Şeytan Kime Musallat Olur?
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Şeytan kime musallat olur?
Cevap: “Kim Kuran’ı görmezden gelirse, biz ona bir şeytanı musallat ederiz. Artık o onun dostudur ve ondan ayrılmaz. Şüphesiz şeytan onu dosdoğru yoldan saptırır, o ise kendini doğru yolda sanır.” Zuhruf Suresi 36,37
Yaşam Koçu
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
En son Ne Zaman Kendinize Hâlinizi Sordunuz?
Bir Soru Bir Cevap
Soru: En son ne zaman kendinize hâlinizi sordunuz?
Cevap: Şimdi, hemen sorun kendinize. Ve ‘Hangi şart ve ortamda olursam olayım, şu dünyada Allah ve Rasulünden sonra en değerlim sensin. Sana söz veriyorum seni Cennete götürene dek ne gerekiyorsa yapacağım!’ deyin. Ve aynada gözlerinize gülümseyin. Bu günden itibaren kendinizi çok sevdiğinizi kendinize ispatlayın.
Yaşam Koçu
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
İnsan İnsanın Kurdu Mu?
İNSAN İNSANIN KURDU MU?
Yok, yok asla değil!
Elbette kurt postuna bürünüp de,
İnsan görünmek bile istemeyenler var.
Yahut kurda taş çıkartacak kadar vahşileşip,
Metropol sapığı olmaya kalkanı da.
Yahut her bulduğunu kuzu sanıp,
Postuyla korkutmaya kalkanı da.
Kurtlara bol reklam filmi çekip,
Bilbordlara kanacağımızı sananı da.
Parçalanmış kuzu cesetlerini sürekli seyrettirip,
Toplumsal bir karabasanı, sürekli üzerimizde hissettirmeye çalışanı da.
Kurtlarla yaşamaktan, kuzuların varlığını bile yok saymayı hak görüp,
Tüm kuzulara ölüm fermanı çıkaranı da.
Kuzular dünyasının arasına sızıp,
Zaaflarını sonuna kadar kullananı da.
Kurdun kuzuyla dost olamayacağını unutan kuzular sayesinde,
Her bulduğunu dost sanmadığımızı sananı da.
Kurtların postuna bürünmekle, kurt olunamayacağını anlamak için,
Kuzulardan geçtiği,
‘Nasıl kendin olunur?’ dersinden sınıfta kalanı da.
İnsan olmanın kuzu olmaktan farkını unutup,
Aklını peynir ekmek gibi yiyeni de.
Bu kadar kuzu kurt hikâyesinden sonra,
Sadede gelmem gerekirse kardeşler,
Biz insanız ve insan kalmalıyız değil mi?
Birileri bize maskeli balodaymışız gibi, sürekli kostüm biçe dursun.
Biz rolümüzü ta ruhlar âleminde seçmiştik düşünsenize.
Unutanlar varsa hatırlasın!
Orada soruyu soran Allah,
Cevaplayan ise biz kullardı.
Ve biz O’nun bize vereceği ilâhî eğitimi almak üzere,
Kaydolduk hayat üniversitesine.
Hem de gönüllüce.
Şimdi ne mi oldu?
Dünya cazip geldi!
Öğrencilikse meşakkatli.
Ama gelin siz bence, bu dünya da biraz,
Biraz zoru seçmeyi başarın ki
Sözünde duranlardan ve umduklarını değil,
Ummadıklarını bile bulanlardan olabilin!
Şimdi bir karar verin!
Ya başarılı öğrenci olup, diploma töreninde kep fırlatabileceksiniz,
Ya da sorumlu değilmiş gibi yaşamaya devam edeceksiniz.
Ne o ağır mı geldi söylediklerim?
Sahi siz sorumlu gibi davranıyor musunuz ki?
Bunu iddia ederken aslında söylediğinize, siz bile inanmadınız değil mi?
Ama bilin ki yaşadığınız bu hayat, hayat değil, hayatımsı.
İyi ama mış gibi yapmak için gelmediniz ki.
Doğrusu ölümünde mış gibisi yok değil mi?
Peki, siz böyle yaşayarak,
Yalancı, hain yahut zevkine düşkün bir tablo çizdiğinizin, farkında değil misiniz?
Oysa her şey ne kadar da gerçek.
Doğum kadar ölümünde gerçek olduğunu,
Bilmeyeniniz var mı aranızda?
‘Yok’ dediğinizi duymasam da yok olduğunu biliyorum.
Siz ne derseniz deyin,
Beni hiç tanımasanız da dost olduğumu,
İnsanlıkta eşiniz olduğumu,
Size gerçekleri, apaçık gerçekleri söylemekle mükellef olduğum için,
Kafanızı şişirmek,
Lafla peynir gemisi yürütmek,
Size muhalefet etmek gibi,
Basit dertlerim olmadığını bilmenizi istiyorum.
Ve sizi yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşle uyarmak istiyorum.
Gelin ateşten değil,
Cennetten gelen davetiyenin kıymetini bilelim.
Orada bu satırlar dile gelecek.
Okumuştunuz diyecek size birileri,
Söylemiştin diyecek bana da.
Siz duyduklarınızdan,
Ben söylediklerimi yapıp yapmadığımdan,
Hesap vereceğimi adım gibi biliyorum!
Ve o gün,
O bana gelmeden önce, ben iyilerdendim.
O geldikten sonra saptım diyerek, birbirini suçlayanlardan değil,
İyi ki o gün bu satırları yazmışsınız,
İyi ki bizi uyarmışsınız!
Aslında hiç duymamış da değildim.
‘O gün var ya o gün, bir milat oldu benim için!’
Demenizi tüm kalbimle diliyorum.
İnanın bu benim ve benim gibi Rabbine kul olmayı seçenler için,
Dünya ve içindeki her şeyden daha sevimli.
Birinin ahiretine dünyadan ışık tutmuş olmak,
İnanılmaz derecede mutluluk verici.
Ne kadar başardığımızı orada göreceğiz.
Dilerim oynamış ve oyalanmışlardan farkımızı her halimizle belgeliyoruzdur değil mi?
Çünkü Allah bizi,
İnsanlık ailesi içinden çıkarılmış,
En hayırlı ümmet’ olarak tanımlıyor.
Öyle ise hep bu bilinçle davranabilmeliyiz.
‘Böl, parçala, yut!’ diyen kurtlara inat,
‘Sev, paylaş ve mutlu ol!’ diyerek insanlığımızı göstermeliyiz.
Hatice Dilek Cengiz
‘Sarp Yokuş II’ adlı kitabından Alıntıdır.
- Published in Makalelerim
İnsan Neden Pişman Olur?
İNSAN NEDEN PİŞMAN OLUR?
Ey insan!
Her şeyi mükemmel planlayan,
Kâinatın içindeki bildiğimiz ve bilmediğimiz her şeyin,
En ince ayrıntısına kadar tasarımını yapan,
Yaratan, yöneten, düzenleyen O.
Sanıyor musunuz ki, sizde bir eksik veya yanlış yapılmış olsun?
Hayır hayır insanın eşrefi mahlukat olduğunu unutmamalısınız.
Öyle ise sizi Rabbiniz hakkında şüpheye düşüren ne?
O sizi mükemmel yarattığı halde,
Siz neden bunu ispatlayamıyorsunuz?
İspatlayamıyor mu yoksa ispatlamak mı istemiyorsunuz?
İspatlamak istemeyenler baş kaldıranlar,
Onları es geçiyorum?
Niye mi?
Rabbini es geçen, es geçilmeyi hak ettiği için!
Öyle ise gelin,
İspatlayamayan bizlerin nerede yanıldığını düşünelim.
Hadi hep birlikte tüm samimiyetimizle düşünelim.
Bu güne kadar,
Neden, ne zaman ve ne kadar pişmanlık duyduk kim bilir değil mi?
Haddini hesabını tutamayacak kadar olsa bile çekinmeyin.
Sakın pes etmeyin ve sahneden inmeyin!
Ne zaman inmeniz gerektiğine karar verecek olanın,
Siz olmadığınızı hatırlayın ve sabredin!
Hâlâ yaşıyor olduğumuza göre,
Hâlâ bir şeyleri düzeltme fırsatı veriliyor,
İdrak ettiniz mi?
Biliyor musunuz?
Allah’ın bir müjdesi var Kur’an’da?
‘Kim ki Allah’tan hakkı ile korkarsa,
Allah ona iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir!’
Anladınız mı şimdi işin sırrı nerede kardeşler?
Lütfen tüm ön yargılarınızı bir tarafa bırakın.
İnsansanız, insan olmanın rahmetini ve zahmetini göze alın.
Zahmeti rahmete çevirecek olanın Kur’an olacağını kavrayın.
Bu din zorluk çekelim diye inmedi.
Bu hayat çile çekelim diye verilmedi.
Bu aklı Allah korkusu ile kullandığınızda,
Eğer bizi şaşırtmayacağını vadeden Rahman’sa,
Bizim O’ndan ne kadar korktuğumuzu tartmamız gerekmez mi?
İşe nefsi, şeytanı, dünyayı değil de,
Allah’ı, Peygamberi ve Kuran’ı baş tacı ederek giriştiğinizde,
‘Ya Rabbi şöyle istiyorum. Çünkü…’ dediğinizde,
Kurduğunuz cümleler sizi tatmin ediyorsa,
Gönlünüz yayla gibi genişleyip,
İçerisinde bahar çiçekleri açmış gibi ferahlıyorsa,
Aklınıza hiçbir alternatif görüş gelmeden,
Evet işte bu.
Doğrusu bu.
Hakçası bu.
Aslolan bu.
Eminim bu! diyebiliyorsanız,
Siz basiretle yolunuzu bulmuş,
Ve Allah’ın yardımına nail olmuşsunuz demektir.
Fakat kafanız karmakarışık,
Gönlünüz darmadağınık,
İşleriniz sarpa sarmış durumdaysa,
Siz hakkı unutup, halkı
Siz Allah’ı unutup nefsi,
Siz ahireti unutup dünyayı tercih ettiniz,
Bu yüzden de bir türlü sükûnete eremediniz demektir.
Oysa bu din bize nasihattir.
Gelin bu günden sonra,
İçiniz neyle yatışıyorsa,
O içinize yatan şeyi, Allah’ın huzurunda da savunabilecek,
‘Evet Rabbim çok düşündüm doğrusu buydu, bencesi buydu.’
‘Dünya ve ahiretim adına buydu!’ diyebilecekseniz,
Hiç düşünmeden seçiminizi yapın.
Seçtiğinizle mutlu olmaya bakın.
Ve asla pişman olmayın!
Çünkü pişman olmak hata yapıldığının alametidir?
Eğer karar verdim sanırken, pişmanlık duyuyorsanız,
Doğru yaptım sanırken, yanıldınız demektir.
O zaman da geç olmadan,
Dönüp tam tersi bir manevrayla,
Kendinizi ateşten korumaya çalışın.
Ateş bu,
İnsana delicesine susamış olduğu anlatılıyor kitabımızda.
Eğer biri sizi,
Allah’a ve Cennet’e davet ediyorsa,
Gecikmeden Cennet yolcusu olmayı seçin.
Aldığınız kararla mutlu olun.
Azim sahibi peygamberler gibi azmedin ve kazanın.
Kendinize mutluluğu yasaklamayı seçerek,
Şeytanın oyuncağı olmayın!
Unutmayın Allah’tan korkan birine, Allah
İyice düşündüğünde,
Doğruyu bulduracaktır.
Daima doğruyu bulanlardan,
Pişman olunmayacak adımlar atanlardan,
Her iki dünyada da afiyetle yaşamayı seçenlerden olmanız,
Seçimlerinizle Allah’a yaklaşmanız,
Yaklaştıklarınızla dolu dolu eylemlere imza atıp,
Cennetin özlediği kullardan olmanız duası ile.
Amin!
Hatice Dilek Cengiz
‘Sarp Yokuş II’ Adlı Kitabından Alınmıştır.
- Published in Makalelerim
Bir Varmış bir Yokmuş!
BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ!
Hayat bir masal mı gerçekten?
İçinde iyilerin ve kötülerin, devlerin ve cücelerin, cadıların ya da meleklerin, dipsiz kuyuların, göz kamaştıran sarayların var olduğu ve odalarına hapsedildiğimiz, çağdaş yaşam iğnesinde, hep şeytanî projeleri üretenlerin laboratuarlarında özel olarak tasarlanmış “Ölene kadar uyusun” niyetiyle aşılanmış, hiç kalkmayan kollarımız, hiç tutmayan ayaklarımız ve bir türlü odaklanamayan zihnimiz, sanki Azrail’i görmeye ayarlı gözlerimiz var bizim. Habibullah’ın ifadesiyle “İnsanlar uykudadırlar ancak öldükleri zaman uyanırlar!”
Uyku dinlenmek içinse, ey Rabbim! Biz hiç yorulmadık ki!
İnsan nisyandan türeyen bir kelime ise yani unutkansa, biz seni hatırlatan vahyine hiç kulak, göz ve kalp vermedik ki!
Sen “Bir oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık” derken, biz hiç teneffüsten derse girmedik ki!
Sen “Kalemle yazmayı öğrettim” derken, biz seni, bizi eğiten olarak seçmedik ki!
Sen “Bir dil ve iki dudak verdim” derken, biz seni anlatıp sana davet etmedik ki!
Sen arıdan, kuştan, sinekten misaller verip uyarırken, biz kayadan deve çıksa, deniz yarılsa, ateş suya dönse, bıçak kesmese, çöl çağlasa zemzemle, gök gürleyerek seni ansa, “Ey yer suyunu yut. Ey gök sen de tut!” dediğin andan beri, bizi adalarına yerleştirdiğin yeryüzünde, sana hakkı ile tabi olamadık ki!
Korkular sardığında benliğimizi, duaya sığınmadık ki!
Kötü kopyaları olduk birbirimizin. Asırlar öncesinde bize sunduğun insan-kul-peygamber üçlüsünü nefislerimize sindiremedik ki!
Sen “Acıkmadan yemeyin, doymadan kalkın” derken sofradan, biz genişlemiş midelerimizi azla tatmin edemedik ki!
Sen “Harama yaklaşmayın, bataklığın etrafı bile tehlikelidir” derken, biz ayağımıza bir de taş bağlayıp düştük günah bataklığına, bir türlü çıkamadık ki!
Sen “Her duyduğunuza, her gördüğünüze, her hissettiğinize inanmayın, kulak göz ve kalp sorumlu” derken, biz haberi fasıktan dinlemekten, okumaktan vazgeçmedik ki!
Evlerimiz ölüler evine döndü. Onları Kur’ân okunan, namaz kılınan mekânlar hâline sokamadık ki!
Ne işimizde ne aşımızda ne düğünümüzde ne cenazemizde ne sevdiğimizde ne nefretimizde ne itaatimizde ne isyanımızda ne gülmemizde ne ağlamamızda ne kazanmamızda ne harcamamızda, hiçbirinde bir türlü dengeyi yakalayamadık ki!
Biliyorum tüm bu yolların, kaybolmuşlukların, boşlukların, bitmişliklerin, taşkınlıkların ve yalnızlıkların arasında, sen bizi yardımsız bırakmazsın!
Biliyorum, sen merhametlilerin en merhametlisi!
Sahipsizlerin sahibisin…
Tuzak kuranların en hayırlısısın!
Üzerimize oynanan tüm tuzaklarını boz. Tuzaklarında boğ onları. Gırtlaklarından mü’min kanı geçirmeye alışmış vampirleri, sen yerin dibine geçir, onların mallarını yok et!
İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helâk etme, bizi katından bir güçle destekle, bize indireceğin her türlü hayra muhtacız.
Biliyorum, sen bizi terk etmez ve bize darılmazsın!
Hatice Dilek Cengiz
‘Sarp Yokuş’ Adlı kitabından Alıntıdır
- Published in Makalelerim
Öfkelendiğinizde Susmak Neye Yarar?
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Öfkelendiğinizde susmak neye yarar?
Cevap: Edebinizi kuşanmaya, hadsiz konuşmaları önlemeye, tartışmamaya, incinmenizi engellemeye, düşünmeden konuşmamanıza, anlaşılmadığınız ya da dinlenmediğinizde gönlünüzün yorulmamasına, Allah’ın sabredenler listesine girmenize, kaybolan bir sünneti canlandırarak sevap kazanmanıza, seviyesiz insanların seviyesine inmemenize, sizin yerinize meleklerin cevap vermesine…
Daha ne olsun kardeşler!
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
Bir Soru Bir Cevap
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Kime neden güvenmeliyiz?
Cevap: ‘ Peygamberimiz vefa imandandır.’ buyuruyor. Öyle ise iman eden vefalıdır. Çünkü Allah’a olan ahdine vefalı olan, kullarına da vefalı olacaktır. Kimin neden hain olduğunu anlatabildim mi kardeşler!
Yaşam Koçu
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
Duygulu Olun, Duygusal Değil!
DUYGULU OLUN, DUYGUSAL DEĞİL!
Duygu; olay, insan, eşya, zaman, mekân kıskacında insanı boğan, üzen, yıpratan olmakla birlikte; diğer yandan ayaklarını yerden kesen, nefes aldıran, kanatlandıran, coşturan hisler demetidir. Her şeyde dengeye davet eden Rahmân, bu konuda da bizi duyguları muhafaza etmeye, beslemeye, ifade etmeye, dindirmeye davet ederken; abartmaya, kaptırmaya, azdırmaya izin vermediği gibi ezdirmeye, incitmeye, bastırmaya, yok saymaya da izin vermiyor.
Sevmeliyiz; O’nun sev dediklerini. Ölçüsünce sevmeliyiz. Bir gün düşman olabileceğimiz ihtimalini hiç hatırdan çıkarmadan. Ama en çok O’nu sevmeliyiz. Çünkü Allah kıskançtır. Kulunun kendinden çok hiçbir şeyi sevmesini, önemsemesini onaylamaz. Yerine kimsenin konulmasını affetmez. Çünkü insanın aklı nispetince algılayamayacağı kadar nedeni vardır. İspata da gerek yoktur. O vardır ve kudreti sınırsızdır. Varlığı ispat gerektirmeyecek kadar aşikârdır.
Korkmalıyız. En çok O’ndan. Ama azap etmesinden daha çok, rızasını kaybetmekten korkmalıyız. O azap etmez ki, hak etmeyene. Hak edene hakkını ödetmenin bir şeklidir cehennem. Bir nevi arındırma ünitesi desek, yanlış değerlendirmiş olmam diye umuyorum.
Zatından başka hiçbir şeyden korkmamayı öğrenmeli, kendimizi olgunlaştırmalıyız.
Öfkelenmeliyiz! Allah’a Rasûlü’ne, dinimize, Kitab’ımıza, düşmanımıza (Allah’ın düşmanları), kardeşimizin hakkını gasp edene fakat öfkelenmemeliyiz nefsimizi ezene, hakaret edene, üzene, zulmetmediği sürece eliyle. Yani sözlü saldırıya selam deyip geçmeli, güreşte yenen yiğit gibi şeytanın başımızı kaldırıp burnumuzu havaya dikmesin, öfke anında yumuşak başlılığımızla gücümüzü göstererek, izin vermemeliyiz.
Acıları merhem yapıp yaralarımıza sürmeli, bir delikten bir daha ısırılmamak için eğri oturmayı bilmeli, doğru eylemlerde, doğrularla beraberken başımıza gelenlere Rahmân için, Rahmân’ı yardımcı seçerek sabretmeli, elimizle işlediklerimiz yüzündense af şurubunu gece gündüz içip bir saniye bile gecikmeden amel defterimizi temizlemeliyiz. Acıtmamalıyız kimseyi ki, acıtılan hücrelerimiz, nefesimiz, sesimiz, gözyaşlarımız şahitlerimiz olarak mahkemede sunsunlar delillerini. Beraatımıza tanık olsunlar.
Heyecanlanmamalıyız elbette haddinden fazla hiçbir şey için! Ama O’nun kitabını okuyunca, Rasûlü’ne uymanın tatlı telaşını hep ciğerlerimize aldığımız hava ile dinginleştirmeli, besmeleli eylemlerimizi; şeytani ve nefsi tuzaklardan koruyup amel defterimize bir bonzai tohumu gibi ekmeli, Azrail gelip canımızı istediğinde; Allah’ın emri Rasûl’ün kavli ile almana gerek kalmadan, “Ben zaten verip Rabbimden ücretsiz aldığımı, paha biçilmez rızası için satmaya hazırdım!” deyip; belki bir yatakta, belki masa başında, belki tebliğ anında, belki direksiyon başı, belki seccade üzeri, belki Kur’ân, belki dua, belki zikir, belki cihad meydanında ama O’nun zatına verdiğimiz sözü; “Evet, sen bizim Rabbimizsin!” nidasına ihanet etmediğimizi, Rabbimize belgelediğimizi onurla sunmalıyız. Kanımız akıp soluğumuz kesilip kalbimiz durduğunda yahut kansız bir şahadetse bekleyen bizi, ardımızda kalan ve cennette kanatlarımız olmasını istediğimiz yavrularımıza düşen, güzel bir sabır, sevinç gözyaşları ve varsa sevenlerimizden vasiyetimiz; biricik bayrağımız olan tevhid bayrağımızı, elden ele hiç düşürmeden, mahşere dek taşımaya devam etmeleridir.
İşte o zaman dünyada bulunmuş olmanın, bir yer tutmanın, bir çok şey tüketmiş ama bir o kadar da üretebilmiş olmanın hazzını duyar, elimiz boş geldiğimiz şu dünyadan, amellerimiz değil Rahmânın rahmeti sayesinde göçüp giderken, gözlerimizi huzurla kapatıp ardımızdan gelenlere, Allah’ın uğrunda dökülen ne bir yaş, ne bir ter, ne bir kanı zayi etmeyeceğini müjdeleyebilenlerden olmak isteriz.
İşte yaşıyorsak bunun için yaşamalı, bu aşk için ağlamalı, bu hülya ile gülmeli, bunun için dinlenmeli, bu rüya ile uyuduğumuz yerden, tutuşturan bir iman ile kalkmalı, artık sahte zevklerin, geçici hazların, müsvette insanların, göz boyayan tuzakların, yanından hızla seğirtip geçerek; mutluluğu, kalıcı huzuru, şahsiyetli insanları etrafımıza alıp âlemlerin Rabbinin stratejik planının biricik erleri olup iman meşalesini tutuşturalım.
Bu el, bu ayak, bu göz, bu kulak, bu dil ve bu dudak bu kalple harekete geçirildiği sürece, ve bu kalp Rabbim Allah dediği sürece, duygularımı ve düşüncelerimi, sözlerimi ve eylemlerimi, gecemi ve gündüzümü, yoluna adamak için bir can, bir kan, bir mal, o an ne gerekiyorsa varım diyenlerle sıramı bekliyorum.
Çölleşen kalplerimize Rahmet yağmurlarını yağdır Rabbim. Eriyen buzulların soğuk sularında kalplerimizi dondurma, ekvator sıcağında sellere kaptırma. Bizler çer çöp olmaktan, savrulup durmaktan yorulduk. Bizi tut, bizi durult, bizi huzuruna doğru yürüt.
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu
‘Sarp Yokuş’ adlı kitabından alıntılanmıştır.
- Published in Makalelerim
Bir Soru Bir Cevap
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Sabır nedir?
Cevap: Sabır Allah’ın dilediğini dileyip, ne pahasına olursa olsun ondan geri adım atmamaktır.
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
Bir Soru Bir Cevap
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Güzel sonuç kimindir ve nasıl elde edilir?
Cevap:Son gülenler hep iyiler olacak kardeşler. Bize düşen iyi olmak, iyi kalmak. Kötülerin bizi yolumuzdan çevirmesine asla izin vermemek. Allah’ın boyası ile boyanmış bir hayat yaşayıp, bize ihsan edeceği bitimsiz güzelliklere kavuşma heyecanımızı bir ömür kaybetmemek.
Dualaşmak duası ile.
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim