet, sen bizim Rabbimizsin!” nidasına ihanet etmediğimizi, Rabbimize belgelediğimizi onurla sunmalıyız. Kanımız akıp soluğumuz kesilip kalbimiz durduğunda yahut kansız bir şahadetse bekleyen bizi, ardımızda kalan ve cennette kanatlarımız olmasını istediğimiz yavrularımıza düşen, güzel bir sabır, sevinç gözyaşları ve varsa sevenlerimizden vasiyetimiz; biricik bayrağımız olan tevhid bayrağımızı, elden ele hiç düşürmeden, mahşere dek taşımaya devam etmeleridir.

İşte o zaman dünyada bulunmuş olmanın, bir yer tutmanın, bir çok şey tüketmiş ama bir o kadar da üretebilmiş olmanın hazzını duyar, elimiz boş geldiğimiz şu dünyadan, amellerimiz değil Rahmânın rahmeti sayesinde göçüp giderken, gözlerimizi huzurla kapatıp ardımızdan gelenlere, Allah’ın uğrunda dökülen ne bir yaş, ne bir ter, ne bir kanı zayi etmeyeceğini müjdeleyebilenlerden olmak isteriz.

İşte yaşıyorsak bunun için yaşamalı, bu aşk için ağlamalı, bu hülya ile gülmeli, bunun için dinlenmeli, bu rüya ile uyuduğumuz yerden, tutuşturan bir iman ile kalkmalı, artık sahte zevklerin, geçici hazların, müsvette insanların, göz boyayan tuzakların, yanından hızla seğirtip geçerek; mutluluğu, kalıcı huzuru, şahsiyetli insanları etrafımıza alıp âlemlerin Rabbinin stratejik planının biricik erleri olup iman meşalesini tutuşturalım.

Bu el, bu ayak, bu göz, bu kulak, bu dil ve bu dudak bu kalple harekete geçirildiği sürece, ve bu kalp Rabbim Allah dediği sürece, duygularımı ve düşüncelerimi, sözlerimi ve eylemlerimi, gecemi ve gündüzümü, yoluna adamak için bir can, bir kan, bir mal, o an ne gerekiyorsa varım diyenlerle sıramı bekliyorum.

Çölleşen kalplerimize Rahmet yağmurlarını yağdır Rabbim. Eriyen buzulların soğuk sularında kalplerimizi dondurma, ekvator sıcağında sellere kaptırma. Bizler çer çöp olmaktan, savrulup durmaktan yorulduk. Bizi tut, bizi durult, bizi huzuruna doğru yürüt.

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu- Gıda müh.- Yazar

‘Sarp Yokuş’ adlı kitabından alıntıdır