İnsan Neden Pişman Olur?

İNSAN NEDEN PİŞMAN OLUR?

Ey insan!

Her şeyi mükemmel planlayan,

Kainatın içindeki bildiğimiz ve bilmediğimiz her şeyin,

En ince ayrıntısına kadar tasarımını yapan,

Yaratan, yöneten, düzenleyen O.

Sanıyor musunuz ki, siz de bir eksik veya yanlış yapılmış olsun?

Hayır hayır insanın eşrefi mahlukat olduğunu unutmamalısınız.

Öyle ise sizi Rabbiniz hakkında şüpheye düşüren ne?

O sizi mükemmel yarattığı halde,

Siz neden bunu ispatlayamıyorsunuz?

İspatlayamıyor mu yoksa ispatlamak mı istemiyorsunuz?

İspatlamak istemeyenler baş kaldıranlar,

Onları es geçiyorum?

Niye mi?

Rabbini es geçen, es geçilmeyi hak ettiği için!

Öyle ise gelin,

İspatlayamayan bizlerin nerede yanıldığını düşünelim.

Hadi hep birlikte tüm samimiyetimizle düşünelim.

Bu güne kadar,

Neden, ne zaman ve ne kadar pişmanlık duyduk kim bilir değil mi?

Haddini hesabını tutamayacak kadar olsa bile çekinmeyin.

Sakın pes etmeyin ve sahneden inmeyin!

Ne zaman inmeniz gerektiğine karar verecek olanın,

Siz olmadığınızı hatırlayın ve sabredin!

Hala yaşıyor olduğumuza göre,

Hala bir şeyleri düzeltme fırsatı veriliyor,

İdrak ettiniz mi?

Biliyor musunuz?

Allah’ın bir müjdesi var Kur’an’da?

‘Kim ki Allah’tan hakkı ile korkarsa,

Allah ona iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir!’

Anladınız mı şimdi işin sırrı nerede kardeşler?

Lütfen tüm ön yargılarınızı bir tarafa bırakın.

İnsansanız, insan olmanın rahmetini ve zahmetini göze alın.

Zahmeti rahmete çevirecek olanın Kur’an olacağını kavrayın.

Bu din zorluk çekelim diye inmedi.

Bu hayat çile çekelim diye verilmedi.

Bu aklı Allah korkusu ile kullandığınızda,

Eğer bizi şaşırtmayacağını vadeden Rahman’sa,

Bizim O’ndan ne kadar korktuğumuzu tartmamız gerekmez mi?

İşe nefsi, şeytanı, dünyayı değil de,

Allah’ı, Peygamberi ve Kuran’ı baş tacı ederek giriştiğinizde,

‘Ya Rabbi şöyle istiyorum. Çünkü…’ dediğinizde,

Kurduğunuz cümleler sizi tatmin ediyorsa,

Gönlünüz yayla gibi genişleyip,

İçerisinde bahar çiçekleri açmış gibi ferahlıyorsa,

Aklınıza hiçbir alternatif görüş gelmeden,

Evet işte bu.

Doğrusu bu.

Hakçası bu.

Aslolan bu.

Eminim bu! diyebiliyorsanız,

Siz basiretle yolunuzu bulmuş,

Ve Allah’ın yardımına nail olmuşsunuz demektir.

Fakat kafanız karmakarışık,

Gönlünüz darmadağınık,

İşleriniz sarpa sarmış durumdaysa,

Siz hakkı unutup, halkı

Siz Allah’ı unutup nefsi,

Siz ahireti unutup dünyayı tercih ettiniz,

Bu yüzden de bir türlü sükunete eremediniz demektir.

Oysa bu din bize nasihattir.

Gelin bu günden sonra,

İçiniz neyle yatışıyorsa,

O içinize yatan şeyi, Allah’ın huzurunda da savunabilecek,

‘Evet Rabbim çok düşündüm doğrusu buydu, bencesi buydu.’

‘Dünya ve ahiretim adına buydu!’ diyebilecekseniz,

Hiç düşünmeden seçiminizi yapın.

Seçtiğinizle mutlu olmaya bakın.

Ve asla pişman olmayın!

Çünkü pişman olmak hata yapıldığının alametidir?

Eğer karar verdim sanırken, pişmanlık duyuyorsanız,

Doğru yaptım sanırken, yanıldınız demektir.

O zaman da geç olmadan,

Dönüp tam tersi bir manevrayla,

Kendinizi ateşten korumaya çalışın.

Ateş bu,

İnsana delicesine susamış olduğu anlatılıyor kitabımızda.

Eğer biri sizi,

Allah’a ve Cennet’e davet ediyorsa,

Gecikmeden Cennet yolcusu olmayı seçin.

Aldığınız kararla mutlu olun.

Azim sahibi peygamberler gibi azmedin ve kazanın.

Kendinize mutluluğu yasaklamayı seçerek,

Şeytanın oyuncağı olmayın!

Unutmayın Allah’tan korkan birine, Allah

İyice düşündüğünde,

Doğruyu bulduracaktır.

Daima doğruyu bulanlardan,

Pişman olunmayacak adımlar atanlardan,

Her iki dünyada da afiyetle yaşamayı seçenlerden olmanız,

Seçimlerinizle Allah’a yaklaşmanız,

Yaklaştıklarınızla dolu dolu eylemlere imza atıp,

Cennetin özlediği kullardan olmanız duası ile.

Amin!

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

“Sarp Yokuş II” adlı kitabından alıntıdır.

Biz ve O!

Biz ve O!

Ben dediğiniz şeylerin ne olduğunu hiç düşündünüz mü?

Nedir o ben ya da benim diye sıraladıklarınız?

Sahi siz kimsiniz?

Sizin olanlar neler?

Dün siz diye anlattığınız sizdiyse, bu günkü kim?

Ya dün sizin olanlar veya olduğunu sandıklarınız şimdi neredeler?

Gerçekten sizin olan ve sizin kalacak olan ne?

Sakın çapraşık sorularla zihninizi bulandırmaya çalıştığımı falan sanmayın.

Aksine durultmak ve düşündürmek istiyorum sizi,

Sizi sizle, beni benle buluşturmak için soruldu bu sorular.

Gayem ne sizi, ne de beni yormak değil inanın.

İnsan olmanın ağırlığını tüm zerrelerimde hissettiğim şu demlerde,

Asla boş ya da çok konuşmak istemeyeceğimi lütfen anlayın.

Biliyorum hepinizin boyunu aşan sorunları var.

Hesaplar -kitaplar, acılar-sancılar, kaygılar-korkular, ihanetler-düşmanlıklar,

Arzı endam ederken hayatınızın her köşesinde.

Kıyısında biraz durup,

Biraz da sizi durdurup, düşündürmek isteyen dost bir yürek var sadece!

Biz neyi başardık bu güne dek?

Sahi gerçekten başardık mı?

Başardık sanırken aldandık mı?

İnandık ama kandırıldık mı?

İnanmadıklarımızdan gerçekten uzak kaldık mı?

İnanmamamız gerekirken, inanmakla kalmayıp, harcadık ve harcandık mı?

Harcanır mı insan?

Harcar mı kendini?

Harcanmak dediğiniz de nedir ki?

Harcamanın çeşitleri var mı ki?

Harcadığını sananlar birilerini,

Harcadıklarını sandıkları ile,

Aslında harcandıklarını anladıklarında halleri nice olacak?

Kimin ipi, kimin kuyusuna sarkacak?

Ve kuyudan çıkanı, kim değersiz sanıp satın alacak?

Var mısınız?

Yusuf gibi, az bir pahaya satılmaya bile, sabretmeye.

Nimetlere ,lezzetlere, hilelere başvurmak yerine;

İffetle, dürüstlükle, zahmeti göğüslemeye var mısınız?

Bekleyin Allah’ın günleri devredecek,

Yepyeni bir dönem gelip, iyiler iyiliklerinin karşılığını görecek.

Fakat o güne dek,

Yeri geldiğinde ihanete,

Yeri geldiğinde yalnızlığa,

Yeri geldiğinde açlığa ve susuzluğa,

Yeri geldiğinde onurunuzla oynanmasına,

Yeri geldiğinde, kapalı kapılar ardında da olsa, çetin sınavları kazanmaya,

Yeri geldiğinde, rehavetin her türünü terk etmeye, “varım!” demeniz gerekiyor.

İşte o zaman sizin siz olma mücadelesini başarı ile atlattığınız için,

Sünettullah gereği ödüllendirileceksiniz kardeşler.

Niye mi?

Ben dediğiniz ve benim dediğiniz her şeyden,

O’nun için vazgeçebilir olduğunuzu, “hayatınızla ispatladığınız için” elbette!

Öyle ise Yusuf olmak istiyorum diyenler,

Hala bu satırları okuyorsanız,

Dua edin de her birimiz bir Yusuf destanı yazıp göçelim şu diyardan,

Değilse yaşamak dediğiniz ne ki?

Yemek içmek yatıp kalkmak olmamalı;

Gülmek, konuşmak, gezip tozmak ta olamaz!

Yo yo biz bu kadar basit şeylerle ömrü tüketeceklerden değiliz değil mi kardeşler?

Öyle ise ne duruyoruz?

Haydi kuyudasınız diye,

Kuyuda bir ömür sürdürmeyi düşünmüyorsunuz değil mi?

Kalkın ve uzanan ilk ipi tutun!

İpi sarkıtanın kim olduğu değil,

Sizin kim olduğunuzu önemli!

Vakit geldi!

Vakit kim olduğunuzu görme ve gösterme vakti!

İşte sahne,

Hayat bu sahne sahne içinde.

Dekor seçmeye kalkışmayın!

Siz size verilen rolü size yakışan şekli ile oynayın yeter!

Roller üstü bir rol için buradasınız.

Her halükarda kulsunuz.

Kul olmalı ve kullukta sebatkar olmalısınız.

Siz gidişata bakın,

Sonucu O’na bırakın kardeşler.

Bilin ki O hiçbir emeği ve niyeti asla zayi etmez!

14.09.2015

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

‘Sarp Yokuş II’adlı kitabından alıntıdır

Cesaret Mi Esaret Mi Sizinkisi?

CESARET Mİ ESARET Mİ SİZİNKİSİ?

Gelin birlikte düşünelim…

İstediklerinizi mi yapıyorsunuz?

Yap denilenleri mi?

İstediğiniz için mi yapıyorsunuz?

Yapılmak zorunda bırakıldığınız için mi?

İstemeyi biliyor musunuz?

İstenmeden veremiyor musunuz?

Gülümseyebilmek ve ilk adımı atmak mı işiniz?

Tartıp ölçmek, ‘vermeden vermem’ dercesine beklemek mi?

İpe sımsıkı asılıp ‘haydi çıkıyoruz!’ deyip dağa tırmanmayı göze almak mı?

‘Siz çıkın! Ben çıkacak kolay bir yol bulurum’ diyerek gruptan kopmak mı?

‘Ben varım kimse olmasa da, bu iş olmalıysa oldurmak için buradayım!’ diyen misiniz?

‘Daha önce onca kez denenmiş, alemin akıllısını bir ben miyim?’ diyen misiniz?

Söylenemeyeni söylemenin en mükemmel yolunu ve tarzını bilen misiniz?

Söyleyemediklerinin girdabında boğulurken bile, tebessümüyle acısını gizleyen misiniz?

Yokun yokluğunda ki hikmeti bilip,

Taşı taş olmasına rağmen sıkarak su çıkarmayı deneyen misiniz?

Olanlar bana yeter, olanı kaybetmemek için ,yanlışta olsa her yolu denerim diyen misiniz?

Hayatı her boyutu ile yaşamak için mertçe içini dışına döken misiniz?

İçinden geçenlerin sorumluluğunu almamak adına, ‘hissetmedim hissetmiyorum’ diyen misiniz?

‘Doğduğumdan bu güne ne çok şey öğrendim’ deyip dinleyeni buldukça anlatan mısınız?

‘Yaşadıklarım bana kalsın, söylersem sözümün esiri olurum.’ diyen misiniz?

Sözün bittiği anlarda yüreğinizle yola düşen misiniz?

Söz söylenmesi gereken anda bile susup, yoldan çekilen,

Yahut yolda beklemeyi yeğleyen misiniz?

Sizi arayıp soranları, sizle umut gemisinde,

Cennet limanına taşımak için, güverteye davet eden misiniz?

Ben buyum, benden bundan ötesi çıkmaz bahanesi ile,

Kendinizden bile vazgeçirmek için mücadele eden misiniz?

Günü rahmet bilip güne ekleyen ve her eklediği halkayla onur duyan mısınız?

‘Güneş bu doğar ve batar’ deyip arayı neyle nerde nasıl doldursama bakan mısınız?

Emniyetin hissedilemediği anlarda bile,

Yüreğe Rabbiyle derin bir nefes aldıran mısınız?

Güven vermek yerine abartılı söylemler bunlar deyip,

Olacakları beklemeyi seçenlerden misiniz?

Ağzınızdan çıkan her sözü,

Cennete dek tutacağınız muhteşemliğini, her sizi tanıyana ikram eden misiniz?

Ben dediklerimi yapmak için, yapılabilecek ortam beklerim,

Şimdi vakti değil diyenlerden misiniz?

Göze ferman, söze derman, işe anlam yüklemeyi bilenlerden misiniz?

Göze düşeni, söze gireni, işe yansıyanı fark ettirmemeye çalışırken,

Bilmezden gelmeye çalışanlardan mısınız?

Kalıcı olanı, yapıcı olanı, olması gerektiği gibi oldurabilmek için,

Yorulmayı göze alanlardan mısınız?

Olanla yetinmeyi, olduğu halde direnmeyi,

Girdiği yerle şekillenmeyi marifet sayanlardan mısınız?

Bulunduğunuz yerde fark edilmeyi,

İhtişamdan ayırt ettirip heybete çevirebilen misiniz?

Güçlü görünmeye çalışmakla meşgulken ,

Gücün gerçek sahibinin emirlerini es geçtiğinizi bile bilemeyenlerden misiniz?

Yaşamayı seçerken anların, canların, duyguların kıymetini bilenlerden misiniz?

Yaşanmışlıkların kapattırdığı kapıların ardında,

Boş vermekle, çok vermek arasındaki dengeyi sağlayamayanlardan mısınız?

Tutmak ve bırakmak tercihimin doğruluğu ile bağlantılı,

Hak edene hak ettiği gibi davranmalıyım diyenlerden misiniz?

Herkesle belli bir mesafede kalmayı yeğleyip,

Kendimi sanal bir korumaya alırım diyenlerden misiniz?

İş,alış veriş, dostluk, mahremiyet hepsi de gerekli diyerek,

Sapla samanı ayırabilenlerden misiniz?

Hepsini birden isterken , hiçbirinde olması gereken standardı,

Olması gerektiği gibi tutturamayanlardan mısınız?

Seçimlerinizi kim belirler sizin?

O’nun sizin fıtratınızda ki mükemmel yansımaları mı?

Seçim yapmayı bile düşünmeden seçtiklerinizle,

İçinizde ‘ben’ diye büyüttüğünüz hayli semirmiş egonuz mu?

Sahi kime hesap verirsiniz siz?

Allah adına size uyarıda bulunan,

Bulunmasına fırsat verdiğiniz ve vermek zorunda olduklarınıza mı?

Kimseye hesap vermem ve kimseden de emir almam tarzında ki dikliğinizle,

Canını sürekli yaktığınız vicdanınıza mı?

Kiminle neyi ne zaman konuşmak gerektiğini bilir de mi konuşursunuz?

Kimseyle, hiçbir zaman, hiçbir yerde paylaşmam diyerek kapanan,

Bir kara kutu musunuz?

Karanlık bir dünya da ateş böceği kadar bile olsa,

Işık bulunca sevinenlerden misiniz?

Aşırı ışıkta kamaşan gözlerle, önünü bile göremeyenlerden misiniz?

Her bulunduğu yerde varlığıyla hakka şahit olmayı şiar sayanlardan mısınız?

Gün gibi aşikar olması gerekenleri bile gizlemeyi,

Özel bir hal sayanlardan mısınız?

Zorsa paylaşmayı, kolaysa şükrü, rahmetse sevinci birlikte tadalım,

Biz olmayı başaralım diyenlerden misiniz?

Zoru başarmayı, kolay da açıkta anmayı,

Sevinci harama bulaşmadan tadabilmenin lezzetini istemeyenlerden misiniz?

Sahi siz, size siz diyenlerin bile,

Size verdikleri ehemmiyetin kıymetini bilmek için, içi titreyenlerden misiniz?

Olur ya bu da onlardandır tarzında,

Elmasa bile taş muamelesi yapmayı temkin sayarken,

Değer verdiklerinizi kaybetme riskinizi hafife alanlardan mısınız?

Var oluşunuzu rahmete çevirmek için,

Fıtratınızın tüm gereklerinin hakkını vermeyi edeple beklerken,

Rabbinden yardım dileyenlerden misiniz?

Ya har vurup harman savurarak,

Ya da kaya gibi sımsıkı tutarak,

Dengeyi kaçırdığınızı bile göremeyenlerden misiniz?

Ölene dek ölümlü olduğunun bilinciyle,

Her güzele ilk günkü kadar özel muamele etmeyi,

Kadir kıymet bilmek sayanlardan mısınız?

Buldum, bildim, nasılsa artık benim dercesine yere çalıp,

Değersizleştirmekte uzmanlaşmakla,

Nice yer ve zaman da hiç korkmadan kul hakkını sırtınıza vuranlardan mısınız?

Bütün bunların biri ya da birden fazlası siz de varsa,

Cesaretle esaret arasındaki farkı fark edebilmek için Kuran’ın dizi dibine oturmanızı,

Tüm esaret zincirlerinizi kırarak,

Artık Allah’tan gayrısına ‘La’ deme kararlılığını göstermenizi diliyorum.

Ne mutlu; esirlere nasıl esir edildiklerini anlatabilmek için,

Bin bir çeşit badireyi göze alan, içi insan sevgisi dolu samimi yüreklere.

Ne mutlu; bu güne değin farkında bile olmadığı pek çok hakikati,

Kendisine tebliğ eden güzel yüreklerin kıymetini bilenlere.

 

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

‘Sarp Yokuş II’ adlı kitabından alıntıdır

Diyaloğun Önündeki Engeller

DİYALOĞUN ÖNÜNDEKİ ENGELLER

Küresel ısınmadan bahsedilen şu günlere inat, ümmetin hâlini görünce ben güneşin buz tuttuğunu, tutmaya başladığını hissediyorum. Çoğu zaman kalbim üşüyor, yüreğim daralıyor. Tıpkı zaman zaman ölüm korkusu içine işleyip karşımdakinin “Hocam nefesim kesiliyor, baygınlık, hâlsizlik, sanki ölümü ensemde hissediyorum” deyişleri gibi ben de soğuk terler döküyorum. “Yine mi?..” dercesine üzerime bir yılgınlık çöküyor. Adeta dizlerimin bağı çözülüyor. Elim, ayağım, tutmaz oluyor.

Tek vücut olmamız gerekirken bir bedenin azaları nasıl uyum içinde çalışmalı ise; el başka, ayak başka, kafa başka, beyin başka, kalp başka telden çalınca bir türlü yol alamıyor, yerimizde çakılıp kalıyoruz… Ne bir adım ileri ne de geri gidebiliyor, geçmişten ders almak şöyle dursun küfrediyor, geleceği kesinmiş gibi fantezilerin peşine düşüyor, en acısı anı kaybediyoruz. Darbeleri hiç aratmayan korkular yürüyor yürek coğrafyamızın her köşesinde. Rap rap ayak seslerimiz anlamsızlığı hediye edip gidiyor zihinlere ve biz oracıkta sanrılarımızla baş başa kalakalıyoruz. Bir arpa boyu yol almayı bırakın, bir çekirdeğin zarına bile vakıf olamayacak kadar derin bir kavram kargaşası yaşıyoruz. Dik kafalı duruşumuz, isyankâr söylemlerimiz, kimseye söz bırakmayan tartışmacı ruh hâlimizle, hep birden konuşuyor, hep birden susuyoruz. İşin aslı en az becerebildiğimiz şey konuşmak, konuşabilmek, anlatabilmek ve doğru anlaşılmak için doğru bir üslupla doğru zamanda, doğru gündemler belirlemek… Sustuğumuzda rahmet melekleri değil şeytanlar üşüşüyor meclislerimize, çünkü; kalp kırıyor, yıkıyor, hiç kâr etmiyor, hep kaybediyoruz…

İnce sinsi hesapların yeri yok bu pazarda. Çünkü yürek işi bu. Yürekler saf tutsa bu namaz bizi kurtaracak. Fakat taşlaşan yürekleri abdest sularımız da delemiyor. Bizler, bizde olanı değiştirmedikçe Allah da bizim durumumuzu değiştirmeyecek. Önce biz düzelmeli, önce biz eğilmeli, önce biz el tutmalı, selam vermeli, gülümsemeli, en önemlisi sevmeliyiz. “Sevmeyen ve sevilmeyende hayır yok” diyen Peygamber’e tabi olması gereken bizler; “Neyi? Ne kadar? Ne için? Nasıl sevmeliyiz?” Sorularına “Allah için canımdan çok seviyorum” diyebilmeli, öz nefsine kardeşini tercih edebilmeli, Allah Rasûlü’nün kaybolan sünnetlerini diriltmek için anne, baba, yar, mal, can ne gerekiyorsa feda edebilmeliyiz. Oysa biz öyle kaba ve katı yürekliyiz ki, bal damlaması gereken zamanlarda zehir, kan vermesi gereken anlarda distile su, gül atılması gerektiğinde ise ok atmayı tercih ediyoruz. Sevilmesi gerekenden ve itaat edilmesi gereken hükümlerden, aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi kaçıyoruz. Uzak durmamız, tedbir almamız ve nefret etmemiz gerekenlere, Sâmirî gibi sahtekârlara karşı Hz. Harun ve Hz. Musa’nın verdiği tevhid mücadelesini vermemiz gerekiyor. Ne Rabbimizin kadrini hakkıyla biliyor ne de hükümlerine kayıtsız şartsız teslim oluyoruz. Ağzı olanın konuştuğu her yer ve zamanda, Hucurât sûresinde uyarılanlar gibi, hep konuşuyor, çok konuşuyor, boş konuşuyoruz. Yapılması gereken ağlayarak secdelere kapanmakken bizler, sanki boyunlarımıza halkalar geçirilmiş gibi burnumuz havada, nefsimizi ilah edinmenin bin bir çeşidini çarşaf çarşaf sergiliyoruz. Her bir grup elindeki ile övünür diyor ya Rahmân, hep kendimizi övmeye, kendimiz dışında herkesi Hümeze sûresinde anlatılanlara taş çıkaracak şekilde alayvari, ciddiyetsiz, insafsız, merhametsiz suçluyor, asıyor, kesiyor, lime lime ediyoruz. Tıpkı kendi yavrusunu yiyen bir timsah gibi sonra da rahmet yağmurlarından akıttığımızı sandığımız gözyaşlarımız kana dönüşüyor. Kan ağlıyor gözlerimiz, lal oluyor dilimiz, felç oluyor bedenimiz. Ne zaman bu bitkisel hayattan çıkıp canlılık emareleri göstereceğiz biliyor musunuz? Bir duvarın tuğlaları olmayı başardığımızda. Malzemesi Kur’ân ve sünnet olan tuğlalarla kalp duvarımızı yeniden inşa ettiğimizde, evlerimizi Kur’ân okunan mekânlar hâline getirdiğimizde artık ölüler değil diriler şehrinde yaşıyor olacağız. Hani Allah’ın sıkça sorduğu “Yanlarında Allah’tan bir delil mi var? Okudukları bir kitap mı var?” nidasına üzülerek şöyle cevap vermek istiyorum. Binlerce kitap var, Kur’ân’la aramıza giren…

Evde pirincin hası varken, biz yine de bulgur pilavının bin türlü tarifini, tasnifini, tahlilini yapıyor, biraz daha gerçekle bağlarımızı koparıp sanal bir dünyada yaşıyor, tıpkı ipek böceği gibi kozamıza giriyor, bir türlü köle olmaktan “kul” olmaya terfi edemiyoruz. Süperi, devi, mega starı, üstadı, hocayı, şeyhi keyfimize uygun efendiler seçerek sözleşmesiz, notersiz, evraksız, hiç para ödemeden, cennet karşılığı cehennem satın alırcasına, kiralıyoruz bedenlerimizi. Bir ömür ev sahibi olamadan yaşayıp göçüyoruz.

Hep çekişme modundayız konuşurken. Sen ben kavgalarını bir türlü, biz onlar çizgisine çekemediğimizden, kendi sinirlerimizi kendimiz törpülüyor sonra da depresyondayım türküsü ile kendimizi oyalıyoruz.

Nerede Allah Rasûlü’ndeki Utbe’ye bile “Bitti mi?” dedirten hoşgörü, asalet, nezaket? Sırf Allah için, dini için, dinini en güzel şekilde sunabilmek için, gümrah bir toprak gibi sabırla bekleyebilmek… Ya da Musa gibi “Önce siz atın” ferasetini gösterip düşmanın gücünü iyi tespit edebilmek… İbrahim gibi “Putunuza sorun, belki şu en büyükleri kırmıştır!” diyerek onları birbirine düşürmek, beyinlerini iğdiş etmek, saçma sapan inançlarıyla en güzel şekilde alay ederken bile üslup kullanmak… Musa gibi “Rabbim güneşi doğudan doğduruyor, haydi sen de batıdan doğdursana!” diye şok etkisi yapabilecek bir hüccet göstermek… İnsanlığın ikinci atası Nuh gibi hiç bıkmadan, usanmadan, vazgeçmeden, ertelemeden davet etmek…

Ne mi yapmalıyız?

İşte sizlere kardeşçe tavsiyeler;

Bir kere önce kendimizle barışmalı, kendimizi tanımalı, kendimizi eğitmeli, nefsimizi dize getirip Kitab’a teslim etmeliyiz.

Kendimize her gece randevu verip ödev kontrolü yapmalı, yanlış giden bir şeyler varsa, yeni projelerle her günü diriltmeliyiz.

Yani Rabbimizle bağımızı kopmaz çelik halatlarla sağlamlaştırmalı, hep sarp yokuşa aday kalmalı ve Haviye’ye baş aşağı düşmemek için ipi sımsıkı tutmalıyız.

Yokuş çıkanın terleyeceğini, ellerinin patlayıp dizlerinin parçalanacağını bilip sadece soluklanmak için durmalı, patinaj yapmamalıyız.

Sonra en yakınlarımızdan başlayarak, aile bireylerinin gönlünü almalı;

Sevilen bir eş,

Sevilen bir anne, baba, çocuk, evlat,

Sevilen bir gelin, damat, kayınpeder, kayınvalide, görümce, elti, kayın olmalıyız.

Yani el iyisi değil ev iyisi,

Mahalle iyisi, iş yeri iyisi, cemaat iyisi, akraba iyisi, ümmet iyisi olmalıyız.

Ser verip sır vermemeli,

Hayatî konuları “biz” içinde çözmeliyiz,

Onların eline, diline, medyasına düşmemeliyiz…

Tatlı dilli, güler yüzlü, şeker gibi…

Fedakârlığı ve cömertliği Ebu Bekir,

İzzeti ve adaleti Ömer,

İffeti Osman,

İlmi Ali gibi kuşanıp

Nerede, kime, nasıl, davranacağımızı Habibullah’tan öğrenmeliyiz.

Sütannesine hırkasını serecek kadar hürmetli,

Müşriklere meydan okuyacak kadar celalli, şu sözünde belirttiği gibi; “Bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz, ben Rabbimi anlatmaktan vazgeçmem!” diyebilmeliyiz.

Taşlandığında; kimsenin zulmünü kimseye ödetmemek için şefkatle “Rabbim! Belki onların ardından hayırlı kullar gelir” dediğini unutmamalıyız.

Savaşı kaybetse de mevziiyi terk ederek emrine karşı gelenlere bile kabalaşmayan, yufka yürekli,

Antlaşma esnasında Abdullah oğlu Muhammed yazılmasına razı olacak kadar alçakgönüllü ve ileri görüşlü,

Gerektiğinde ordusuna gittiği yönü bile söylemeyecek kadar stratejik davranan, kıvrak zekâlı,

Komşusu açken tok yatmayacak kadar insancıl olmalıyız.

Kitap ehlini aramızdaki ortak söze,

Müşrikleri Allah’a eş koşmamaya davet etmeliyiz.

Münafıkları can evlerinden vuracak etkili sözler söylerken, münafık olarak ölenler babalarımız bile olsa cenaze namazını kılmamalıyız.

Fasıkları Allah Rasûlü’nün tavsiye ettiği gibi aleni günah işlemeyinceye kadar utandırmalıyız.

Gaflet ehlini elinden tutup kaldırmalı, zalime zulmünü apaçık anlatmalı, engel olmalıyız.

Kâfire kalbî bir dostluk beslemeden adalet çizgisinden sapmamalı, eminlik vasfını kuşanmalı, tüyü bitmemiş yetimin hakkını gasp etmemeliyiz.

Bize benzemeyen bizden değildiri yaşayarak, maymunlaşmaktan kurtulmalıyız.

Fare gibi her deliğe girmemeli,

Giremediğimiz deliğe, kuyruğumuza kabak bağlayarak girmeye çalışıp komik durumlara düşmemeliyiz.

Leylek gibi göçebe olmamalı,

Ayaklarımızı, kanatlarımızı, kollarımızı hak dine kelepçelemeliyiz.

Karga gibi leşe konmamalı,

Doğan kadar keskin bakışlı olmalı,

Aslan gibi kükrememiz gereken yerde, kedi gibi miyavlamamalıyız.

Koyunmuş gibi güdülmemeli,

Ot bulamadığımızda bir keçi gibi çevikçe ağaca tırmanıp karnımızı doyurabilmeliyiz.

Sesimizi muhatabımızın sesi üstüne çıkarmayarak, eşek olmamalıyız.

Arı gibi hamaratça kanat çırpmalı,

Tüm gönüldaşlarımızla bulduğumuz çiçeklerin yerini, yönünü paylaşmalı, tek bir yürek gibi atmalıyız.

Sinek gibi her tanıştığımızın kanını emmemeli,

Kene gibi bir hayat sürmektense, karınca gibi didinmeli, ağustos böceği gibi eğlenceye dalmamalıyız.

Ayı gibi yağlı bedenlerimizle, bir ömrü kış uykusunda geçirmemeliyiz.

Ceylan gibi hoş ve çevik kalabilmeli,

Tıpkı bir alabalık gibi akıntıya ters yüzebilmeliyiz.

Papağan gibi çok ve boş konuşmamalı,

Gerektiğinde hindi gibi düşünmeliyiz.

Namazda tavuk gibi yatıp kalkmamalı,

Tilki gibi etrafı seyretmemeliyiz.

Tavşan gibi oradan oraya sıçramamalı,

Kaplumbağa gibi istikrarlı, emin adımlarla hedefe kilitlenmeliyiz.

Gece yarasa, gündüz kartal gibi görmeli,

Yüksek hedeflere azimle yükselmeliyiz.

Yılan gibi gerektiğinde toprağın zehrini emerken,

Sadece düşmanımızı zehirlemeyi bilmeliyiz.

Bukalemun gibi ilmî feraseti kuşanıp

Rakibin oyuncağı olmayıp

Savaşta hileyi, barışta adaleti savunmalıyız.

At kadar sadık,

Köpek kadar dost,

Kelebek kadar kısa süren ömrümüzde,

Zarifçe kanat çırpıp

Şahadete uçmalıyız…

 

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

‘Sarp Yokuş’  adlı kitabından alıntıdır

Kelamın Gücü

KELAMIN GÜCÜ

 

Anlar vardır bıçak gibi keser, geçmişi, geçmişte yaşananları!

Anlar vardır sular, besler, canlandırır sizi.

Anlar vardır yakar, parçalar yüreğinizi.

Anlar vardır bir serçe gibi uçurur sizi.

Anlar vardır bir tavus kuşu kadar gösterişli hissettirir kendinizi.

Anlar vardır duvar örülür sanki önünüze, bir adım yol almak ne mümkün.

Anlar vardır kulaklarınızda çınlar bir ömür.

Anlar vardır zehir sunar, boğazı tıkar, mideye oturur.

Anlar vardır yumuşatır, hamur yapar, şekle sokar.

Anlar vardır dondurur, söndürür, taşlaştırır.

Anlar vardır yürekten yüreğe otoban kurar, mesafeler kalkar, rahmet yağdırır.

Anlar vardır tüm vücudu diken diken gerginlik sarar.

Anlar vardır bir şelale coşkunluğu.

Anlar vardır bir göl dinginliği.

Anlar vardır bir deniz hırçınlığı.

Anlar vardır bir dere gibi kıvrım kıvrım.

Anlar vardır bir okyanus derinliği ve enginliği.

Anlar vardır bir tsunami tedirginliği, paniği.

Anlar vardır çiçek açar renk renk mis kokulu.

Anlar vardır baklava, börek, meyve, çerez gibi ikram.

Anlar vardır ekmek, su gibi elzem.

Anlar vardır içki, uyuşturucu gibi sarhoş eden.

Anlar vardır bir kuğu gibi süzülmenize.

Anlar vardır bir yılan değmiş gibi irkilmenize.

Anlar vardır bülbül gibi şakımanıza.

Anlar vardır karınca gibi çalışmanıza.

Anlar vardır çita gibi koşmanıza.

Anlar vardır salyangoz gibi kabuğunuza çekilmenize.

Anlar vardır hindi gibi kabarmanıza.

Anlar vardır ceylan gibi kaçmanıza.

Anlar vardır papatya gibi kavuşmanıza.

Anlar vardır koç gibi dövüşmenize.

Anlar vardır aslan gibi kükremenize.

Anlar vardır doğruyu eğriyi seçmenize.

Anlar vardır mazlumla zalimi dile getirmenize.

Anlar vardır güzele, çirkin muamelesi yapmadan.

Anlar vardır hakkı hâkim kılmak için.

Anlar vardır candan, maldan geçmenize.

Anlar vardır ölümü öldürmenize.

Neden olan, sadece bir sözdür, bir kelime!

 

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda müh.-Yazar

‘Sarp Yokuş’ adlı kitabından alıntıdır

Kötülük Yapmak Kolay

KÖTÜLÜK YAPMAK KOLAY

Kar taneleri tek başına ne kadar da yumuşak ve hoş değil mi? Ama sert bir kartopuna dönüştüğünde veya çığ adıyla zirvelerden kaymaya başladığında, nasıl da beyaz bir ölüme dönüşüyor. İnsani fakat kötü eylemlerimizi birer kar tanesi varsayarsak, bizi sarıp kuşatmadığı sürece donmayız diyerek avunsak yahut biri yaptığımız kötülüklerin altında kalıp ölmedikçe sorun yok desem, hata etmiş olmaz mıyız?

Kötülük eşittir ölüm yahut katletmek diyebilir miyiz? Ya öldürmemeyi ama aynı zamanda güldürmemeyi de hedefliyorsa birileri yani işkence ediyorsa, kendince “Rahmet say öldürmüyorum ya!” diyorsa? İşte bu zulmü bir çeken bilir, bir de çektiren, bir de her şeyi bilen!

Gökten üç elma düşse, biri iyilerin başına, ikincisi kötülerin, üçüncüsü kötülüğün yayılmasını isteyenlerin başına. Birinciler hariç, son ikisi bu elma ile zehirlense desem o zaman cenneti dünyada istemiş ve haddi aşmış olurum değil mi? Dünya kurulalı beri iyiler ve kötüler hep oldu, hep olacak biliyorum. İçimi acıtan gerçekleri, bir kez daha belleğimin gün yüzüne çıkmasına neden olan nefsim, nefsimi körükleyen şeytan, biliyorum. Üzülüyorum insanca ama çaresiz olmadığımı çok iyi bilmenin kuvveti ile yönümü Allah’a dönüyorum. Dua frekansında kalıp o en özel anı yakalamaya gayret ediyorum.

Ne olur şu andan itibaren tatil planları, düğün, bayram, gezi, üniversite, kariyer, davet, yarışma, v.b gibi dünya zevklerine yatırım yapmaktan çok daha fazlasını, ahiret için yapsak. İçimizdeki kötülüğe teşvik eden sinsi şeytana değil vicdanın müşfik ellerine bıraksak merkezi kontrol sistemimizi. Nefsimiz doludizgin koşmaktan yorulmadan, dünya adına ve yaşlanıp iş işten geçmeden, bir yatağa hareketsiz mahkûm olmadan ya da ansızın ölümle burun buruna gelmeden, artık kendi varoluşuna adasa kendini, hepimiz…

Başkalarının ne yaptığı ya da ne yapmadığından çok kendi yaptıklarımızı gözden geçirip kötülük adına ne varsa listeden silmek için çabalasak. Bugün farklı bir ben olma yolunda, bir adım atsak. Öldüğümüz gün, en büyük ödülü yani cenneti kazandığımız gün olsa. Kötülerle yollarımızı bu dünyada ayırmanın hazzını, tüm hücrelerimizde hissetsek. Herkese söz geçirme çabamızı bırakıp kendi cennetimizin kaskosunu kendi irademizle imzalasak. Kaybetmeye değil, kazanmaya ayarlasak tüm gayretimizi. İyilerden olup iyilerle haşrolsak.

Ne güzel olurdu değil mi? Öyleyse bugün kendinize bir hediye alın, Adı Kur’ân olsun. Çünkü bilin ki o, iyilerin kitabı! En iyinin, tüm iyilere çağlar öncesinden gönderdiği hediyedir o. İyilerin destansı kıssaları sizi tutuştursun.

Kötülerin kötülüklerinin nasılını, niçinini, iyilerin asil mücadelesini ve zafere giden yolun kilometre taşlarını bir bir yüreğinize koyun. Asrın bir iyisinin de siz olduğunuzu ispatlamanın en iyi yolunu bulmak için yorulun. En az kötüler kadar yorulmuyorsak iyiyim demeye utanmayı bilenlere, kardeşçe bir tavsiye.

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

“Sarp Yokuş” adlı kitabından alıntıdır.

İletişim Problemi!

İLETİŞİM PROBLEMİ!

Söz ağızdan bir kere çıkmalı ama acaba çıktığı gibi mi giriyor? Yani sizi dinleyen ancak koşulsuz, önyargısız, istekle faydalanmak için dinliyormuş gibi yapan, işine geleni alan, kırpan, tırpanlayan, duymayan, aldırmayan öyle çok ki. Her söylediğimizi doğru söylesek bile doğru anlaşıldığımızdan emin olamayız. Yapacak bir şey yok. Bize düşen anlatmak, en doğru üslup ve yöntemle, en doğru zaman ve zeminde.

Görevimiz, tohumla toprağı birleştirmek. Tohum sözünü, toprak sizi dinleyenlerin yürekleri. Eğer doğru ikili bir araya gelmişse hava, su, güneş, Rahmân’dan ikram ediliyor zaten. İşin aslı samimiyette. Samimi bir söz, samimi bir yürekte filizlenir. Değilse sözle tohum değil yaprak vermek, serpilip büyümek, gün yüzüne bile çıkamaz. Öyleyse biz bize düşeni yapıp saf tohum yani doğal tohum ekelim. Şefkatle toprağı işleyelim, bakımını yapalım ve hasada kadar tevekkül edelim. Görelim Mevla’m neylerse güzel eyler.

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

Sadece Yaşamayı Seçiyorum

SADECE YAŞAMAYI SEÇİYORUM!

Önüme geleni almayı, yapmayı, vermeyi, tutmayı seçiyorum.

Yani anı anlık yaşamayı.

Fakat yaşarken,

Hep sapasağlam iş yapmayı,

Yani Rabbimin bas dediği yere basmayı.

Yap dediğini yapmayı seçiyorum.

Ve her doğru seçim yaptığımda,

Yardımını benden esirgemeyen,

Bir şekilde içimdeki yangına su serpen Mevlam!

Seni çok seviyorum.

 

Artık uzun uzun planlar yapmıyorum.

Bu günden yarına değişenleri, çelişenleri görünce ben,

Rabbim beni hakta sabitle,

Beni söylediklerini yapan,

Yaptıklarını söyleyenlerden eyle.

Yapmadıklarını söyleyip te övülmek isteyenlerden,

Yaptıklarının farkında bile olmayıp, ısrarla sürdürenlerden eyleme diyorum.

 

Önümde olmayanlara,

Yanımda kalmayanlara,

Halimi sormayanlara,

Sorsa da duyduklarından hoşlanmadığı için,

Sorduğuna bin pişman olmuşçasına davranarak,

Söylediğim hiçbir şeyden iki satır nasihat almayanlara,

Alsa da aldığını itiraf edemeyecek kadar gururu tavan yapanlara,

Bir çırpıda pişman olacağı kararları bile zanları uyarınca alıp,

Adam olmakla Adem olunamayacağını bilmeyenlere,

Bilmediğini bilmediği halde, bileni bilmişlikle suçlayanlara,

Gücün ve emniyetin,

Elle tutulan gözle görülen şeyler olmadığını hala anlayamayanlara,

Vazgeçilemezler listesini doğru belirleyemeyenlere,

Düşünmeden konuşanlara,

Kelimeleri boğazıma düğümleyip, orada öylece bırakanlara,

Anlatmak istediklerimin bile fevkine varamayıp,

Sözü hep eksik ya da yanlış anlayanlara,

Ve tabi ki en nihayetinde,

Canıma can katma veya canımı alma yetkisi olmayanlara,

‘Aldırmamayı’ seçiyorum.

Canımın canını yakmamayı,

Canımı yakanlarıysa kendi hallerine bırakıp,

Rabbim neylersen güzel eylersin demeyi seçiyorum.

Yoruldum, yıprandım, dinlenmek istiyorum!

 

Biliyorum ki;

Ne yağmur boşuna, yağıyor,

Ne güneş boşuna doğuyor.

Ne rüzgar boşuna savuruyor.

Ne benim başıma gelenler,

Onun ya da onların başına gelenler,

Elbette boş değil,kesinlikle boşa değil biliyorum.

Ve elimle işlediklerimin şerrinden,

Dilimle söylediklerimin akıbetinden,

Gözümün gördüklerinin dehşetinden,

Ve kalbimin hissettiklerinin üzüntüsünden,

Yalnız sana, yalnız sana, yalnız sana sığınıyorum Rabbim!

 

Hayatı bir tenis masası kadar küçük görmeyi,

Gelen her bir belayı, sabır raketimle dünya filesinden aşırıp ahiretime göndermeyi,

Sınırlarımı çok iyi bilmeyi ve bildirmeyi,

İsteklerimi gerektiğinde ötelemeyi,

Borç almak dışında, kimseden hiçbir şey istememeyi, bir ‘ahlak’ edinip,

Tüm beklentilerimi bir tek O’na iletmeyi seçiyorum.

 

O ki varlığıyla ban güç veren.

O ki yalnızlığımda tek işiten.

O ki tarife mahal olmaksızın,

Beni benden iyi bilen.

O ki hiçbir nimetini başıma kakmayan.

O ki beni hiç terk etmeyen ve darılmayan.

O ki bana yerden ve gökten yardımcılar göndereceğini söyleyerek umutlandıran.

O ki hatalarımı affedeceğini umduğum.

O ki merhametine hep muhtaç olduğum.

Yaratanım, yönetenim, dünyaya gönderip, Cennetine davet edenim.

Yaşama sanatını bana öğret ki,

Artık aynı hatalara bir daha hiç düşmeyeyim,

Düşürülemeyeyim.

Bana sevgini, senin sevenin sevgisini,

Senin razı olduklarınla sevinmeyi,

Senin razı olduğun şekliyle sevmeyi bilenin sevgisini bahşet.

İndireceğin her hayra muhtacım.

Kurtuluşun yollarına ilet bizi.

Canımın canı sana emanet Rabbim!

Ey emanet edilenlerin en emini!

Bizi,yani Seni sevenleri,

Dönmemiz gereken hale,

Dönmemiz gereken yöne döndür Ya Rabbi!

Amin!

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

‘Sarp Yokuş II’ adlı kitabından alıntıdır.

Bu Şarkı Bitecek!

BU ŞARKI BİTECEK!

Hani hep söyleriz ya bu sözü, devam edeceğini umduğumuz işler için “Bu şarkı bitmez” diye. Ama bilin ki bu hayat bitecek. Yaşananlar, çekilenler, söylenenler, beklenenler, istenenler bir gün bitmese de bu hayat ansızın bitecek…

Bitmeyecek şarkıların sözlerini yazmak isteyenler, kendileri yazamaz belki ama yazdırtabilirler “sürücü” ve “şahit” diye isimlendirilen kâtip meleklere. Başlayın öyleyse yazdırmaya. Ağıt yakmayın, kahroldum, bittim demeden, kendi kokuşmuş hayatlarını birer nağmeyle süsleyen keş tiplere takılmayın. Anlamadığınız, tanımadığınız, hayatını bilmediğiniz, bilseniz tiksineceğiniz kişilerin ezgileri kulaklığınızdan beyninize bir yığın çöp doldurmasın. Gece, yükü boşaltmak içindir, çöp, zehir, radyasyon doldurmak için değil.

Sanki hâlâ küçük bir çocuk gibi çalıp söyleyen, hep eğlenen, dans eden, poz verenlerle yan yana olamıyorum, konserine bile gidemiyorum, keşke bir imzalı resmini alsaydım derken, kâtiplere kötü notlar yazdırtmayın. Haramdan razı olanlar, gözünün ferini, yüreğinin muhabbetini boş işlere akıtanlar, onlarla haşrolmaya, onlarla aynı azabı tatmaya adaydırlar. Yok, öyle yağma!

Sen öyleyse sev sevmen gerekenleri, kaç kaçman gerekenlerden. Şarkıcı isimleri mi, Kur’ân süreleri mi tercihin? Saçma sapan ezgiler mi, Peygamber sözleri mi belleğini dolduran? Yoksa her ikisi de mevcut diyerek alayla baş mı sallıyorsun şu an ben görmesem de?

Ey şu satırları okuyan genç! Tercih senin, göz, kulak ve gönül şahit olmak içindir yaptıklarına. Kork şahitlerinden! Bunlar senin azaların, bu şarkı da senin. Dilersen artık farklı telden çalmaya başlayabilirsin.

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

“Sarp Yokuş” adlı kitabından alıntıdır.

Güzel İnsanlara Selam Olsun!

GÜZEL İNSANLARA SELAM OLSUN!

Güzel kim ki?

Kime güzel denir ki?

Boylu poslu, esmer, kumral yahut sarışın diyecek kadar,

Basit ölçek kullananlar,

Lütfen okumaktan vazgeçsin bu satırları.

Benim sözüm güzelden anlayana diyorum.

Astardan ya da metreden dem vurana değil!

Eğer kalıpla iş bitseydi,

Allah ağzı iyi laf yapan münafıklara,

Hurma kütüğü demezdi.

Hadi gelin biz insanca insanlığa prim verelim.

Sahi nasıl birinci sınıf insan olunur sizce?

Biraz kafa yoralım mı ne dersiniz?

En azından birinci sınıf olmaya adanarak değil mi?

Güzel insanlar daima güzel sinyal yayar kardeşler etrafa.

Ne tedirgin ederler,

Ne tehdit.

Ne surat asarlar,

Ne kabalaşırlar.

Ne kaktüs gibi batar,

Ne kabak çiçeği gibi yersiz açarlar.

Ne lafı çok uzatır,

Ne de asırlık boşluklar verircesine susarlar.

Ne ihtiyaçtan bile kısar,

Ne israfa kaçarlar.

Sözleri hep gönül alıcıdır,

Gönül çalıcı değil,

Gönül yakıcı veya yıkıcı hiç değil!

Bakmak içinizi ferahlatır,

Konuşmak yüreğinizi rahatlatır,

Anlatmak içinizi boşaltır,

Pişman olmazsınız ona geldiğinize,

Üzülmezsiniz onunla görüştüğünüzde,

Korkmazsınız sizi terk ettiğinde.

Gitmesi bile zahmet değil rahmettir.

Hele gelişi bir bayram muştusu hissettirir, tüm benliğinizde.

Derdiniz derdi, sevinciniz sevincidir.

İçtendir ama asla içten pazarlıklı değil.

Size bağlıdır ama asla bağımlı değil.

Sever ama severken boğmaz.

Özler ama özlemi size yük olmasına neden olmaz.

Kaybolduğunuzda merak etse de,

Kaybolmak istediğiniz de, sizi size bırakacak kadar saygılıdır.

Her an burnunuzun dibinde olmayarak sizi bıktırmadığı gibi,

Sevgisini sorgulatacak kadar da uzakta kalmaz.

Zamansız ‘uzaklaşmak zorundaydım!’ gibi sebeplerle, sizi ağlatmaz.

İstediğinizde mutlaka verir eğer varsa,

Veremediğinde şüphe duyurmaz.

Kalbiniz kalbindeymiş gibi atabilir,

Yüreğinden yüreğinize köprü kurabilir.

Onu heyecanlandıran sizi de heyecanlandırabiliyordur.

Bir bakış, bir duruşundan çözülebilen,

Söyledikleri önemsenmeden edilemeyendir.

Gerekirse sizi sabırla beklese de,

Sizi asla bekletmemeye azami gayret sarf edendir.

Her düştüğünüzde kaldırmak için,

Ya sağınızda, ya solunuzda, ya da ardınızdadır.

Asla önünüzde olmaz!

Çünkü bırakıp gitmeyecek kadar vefalıdır.

Güzel insandır işte adı üstünde.

Güzel olmayan yanları söylendiğinde bile,

Güzelliği belli olup,

Tevazusunu gösterebilen,

Özrünü dileyen,

Tevbesini eden,

Burnu hiç bir zaman Kaf dağına çıkmayandır.

Hayat bu masal değil ki!

Hiçbirimiz de prens ya da prenses de değiliz.

Apaçık gerçekler bu kadar bizi kuşatmışken,

Ve güzele hasret isek hep birlikte,

Hem güzeli tanımalı, hem güzele değer vermeli, hem güzelleşmeyi bilmeliyiz.

Tanımazsak yazık,

Değer vermezsek zulüm,

Güzelleşmezsek kimseye değil,

En çok ta kendimize yazık etmiş oluruz değil mi?

Öyle ise yarışma başladı kardeşler!

Haydi güzelleşmek için yaraşır bir gayret sarf etmeye.

Kötüler Truva atıyla içimize girdiler biliyorum.

İçimizi dışımıza çıkarırcasına kusmak pahasına,

Tüm kötülerden tiksindiğimi net ifade etmek istiyorum!

Ve Rahman olan Rabbimden,

Kim kötü adına,

Kötülük adına,

Ve kötülerden yana,

Nerede ve nasıl  tuzaklar kuruyorsa,

Başlarına geçmesi için,

Hepinizden acil dua istiyorum.

Zalimler için yaşasın Cehennem!

İyiler içinse iyi ki varsın ey Cennet diyorum.

 

Hatice Dilek Cengiz

Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar

“Sarp Yokuş II” adlı kitabından alıntıdır.