İnsan Sarrafı Olmak İster misiniz?

İnsan Sarrafı Olmak İster misiniz?

İnsanı tanımak ve onunla olması gereken sınırları belirlemek ve artık hata yapıp yıkılmak istemiyor musunuz?
Size Kuran’ı gereği gibi okumayı tavsiye ediyorum!
Neden mi?

Çünkü Kur’an bir kişisel gelişim kitabı değildir ki yap boz tahtası gibi sizi farklı farklı doğrulara yöneltsin!

Çünkü Kur’an bir insan sözü değildir ki sadece bir asra ,bir kesime , bir kültüre hitap etsin ve eksikleri olsun!

Çünkü Kur’an bir felsefe kitabı ya da bilim kurgu senaryosu değildir ki sizi ucu açık fikirlerin ortasında kararsız ve başıboş bıraksın!

Çünkü Kur’an bir bilim kitabı değildir ki, dünden farklı bir bilgiye ulaşıldığında: ‘bilim de son nokta veya henüz nedeni bilinmeyen bir sebeple ‘gibi acziyetini itiraf etmek zorunda kalarak bize ancak insani ve sınırlı bir bilgi sunsun!

Çünkü Kur’an
Bir masal , hikaye yahut roman değildir ki! Anlatılanların bir kısmı hayal bir kısmı kurgu, bir kısmı gerçek olsun!

Çünkü Kur’an bir ekonomi kitabı değildir ki! Sizin dünya hayatınızı abad etmeye soyunsun!

Çünkü Kur’an bir münzevi yahut guru kitabı, yahut eski bir kitabe değildir ki!
Sizi yalnızca ötelerle yahut hayatın gerçeklerinden kopuk mistik düşünce kalıplarıyla yorsun!

Sözü daha fazla uzatmaya gerek duymadan arife tarif gerekmez deyip,
Artık siz siz olun;
Karşılarına melekler, ölüler ve hatta her şeyi dikip konuştursak ‘ onlar yine inanmazlar!’ denilen TAŞ’ larla uğraşmaktan kurtulun!

Niye mi?
Onlar sapmış ve saptırmaya adanmış şeytanın kulu olmuşlar da ondan!

Niye mi?
Cehaletleri paçalarından akarken ve ahirete gereği gibi inanmazlarken iki dünyalı bizleri aydınlatamazlar, çünkü kendileri henüz ışığı bulamamışlar da ondan!

İlmi Allah’tan almayan ve kendisini öldüğünde yok olacak sanandan daha ahmak kim olabilir Kardeşler!

Öyle ise haydi!
Kur’anla insan sarrafı olmaya var mısınız?
Varım diyenler ‘ varım’ desinler!
Diğerleri mi ?
Onlar önce Kuran’la dirilsinler !
Doğrusu biliyorum ki sözlerimi ölüler işitmezler!…

Hatice Dilek CENGİZ

Unutmak mı Unutulmak mı Tercihiniz?

Unutmak mı Unutulmak mı Tercihiniz?

Unutmak zalimce bir eylemdir!

Unutulmuş olmaksa mazlumca!

Eğer unutan sizseniz,

Neyi ve kimi unuttuğunuza dikkat edin!

Ve yol yakınken geri dönmeyi bilin!

 

Kendi gerçeklerinden kaçması mümkün değildir insanın.

Unutulan olmaksa, bilin ki her zaman da kötü değildir.

Unutan kendinden kaçmıştır bu doğru.

Ya unutulan?

Unutulan belki de korunmuştur ne dersiniz!

 

Unutturan şeytan olduğuna göre neyi ve neden unutturmuştur?

İnsan adı gibi unutmadığı,

Ve unutamayacağı şeyleri sıralamalıdır akıl defterinde.

Hatırlanması gerekeni hatırlatacaklar ‘Yeter!’ dediğiniz için,

Artık yanınızda bulunamayabilir.

 

İşte bunun için unutmamalıdır insan,

Unutulmaması gerekenleri!

Unutmanın bencilliğine sığınmaya görsün kişi,

Yol bulup Bağdat’tan dönmesi mümkün değil!

Aksine Bağdat’a yerleşmiş demektir.

 

Bırakın beyniniz size olması gerekeni hatırlatsın.

Acı çekmeniz gerekiyorsa çekin, Rabbinize tevbe edin ve muhatabınızdan af dileyin!

Gittikten ve dönülmesi mümkün olmayan yere vardıktan sonra,

Hatırlamanın ve af dilemenin hiç faydası olmayacaktır bilin.

Unuttuğunuzu sandıklarınızı hatırlayın, hatırladığınızı da hatırlatın!

 

Çünkü unutanlar unutulacaklar der Allah.

Unutmamanız gereken ilk O elbette ve sonra diğerleri.

Sevilmesi, özlenmesi, haklarının gözetilmesi gerekenler.

Vefa imandandı hatırladınız mı?

Yoksa bunu da mı unuttunuz?

 

Öyle ise yazık demek düşer bize.

Kocaman bir yazık!

Küçücük bir zerrenin bile es geçilmeyeceği o günde,

Devasa ihanetlerde boğulmamak için,

Hiç değilse bu günden itibaren sadakat denizinde yüzün diyorum size.

Bana gelince;

Sukutumu kuşanıyor ve sessizce kendi limanıma demir atıyorum.

Ötelerden ‘göç vakti haberi’ gelene dek,

Orada kalıp ‘yapmam gerekenlere adanıyorum’!

Hatice Dilek CENGİZ

‘Sarp Yokuş 2’ adlı kitabından alıntıdır.

Farkımızı Fark Ettirmek

FARKIMIZI FARK ETTİRMENİN ZAMANI!

Gelin hep birlikte farkın ne olduğu üzerine düşünelim.

Fark dediğimiz şey ayrıntılar değil mi?

Peki ya ayrıntılar ne öyle ise?

Ayrıntıları belirleyen, belirleten, belirlenmesin de rehberlik eden ne?

Siz yorulmayın ben söyleyeyim.

Farkımız inancımız olmalı kardeşler.

Ayrıntılar mı?

Tüm davranışlarımız!

Tarzımız, tavrımız, duruşumuz, bakışımız, gülüşümüz, sevişimiz, seçişimiz.

Okuyuşumuz, öğrenişimiz, anlatışımız, anlayışımız, anlamlandırışımız.

Algımız, fikrimiz, zikrimiz, hedefimiz, niyetimiz, ilkelerimiz.

Bu liste uzar gider değil mi?

Peki biz bu liste de sıralanan veya sıralanmasına bile gerek olmayan kaç konuda,

Farkımızı ortaya koyduk, koyabildik, koymak için direndik, bu güne dek.

Sahi sabrın aslında ‘hakta direnmek’ olduğunu bildik mi?

Yoksa vur başına al lokmasını ağzından tarzında dalaverelere kandık,

Ve kendimizle birlikte,

Bize inanan çok kişiyi de yaktık mı?

Hiç düşünmeden, aldırmadan, korkmadan.

En son ne zaman,

Size sunulan kötü bir teklife, hayır dediniz?

En son ne zaman,

Bilinçli bir tercihte bulunup, işte olması gereken bu dediniz?

En son ne zaman,

Birinci derecede sorumluluğunuz olan konuları, birilerine devretmeden yük aldınız?

En son ne zaman,

İnsanlıktan nasibi olmayanlarla olan ilişkinizde, siz haktan yana tavır alıp kazandınız?

En son ne zaman,

En yakınlarınızı, mutluluktan uçurdunuz?

En son ne zaman,

Arkanızda kimsecikler olmasada, pes etmediniz?

En son ne zaman,

Hile veya rüşvet teklif edildiği halde, reddettiniz?

En son ne zaman,

Herkes susarken, siz hakkı olması gerektiğince, tebliğ ettiniz?

En son ne zaman,

Rabbinize tüm kalbinizi samimiyetle açıp, tüm geçmişinize tevbe ettiniz?

En son ne zaman,

Bir mazlumun mağduriyetini gidermenin zevkini, iliklerinize kadar hissettiniz?

En son ne zaman,

Güvenin, vefanın, şefkatin kuruyup çatlamış toprağına, su verdiniz?

En son ne zaman,

Önce ben demeyip onu, sevdiklerinizi öncelediğinizi, uykusuz kalarak belgelediniz?

En son ne zaman,

Bildiğiniz konuda konuşmaktan korkmayıp, hüccet gösterdiniz?

En son ne zaman,

İslam’ın izzeti adına, en doğrusuna, ve en güzeline, ‘Rabbim beni muvaffak kıl!’ dediniz?

En son ne zaman,

Üzerinizdeki nimetlerin hesabını düşünüp, titrediniz?

En son ne zaman,

Ağlarken gülebilip ‘buyur kardeş derdin ne?’ diyebildiniz?

En son ne zaman,

Allah’tan başka güç olmadığını tüm benliğinizde hissedip, iman tazelediniz?

En son ne zaman,

Kendinize ‘artık çocuk olmadığını anla ve büyü’, dediniz?

En son ne zaman,

Hayatı veren adına yaşamanız gerektiği bilinciyle, gereksiz yüklerinizi, indirdiniz?

En son ne zaman,

Kapasitenizi tam kullanma kararı alıp, mazeretleri defterinizden sildiniz?

En son ne zaman,

Yüzünüze bakıp, karalıklarına makyaj yapmak yerine temizlemeyi, tercih ettiniz?

En son ne zaman,

Sizi gerçekten seven ve değer verenlere gereken değeri verdiğinizi, gösterdiniz?

En son ne zaman,

Canlı cansız her şeyin size şahit olduğu farkındalığını kuşanıp, ürperdiniz?

En son ne zaman,

Ümidi, emeği, yemeği olmayan bir yoksuna, Rabbin size olan ihsanını, ikram ettiniz?

En son ne zaman,

En zor anınızda bile şikayet etmeyerek,O’ndan razı olarak, O’nu razı etmeyi, seçtiniz.

En son ne zaman,

Bir kır çiçeğine dokundunuz ve kokladınız?

En son ne zaman,

Bir karıncaya yol verip, selamlaştınız?

En son ne zaman,

Bir ölüye temas edip, vedalaştınız?

En son ne zaman bir hastayı ziyaret edip, acısını unutturdunuz?

En son ne zaman,

Nerede yanlış yaptım diyerek başınıza gelenlerdeki hikmeti aradınız?

En son ne zaman,

Alıcı gözle kendinize bakıp, ‘ben bu benden razı mıyım?’ sorusunu sordunuz?

En son ne zaman,

Çelik çomak değil, hayat memat meselesi olan konuları masaya yatırdınız?

Peki sonuçta ne oldu?

Farklı bir hayata ‘merhaba!’ diyebildiniz mi?

Eğer diyebildiyseniz,’ size selam olsun!’

Değilse, bilin ki yok kimseden farkınız!

Hatice Dilek CENGİZ

“Sarp Yokuş 2 “adlı kitabından alıntıdır

Yaşamak

YAŞAMAK!

İnadına değil.

İsyan ederek hiç değil.

Yılgınca, bitkince ve umarsızca da değil.

Masumca, asilce, zarafetle yaşamak.

Tüm hoyrat, ruhsuz, gaddar insancıklara,

Hain, zalim, kâfirlere aldırmadan,

Engellere, kaygılara, korkulara rağmen,

Sancılara, ağrılara, ateşlere kendini bırakmadan,

‘Geçecek, bitecek fakat sen tükenmeyeceksin tamam mı?’ diyerek her an kendine,

‘Tükenmek senin işin değil!’ demeyi bilecek kadar sağlam duracaksın.

Dimdik ve onurluca,

Hataların girdabında boğulmayı değil,

Tecrübelerin okyanusuna yelken açmayı bilerek,

Varsın tufan kopmasın tüm kötülükleri gömmek için,

Sen içinde ki tüm kötülük tohumlarını gömebilmelisin,

Bitmesine bile fırsat vermeden yürek toprağında.

Çünkü senin mayan Cennet toprağından.

Sen oraya aitsin ve oraya dönmelisin.

Bu dünya ya cezalandırılmak için geldiğini sananlara kanma.

Aksine ödüllendirilmek için geldin.

Ve öz vatanına dönüş yolunu bulabilmek senin elinde.

Gönderen bunu senin başarabileceğini biliyor,

Mesele senin bunu bilmen ve gayret göstermen.

Önce Rabbine, sonra kendine, sonra da herkese göstermen gerek.

‘Kalk! Oturma! Ve bir dakika bile boş durma ne olur!

Sesin çıkmıyorsa kaleminle,

Gözün görmüyorsa gönlünle ilet, iletmek istediklerini.

Sen göklere niyetini aç!

O muhakkak kıymet görecek.

Sen tertemiz ol!

Yeni doğmuş bir bebek kadar masum kal!

Ve buram buram Cennet kok!

Cennet kokabilmek için yapman gerekenleri bul ve kuşan!

Elinin erebildiğinden,

Gücün yetebildiğinden mesulsün unutma!

Sadece minik bir yavru kadar masum ol ve masum kal yeter ki.

Ve elinden geleni yaparak bekle.

Ölümüne bekle!

Ölüme değin bekle!

Senin için takdir edilen seni bulacaktır.

Senin için verilen karar haktır.

Sen hakka teslim olduktan sonra,

Yardım er ya da geç gelecektir.

Yeter ki sen yılma!

O var ya,

Bil ki senin tüm ihtiyaçlarını biliyor,

Senin tüm taleplerini, hasretlerini her şeyi ama emin ol her şeyini biliyor.

Sen Rahat ol!

Seni sevdi ki yarattı.

Ve nimetlendirmeye devam ediyor değil mi?

Tut kulluğun ucundan.

Yapış!

Ayrılma!

Düşersen yanarsın.

Kanarsan aldanır,

Aldanırsan mahvolursun.

Ne mahvolmak, ne mahvetmek için buradasın.

Senin görevin bu değil.

Sen bozmak değil, yapmak için gönderildin.

Öyle ise hadi başla!

Yapbozunun adı Dünya.

Yap ama sakın bozma!

Ve sakın oynama!

Oynamamalısın artık.

Oynamayacak kadar büyüdün değil mi?

Dünya da oynamayanlarla Cennette oynayabilmek için.

Kalk ve yaşa!

Bismillahla başladığın işleri,

İnşallahla destekler,

Elhamdülillahla sonlandırabilirsen,

Ne mutlu sana!

Çünkü Rabbinin huzuruna,

‘Görev başarı ile tamamlandı ! diyerek gelebilecek,

Cennetle müjdelenebileceksin.

Lütfen inan bana!

 Hatice Dilek CENGİZ

‘Sarp Yokuş 2 ‘ adlı eserinden alıntıdır

Duamız Olmasa!

DUAMIZ OLMASA!

Biz bittik Rabbim!

Küllerimizi hangi nehre savururlardı,

Yangınımızı hangi buz söndürürdü,

Odumuzdaki közde bizi kim bulur,

Gözümüzde ki yaşın menşeini kim bilir,

Sıkışan göğsümüzü kim açar,

Daralıp bir iğne deliğine giren dünyamıza kim sığar,

Zonklayan beynimizin koordinatlarını kim çözer,

Kırılan kanatlarımıza kim merhem sürer,

Dönen başımızı kim tutar,

Ağaran saçımızı kim okşar,

Titreyen elimizden kim kavrar,

Dermansız bedenimizin koluna kim girer,

Kararan içimize gökkuşağı renklerini kim sunar,

Terk edildik sandığımızda bizi bağrına kim basar,

Çaresizliklerimizde çözümleri aklımıza kim devşirir,

Unutmuş ve yanılmışlıklarımıza rağmen bizi kim hatırlar,

Eremediklerimizi kim verir,

Göremediklerimizi kim fark ettirir,

İşitemediklerimizi iliklerimize kadar kim hissettirir,

Hıçkırıklara boğulduktan sonra bile kim güldürür,

Düşünemediklerimizi bile gönlümüze kim düşürür,

Üşüyüp büzüştüğümüzde kim nuruyla ısıtırdı Rabbim sen olmasan!

Andolsun ki yalnız sen!

 

Canım yoluna kurban olsun ki Rabbim!

Biz seni andıkça, biz sana yakardıkça, biz senle seni buldukça kendimizi sever,

Önümüzü görür, yolumuzu bulur, adımızı anılır bulduk.

Çünkü biz, yalnız sen dilediğin için var olmaya devam ediyoruz.

Sen bizi dilemesen, sen bize izin vermesen, ve sen bizi sevmesen,

Biz çer çöpe döneriz Rabbim!

 

Biz bizi yakarız, biz bizi katlederiz, biz bizi mahvederiz Rabbim!

Bizim bizi bizce sana anlatmamıza bile ihtiyaç yok!

Ama biz ancak anlatınca, ancak anlaşılınca, ancak anlamlı olanı tadınca,

Kendimize anlam yükleyebiliyoruz.

Biz bir hiçtik bizi var ettin.

Biz kaybetmek üzereyken, bizi uçurumun eteğinden çektin.

Bizi seçilmişler, elenmişler, kovulmuşlar arasında bırakmaman için,

Sana seçilmiş sözlerle, ispatlanmış delillerle, mükemmel amellerle,

Peygamberimiz ve omuzlarımızda ki şahit meleklerimizle geldiğimizde,

Bizi rahmetinle ele, mağfiretinle bele, Cennetine müyesser eyle istiyoruz.

Çünkü Rabbim her dilden , her lehçeden, her kültürden kardeşlerimle birlikte,

Sana kulca sesleniyoruz.

Biz seni çok sevmek için, sevmeyi bize öğretmeni istiyoruz.

Sen öğretirsen biz öğrenebiliriz.

Öğret bize Rabbim!

Zatını sevmeyi, zatın için sevilmeyi, zatın adına sevmeyi.

Amin!

Hatice Dilek CENGİZ

“Sarp Yokuş 2” adlı kitabından Alıntıdır.

Değişmek Elinizde!

ULVİ DUYGULARI YAŞAMAK VE YAŞATMAK DEĞİL MİYDİ GÖREVİMİZ?

Biliyorum hiç kolay değil diyeceksiniz?

Kolay olmaması yaşanamazlığını göstermez değil mi?

Ne o korktunuz ve kaçtınız mı?

Sahi sesim geliyor mu?

Duymak bile istemediklerinizi söyleyebilirim.

Söylediklerim size ağırda gelse, yine de sabırla okumanızı isterim.

Olur ya belki bir daha vakit bulamayabilirim.

Gitme vakti…

Belki hemen şimdi söylenmesi gereklidir.

Ertelememeliyim!

Şimdi lütfen tüm kalbinizle, kısa bir süre kulak verin anlatacaklarıma.

Yüceler yücesi Rabbimiz bizi ne de güzel yaratmış değil mi?

 

Kalitenizi düşüreni de,

Bildiğini bile bilmezden geleni de,

Bilse bile değişmemekte direneni de,

Bildiklerinin üstünden birdir bir oynar gibi atlayanı da,

Gittiği halde izini kaybettirmemek için direneni de,

Varlığını bile isteye yüzde yüz hissettirmeyeni de.

Sevdiğini söyleyip ihanet edeni de,

Sevmediğini söyleyip,sevdiğini gözlerinde okutanı da,

Sevilmemek için elinden geleni ardına koymayıp, hala sevilmediğinden sızlananı da,

Sevgisini ispatlamaya çalışırken,

Kah öyle kah böyle davranarak, kendi için de çelişkiler yaşayanı da,

Güvenilmediğini bile bile sırf acıtmak için, ‘Buradayım, gitmiyorum!’ diye ayak direteni de,

Sevmediği halde gönlünü eğlemek isterken, kazdığı çukura düşeni de,

Düşüncesizce davrandığı halde, ağır bedel ödemeye gelince şok olanı da,

Düşünmediği ve kıymet bilmediği için, kaybettikten sonra ah vah edeni de,

Sırra kadem basıp, sessizce ortalıktan yok olanı da,

Girdiği her yerde çok iyi şov yaptığı halde ,

Yalnızlığıyla bir yandan acındırıp, bir yandan övüneni de,

Ağır görünüp, hafifliğini ustalıkla gizleyeni de,

Karakteri oturmadığı halde yağıp gürleyip ,mangal da kül bırakmayanı da,

Çok okuyup,çok anlatıp, iş yaşamaya geldiğindeyse, bir güzel kendi avukatlığına soyunanı da,

Yaşanmışlıklara inat, yaşanmamışçasına davranarak kendini avutanı da,

Her an, hemen hemen her konu da tutarsız davranarak,

Eziyet etmek konusunda, üstün madalyayı hak edecek hale geleni de,

İş ciddiye bindiğin de, ceketini alıp toz olmaya hazırlanırken,

‘Zaten ben gidecektim, ısrar ettiğin için kaldım!’ diyeni de,

Sırf bağlanmış olmaktan ve sorumluluk almaktan korktuğu için,

Benliğine ve fıtratına savaş açanı da,

Yaşarken öldüğünü ifade etmek için, kendini kütüğe benzeteni de,

Hayatın anlamını keşfedememişken daha,

Keşfettiği dünyalıkların avuntusuyla kendini kandıranı da,

Mutlu olmanın sınırsız yaşamaktan geçtiğini sanarak,

Her söylediği lafla, kendi kafasını yarmaya aday olanı da,

Sert çıkanı, laçkalaşanı, alayla karışık cambazlık yapanı da,

Kimler yok ki şu hayatta…

Fakat gelin biz biraz kendimizi tartalım,

Kendimizle bir yuvarlak masa toplantısı yapalım.

Fakat artık yuvarlak cümleler kurmayı bir kenara bırakıp,

Aksine çok köşeli gerçekleri akıl hanemize yerleştirip,

Dosdoğru bir dünya için güzel bir temel atalım.

Belki o zaman attığımız bu temeller, bizi kıyamete dek taşıyabilir ne dersiniz?

Biliyorum bu güne dek;

Her seferinde sakalına kanıp dedeniz sanmanın aldatılmışlığıyla, yığılıp kaldığınız da oldu,

Sadece bencilce kendini düşünenleri gördükçe,

Nefesinizi tuttuğunuz ve yutkunmakta bile zorlandığınız da oldu.

Onca hürmete hoyratça karşılık gördüğünüzde ,

Ayakta kalmaya çalışmanıza rağmen, başınızın hızla döndüğü de,

Halden anlayanın ve doğruyu konuşanın kalmadığını gördükçe,

‘Bu dünyadan göçene dek sabretmeliyim’ demeye çalıştığınızda.

Sırtınız da hep bir kambur varmışçasına,

Sürekli siz de kusur bulanları fark ettiğiniz de,

Aceleyle oldu bittiye getirilip, ne halin varsa gör dercesine,

Gecenin bir vakti bir durakta,

Yahut gündüzün bir vakti bir oda da,

O anda oracıkta bırakılı veriliyor olmanın acısını,

Yüreğinizin en derinin de tattığınız da,

Ve geceye katran, gündüze zift dökecek acıları, heybenizde özenle saklayıp,

İlahi adaleti metanetle beklediğiniz o demleri, birbirine eklediğiniz de,

Yokla var arası yaşamının amansız sancılarını,

Bir çok gün doğumu veya gece yarısında Rabbinize sunuşunuz da,

Kaybetmemek için kazanmayı seçmenin sorumluluğunu,

En derin kaygılarınıza ensar etmek için, çok gayret etiğinizi de.

Unuttum sandıklarınızın bile,

Bir ses, bir söz sonrası, aniden beyninize sökün etmesini engelleyemediğinizi de,

Artık yeter, artık bitir, artık kurtul demek içinse,

Kendinizle sürekli mücadele ettiğinizi de,

Biliyorum kardeşler.

Niye mi?

Bunlar insan gerçeğinin yansımaları da ondan.

Ve ben gerçek bir dünyada, gerçek bir kimlikle yaşadığıma göre,

İnanın hiç zor olmadı tüm bunları bilmem ya da hissetmem.

Ben de sizler gibi bir insan olduğuma göre…

 

Peki böyle mi olmalıydı?

Böyle olmasa olmaz mıydı?

Böyle olmamasını en azından bu günden sonrasında sağlamak için ne yapmalıydı?

Güzel sorular bence!

Eğer sizce de öyle ise

Gelin bu kez de bizden öncekilere,

Ta gerilere seyahat edelim hep birlikte.

Bakalım onlar nerde ne yapmışlar ?

Neyi nasıl başarmışlar?

 

Bir; inanmışlar ve inandıkları din uğrunda her türlü zahmete katlanmışlar.

İki; anlatmışlar, anlatırken yumuşakça, nezaketle,

Fakat eğmeden bükmeden ,eklemeden, çıkarmadan,

Tam da olması gerektiği gibi, ne nasılsa öyle anlatmışlar!

Üç; İnandıkları gibi yaşarken, gerekirse terk etmiş, gerekirse göçmüş, gerekirse ölmüşler.

Aslında ölüm denemez onlarınkine değil mi?

Aslında ölümü öldürmüşler.

Haydi gelin biz de nefislerimizi öldürmeyi seçmek yerine,

Nefsi marazlarımızı bir bir tespit edelim.

Sonra her bir tespite söz hakkı verip, derdini dinleyelim.

Ardındansa ağlayan bir bebek misali onu sütümüzle besleyip, gönlünü hoş edelim.

Anne bu adı üstünde,yavrusuna eziyet etmez ya,

Biz de kendi nefsimizi eğitiyorum derken, ağlatıp inletmeyelim.

Şu kısacık dünya da sevmenin, bilmenin, güvenmenin, tanımanın hakkını layıkıyla verelim.

Yol yakınken kendimize dönüp, Rabbimizin bizden istediği doğrultuda,

Yeni yepyeni bir düzen kurmayı bilelim.

Değişmek yalnız bizim elimizde,

Değişirsiniz elbette.

Bir şartla,

Sadece değişmeyi gerçekten istemeniz ve artık yeni bir şeyler yapmayı seçmeniz gerekmekte.

 

Değişimi istemeyenlere gelince?

Onlara ise son sözüm şu!

Onlar ‘taş!’ olduklarını söyleyedursunlar.

Biz taşların bile taş olmadığını bilenler olarak, canlandığınız anı bekler ve size dua ederiz.

Çünkü öyle taşlar vardır ki içerisinden sular fışkırır!

Öyleleri vardır ki yuvarlandığında, Allah’tan korkar hale gelir ve aklını başına alır.

Kim bilir bu zaman,

Belki yarın, belki yarından da yakındır.

Öyle ise ölmedik candan ümit kesmemeliyiz kardeşler,

Sizce de öyle ise eğer,

Dua müminin silahıdır diyor ya Peygamber!

Yüreğimizi delenlerin yüreklerini, dualarımızla yumuşat ya Rabbi!

Kimimizin hıncını kimimize tattıracağını söyleyen Sen,

Bize birbirimizin hıncını tattırma ya Rabbi!

Amin!

Hatice Dilek CENGİZ

“Sarp Yokuş 2 “adlı eserinden Alıntıdır.

Has Kullar

Has Kullar
307- Cinlerin asla gaybı bilemeyeceğini bilir. Bu nedenlede cinlerle iletişime geçtiğini ve haber aldığını iddia edenlere itibar etmez. Falcı, medyum, kahin gibi insanlardan bu tür gayba dair bilgi sormanın batıl bir iş olduğunu bilir. Eğlence, magazin, şakalaşma ve sair göstermeye çalışan insanları açıkça uyarır. Kendisi de her ne sebeple olursa olsun bu ve benzeri işleri meşru, sıradan, basit gören insanlarla aynı ortamı paylaşmaz. Yanında bu tür batıl işlerin yapılmasına izin vermez.
308- Dua ederken ne istediğini, niye istediğini, nasıl istemediğini, neyi istememesi gerektiğini, nasıl istememesi gerektiğini bilir. Haddi aşan ya da düşünmeden yapılan dualardan kaçınır. Bazı insanların dua ederken bile kimden istediğine ve ne istediğine dikkat etmediği için, yaşadığı acı olaylara bizzat şahit olmuştur. Bu bilinçte onu duasında dengeli, doğru ve hayırlı olanı istemeye sevkeder. Musibet anında sabrı ve nimet anında şükrü kuşanır. Başına gelen sıkıntılara sabretmediğinde, Rabbinden nimet istemeye de yüzünün olamayacağını bilir. Sabır ve şükür onun için bir terazinin iki kefesi gibidir. Bolca nimete, refaha, dinginliğe ulaşmak istiyorsa; buna denk hastalık, sıkıntı ve kaosa azimli, ihlaslı, basiretli davranışlarla ulaşılabileceğinin farkındadır. Zirvelere sarp yokuşları tırmanmayı başarmakla, rahmete zahmeti göğüslemekle, Allah’a daima O’na rağbet etmekle kavuşulacağının şuurundadır.
309- Şeytanın insanoğluna açtığı savaşta kazanmasının sebebinin, insanların ahiret bilincinin olmayışından ya da zayıf oluşundan kaynaklandığının idrakindedir. Ahireti, hesabı, şeytanın Allah’tan talebini bilen kulların, elbette şeytanın tuzaklarınıda fark edebileceğini Rabbi ona öğretmiştir. Şeytanın insana gireceği tek kapının ŞÜPHE kapısı olduğunu, şüphe duyan her insanın SORGULAYACAĞINI ve nihayetinde İNKAR edeceğini, oysa İMAN ederse Rabbinin tüm hükümlerine gönülden TESLİM olacağını, bu teslimiyetinde kişiyi KURTULUŞA ulaştıracağını bilir. Şeytanın hiçbir zorlayıcı gücü olmadığı halde, insanı parmağında oynatmasının nedeninin; ona UYMAK ve verdiği VESVESELERİ, yani ZANLARI doğru saymaktan geçtiğini gayet iyi anlamış, hatta zaman zaman tecrübe etmiştir. Rabbine karşı gelen şeytana karşı gelerek ancak Allah’ın taraftarı olabileceğini, şeytanın isyanına karşılık, onun imanının Rabbine vefasını belgeleyeceğinin şuuru, onu daima uyanık ve dikkatli kılar.
Hatice Dilek CENGİZ

Has Kullar

Has Kullar
304- Rabbine karşı gelmekten sakınır. Alemlerin Rabbine pervasızca karşı gelen insanların arasında yaşarken, onlar gibi olmamak, Rabbine olan sadakatini muhafaza etmek için, bilinçli hareket eder. Doğruyu bilmek istemeyen, bilmeyede uğraşmayan insanlar gibi, kendini kandırmayı seçmez. Sıradan bir insandan bile çekinip, haline, duruşuna, sözüne dikkat eden bu insanların, Alemlerin Rabbine karşı umarsızlıklarını görünce nutku tutulur. Ne babanın evladı adına, ne de evladın babası adına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinir. Aynı aile fertlerinin sonlarının aynı olmayabileceğini bilmek, onu rehavet içinde olmaktan uzak tutar. Güzel bir akıbeti ailesi ve sevdikleri ile yaşayabilmek için, örnek alınacak bir yaşam tarzını istikrarla korur, hal dili ile her an tebliğini yapar. İsteyene anlatır. Sorulunca söyler. Farklı bulunmaktan, eleştirilmekten, yargılanmaktan, dışlanmaktan, boykot uygulanıp yalnız bırakılmaktan, tehditlerden korkmaz. Hak bildiği hiçbir kararından geri adım atmaz. Dünya hayatının albenisine kapılmaz. Şeytanın ve ona kanmaya hazır nefsinin, ‘Allah nasıl olsa affeder’ diyerek yaptırmaya kalktığı tüm batıl işlerden, imanının verdiği ihlasla kaçar.
305- Gaybı bilenin yalnız Allah olduğunun şuuruyla; Kıyâmet saati, yahut gelecek, yahut rahimlerde olup biten, yahut iklimler ve hava durumu hakkında kim ne derse desin, bu ve benzeri konularda kati bilginin Allah’ın ilminde olduğunu, diğerlerininse Allah’ın izin verdiği kadarına vakıf olabileceklerini bilir. Hiç kimsenin gelecek hakkında ya da başına geleceklerle ilgili söylediği safsatalara itibar etmez. İnsanın ve kainatın sonunun ne zaman, nasıl, ne şekilde olacağını ayetlerin anlattığının dışında kimsenin bilemeyeceğini bilir. Bu da onu Rabbine çok daha sıkı bağlar. Tüm kontrolün Rabbinin elinde olduğunu bilmek ona hem emniyet hem de haşyet hissettirir. Lüzumsuz konuşan, felaket tellallığı yapan, kendilerine apuk supuk güç atfeden kişi, kurum, toplum yahut toplulukların hezeyanlarına ise güler geçer.
306- Dünya üzerinde Allah’ın ayetlerini hükümsüz bırakmak için uğraşan nicelerinin olduğunu bilir. Bu haddini bilmez, sınır tanımaz, zalim, asi ve inançsızlarla her kulvarda mücadelesini verir. Rabbinin arzında Rabbine meydan okuyanların fütursuzluğunu, farklı platformlarda gözler önüne serer. Aktif, uyanık, azimli, iradeli ve cesur adımlar atacak liyakate, ilme ve beden gücüne sahip olmak için, temposu yüksek bir hayat yaşar. Ne de olsa hayat onun için mücahede yani mücadele demektir. Elbette Rabbi ve Rabbinin dini adına.
Hatice Dilek CENGİZ

Has Kullar

Has Kullar
301- İnkar edenlerin inkarına üzülmez. Bunun Rahmani bir tavsiye olduğunu bilir. Üzüntünün pek çok fizyolojik ve psikolojik hastalıkların kaynağı olduğunu bilmek onu, bedensel yahut nefsi hastalıklara yakalanmama konusunda şuurlu kılar. Üzülmenin kişinin kendi kendini yiyip bitirmesinden başka bir işe yaramayacağının idrakiyle, boş işlerin tümünden yüz çevirdiği gibi boş duygu
ve düşüncelerin de esiri olmayıp, içe kapanmaktan, toplumdan soyutlanmaktan, karamsarlık tuzağına düşüp herşeyden el etek çekmekten kendini korumayı başarır. İçini bilen Rabbine içini her döktüğünde içi aydınlanır. Toplumdan değil kaçmak aksine aralarına girip, yangından insan kurtarmaya çalışan bir itfayeci mantığı ile bu olmazsa şu, o olmazsa öteki demekten vazgeçez. Ümit onun yaka cebinde değil kalbinde capcanlı karanfili olduğu için, dışarıda ne kadar kötü kokarsa koksun, o kalbindeki kokuyla yola devam edecek motivasyonu hep zirvede tutabilir.
302- ‘Bunca insan mı hesaba çekilecek?’ ‘Sıra bana ne zaman gelecek?’ vs gibi aklı hafif insanların akıldışı söylemlerine cevabı Kuran ile şöyle verir. ‘Sizin hepinizin yaratılması veya diriltilmesi tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi kadar kolaydır Rabbiniz için!’ Bu tip soruları ancak Rabbinin her şeyi gören ve bilen olduğunun şuurunda olmayan insanlarca sorulacağının da farkındadır.
303- Denizlerde tonlarca ağırlıktaki gemilerin yüzüyor olmasının bile Allah’ın varlığının delili olduğunun farkındadır. Sabrı ve şükrü kuşanmak isteyenlerin ibret alacak çok şey bulabileceğinin bilinci ile nankörlüğün her türünden ve nankörlerden uzaklaşır. Sıradan insanların her başları sıkıştığında dini tamamen Allah’a has kılarak O’na yalvardıklarını, Allah onları selamete eriştirincede yüz çevirip tekrar müşrikçe yaşamaya devam ettiklerini görür. Ancak kurtulanlardan az bir kısmının orta yolu tutarak Rablerinin rızasına uygun yaşadıklarını gözlemler. İnkar edenlerinse, bile bile inkar edip, hainlikten vazgeçmediklerinin şuurundadır.
Hatice Dilek CENGİZ

Has Kullar

Has Kullar
298- Evlatlarına şirkin büyük bir zulüm olduğunu öğretir. Anne babasına saygı ve hürmette kusur etmemeye gayret eder. Anne ve babası bile olsa, eğer onu şirk koşmaya zorlarlarsa, onlara itaat etmemesi gerektiğini bilir. Onlarla dünya işlerinde iyi geçinir. Allah’a yönelenlerin yoluna uyar. Sonuçta herkesin Allah’ın huzuruna toplanacağını, her yapılanın kayda alındığını bilmek, onu bilinçli adımlar atmaya sevkeder. Yaptığı büyük ya da küçük her şeyin huzurda hesabının verileceğinin idrakiyle, ibadetlerini ihmal etmez. Bulunduğu her yerde iyiliği emredip, kötülüğü engellemeye çalışır. Başına gelenlere ise sabreder. Azimli bir şekilde hayat mücadelesini sürdürürken, alçakgönüllü, doğal ve yumuşak olup, ‘karekterli insan’ olmayı başarır. Hiçbir zaman bağırıp çağıran, gösteriş yapan, taşkınlık yapan, telaşlı, kaba saba bir duruş sergilemez. Aksine bulunduğu yerlerde; olgun, kendinden emin ve olumlu bir etki bırakır.
299- İnsanların çoğunluğunun sorgulamaksızın atalarının izlerinde yürüdüğünü ve buna sıkı sıkıya bağlı olduklarını görür. Bu hal bile insanlığın hataları neden sürekli tekrarladıklarını anlamasına yeter. Kimilerinin hatalı bile olsa sorgulamaksızın bu gidişata dur demek isteyenlere nasıl amansız düşman olduğunu gördükçe, Rabbinin ‘ya ataları doğruyu bilmiyor yahut yaşamıyorlardıysa?’ sorusu aklına gelir. Bütün bu senaryoyu yazan ve vizyona koyanınsa şeytan olduğunun farkındadır. Ne hazin ki şeytanı yok sayanların, şeytanın yönetmenlik yaptığı dünya ölçeğinde işlevsellik gösteren bu capcanlı filminde, baş aktörler şeytanın varlığını bile kabulde zorlananların ta kendileridir. Yığınlarınsa, sürü psikolojisi ile, yeter ki ‘modern hayat’ denilen ve her coğrafya da yerli işbirlikçileri eliyle oynanan bu sahnede, küçükte olsa bir role talip oluşlarını içi sızlayarak izler. İzledikleri onu sadece kime, ne zaman,
nasıl yaklaşması, anlatması, uyarması gerektiği konusunda biliçlendirir. İnsan olarak insanlığın kendini topyekün intihara sürükleyişine, azabı hakedecek bir hayatı umarsızca geçirip kaybetmelerine duyarsız kalmaz. Bıkmadan, usanmadan, pes etmeden anlatır, anlatır, anlatır. Ne de olsa sahile vuran deniz analarından kaç tanesini suya kavuşturursa kurtulacaklarının farkındadır. Su islamdır ona göre. İslamas hayatın, afiyetin, selametin ta kendisi. Sahildeki deniz anaları ise, islamaızlıktan can çekişenler elbette.
300- Eğer bir insan, iyi davranışlar sergileyerek kendini tümüyle Rabbine adarsa, işte onun tutunduğu bu kulpun, asla kopmayacağını bilir. Modern insanın kimliksizleşmesinin en temel sebebinin güven kaybı yahut eksikliği olduğunun farkındadır. Oysa inancın insanın içini kuşatan bir ordu gibi, iç benliğe güç, kuvvet, kudret, emniyet hissettirdiğinin canlı şahidi, bizzat kendisidir. Yapacağı hiç bir iyiliğin kaybolmayıp değerlendirileceğini bilmek, onu daha çok iyilik yapmaya iter. Oysa Allah için yapılmayan iyiliklerin nasılda hunharca hiçe sayıldığına, hem yaşadıklarıyla hem de duyduğu, gördüğü ve dinlediği pek çok insanın gerçek yaşam öyküleri sayesinde tecrübe etmiştir. Bu nedenle ‘iyiliğin karşılığı yalnızca iyilik olacak’ diyerek çıkar yola. Ve iyi olmaya azami gayret edip, iyi olmak isteyip bir yol bir yöntem bulamamışlara, bir dost eli uzatıp, yol ve yöntem öğretmeyi kendine görev bilir.
Hatice Dilek CENGİZ