Kaybolmuş Bir Sünneti Diriltmek
Kaybolmuş Bir Sünneti Diriltmek
Kardeşlerim hepimiz insan olarak değer görmek isteriz. Değerli olanın kıymetini bilmek er kişinin işidir elbet ama ben size kıymet bilinir olmayı seçin diyeceğim bu gün. Nasıl mı? Önce hepimiz ben kimim neyim ve ne olmak istiyorum desin kendine. Sonra da cevapları kulum ve iyi bir kul olmak istiyorum ise, başlasın kendinden işe. Lütfen acil ihtiyaç var duyurusu ile bu davetimi yayın! Çok ihyiyaç var kardeşler işin ehline. Hepimiz yaptığımız her işi en güzel, en özel, en özgün şekli ile yapalım ama tam yapalım lütfen! İnanın nerede ne zaman işinin ehli, işini zevkle, dürüstçe, özveri ile yapan birini görsem ta yürekten en özel Cennetleri hak etmesi için dua ediyorum gıyabında. Bayansa yüzüne söylediğim de oldu ve yüzü adeta nurlandı karşımdakinin. Belli ki kimse o güne dek takdir etmemiş hiç o kişiyi. Bu kişi bazen bir inşaat işçisi, bazen yol işçisi, bazen otobüs şoförü, bazen taksi, bazen müdür, bazen tezgahtar, bazen genç, bazen ihtiyar olabiliyor. Mesleği, cinsiyeti, gücü, konumu değil, insanlığı beni coşturan. Değil mi ki hala güzel insanlar var, umutlanıyorum gelecek adına. Haydi kardeşler şu güzel yaz gününde ağustos böcekleri eğlenedursun, biz çok özel karıncalar olup Cennete varmak için yola düzülelim. Varım diyen tüm güzel yüreklere, yürek dolusu selam olsun!
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
Kimler Azaptan Kurtulamayacak?
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Kimler azaptan kurtulamayacak?
Cevap: ‘Yaptıklarına sevinen ve yapmadıkları ile övünen insanların azaptan kurtulacağını sanma. Onlara elem dolu bir azap vardır.’ Al-i İmran Suresi 188
Ya Rahman senin hükümlerini yok sayarcasına yaşayan, kitaba göre yaşamadığı halde, kendini mümin zanneden olmaktan, sana sığınırız.Amin.
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
Bugüne Kadar Kime Ya da Kimlere İtaat Ettiniz?
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Bugüne dek kime ya da kimlere itaat ettiniz?
Cevap: “Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla.O gün kime kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve kıl kadar haksızlığa uğratılmazlar.” İsra Suresi 71.ayet Ya Rahman ilâhımız sensin, önderimizse Muhemmed A.S. Bizi birbirimize kul olmaktan koru. Amin. Oysa ne çok konuda haddi aşıyoruz ve aşmaya davet ediyoruz değil mi?
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
Unutmak mı Unutulmak mı Tercihiniz?
Unutmak mı Unutulmak mı Tercihiniz?
Unutmak zalimce bir eylemdir!
Unutulmuş olmaksa mazlumca!
Eğer unutan sizseniz,
Neyi ve kimi unuttuğunuza dikkat edin!
Ve yol yakınken geri dönmeyi bilin!
Kendi gerçeklerinden kaçması mümkün değildir insanın.
Unutulan olmaksa, bilin ki her zaman da kötü değildir.
Unutan kendinden kaçmıştır bu doğru.
Ya unutulan?
Unutulan belki de korunmuştur ne dersiniz!
Unutturan şeytan olduğuna göre neyi ve neden unutturmuştur?
İnsan adı gibi unutmadığı,
Ve unutamayacağı şeyleri sıralamalıdır akıl defterinde.
Hatırlanması gerekeni hatırlatacaklar ‘Yeter!’ dediğiniz için,
Artık yanınızda bulunamayabilir.
İşte bunun için unutmamalıdır insan,
Unutulmaması gerekenleri!
Unutmanın bencilliğine sığınmaya görsün kişi,
Yol bulup Bağdat’tan dönmesi mümkün değil!
Aksine Bağdat’a yerleşmiş demektir.
Bırakın beyniniz size olması gerekeni hatırlatsın.
Acı çekmeniz gerekiyorsa çekin, Rabbinize tevbe edin ve muhatabınızdan af dileyin!
Gittikten ve dönülmesi mümkün olmayan yere vardıktan sonra,
Hatırlamanın ve af dilemenin hiç faydası olmayacaktır bilin.
Unuttuğunuzu sandıklarınızı hatırlayın, hatırladığınızı da hatırlatın!
Çünkü unutanlar unutulacaklar der Allah.
Unutmamanız gereken ilk O elbette ve sonra diğerleri.
Sevilmesi, özlenmesi, haklarının gözetilmesi gerekenler.
Vefa imandandı hatırladınız mı?
Yoksa bunu da mı unuttunuz?
Öyle ise yazık demek düşer bize.
Kocaman bir yazık!
Küçücük bir zerrenin bile es geçilmeyeceği o günde,
Devasa ihanetlerde boğulmamak için,
Hiç değilse bu günden itibaren sadakat denizinde yüzün diyorum size.
Bana gelince;
Sukutumu kuşanıyor ve sessizce kendi limanıma demir atıyorum.
Ötelerden ‘göç vakti haberi’ gelene dek,
Orada kalıp ‘yapmam gerekenlere adanıyorum’!
Hatice Dilek Cengiz
‘Sarp Yokuş II’ adlı kitabından alıntıdır.
- Published in Makalelerim
Beyin Gıdası
BEYİN GIDASI
Kalbe kan, göze fer, dişe lokma, ciğere hava, rahime bebek nasıl şifa, ihtiyaç, ödül gibi gerekse, beyne de kendi fonksiyonuna uygun bilgi gerek. Çünkü bunun için programlanmış.
Nasıl ki bir araziyi boş bırakmak; çalı çırpı, yabani otlara terk etmek israf ise, bence müsrif; var olanı, hak ettiği şekilde tüketmeyendir. Ya da fonksiyonu dışında kullanarak zayi edendir.
Biz bu son söylediğimizi ne de çok konuda yapıyoruz değil mi? Gelin birlikte kendimizi avlayalım. İç ve dış düşmanlarımız bizi avlamadan. Ben, şeytanın ve nefsin iç düşman, şeytanlaşmış insanların ise dış düşman olduğuna inanarak, içimizde hep var olan vicdanı ayağa kaldırıp Rab için secde kıvamında bir hayat yaşadığımızda, O’nun bize vekil olarak yeteceğine inanıyorum.
Söze elden başlasak. El ne için yaratılmıştır desek komik mi olur? Peki, bebeklik çağında o minik serçenin, kendi ellerine bir yabancı cisim gibi nasıl uzun uzun baktığını, ayaklarına bir oyuncak gibi dokunup onlarla nasıl oynadığını hiç görmediniz mi? Ya büyüyünce ellerimiz ne çok görev üstlenir. Tutmak, itmek, açmak, vurmak, almak, vermek, dokunmak, sevmek vs. Bu işlemleri bir robota yaptırabilmek henüz mümkün değil, değil mi? “Robota sevgi sözcükleri yüklense de insan elinin hissettiklerini hissedebilir mi?” sorusu bile abes kaçtıysa özür dilerim, amacım biraz düşüncelerinize jimnastik yaptırmak.
Ya ayaklar… Onların işi daha zor. Yürümek, koşmak, atlamak, durmak, yol boyunca yani bir ömür yük taşımak hem de koskoca, hele asrımızda koca koca bedenlerimizi “ıh demeden” taşımak. Peki, siz alındığı, daha doğrusu piyasaya sürüldüğü andan itibaren, aynı lastikle miadını doldurup hurdaya çıkan bir tek araç üretebilecek bir firma tanıyor musunuz? Ben tanıyorum ama firma değil elbet. Rakipsiz, her türlü yaratmayı bilen, her an ayrı bir işte olan, yorulmayan, unutmayan, terk etmeyen ve darılmayan Rahmân. Elbette siz O’na ihanet etmedikçe.
Şimdi soruyorum size, hangi akla hizmet ediyor, patinaj yapıp yapıp yokuşu çıkmak için onun uzattığı çekme halatı, ki adı İslâm’a yakışmıyor, motoru yakıyorsunuz. Yoksa siz O’nu görmüyorsunuz diye, O’nun da sizi görmediğini, bilmediğini, başıboş bırakıldığınızı mı sanıyorsunuz?
Sanmadığınızı ben gayet iyi biliyorum! Çünkü ara ara kendinizi ele veriyor, hele de lastiğin patlayıp yolun bitmediği fakat sizin artık gidemeyip pes ettiğiniz anlarda, itiraf etmek zorunda kalıyorsunuz. Ben kendime zulmettim. Kendim ettim kendim buldum. Bu türkü tanıdık geldi değil mi? Ne çok yük aldık bedenimize, arabasına bile koltuk sayısından fazla adam almamaya dikkat eden bizler, midemizin almayacağı kadar yemiyor, adeta tıkınıyoruz. Gıdayı tıkıyoruz ama tabanlarımıza yük olmaktan başka bir işe yaramıyor değil mi? Çünkü biz mutlu olmak için yemeyi, eğlenmek için seyretmeyi, dinlenmek için gürültüyü kulağımızın ta içine sokacak sözde modern bir hayat sanırken, bunun için üretilmemiş olan bu beden her gün farklı bir uzvundan fire veriyor. Ağrı, sancı, korku, kaygı, öfke, takıntı… Hangi birini sayayım ki?
Oysa bir aleti aldığınızda kullanma kılavuzunu da hediye ederler değil mi? Size de edildi ama farkında mısınız? Okuyup yazmaya başladığınız yedi yaşından bu yana çok olsa da henüz kapağına bile dokunmadınız değil mi? Ya da anlamadığınız dilden okuyarak oyalanıp komşunun o aleti nasıl kullandığını, kullanım kılavuzunuz yerine ondan öğrendiğiniz gibi dini sahibi dışında herkese sordunuz, her öğrendiğinizle biraz daha haddi aşıp kitaptan uzaklaştınız değil mi? Yol yanlış, yöntem yanlış, bilgi yanlış beyler, bayanlar, gençler, saçı başı ağarmasına rağmen genç görünme yarışında biraz da komikleşenler. Artık alavereyi, dalavereyi, salıvermeyi bırakın da baş aşağı düşmeden çukura, hem gelirken hem de giderken kontrolün siz de olmadığını hatırlayıp kontrolü O’na yani Rahmân ve Rahîm Allah’a bırakın. İnanın tüy kadar hafifleyecek, bir ömür zorluklarınızda O’nu yanı başınızda, yüreğinizde hissedeceksiniz! Yetmez mi?
Hatice Dilek Cengiz
‘Sarp Yokuş’ adlı kitabından Alıntıdır.
- Published in Makalelerim
Neleri Bıraktınız?
NELERİ BIRAKTINIZ?
Bugüne kadar neleri bıraktınız geride.
Tıpkı bir yılan gibi sığamadığınız derinizi mi; elbette biz yılan değil insanız, küçülen giysilerimizi mi?
Ya da bir tırtıl gibi kozadan çıkmaya çalışırken yeni oluşmuş kanatlarınızı sürtüne sürtüne bilemeden, direnmeye, uçmaya hazırlanmadan, balıklama daldınız mı fezalara ve sonra kayboldunuz mu?
Bir tavuk bile çok özel işlemlerden geçerek yumurtlarken, ya siz bugüne kadar yumurtlamaktan farklı şeylerle mi söze daldınız? Yoksa boş teneke misali çok tıngırdayanlar mı meşgul etti zihninizi.
Issız ya da tehlikeli bir yerse yaşadığınız, yanınıza bir Ebu Bekir bulamadınızsa da kapınıza sadık bir dost, bir köpek bağladınız mı? Hiç değilse can yoldaşı olsun diye. Köpekler kadar bile sadık dostlar bulamadınız mı bugüne dek? Yanlış yerde aradığınızı anlattınız mı?
Havlandığında duyamayacak kadar derin bir uykuda bile olsanız, uyanabilmek niyeti ile yattınız mı? Yatarken niyeti kalmak olanlar kalkabilirler ancak hata yapmaktan anlamadınız mı?
Bir eşti ise geride bıraktığınız yahut çocuklar? Yıllarca sen bana ben sana yar oldum. “Sen benim özelimdin, şimdi yollarımızı ayırsak da hoşçakal” diyerek ve güzel temennilerde bulunarak; namerde muhtaç olamayacak şartları söyleyip “Ya iyilikle tutun ya da güzellikle bırakın” âyetini uyguladınız mı?
İş adamı iseniz eğer, elemanlarınızla yaptığınız toplantıyı erken bitirip onları “Siz devam edin arkadaşlar” diye bırakıp giderken, “Onlara güveniyorum. Ben olmasam da herkes üzerine düşeni yapacaktır” huzurunu hissedebilir misiniz?
Anneyseniz ya da baba, bırakıp gitmek zorunda kaldığınızda eşinizi ve çocuklarınızı, hayatlarını sizsiz de hiç değilse bir süre sükûnetle sürdürebilecek kadar bilgi ve tecrübeyi onlara sundunuz mu? Yoksa kendinize bağımlı hatta asalak denecek kadar ya da kene tipler olarak mı yetiştirdiniz?
Dünyanın sizsiz de döneceğini unutmakla kalmayıp unutturdunuz mu yoksa? Öyleyse yazık ettiniz! Sözü uzatmaya ne hacet. İşimiz, yerimiz, yükümüz, yaşımız ne olursa olsun, YOLCUYUZ ve bir gün dünya ve içindekiler, her şey geride kalacak. Öyleyse hâlâ bırakmak zorunda kalmadıysanız, bırakmaya hazırlanma zamanı var demektir. Ne güzel! Hazırlanın o hâlde!
Bırakmanız mümkün olmayan şeyleri, mümkün olan her şeyi kullanarak hazırlayın. Gözünüz arkada kalmayacak bir hayatı yaşayın!
Hatice Dilek Cengiz
‘Sarp Yokuş’ adlı kitabından alıntıdır.
- Published in Makalelerim
Öfke Balsa, Suni Bal Yemeyin!
ÖFKE BALSA, SUNİ BAL YEMEYİN!
Siz de çarçabuk öfkelenen, öfkesini zaptedemeyen ve vara yoğa söylenenlerden misiniz? Keskin bir sirke gibi yürek dağlar mısınız sürekli? Uzak kaldığınız için mi bu sertliğiniz şefkatten, anlayıştan, adaletten, hatır saymaktan? İyi de davulun sesi hoş mu geliyor uzaktan? Ashab çok mu nazlanarak yetiştirildi ki nazlanmayı bildi nazlamadan? Yoksa bütün mesele, neyi, kim için yaptığını bilmekle kalmayıp mutmain olmak mıydı sorgulamadan? Ya; “Ben çok yoruldum, sıkıldım. Duy artık beni!” kıvamında çaldırılıyorsa alarmlar çevrenizdekiler tarafından ya koca koca çamlar deviriyorsanız her gürlemenizde, evinizde eşinizin, yatakta bebeğinizin, yorganın altında çocuğunuzun, alt katta komşunuzun, iş yerinde elemanınızın başına çöküyorsa dünya, sesinizin dehşetinden.
Can pareleriniz olan yavrularınız, sizi bir vahşi panter gibi hatırlıyorsa, her şeye kükreyen. Ya sizin için gizlide gözyaşı döken anneniz, hal hatırını bile sormadığınız için arayıp telefonla da olsa, kâbuslar gören. Rüya da bile sizi arıyor gel diyorsa, özlemini rüyada bile gideremiyorsa ne denir? Soru sormaya gelen, kırk katır mı istersin, kırk satır mı istersin dercesine keskin, haşin bakışlarınızdan, korktuğu için sormaya bile çekiniyor ve bu yüzden eli ayağına dolanıp hata yapıyorsa. Aile bireyleriniz sizinle aynı odayı paylaşmamak için, kimi tv’ye, kimi internete, kimi kitaba, kimi elişine gömülüyor, göz göze gelmemek, aman bir sorun çıkarmasın diye meşgul olabilecek şey seçiyorsa. Evde fırtına kopmadan yaşanan bir sessizlik, derin bir korku kol geziyorsa, babaysanız diğer babalara, anne iseniz diğer annelere, ağabey, kayınpeder, patron her ne iseniz, alternatiflere baktığında yakınlarınızın burnunun ucu sızlıyor, gözleri şaşkınlık ve hayranlıkla bakıyor, kalpleri binlerce iğne batırılmışçasına acıyor, kanıyorsa, söyleyin bunların hesabını kim verecek? Siz değil mi? Bekleyin! Elbette onlar da beklemekteler! Mahkeme günü hızla yaklaşıyor.
Hadi kulları takmıyorsunuz, kimseden emir almaz, kimseye yaranmaya çalışmaz, kafanıza göre tıraş eder, eser, keser, biçer, doğrar, öldürür, olmadı tekme tokat girişir, doğduğuna bin pişman edersiniz, öyle mi?
Utanın insanlığınızdan, erkekseniz erkekliğinizden, kadınsanız kadınlığınızdan, evlat, gelin, işçi, patron her ne iseniz, hakkını veremediğiniz sorumluluğunuzdan utanın!
Korkun Allah’tan! Allah’ın kullarını korkutanlar, eşek gibi dövenler, pislik gibi aşağılayanlar, dilencinin bile kovulmaması gerektiğini söyleyen dininizden utanın! Evinizden, işinizden, mahallenizden, kovmaya hakkınız var mı ehlinizi?
Siz kendinizi ne sanıyorsunuz?
Bir çiğnem et, tiksinilen bir damla su, biraz kan, daha dün altı bezlenmese ortalığı kokulara boğan siz değil miydiniz? Ne o, büyüdünüz de başınız dağlara mı yetişti? Yoksa göğü mü deldi? Yumruğunuz duvarları mı yıkabildi? Emrinizle gök ve yer hizaya mı girdi?
Cebiniz, kasanız para dolsa ne yazar. Bir kurşunluk, bir urganlık, bir usturalık, dahası bir sıkımlık canınız var değil mi?
Davacılarınızın sayısı daha fazla artmadan, Peygamber dili ile “Burnunuz yere sürünsün!” Secdeye gelin. Divana durun. Kâinatın hâkiminin arzında, sesinizi kesin artık, haddinizi bilin ve susun! Kul olduğunuzu hatırlayın, ilahlık taslamayın!
Haddinizi bilmediniz madem bugüne dek, utanın da bugünden sonra fısıltı ile konuşun. Bir başınıza yapamıyorsanız eğer “Ben hastayım” deyin, tedavi olun. Hastalığa sığınıp entrikalar çevirmeyin. Tuzak kuranların en hayırlısı olan bir Rabbimiz olduğunu unutmayın. Allah’tan, nasıl korkulması gerekiyorsa öyle korkun!
İnsanın böbreği, dişi, beli, ayağı hastaysa, kendine zarar sadece. Ama kalbi ve beyni marazlı ise, hastalıklı ise, sağlıklı düşünemiyor, anormal davranışlar sergiliyorsa, bu, hem kendini hem de çevresini havaya uçurmaya hazır canlı bir bombaya dönüşmüş insan demektir. Anlayın ve tedbir alın! Ey akıllılar. Deliler arasında akıllı kalmak hiç mi hiç kolay değil.
Ey hocalar, eğitimciler, beyler, bayanlar! Eğer siz bunlardan biri iseniz ya da etrafınızda böyle birileri varsa, tedavi olun veya tedavi ettirin. İnanın son pişmanlığın fayda etmeyeceği gün, diri diri toprağa gömdüğünüz davalılarınızla sizi dirilttiğinde Rahmân olan Rabbiniz, Rabbinize hesabını veremeyeceksiniz! Deliye akıllı muamelesi yapmak, akıllıya en büyük zulümdür, bilesiniz! Haklıya hakkını vermez, deliden yana kendinize rol biçerseniz, delidir ne yaparsa yeridir dendiğinde çok geç kalmış olmamak için aklınızı delilere kiraya vermemelisiniz.
Şeytan bu, taktı mı takar, doladı mı elini belinize, kurtulmak ancak İslâm’ın ipine sarılmakla, Rahmet Peygamberi’ne tutunup şeytanın bağını çözmekle mümkündür. Dille değil, beyin ve kalple eûzü besmele çekin, “Lâ havle” diyorsanız gerçekte, güç gösterisine girmeyin ki, sizin üstünüzde Âlemlerin Rabbi var. Güç ve kuvvetin O’na ait olduğunu artık idrak edin. Evinizden çıktığınızda, minberde durduğunuzda, seccadede, Kâbe topraklarında, kurban bayramında koçu yatırdığınızda değil sadece; evde, sokakta, işte, yemekte, yatakta, tuvalette, her yerde yaşayın edeplice. Hâlâ utanmadıysanız bütün bunlardan ve ders almıyorsanız, bize susmak düşer.
Çünkü laf, dinleyene söylenir, kulağını tıkayıp kaçana, kaş göz hareketleri ile alay edene, hakkı beğenmeyene değil. Öyleyse siz bilmiyorsanız, bari biz haddimizi bilip “Edep ya hu!” diyelim ve söze bir son verelim. Edep ya hu!
Hatice Dilek Cengiz
‘Sarp Yokuş’ adlı kitabından alıntıdır.
- Published in Makalelerim
Düşün Ama Neyi?
DÜŞÜN AMA NEYİ?
Kız ya da erkek arkadaşını, almak istediğin spor ayakkabıyı yahut jean’i değil,
Katılmak istediğin konseri, hayallerini süsleyen telefonları veya laptopları değil,
Düşün diyeni, önce Rabbini ve Peygamber’ini düşün!
Nereden gelip nereye gittiğini? Git bir Kur’ân al kitapevinden, otur ve başla nüzul sırası ile okumaya. Hadis oku. Gez Mekke, Medine sokaklarında. Kimi sahabiye yemeğe git, kimine yatılı misafir ol, gör evlerini, eşlerini, çocuklarını. Hz. Muhammed’in ardında safta durmadıysan da İbrahim makamında safta durmak için ilk turistik seyahatin Kâbe’ye olsun. Zaten Kâbe’nin Rabbinden davet var, O’nu evinde ziyaret etmeyecek misin? Ancak niyetin ibadet etmek olsun, gezmek, alışveriş yapmak değil.
Hayallerini, dünyalıklar değil cennetliklerle komşu, arkadaş olmak, tahtlara kurulmak ve en önemlisi Rabbin cemalini görmek süslesin!
Öyleyse haydi! Ey genç kardeşim! Haydi, silkin, gaflet tozlarını dök, sesimi duy, önünü gör ve ardında kalan her şeyi unut. Rabbe koşan bir er ol!
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
Geçmişinizle Barışın
GEÇMİŞİNİZLE BARIŞIN
İnsan ne de çabuk ve ne de çok pişmanlık duyabiliyor değil mi? Hayat ne de hızlı akıyor. İnsanlar, şartlar, siz nasıl da değişiyorsunuz? Ve evren kurulduğu günden bugüne ne çok değişim geçirdi biz gibi.
Ne ahlar, ne vaylar, ne vahlar çıktı bugüne dek ağzımızdan semaya. Ve biz nasıl da etimizle, kemiğimizle piştik hayat kazanında. Dertlerimiz bizi kavurdu, rengimiz attı bu kesin. Ama ağardık mı karardık mı orası meçhul desem bana gücenir misiniz? Pişerken etimize işlediyse acı, kıvama gelmeye başladık demektir. Ağaç bile sıcağa soğuğa farklı tepkiler verirken, biz toprağın üstünde aynı kalamazdık değil mi? Ya köklerimiz bir çim kadar kolay sökülen cinsten mi? Yoksa asırlık çınar gibi derinlere kollarını uzatıp sımsıkı bir ilişkide mi? Vefakâr dostu ile sürekli has bir alış verişte mi YÜREĞİNİZ?
Harımız arttıkça, acımızın arttığını düşünmek ne kadar gerçekçi. Bir eliyle kazanın altına odun atan, bir eliyle yarasına tuz basmaya çalışırken, var gücü ile bağıran biz miyiz?
Yanan kim? Yakan kim? Yanmak için yeni yeni yollar bulup tuzaklara düşen kim? Düşüren kim? Yolu bulup eli bulup yola gelmemekte direnirken, bir yandan da yol yöntemden bahsedip yolcuyu yolda bırakacak olmasına rağmen, yola çıkanlarla yol tutan kim?
Gelin her şeyden ve herkesten geçin, tevbe edin. Önce O (Rahmân) affetsin diye yakarın O’na. Affedilmenin sonsuz rahmeti sizi şefkatle sarsın. İçinizde hissedin. Ovalar gibi düzleşsin tümsekleriniz. Söğütler gibi eğilsin başınız öne, kışın karda açan kardelenler kadar nurlansın elleriniz. Emen bir bebeğin annesinin sütüne kavuştuğu andaki kadar, ılık ılık rahmet aksın damarlarınızdan. Meltem essin içinizde, düşüncelerinizdeki tüm tereddütlerin alnını secdeye değdirsin. Güneş gibi aydınlık bir yüzle, narçiçekleri açsın kararmış kalbinizin hüzün bahçesinde. Ve kuşlar size aynı yolun yolcusu olduğunu hatırlatsın, yücelsin gök katlarına âminleriniz.
Ve her ihtiyaç duyduğunuzda, tıklayacak bir rahmet kapınız olduğunu unutturmasın size yüzü kapkara kesilenler. Siz yönelin O’na, O sizi sevsin. Beslesin, büyütsün, olgunlaştırsın. Ve sonunda zaten kavuşacağınız, O’na sunacağınız salih amelleriniz arasında, büyük günahlarınız, büyük pişmanlıklarınız, büyük acılarınızdan daha büyük tevbe edişleriniz, yürek yangınlarınızı söndüren gözyaşı ırmağınız, kara bulutları dağıtan rahmet rüzgârlarınız çöp misali sizi hep üzen tüm anılarınızı hatırladıkça, çıkarttığım dersler başlığında topladığınız bilgileriniz, tecrübeleriniz, benzeri durumları yaşayacaklara tavsiyeleriniz dışındakileri atın gitsin. Siz siz olun bugünden sonra çöplükten beslenmeyin. Çöpleri eşeleyip pis kokudan rahatsız olmamak için, tevbe ateşinde onları topluca yakın, olmadı yanmayanlar varsa, es-Settâr’dan yardım dileyin, gömün onları. Yaşanmamış sayın, yolunuza derin bir teslimiyetle düştüğünüz yerden kalkarak devam edin. Her hatırınıza geldiğinde, ihlâsla tevbe ederek şeytanın hilesini hayra çevirin.
O hedefi aşmış kullarına müjde verirken af kapısında beklemeyin, beklemenize gerek kalmayacak bir hızla hesabınızı vermeye hazırlanın. Kendinize eziyet etmeyin. Yürekten bir yönelişle hep Allah deyin, her daim O’na yönelin ve sükûnete erin.
Hatice Dilek Cengiz
‘Sarp Yokuş’ adlı kitabından Alıntıdır
- Published in Makalelerim
Bu Gün O Gün Olsaydı
BU GÜN O GÜN OLSAYDI!
Evet bu gün o gün olsaydı ne yapardınız?
Ya da ne yapmazdınız?
Bu günü diğerlerinden farklı kılmak için, bu güne dek yaptınız?
Ne yaptıysanız yaptınız aslında.
Bence önemli olan ne yapmadığınız?
Öyle ya, bu güne kadar neler yapmadık ki?
Korkulası, acınası, üzülünesi, unutulası, kahredilesi işler mi bunlar?
Yoksa sevinilesi, onur duyulası,
Mutlu olunası, coşulası, hatırlanılası işler miydi?
Eğer hatırladıklarınız içinizi ezdi ise,
Gelin sizinle koyu bir sohbete dalalım.
Dipsiz kuyularda gibi davranmanın anlamsızlığının anlamını kavrayıp,
Sarılalım sımsıkı birbirimize,
Tutalım ve kaldıralım!
Ve sonra ışıkları yakalım kardeşler.
Farz edelim ki dünya evine yeni girdik.
Karanlıktan çıkmanın tek yolunun,
Aydınlığın tuşuna basmakta olduğunu anlayalım,
Anlatalım, bıkmadan usanmadan anlatalım.
Elbette dinlemek isteyene kardeşler.
Zorbalık bizim nemize gerek.
Biz biz olalım dilimizin döndüğünce uyaralım.
Hani belki dinleyen, belki anlayan, belki anlamak isteyen olur diye.
‘Yok eğer;’Ne münasebet ben hiç pişman olacak iş yapmadım!’ diyebiliyorsanız,
Sizi gıpta ile anıp, herkese anlatalım.
Ve ‘Bunu nasıl başardığınızı bir gün sizden dinleyelim!’ diyeceğim kardeşler.
Fakat biliyor musunuz?
Pek inandırıcı gelmedi desem bana kırılmazsınız değil mi?
Hani daha önce de söylediğim gibi, ben dostum kardeşler.
Dostun dostuna faydası olabilsin diye,
Gelin biz bu dünyada, birbirimizi ‘gerçek dost’ seçelim.
Gerçek dost yalnız kendini düşünmez,
En az kendi kadar dostunu da düşünür.
Hatta dostunu, kendine önceler kardeşler.
Öyle ucuzlatmaya yahut indirime gidilmemeli böylesi kavramlarda,
Bunlar çok önemli gerçekler.
Laf değil icraat ister.
Canı cana katmak ve Canana öylece varmak için,
Terk etmeden ve darılmadan,
Küsmeden ve nefsi için kızmadan,
Onun her daim yanı başında olmak, bunun için azami gayret etmek ister.
Öyle uzak ta bir köy var tarzında, dost olunmaz!
Dostluk vefa ister, ter ister, yürek ister kardeşler.
Her şeyi yapın demeyeceğim, hakçasını yapın!
Ama lütfen siz siz olun,
Dostluğun da içini boşaltmayın kardeşler.
İçi boşaltılacak bir şey varsa o da; düşmanlık, ihanet, zulüm bohçamız olsun.
Gelin bundan böyle, ne gelin, ne de güvey olun kardeşler!
Bu düğün bizi ecele götürür.
Götürdüğü yerde de bırakır.
Sonra oracıkta, yapayalnız kalıveririz kardeşler.
Bu günden sonra düşmanı dosttan ayırt etmeyi bilelim,
Baltayı kime ve ne zaman indirdiğimize dikkat edelim.
Biraz olsun insafa gelip, ürpermeyi bilelim!
Gerçek dosta yol almakta olduğumuz şu dünyadan,
Olması gerektiği gibi göçmenin şifrelerini birlikte çözelim.
Her gün başlı başına bir değer aslında.
Üstelik kuyruksuz, diplomasız, emeksiz.
Bize bedavadan sunulmuş, binlerce değer varken hayatımızda,
Görmedim ,duymadım, bilmiyorum diyen hayvancağızı,
Taklit etmeyelim.
Bu masal eskidi kardeşler!
Modası geçeli çok oldu.
Artık modası geçmeyecek olanı seçip,
Ebediyete göçerken giyeceğimiz kefenin sıradanlığını bari hatırlayıp, kendimize gelelim.
Ve aklımızı başımıza devşirelim!
Bizler nasıl oluyor da, bize verilen onca değeri,
Bu kadar kolayca harcayıveriyoruz.
Sahi harcadığımız kim ve ne ki?
Biz ve hayat mı?
Hayatta bizi bize getiren,
Bize bizi sevdiren,
Bizden bizi kurtaran kimler ve neler desem, neleri sayabilirsiniz ki?
Allah ve İslam değil mi kardeşler?
Hadi bu kez de ‘Yok canım sen de!’ dediğinizi varsayalım.
Biraz da bunun üzerinde duralım ve konuşalım kardeşler.
Milyonda bir olasılıkta verseniz haklılığıma,
Sizden biraz zaman istiyorum.
Diyelim ki ölümü yok saydınız ya da yokmuşçasına yaşadınız.
Ölüm treni gelmeyecek ve bizi alıp götürmeyecek mi gerçekten?
Kaçış var mı yani?
Yok deseniz de demeseniz de artık ben söze giriyor,
‘Var kardeşler var!
Ölüm var!
Ama kaçış yok!’ demek istiyorum.
Sözünüzü suni falan değil, inanın hakiki balla kesiyorum.
Gayemse bir parmak bal çalıp ağzınıza gitmek olmadı hiç, bu güne dek.
Varsam varım dedim, yoksam yokum!
Bunu bu kadar net söylemesini istedim herkesin de daima.
Hem de bizzat yüzüme.
Kendimizi ya da birilerini kandırmaya ne hacet ki kardeşler?
Kanmak ta istemeyiz, kandırmakta, kandırılmakta.
Zaten kandıranın kendini kandıracağı Kuran’la sabit değil mi?
Öyle ise gelin başımızı ellerimizin arasına alalım,
Ve düşünelim , düşünelim , düşünelim kardeşler.
Öldükten sonra, hala neleri yapmış olmayı isterdik?
Öldükten sonra, kimden ya da kimlerden kaçmak isterdik?
Öldükten sonra, nerede yaşamak isterdik?
Öldükten sonra, kimi ya da kimleri görmek bile istemezdik?
Öldükten sonra, geriye gönderilsek, geridekilere en çok ne söylemek isterdik?
Öldükten sonra, geridekilere ne bırakmak isterdik?
Öldükten sonra, nasıl anılmak isterdik?
Öldükten sonra, kiminle ya da kimlerle aynı yerde olmak isterdik?
Öldükten sonra, ya rütbemizin ne olmasını isterdik?
Öldükten sonra, neleri, neden, ne için yok etmek isterdik?
Öldükten sonra, ilk ne söylemek isterdik?
Öldükten sonra değil kardeşler!
Bütün bunları ölmeden önce düşünmezsek eğer,
Yanmışız, mahvolmuşuz, bitmişiz demektir aslında.
Sizce de öyle değil mi?
Ölmeden öleceğini bilip ona uygun hareket etmeli.
Yoksa biliyor olmanın ne anlamı var ki?
Hatice Dilek Cengiz
‘Sarp Yokuş II’ adlı kitabından alıntıdır
- Published in Makalelerim