Güzel İnsanlara Selam Olsun!

GÜZEL İNSANLARA SELAM OLSUN!

Güzel kim ki?

Kime güzel denir ki?

Boylu poslu, esmer, kumral yahut sarışın diyecek kadar,

Basit ölçek kullananlar,

Lütfen okumaktan vazgeçsin bu satırları.

Benim sözüm güzelden anlayana diyorum.

Astardan ya da metreden dem vurana değil!

Eğer kalıpla iş bitseydi,

Allah ağzı iyi laf yapan münafıklara,

Hurma kütüğü demezdi.

Hadi gelin biz insanca insanlığa prim verelim.

Sahi nasıl birinci sınıf insan olunur sizce?

Biraz kafa yoralım mı ne dersiniz?

En azından birinci sınıf olmaya adanarak değil mi?

Güzel insanlar daima güzel sinyal yayar kardeşler etrafa.

Ne tedirgin ederler,

Ne tehdit.

Ne surat asarlar,

Ne kabalaşırlar.

Ne kaktüs gibi batar,

Ne kabak çiçeği gibi yersiz açarlar.

Ne lafı çok uzatır,

Ne de asırlık boşluklar verircesine susarlar.

Ne ihtiyaçtan bile kısar,

Ne israfa kaçarlar.

Sözleri hep gönül alıcıdır,

Gönül çalıcı değil,

Gönül yakıcı veya yıkıcı hiç değil!

Bakmak içinizi ferahlatır,

Konuşmak yüreğinizi rahatlatır,

Anlatmak içinizi boşaltır,

Pişman olmazsınız ona geldiğinize,

Üzülmezsiniz onunla görüştüğünüzde,

Korkmazsınız sizi terk ettiğinde.

Gitmesi bile zahmet değil rahmettir.

Hele gelişi bir bayram muştusu hissettirir, tüm benliğinizde.

Derdiniz derdi, sevinciniz sevincidir.

İçtendir ama asla içten pazarlıklı değil.

Size bağlıdır ama asla bağımlı değil.

Sever ama severken boğmaz.

Özler ama özlemi size yük olmasına neden olmaz.

Kaybolduğunuzda merak etse de,

Kaybolmak istediğiniz de, sizi size bırakacak kadar saygılıdır.

Her an burnunuzun dibinde olmayarak sizi bıktırmadığı gibi,

Sevgisini sorgulatacak kadar da uzakta kalmaz.

Zamansız ‘uzaklaşmak zorundaydım!’ gibi sebeplerle, sizi ağlatmaz.

İstediğinizde mutlaka verir eğer varsa,

Veremediğinde şüphe duyurmaz.

Kalbiniz kalbindeymiş gibi atabilir,

Yüreğinden yüreğinize köprü kurabilir.

Onu heyecanlandıran sizi de heyecanlandırabiliyordur.

Bir bakış, bir duruşundan çözülebilen,

Söyledikleri önemsenmeden edilemeyendir.

Gerekirse sizi sabırla beklese de,

Sizi asla bekletmemeye azami gayret sarf edendir.

Her düştüğünüzde kaldırmak için,

Ya sağınızda, ya solunuzda, ya da ardınızdadır.

Asla önünüzde olmaz!

Çünkü bırakıp gitmeyecek kadar vefalıdır.

Güzel insandır işte adı üstünde.

Güzel olmayan yanları söylendiğinde bile,

Güzelliği belli olup,

Tevazusunu gösterebilen,

Özrünü dileyen,

Tevbesini eden,

Burnu hiç bir zaman Kaf dağına çıkmayandır.

Hayat bu masal değil ki!

Hiçbirimiz de prens ya da prenses de değiliz.

Apaçık gerçekler bu kadar bizi kuşatmışken,

Ve güzele hasret isek hep birlikte,

Hem güzeli tanımalı, hem güzele değer vermeli, hem güzelleşmeyi bilmeliyiz.

Tanımazsak yazık,

Değer vermezsek zulüm,

Güzelleşmezsek kimseye değil,

En çok ta kendimize yazık etmiş oluruz değil mi?

Öyle ise yarışma başladı kardeşler!

Haydi güzelleşmek için yaraşır bir gayret sarf etmeye.

Kötüler Truva atıyla içimize girdiler biliyorum.

İçimizi dışımıza çıkarırcasına kusmak pahasına,

Tüm kötülerden tiksindiğimi net ifade etmek istiyorum!

Ve Rahman olan Rabbimden,

Kim kötü adına,

Kötülük adına,

Ve kötülerden yana,

Nerede ve nasıl  tuzaklar kuruyorsa,

Başlarına geçmesi için,

Hepinizden acil dua istiyorum.

Zalimler için yaşasın Cehennem!

İyiler içinse iyi ki varsın ey Cennet diyorum.

 

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

“Sarp Yokuş II” adlı kitabından alıntıdır.

Hiçbir Şey Küçük Değil

HİÇBİR ŞEY KÜÇÜK DEĞİL!

Bir gülüş kime ve neye güldüğümüzle alakalı olarak,

Hayra veya şerre neden olabilir.

Bir bakış,

Bir söz,

Bir duruş,

Bir ifade,

Bir nida,

Bir eylem,

Bir söylem,

Bir katılım,

Bir uzak kalış,

Bir gidiş,

Bir dönüş,

Bir varış,

Bir vuslat,

Bir ayrılış,

Bir acele ediş,

Bir erteleyiş,

Bir mühür vuruş,

Bir imza atış,

Bir coşku,

Bir tiksiniş,

Bir ağlayış,

Bir dua,

Bir beddua…

Ya Cennetimiz

Ya Cehennemimiz olabilir!

Değil mi ki zerrelerimiz tartılacak,

Değil mi ki her anımızla kayıttayız,

Değil mi ki insan

‘Bu kitaba ne oluyor ki büyük küçük her şeyi kayda almış’ deyip şaşıracak,

Bizi şaşan, şaşıran, şaşırtanlardan değil,

Uman ve umduğuna nail olanlardan,

‘Ben zaten sana kavuşacağımı biliyordum!’ izzetini kuşananlardan eyle Rabbim.

Bizi bize daima sobelet,

Çoğunluğun saklambaç sandığı hayatımız bitene dek.

Çünkü:

Andolsun ki hayat bir oyun değil Rabbim.

Canı gönülden kabul edip ve iman ettiğime şahit ol istiyorum.

Çoğu zaman ben bana yetemezken,

Yetemediğim her an da yardımını diliyorum Rabbim!

Amin.

 

Eğer!

Kendinize gelmeniz uzun sürüyorsa,

Kendinizden,

Yani özünüzden,

Yani gerçek sizden, çok uzaklara gitmişsiniz demektir.

En kısa ve kestirme yoldan, lütfen hemen geriye dönün!

Kendinizi buldunuz mu?

Eğer buldunuzsa ona siz bari çok kızmayın.

Sevin onu,

Sarın onu,

Anlatın ona,

Ve anlayın kimseye anlatamadıklarını.

Sonra onunla birlikte dönün Rabbinize.

Yolda düştüğünüzde taşlar acıtsa da dizlerinizi,

Yoruldukça düşüp kalkmanın insaniliğini hatırlayıp,

Kardeşleriniz meleklerin kanatlarına yapışın,

Önden giden iyilerin izlerinden sakın ha bir adım bile sapmayın.

Koyun kitabı beyin ekranınıza.

Koordinatlara sımsıkı sadık kalın.

Yüreğiniz üşüdüğünde de,

Sıcaktan bunaldığınız da da,

Acıkıp susadığınızda da,

Usanç duygunuzda da,

Cehennemin dehşeti yanında ne ki,

Ya Cennetin tarifsiz güzellikleri ile kıyasla hiç sayılır deyip,

En önemlisiyse;

Sana varmak,

Seni görmek,

Seninle konuşabilmek için,

Bir ömür bekledim ben Rabbim!

Diyebilmenin onuruyla,

Sadece,

Evet başka hiç bir sebep aramadan,

Sadece bunun için ‘dayanın!’

 

Göz açılalı çok oldu değil mi?

Öyle ise kapanması an meselesi,

Uyanın!

 

Gülümsetin!

Eğer bir ömür gülümsemek istiyorsanız hayatta, gülümsetin!

Gülümsetecek,

Mutlu edecek,

Sevindirecek,

Coşturacak,

Rahatlatacak,

Ferahlatacak,

Dinlendirecek,

Eğlendirecek,

Geliştirecek,

Değiştirecek,

Yetiştirecek,

Kazandıracak,

İşler yapın ki

Yolun sonu Felah Cennetlerine çıksın!

Bağırmayın,

Kızmayın,

Kızdırmayın,

Surat asmayın,

Ezmeyin,

Üzmeyin,

Germeyin,

Aşağılamayın,

Alaya almayın,

Dövmeyin,

Sövmeyin,

Kovmayın,

Yürek yormayın ki,

Yolun sonu Gayya ya çıkmasın!

 

İkincilerden değil birincilerden olmanın yollarına gelince:

İman edin,

Sabredin,

Azmedin,

Akıllı,

Anlayışlı,

Sevecen,

Saygılı,

Duygulu,

Onurlu,

Edepli,

Samimi,

Cömert,

Tatlı dilli,

Sempatik,

Empatik olmak için gayret edin!

 

Değilse…

Arsız,

Yüzsüz,

Densiz,

Saygısız,

Umarsız,

Tembel,

Pis,

Hain,

Zalim,

Gafil,

Fasık,

Kafir öyle çok ki,

İnanın bir yenisine ihtiyacı yok dünyanın!

 

Öyle ise,

Biz biz olup kendimizi,

Yakınlarımızı,

Korumak ve kollamak için,

Elimizden ne geliyorsa yapalım!

Rahman kimseye kaldıramayacağını yüklemez kardeşler.

Haydi kalkın ve uyarın!

Dağların kaldıramayacağını kaldırabilir olduğumuzu ise asla unutmayın!

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam koçu-Gıda Müh.-Yazar

“Sarp Yokuş II” adlı kitabından alıntıdır.

En Kârlı İş

EN KÂRLI İŞ

Tüccar olmak mı, sanatçı olmak mı, futbolcu olmak mı ya da borsa, döviz, at yarışı oynamak mı? Daha benim bilmediğim ya da önemsemediğim pek çok şeyle uzar bu liste, değil mi? Haydi, sizinle başa dönelim. Hani şu anne karnından baş aşağı geldiğiniz ana. Ne altınızdan haberiniz var ne de üstünüzden. Ne sormaktan ne de söylemekten. Elendiniz, belendiniz, ninnilerle büyüdünüz. Bir koşuşturmaca başladı, yedi yaşına geldiniz. Okullu oldunuz. Allah sizi yaratmış olmasına rağmen henüz size rol biçmezken, bir sürü sorumluluğunuz oldu. Bilmeli, okumalı, yazmalı, çalışmalı ve pekiyi almalıydınız.

Günler, aylar derken yıllar geçti. “Koskoca adamsın” denilen yıllara geldiniz. Bazen sevildiniz, bazen üzüldünüz, bazen başardınız, bazen havada uçtunuz, bazen yıkıldınız. Çok da sorun değil. “Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım” diyerek avundunuz. Öyle ya koca koca adamlardı bunu size normal gösterenler, “Hayat bu her şey mümkün, takılma” diyenler sardı etrafınızı. Ve artık yaşlandınız. Yataklarda bile rahat yatamaz, bazen kendi yemeğinizi hazırlayamaz oldunuz. Telefonlarınız çalmaz, hâliniz hatırınız sorulmaz, kapınız zaten açılmaz oldu. Evlatlar mı? Zaten gelmez oldu onlar da. Çünkü “Paylaşacak bir şeyimiz yok seninle!” sözleri çınladı kulaklarınızda evlat ve torunlarınızın.

Ağladınız, ağladınız, ağladınız… Ve ne kazandığınızı sormak ve sizi bir kez daha ağlatmak istediğimiz için sormuyorum.

Böyle mi olmalıydı? Siz bunun için mi geldiniz? Hiç merak etmediniz mi “Ben niye buradayım” diye? Sevgili anne-babalar! Mutfağınıza, büronuza, bahçenize, arabanıza biri bir emanet bıraksa, sahibini arayıp bulmaz mısınız? Yoksa her bulduğunuz şeyi sahiplenenlerden misiniz? Belki hak verirsiniz!

Ya sen ey genç! Hadi onlar aldırmadı, anlamadı, düşünmedi. Hadi cahildiler, ya sen, uzayı, çıkan son teknoloji telefonu, bir ünlünün son albümünü bile merak etmekte, kendini haklı, bilgili hatta süper bulmakta iken, hiç mi takmadın kafana? “Ben kimim ve bu hâl neyin nesi? Yetiş ey varlık muhasebesi!” demiş şair hani bir zamanlar. Sözüm sana, dinlemek ister misin bilmem ama bir parça düşünsene.

Yetişmelisin çünkü hesap kapanabilir her an. Hani bankada işin vardır, mutlaka o gün, o an işin yapılmalıdır ama soğuk bir ses “Vezne kapandı” der ya. Öyleyse vezne kapanmadan yetişmen gerek. Dünyanın en kârlı işi kulluk, en iyi yönetici Rahmân. Çünkü merhametlilerin en merhametlisi. Her anın kâra dönüşebiliyor. Hem bire bir değil, bire kaç kâr edeceğinin bile ölçüsü yok. Tek beklenen samimiyet. Hem sadece mezara kadar sürmeyen, ebediyete kadar uzanan, bitmez tükenmez bir servet. Akıllı ol, işini bil, yolunu çiz. İşini, aşını, eşini dikkatle seç. Öyleyse işinde, aşında, eşinde rızayı, ilahî rızayı seç, kurtul!

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

Duygu Dilinin Güzelliğini Keşfedin

DUYGU DİLİNİN GÜZELLİĞİNİ KEŞFEDİN!

Kardeşlerim!

Duygular insanidir ve kişiye özeldir.

Anlık gelişir.

O an oracıkta hissedilir.

Eğer o hissettiğinizi oracıkta söylemeniz doğru ise, yani meşru ise gecikmeden söyleyiniz.

Geciktiğinizde çok geç kalmış ya da anlamsızlaşmış olabilir bilesiniz.

 

Oysa bize bu güne dek, hep içimizde tutmak öğütlendi.

Hayır öyle değil, ısrarla söylüyorum ki öyle değil!

Lütfen siz siz olun bu günden tezi yok,

Duygularınıza izin verin, artık konuşsunlar.

Bırakın bülbül kesilmişçesine şakısınlar.

Göreceksiniz!

Ne kadar hoş olduğunu keşfettiğinizde,

Zaten artık siz de susmayacak, susamayacaksınız.

Yazık değil mi bunca yıldır içinizde sakladıklarınıza.

Hem söylersem kaybederim zannettiğiniz pek çok anda,

Aslında kazanırsınız,

Hatta kaybettim sandıklarınızı bile kazanabilirsiniz, bilmenizi isterim.

Tabi ki bu söylediklerim, aç tavuklara buğday ambarına davet edildiği hissi vermesin.

Onlar aç kalmayı hak ettikleri için aç kalmışlarsa,

Yahut kıymet bilmedikleri içinse,

Kırk yıl onlara ‘Kudüs’ yasaklanmış olabilir!

Eh bir ömürde kırk yıl hiçte az değil değil mi?

Kim bilir belki de bir ömür böyle yasaklı bitebilir.

Bazı şeyler oyuna gelmez.

Dal bu kırıldı mı, eşya olmadığı için tamir edilmez.

Seneye bahara gelense, giden değildir değil mi?

Öyle ise kardeşler,bir şeylerin elinizde iken kıymeti bilinmeli.

Kör öldükten sonra ‘badem gözlüm’ dediğinizi duymaz kardeşler.

Mesele birbirimizi diri diri toprağa gömmemek,

Öldürmekle tehdit etmemek,

Öldüresiye öfke duymamak değil mi?

İnanın değmez!

Ahireti kaybettirecek bir öfkenin kime ne faydası olabilir ki?

Sonuçta can taşıyoruz.

Canı, sahibine rağmen sahiplenmek, kimsenin haddi değil!

Öyle ise hep birlikte haddimizi bilmeliyiz,

Bildirileceği günü beklememeliyiz kardeşler!

 

Oysa duygular samimiyetin, öz benliğin, yüreğin sesi ise önem kazanır.

Pis aklın merkezi olmuş bir kalpten süzülenler,

Asla kimseyi hoşnut etmediği gibi,

İticiliğinizi arttırmakla kalmayıp,

İnandırıcılığınız da hep tartışılacak bilesiniz.

 

Bir kere baştan şunu bilmenizi isterim.

Soruyorum size;

İnsanlara teşekkür etmeyi bilmeyen Allah’a eder mi?

Hayır diyor Peygamber!

Peki Allah’ı razı etmek konusunda gitgeller yaşayan,

Kulları ile istikrarlı bir hayat sürebilir mi?

İşte ben de buna da ‘hayır’ demeyi bir insanlık görevi sayıyorum kardeşler.

‘Allah’a kul olmak’, aslında etrafa tam bir emniyet sunmanın tek garantisidir.

Çünkü:

Duygularını düşüncelerinin kalitesi ile beslemeyenler,

Nefislerini okşamayanı sevemeyen ve sürekli yerenler,

O güne dek yaşattıklarını unutup yok sayanlar.

Mümin bir delikten iki kere ısırılmaza gönülden inandığımıza aldırmayanlar,

Lafla peynir gemisi yürür sanabilirler,

Yürümez kardeşler.

Niye mi?

Geminin sakinleri Nuh as. soyundan olmalı bir,

Gemi Rahman’ın takdiri ile, harekete başlayıp durmalı iki,

Gemi hazırlanırken geminin için de olmak için, ne gerekiyorsa yapılmalı üç,

Gemi hazırlığına başlamadan önce, bıkıp usanmadan hak için koşturulmalı dört,

Ve son sahne de sular taşıp gemi sürüklenmeye başladığında,

Dağa sığınacağını sananlara, acımamalı beş.

Ya kardeşler işte böyle.

Ama bu anlattıklarım hiç basit şeyler değil değil mi?

Peygamberi bir irade ile Rabbe sığınılırsa ancak,

Hatadan dönülebiliri anlamak için,

Bolca kitabımızı okumanızı isterim altı.

Ben ne öğrendiysem, Kitabımdan öğrendim yedi.

 

Öyleyse dil bu, nereye çevirirsen oraya döner demeyin.

Siz sadece inandığınız şeyleri ,inancınıza uygun yer ve zaman da,

Uygun kişiye, en güzel şekli ile söyleyin.

 

Bakın neler olacak.

Kaç hüzünlü kalbi neşelendirebilir,

Kaç yanlış anlaşılmayı düzeltebilir,

Kaç umudu yeşertebilir,

Kaç dertliye derman olabilir,

Kaç öfkeyi bastırabilir,

Kaç susturulmuş dile, tercüman olabilir,

Kaç es geçilen gerçeği, gün yüzüne çıkartabilir,

Kaç boğazda düğümleneni, çözebilirsiniz bir bilseniz!

Bir saniye bile kaybetmez,

Bir çocuk duruluğu ve candanlığıyla duygularınızı dile getirirsiniz.

‘Her doğru, her yerde, herkese söylenmez’e kesinlikle inanıyorum!

Fakat her duygu, yeri geldiğinde, söylenmeliyi savunuyorum.

Kimsenin sizin hissettiklerinizle sizi yargılamaya hakkı yok.

Hislerinizi yer ve zaman konusunda kontrol edin yeter!

Fakat meşru ortamlarda kontrol etmekte,

Meşru olmayan ortamlarda kontrolsüzlükte zulme sebep oluyor,

‘Lütfen dikkat!’ diyorum kardeşler.

Örneğin;eşinize, evladınıza, anne babanıza, dostunuza sevdiğinizi, özlediğinizi söyleyin elbette.

Korkmayın!

Şımarmaz, mutlu olurlar.

Fakat hiç tanımadıklarınıza, tanışmadıklarınıza, yoldan geçene, önünüze gelene,

Bilgisayar ekranınıza düşene de,

‘Seni seviyorum’ diyecek hadsizliğe düşmeyin kardeşler.

Sevgi bu Allah’ın bir ayeti.

Çok şeyi israf ettiğiz kadar kolay ve umarsızca duygularınızı da israf etmeyin.

Ne mi olur?

Gerektiğinde verecek eser miktar da sevginiz bile kalmaz,

Duygusuzlaşmak, hislerini tanıyamamak, kendi iç hesaplaşmasından bile kurtulamamak gibi,

Çok ağır bedelleri vardır bu hadsizliklerin!

Öyle ise sonuç mu kardeşler?

Sonuç şu;

Emin olun, bu dünya hep iyilere kaldı ve kalacak.

Kötüler kazdıkları kuyuda, hiç yağmur yağmasa bile, bir kaşık suda boğulacak.

Tatlı dil ise her döküldüğü yere bir tohum ekecek,

Yeryüzünden gökyüzüne uzanan kocaman dallı bir çınara dönüşecek,

Ve asırlar sonrasın da bile tatlı dilli olanlar,

Dillere destan olmakla ödüllendirilecek bilesiniz!

İspat mı istiyorsunuz peki?

İşte peygamberler!

Her biri dillere destan değil mi?

Hatice Dilek CENGİZ

“Sarp Yokuş 2” adlı kitabından alıntıdır

Biri Sizi Yönetiyor

BİRİ SİZİ YÖNETİYOR

Konuşmaya başladığınız andan itibaren, ta ki son sözünüzü söyleyene dek biri sizi yönetiyor. Ya bir şeyleri kabul ediyor ya rest çekiyor ya da es geçiyorsunuz. Keşke kabul ettiğiniz vicdanın sesi yani Rahmânî uyarılar yani hak yani güzele dair ne varsa olsa ve rest çektiğiniz şeytan olsa daima. Çünkü o, kaçınılmaz olan akıbeti için hayat arkadaşı arıyor.

Şeytan, Allah’ın yaratan olduğunu bilmesine, kıyamet saatinin geleceğine inanmasına, İslâm’ın dosdoğru yol olduğunu itiraf etmesine rağmen “Beni sen azdırdın. Ben üstünüm!” diyerek baş kaldırıyor ve Allah’a isyan ediyordu. Fakat azdırıp yoldan çıkardıkları ile sonunun ateş olacağını da biliyordu. Ve “Ben sadece davet ettim, siz de bana uydunuz” diyerek mahşerde yan çizeceğini Kur’ân şimdiden haber veriyordu.

“Senin salih kulların müstesna, hepsini yoldan çıkaracağım, çoğunu şükredici bulmayacaksın” diyerek bile, aslında salih kula ilişemeyeceğini itiraf ediyor ve “acizliğini” ele veriyordu. Ne olur es geçtiğimiz, şeytan ve nefsimizin bize verdiği vesveseler olsa. Ve ne olur frekansımız hep Rahmân’a açık kalsa. Hep nur dolsa yüreğimize bu kanaldan. Hep hak söylese dilimiz, hakka yürüse bedenimiz!

Öyleyse iç seslerinizi dinleyip sesin en güzeline uymanızı, hep ama hep yürek savaşını kazanmanızı, Allah’a olan bu samimi, sıcacık, sevgi dolu yönelişinizle, içinizde bulduğunuz bu “Doğruluk Rehberini” hiç kaybetmemenizi diliyorum. Çünkü O, bilin ki her yerde, her an sizinle!

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

“Sarp Yokuş “adlı kitabından alıntıdır.

Utanç Duymak

UTANÇ DUYMAK

 

Nelerden utanç duyarız diye bir düşünsek liste hayli kalabalık olur değil mi? Haydi ilk akla gelenleri sıralayalım;

Bir şeyi başaramamak,

Bir şeyi yanlış yapmak,

Bir şeyi bilmemek,

Konuşamamak,

Düzgün, kekelemeden, net konuşamamak,

Yüzümüz kızararak veya sesimiz titreyerek konuşmak,

Göstermek istemediğimiz bir bölgenin (vücutta) görülmesi,

Yaptığımız bir hatanın içimizde uyandırdığı kendini aşağılık hissetme, kendini suçlama hali,

Başkalarınca hatamız yüzünden eleştirildiğimizde, suçlandığımızda, alay edildiğimizde,

Kendimizi ifade etmekte bile zorlandığımızda…

Oysa bu saydıklarımızı hemen her zaman yaşamamız olasıdır. Bunun aksi yani bu sayılanları hiç hissetmemiş olmak dengeli değildir. Fakat eğer biz utanç duyduğumuzda nasıl baş edeceğimizi bilirsek sorun hızlı bir şekilde ortadan kalkacaktır. Biz su değiliz ki sıcağı görünce buhar olup uçalım, soğuğu görünce donalım. Ne övgüler bizi buhar olup uçurmalı, ne yergiler taşlaştırmalı. Hep dengede kalmayı bilmek için kendimizi akort etmeliyiz. Örneğin; nerede, ne yapabilirizi ya da düşünmeliyizi paylaşalım.

Eğer bir şeyi başaramadı iseniz; yeteri kadar istememiş olabilir misiniz acaba? Çoğu zaman başarı beklenen konuları kişi kendisi için değil yakın çevresi hatırına isteyince sonuç hüsran olabiliyor. Oysa hayatta yapmak istediğin işleri Allah’ın istediği şekilde ve O’nun için yapmalıyız. O zaten kuluna iyi gelecek, O’nu coşturacak, güçlendirecek, mutlu edecek şeyleri ister. Sonra da başaranların nasıl başardığını araştırıp kendinize bir plan belirleyebilirsiniz.

Yanlış yapmaya gelince; Bu çok doğal insani bir hal olduğu için yanlışı yapmış olmamak için ne yapmalıydım ve “Şimdi ne yapmalıyım”a odaklanmayı bilmelisiniz. Hatanız için önce Allah’tan ve sonra da kullardan özrünüzü dileyip tekrarlamamanız yeterli. Mükemmel olmak zorunda değilsiniz. Yaptıysam ne olmuş deyip küstahlaşmayın ya da yaptıklarınızı küçük görmeyin yeter. Hani sinek küçüktür ama mide bulandırır ya, anlıyorsunuz değil mi?

Bilmemek sorun değil, bilmemeye çalışmak, dahası bilmemek için direnmek kötü olan. Bilmiyor fakat bilmediğinizi biliyorsanız kimsenin sizi kınamaya hakkı yok. Yeter ki siz bilmeye giden yolda emek harcayın. Sallanmayın, emek ve parayı boşa harcamayın, odaklanın. Bakın neler değişecek.

Konuşmamak, çoğu zaman bastırılmış duygulardan kaynaklanır. Eğer size akıl sağlığı, bir dil ve iki dudak verilmişse, konuşun. Elbette her ağzınıza geleni söylemeyin ama söylemeniz gerekeni de, öyle hissettiyseniz söyleyin. Düşüncelerinizi herkese açmayabiliyor olmanız ya da açmamanız normal fakat duygularınızı söylemediğinizde anlaşılamazsınız. Bu devirde şöyle bir yüzünüze, ses tonunuza, gözlerinize bakıp sizi anlayacak kaç kişi var sanıyorsunuz? Yok denecek kadar az bilesiniz! Konuşun fakat her söylediğinizin onaylanmasını beklemek gibi bir yanılgıya düşmeyin. Yeter ki siz doğruyu, doğru bir üslupla, doğru yerde söyleyin.

Kekelemek, aşırı heyecan yine aşırı kaygının neticesidir. Rahat olun. Sizi dinleyenlerin de sıradan bir insan olduğunu hatırlayın. Onlara insanüstü bir değer biçmeyin. Korkmayın, artık büyüdünüz.

Tehditler, keskin bakışlar, sivri diller sizi ürpertmesin. Sakin olun, size değer verip yaratan Rabbiniz adıyla, konuşun. Kendi kendinize, ayna karşısında bol egzersiz yaparak hazırlıklı olun. Hemencecik incinmeyin, kelebek kadar hassas olursanız kanatlarınızı koparırlar, aslan gibi kükrerseniz de haklı bile olsanız dinleyeniniz ya çok az, ya hiç olabilir.

Yüz kızartıcı suç işlemediğinize göre, kan yüzünüze hücum etmesin. Derin derin ve sakin nefes alıp verin. Düşüncelerinizi önce içinizde seslendirin sonra dillendirin. Cevap verme değil, soru sorma ile iletişime başlayın. Sordukça güçlendiğinizi görün, gevşeyin.

Görünmesini istemediğiniz bölgeleri gereği gibi tedbir alarak örtün. Değilse hem gösterip hem mini eteğinizi çekiştirip komik sahneler sergileyerek, çelişkili davranmayın. Başkalarını bıraktım bari kendinizle çelişmeyin. Toplumu ifsat etmemek içinse, elbette edebi kuşanın.

Hatalarınızdan bahsederek herkesi yaptıklarınıza şahit tutmayın. Geçmişteki hatalarla anı tüketmek için, bir saniye bile harcamadan, AF KAPISINI ALNINIZLA ÇALIN! Yani secdelere kapanıp gözyaşlarınızla amel defterinizi yıkayın.

Kim ne derse desin, insanlar ne der değil, Allah ne isteri düşünerek hareket edin. İnsanlara güvenip eylem yapmayın. İnsanlarla yaşayın, insanlarla paylaşın, insanlara katılın fakat yüzde yüz kimseye güvenmeyin, hep bir açık kapı bırakın. Tevekkülü yalnız Allah’a yapın.

Kendinizi, en basit, en kalbi, en doğal halinizle ifade edin. Kimse olmaya uğraşmayın. Kimseye tepki olsun diye, yapacaklarınızı yapmaktan vazgeçmeyin. Kendinize verdiğiniz sözde durun.

Rabbinizin, verdiğiniz sözü denemek, tutup tutmadığınızı görmek için sizi dünyaya gönderdiğini hatırlayın ve yaşayın. Orijinal kalın. Sizi siz en iyi sunabilirsiniz. Siz olarak kalın. Farklılıklarınızı avantaja dönüştürünüz. Yeteneklerinizi fark edin ve kullanın.

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda müh.-Yazar

“Sarp Yokuş” adlı kitabından alıntıdır.

Bir Soru Bir Cevap

Bir Soru Bir Cevap

Soru: Gün ne zaman başlar ve hedefe kim ulaşır?
Cevap: Güne gece başlayan,
güneş doğmadan Bismillah diyerek ‘Sünettullaha uygun ve Habibullahı’örnek alarak yola çıkan, inşaallah diyerek daima Rabbini anan ve zorlukta ‘Hamd’, rahmette ‘Şükür’ sancağına sarılanlar hedeflerine varacaklarına dair Biricik Rabbimizin vaadine güvenip, ‘Gevşemeyen’ ve ‘Üzülmeyenler’.
Soru: Hayatın akışı içinde genel duruşumuz nasıl olmalı?
Cevap: Sorun üreten değil sorun çözen, kusur bulan değil hoşgörülü olabilen, yıkan değil yapan, bozan değil düzelten, alan değil veren, bozgunculuk çıkaran değil düzen kuran, küsen değil barışan, emreden değil sorumluluk alan, bekleyen değil yapan, öfkelenen değil sabreden, şikayet eden değil şükreden, boşveren değil hakkını veren, kaba ve katı değil kibar ve yumuşak, asi değil hakka itaatkar olmalıyız kardeşler. Kısaca insanlardan sahabe gibi davranmalarını
beklemek yerine biz sahabe gibi davranmaya çalışmalıyız!
Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

Susma Orucu

Susma Orucu

Günlerdir süren suskunluğum üzerine bu gün konuşmak,

‘Ya hayır söyle, ya susta ki hikmeti birlikte anlamış olmak istiyorum.

Ağzı olanın konuştuğu bir dünya da,

Bazen beni bana anlatanları dinlediğimde ve yutkunarak susmak zorunda bırakıldığımda,

‘Bu ben miyim?’ gerçekten deyip ta içimden,

Koşarak ve derin bir kalp acısı eşliğinde Rabbime kaçıyorum!

‘Rabbim ben bu değilim değil mi?’

‘Orada onu şunun için, burada bunu bunun için yapmıştım!

‘İspatlamam şu an için mümkün değil ama sen biliyorsun ya, bana yeter Rabbim!’ deyip,

Susuyor susuyor susuyorum.

Kısaca kardeşler Ramazan’a veda ettiğimiz şu günlerde,

Ben artık her çaresizliğimde, Hz. Zekeriyya’nın orucunu tutmaya niyet ediyorum!

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,

Niyet ettim hakkı söylememin bir anlamı olmadığı,

Söylendiğinde anlaşılmasını beklemek için,

Zamana ihtiyaç olduğunu fark ettiğim her anda susmayı seçiyor,

Kötü olanı söylemektense, susup sabredebilmeyi,

Kötüye uymaktansa hakta,

Kötülere uyup kötü olmaktansa,

Fazilette yarışmayı seçiyor,

Kulları tatmin edemeyeceğimin fevkinde bir kul olarak,

Bazen kendi nefsime bile yetemediğimi hatırımdan hiç çıkarmadan,

Rabbim ‘Sen beni rızanda tut!’ diyiverebildiğimde,

Ne kadar rahatladığımı hissedebiliyorum.

Yoksa ne söz bitiyor kardeşler, ne tartışacak konu.

Ne iftira bitiyor, ne tehdit, ne sorgulama.

Ne şeytanlar, ne yandaşlarının ayak oyunları.

Onlar kıyamet kopmadan,

‘Batıl için’ mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceğine göre,

Ben de bana düşenin hak için mücadele etmek olduğunun bilincin de,

Şevkimin en kırık olduğu anlar da bile,

Bazen tempomu düşürüp safın sonunda kalmak pahasına da olsa,

Sürüden bir ömür ayrılmadan,

Ve Rabbim!

‘Bizi Hakkı yaşayan, Hakla tanışmakla kalmayıp, Hakla barışan ve kaynaşan,

Tüm mücadelesini en yakınları ve kardeşleri ile değil,

Allah düşmanları ile olan kullardan eyle!’ diye yalvarıyorum.

Bizi bize kırdırmak isteyenlerle; işimizi, aşımızı, malımızı, canımızı ayır!

Bizden olduğunu iddia edip, bizi bizden soğutmaya çalışanlardan eyleme!

Konuşması da susması da hikmet olan bir peygamberin ümmeti olmanın,

Hakkını verebilenlerden olmak için;

Senden insaf,

Senden katıksız iman,

Senden vicdan,

Senden izzet,

Senden kudret,

Senden hilm diliyoruz.

Senden bizim bilmeye bile gücümüzün, ilmimizin yetmeyeceği tüm hayırları diliyoruz.

Konuştur bizi Rabbim!

Gerektiğinde gerektiği şekilde,

Ve sustur düşmanlarımızı ki,

Sivri dilleri ile bizi inciteceklerin, müşrikler ve Yahudiler olacağını söyleyen sen olduğun için!

Bizi bu iki güruhun ve daha bilmediğimiz nicelerinin şerrinden ancak sen korursun.

Senin koruduğuna kimse zarar veremez Rabbim!

Göster gerçek dostlarımızı ve kardeşlerimizi ki,

Yolunda bir duvarın tuğlası olmakla kalmayıp,

Biz de kendi yürek ülkemizde,

Kendi Kabemizi yapabilelim İsmail’imizle.

Bizi İbrahim eyle ve İsmaillerle destekle Rabbim!

İbrahim olabilelim adın için,

Adın adına konuşup, adın için susmayı başarabilelim.

Boş sözün duyulmayacağı ‘o diyara’ girebilmek için,

Burada, hemen şimdi buracıkta,

Bizi dolu; dopdolu konuşanlardan eyle,

Ey kelam etme kudretiyle yaratan Rabbim!

Kudret verdiğin her eylemi senin rızan için yapmamızı bizlere ihsan eyle!

Bizi hayatı, canı, sevdiklerini, verdiklerini israf edenlerden eyleme!

Rağbetimiz sana olsun!

Yakınlığımız bizi mutmain kılsın!

Bizden hoşnut olduğun anların lezzetini, bize her iki dünya da da tattır Rabbim!

Biz sensiz yalnızız, yapayalnızız!

Bizi sensiz, sevdiklerinsiz bırakma Rabbim!

Amin!

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

“Sarp Yokuş II” adlı kitabından alıntıdır

Bir Soru Bir Cevap

Bir Soru Bir Cevap

Soru: Kolay olan nedir ve nasıl başarılır?
Cevap: Kolay olan Rahman olan Rabbimizi hoşnut etmektir. Çünkü O kullarına çok merhametli ve affedici olandır. Eğer bizler;
O’nun rızasını kazanmak için verirsek,
O’nun rızasını kaybetmekten gereği gibi korkarsak,
O’nun kitabını doğrulayan bir hayat yaşarsak,
O’da bizi bu gayretimizde ‘başarılı’ kılacaktır.
Yani kim kendini başarılı hissetmek istiyorsa, O’nu hoşnut ettiğinde bu haz ona ‘yaşama sevinci’ olarak ihsan edilecektir. Kendi nefsimizi ya da başka nefis sahiplerini, O’nun rızasına aykırı davranarak hoşnut etmeye çalışırsak, kendimizi bedbaht ve yalnız hissederiz kardeşler bilesiniz.
Soru: Gün ne zaman başlar ve hedefe kim ulaşır?
Cevap: Güne gece başlayan,
güneş doğmadan Bismillah diyerek ‘Sünettullaha uygun ve Habibullahı’örnek alarak yola çıkan, inşaallah diyerek daima Rabbini anan ve zorlukta ‘Hamd’, rahmette ‘Şükür’ sancağına sarılanlar hedeflerine varacaklarına dair Biricik Rabbimizin vaadine güvenip, ‘Gevşemeyen’ ve ‘Üzülmeyenler’.

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

Bir Soru Bir Cevap

Bir Soru Bir Cevap
Soru: Adalet nedir?
Cevap:
Hak edene hak ettiğini vermek.
Hak etmeyene vermemek.
Kimin neyi ne zaman
hakkettiğini iyi bilmek.
Hakkı net ortaya koymak.
Haksızlığa engel olmak ve destek vermemek.
Kimseye torpil yapmamak.
Her şeyi yerli yerinde ve zamanında yapmak.
Kimsenin mal, can ve izzetine zarar
vermemek.
Hakkı olmayanı talep etmemek.
Gücünü, ilmini, konumunu, parasını kimsenin hakkını gasp etmeye kullanmamak.
Yapabildiği her işin hakkını vermek.
Hatice Dilek Cengiz

Yaşam koçu – Gıda Müh. Yazar