Eş Seçimi ve Evliliğe Hazırlık
EŞ SEÇİMİ VE EVLİLİĞE HAZIRLIK DERSİ
Kültürel Hazırlık:
- Eş adayınızın kültürel değerlerini iyi tanımalısınız.
- Onun kendi kültürüne ait zevklerine önem verdiğinizi hissettirmelisiniz.
- Kendi kültürünüz hakkında mutlaka bilmesi gerekenleri ona da anlatmalı veya öğretmelisiniz.
- Kültür farkının ailelerin ilişkilerini zedelememesi için, nezaket ve uyumlu davranmaya önem vermelisiniz.
- Genel kültür gerektiren konularda kendinizi ve eş adayınızı uygun bir dille geliştirmeyi bilmelisiniz.
- Farklı kültürde insanlarla anlaşabilir olmayı başarmalısınız.
- Sadece kendi değerlerini önemseyen bencil bir insan olmadığınızı davranışlarınızdaki kalite ile göstermelisiniz.
- Çevrenin çok yadırgayacağı davranışlardan kaçınmalısınız.
- Yaşam standardınızı yaşadığınız topluma göre ayarlayabilmeli, insanları rahatsız edecek hal ve konuşmalardan kaçınmalı, görgülü olmalısınız.
- Giyiminizde aşırılıklardan uzak durarak, helal ve meşru tercihler yapmayı bilmelisiniz.
- Düğün, bayram, cenaze, gelin alma, nişan gibi konularda meşru istekleri makul karşılamalı, zulmetmeden ve zulme rıza da göstermeden doğruyu nezaketle yaşamak için yumuşak geçişler yapmayı bilmelisiniz.
Hatice Dilek Cengiz
‘ Huzur Akademisi Çalışması 3.sınıf ‘ Kitabından Alıntıdır.
- Published in Makalelerim
Bir Soru Bir Cevap
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Ne yapmalı, nasıl yapmalı, neyle yapmalıyız ki başarılı olalım?
Cevap: Hayatımızın her deminde
Allah’tan razı olmalı,
Peygamberlerinin yaşadığı gibi yaşamalı,
Bize seçtiği din üzere kalmalıyız.
Bunun için de; Allah’ı razı etmek zor değil kardeşler, her an Allah’tan razı olmayı başarmalıyız.
Öyle ise atamız İbrahim as. gibi: ‘Ben Rabbime gidiyorum. O bana yolumu gösterecektir.’ diyen ve O’ndan gayrısına ‘La’ diyebilenlere selam olsun.
Yaşam Koçu
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
Sevmek
SEVMEK
Kimi? Nasıl? Ne kadar? Derseniz;
Üzerinde uzun uzun düşünülmeli derim kardeşler!
Önce yaratanı sevmeli insan.
İnsan olma şerefini kuşanmış olmak istiyorsa.
Yaratanını sevmeyen,
Yaratılmışı ne kadar ve nasıl sever ki?
Hem sevgisine ne kadar inanılır ki?
Sahi sevgi ölçülebilir mi ki derseniz,
Evet ölçülür ya kardeşler diyeceğim?
Nasıl ve nerede mi?
Kalple elbette!
Hadi öyle ise sevgi terazimizi bir güzel kuralım kalbimizin ortasına,
Sonra da başlayalım tartmaya.
Komik, hata belki de saçma geldi değil mi?
İyi ama, kimi nasıl ve neye göre tartacağız değil mi?
Sevgi bu, soyut bir kavram!
Nasıl ölçülebilir ki?
Öyle ise biraz kafa yoralım bu işe ne dersiniz kardeşler?
Birinin birini sevdiğini,
Hem de çok sevdiğini,
Nasıl anlarsınız kardeşler?
Çok basit aslında!
Halinden, tavrından, bakışından, duruşundan, sözünden, sesinden,
İlgisinden, iletişiminden, merhametinden, muhabbetinden,
Saygısından, hürmetinden, özeninden, dikkatinden,
Sabrından, koruyup kollamasından, ihtiyaçlarını önemsemesinden,
İnce fikirli davranmasından, kırmayışından, terk etmeyişinden,
Bekletmeyişinden, kükremeyişinden, incitmemeye gösterdiği özenden
Falan filan kardeşler.
Öyle çok şey söylenebilir ki, değil mi?
Gelin size çok şey söylemeden öz şeyler söyleyeyim.
Hayat bu,
Ne yöne akacağı belli değil gibi görünse de,
Emin olun akışı biz belirliyoruz irademizle kardeşler!
İradesini kontrol etmeyi başaranlar,
Çok şey kazanacak ileride.
İlerisini sakın uzak sanmayın.
Emin olun uzak değil.
Ölüm kadar yakın!
Adeta ensemizde.
Öyle ise gelin bir plan yapalım hep birlikte.
Bu günden sonra kendimizi iyi hissettirenleri sevelim öncelikle.
Niye mi?
Sevginin iyileştirici etkisi var da ondan kardeşler.
Bakın bakalım bu güne kadar kim,
Ya da kimler size iyi geldi diye,
Bir teste sokun kendinizi.
Kim size ne kattı?
Kim sizden almadan da verdi?
Kim sizinle hep vardı?
Ya da var olmanız için ne gerekiyorsa yaptı?
Kimin varlığı olmazsa olmazınızdı?
Kimsizken kendinizi yalnız, yaralı, eksik hissettiniz?
Kiminle yeşerdiğinizi,
Yeni umutlara,
Güzelliklere yelken açtığınızı,
Ya da açacağınızı hissettiniz?
Kim size gerçekten yakındı?
Kim tüm ihtiyaçlarını hiç sızlanmadan karşıladı?
Kim sırdaşınız, gönüldaşınız, kalp komşunuz olabildi?
Kim sizi hiçbir zaman veya şartta terk etmedi?
Düşünüp buldunuz mu?
Yoksa daha okurken sıralayıp durdunuz mu isimleri?
Peki cevabınız Allah olabildi mi?
Kardeşler!
Biraz insaflı olup düşünmeniz,
Düşünmekle kalmayıp inanmanız,
İnandığınızı iddia ediyorsanız ispatlamanız gerekmez mi?
Bu nasıl bir sevgi ki,
Sahi sevmeyen sevilmeyi hak eder mi?
Siz Allah’ı sevdiniz mi ki?
Onun sevgisini hissedebildiniz mi ki?
Ona olan sevginizi ne zaman, nerede, nasıl gösterdiniz ki?
Oysa söz konusu insan ise sevdiğimiz,
Her şey ne kadar da netleşiyor değil mi?
Hani çocuk olsa anlar kimin kimi sevdiğini.
Kimin gerçekten sevdiğini,
Kimin ‘mış gibi’ yaptığını.
Kimin sevmeyi bile beceremeyecek kadar taşlaştığını!
Böyle işte kardeşler.
Aslında her şey ne kadar da şeffaf,
Bizler ne kadar da kolay, sanki çocuk kandırır gibi,
Yaşayıp gittiğimizi sanıyorduk bu güne dek!
İyi ama sormazlar mı, ya da söylemezler mi adama?
Artık çocuk değiliz ki?
Ne ben çocuğum, ne de sizler öyle değil mi?
Hadi öyle ise madem ki koca koca insan olduk,
Bu günden sonra önce Rabbimizi,
Sonra da birbirimizi sevelim kardeşler.
Bir şartla yalnız,
Birbirimizi severken de O’nun adına ve O’nun adıyla sevelim kardeşler!
Gerisi masal,
Gerisi hikaye kardeşler.
Gerisi inanın başı hoş bir melodi gibi geliyorsa da kulağa,
Sonunun çığlıkla bitmemesi, hani nerede ise imkansız gibi.
Neden mi?
Çünkü sonuç ekseriyetle trajedi.
Bu güne kadar hangi seven,
Sevdiğini koşulsuz mutlu edebilmiş ki?
Mümkün değil!
Değil mi kardeşler?
Öyle ise sınırsız mutluluğa koşabilecek yarışçılar olmak lazım.
Yarışmak için tutuşanları bulmak lazım.
Aynı anda aynı yöne dönüp, hiç durmaksızın koşmak lazım.
Zaman bu öyle hızlı akıp gidiyor ki?
Sakın ha boş laflara kanmayın!
Dedim ya artık hiç birimiz çocuk değiliz değil mi?
Selam olsun birbirini Allah için sevip,
Sevgileriyle ebede göçmek için tüm samimiyetini ortaya koyanlara.
Arşın gölgesinde gölgelenebilecek kadar kaliteli bir sevgiyi,
Yüreklerinde hissedebilenlere ve hissettirebilenlere.
Amin!
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu
‘Sarp Yokuş II’ adlı kitabından alıntıdır.
- Published in Makalelerim
İnsan Ne Zaman Kendisini Sever?
Bir Soru Bir Cevap
Soru: İnsan ne zaman kendisini sever?
Cevap: Kardeşlerim, yaptığınız işten Allah’ın razı olacağını hissettiğiniz anlarda, nasıl da mutlu olduğunuzu ve kendinizi de sevdiğinizi deneyimlemeye davet ediyorum sizleri. O’nun rızasını kazanmanınsa tek bir yolu var Kuran’ın rehberliğinde bir hayat yaşamak. Böyle olunca mutlu olmak elimizde değil mi sizce de?
Yaşam Koçu
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
İbadet Nedir?
Bir Soru Bir Cevap
Soru: İbadet nedir?
Cevap: Allah için, Allah’ın hatırına, Allah’ın adına, Allah ile yapılan, yapılmak istenen, yapılmaya çalışılan herşey!
Gülmek, konuşmak, yürümek, uyumak, yiyip içmek, eğlenmek, sevmek, doğurmak, bakmak ve tabi ölmek. Hatta ölümü öldürebilip şehit olmak! Selam olsun bir ömrü ibadet bilinci ile yaşayan dirilere ve yeryüzüne kan veren Şehidlere.
Yaşam Koçu
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
Bir Soru Bir Cevap
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Kimlerle yola çıkılır ve kimler hedefe varır?
Cevap: Allah’a ‘Sen benim Rabbimsin’ diyerek söz veren, SÖZÜNÜN ERİ kalan ve ŞEHADETE erenlerle.
Güne Özel Not: Selam olsun Yeni Zelenda da ve harici heryerde şehitlik şerefine erenlere ve ölümü yaşamaktan çok sevip, sırasını bekleyenlere. Ya Rahman hüzünlerin en güzelini tadan tüm şehid ailelerine Sabrı Cemil diliyorum.
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
Nefis, Vicdan, Şeytan Üçgeninde İnsan!
NEFİS-ŞEYTAN-VİCDAN ÜÇGENİNDE İNSAN
İçimizdeki üç ses:
“Hepimiz her an seçim yapmaktayız, farkında olsak da olmasak da hep karar anları yaşadığımız anlar. Bazen sözün bittiği, duyguların kütleştiği, düşüncelerin serseri mayın gibi sağa-sola savrulduğu anlar vardır. Birileri fütursuzca sizin adınıza, sizin yerinize kararlar alıyordur ya da almaya çalışıyordur aklı sıra. Kulağınızı tırmalayan buyurgan bir sesle hükmeder, hükmetmek ister adeta tüm varlığınıza. Siz ise orada öylece seyrederken olan biteni, yüreğinizde fırtınalar koparan anları ilmek ilmek dokursunuz Rahmân’a sunacağınız dilekçenize… İyi ki sen varsın, bilirsin bildiğini unutmazsın, görürsün görmediğini iddia etmezsin, duyarsın hiç çıkmayan, çıkamayan yakarışları bile dudaklardan yahut yüreklerden. Sen korur kollarsın, verir ama istemezsin. Çünkü sen, ihtiyacı, aczi olmayansın. Oysa biz kulların öyle miyiz…”
“Ağzımızı açmaya görelim. Ne kadar da öylesine çıkar kelimeler. Yağmur gibi yağdırırız istediğimizde harfleri fakat yağan kurşun gibi deler yürekleri… Bakışlarımız ezip geçer karşımızdakini. Hani bir sinek olsa karşısındaki, cama yapıştıracakmış gibi… Sesimiz gök gürültüsünü andırır. Saatlerce dinmeyecek bir fırtına eser ortalıkta… Ve savrulur ne varsa etrafa. Tıpkı ağzından yılanlar dökülen masal kahramanı gibi sokar bedeninizi her kelime. Ya sonra… Ağlamaklı bir ses düşer ahizeme, “Artık dayanamıyorum, içim parçalanıyor, kulaklarım yanıyor duyduklarımdan,” “Yıllarımı verdim ben” serzenişleri. Gün geçmez ki bu tür bir telefon almayayım. O an beynimde şimşekler çakar adeta. Bu kadar empati çok mu dersiniz? Bir bilseniz, duysanız insanın insana reva gördüklerini. Hoş bilirsiniz ya benden belki de daha iyisini. Ben yine de söylemeden geçmeyeyim hissettiklerimi. Neyi paylaşamıyoruz bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki hayatı paylaşamadığımız kesin. Tutkular, egolar, hırslarımız, öfkelerimiz, sapkınlık ve taşkınlıklarımız kısaca. Rağmen bir hayat bizimkisi. Kitab’a, Peygamber’e, akla, kalbe inat yaşıyoruz her şeyi. Biliyoruz ama sindirmediğimiz bilgiler yarı yolda, ilk durakta rotadan çıkarıyor bizi. Oysa caydırıcılar tek tek sayılmış İlahî Kelâm’da. Nefsanî arzulara, özellikle kadınlara ve oğullara, altına ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere düşkünlük dünyanın geçici menfaatleri. Değer mi ebedî bir hayatı, ebedî bir hayat arkadaşını, minicik, savunmasız bir yavrunun serçe kuş yüreğini, anneyi, babayı ve kardeşi ezip geçen sığ akılla verilmiş üç kuruşluk bedeller uğruna yorgan yakmaya? Heyhat yakıyoruz. Çünkü biz haddi aştık!
Bırakın kulların hakkını, üzerindeki Rahmân’ın hakkını hiçe sayandan ne beklenir! “Çıkmadık candan umut kesilmez!” demekten başka bir şey gelmiyor aklıma.
“Ne yapmalı ve nasıl yapmalı ki, devam eden hayatın yükü omuzlarımızı çökertmesin. Hemen sol elinizi kaldırıp beş parmağınızı açın göz hizanızda. Sonra sağ elle başlayın tek tek parmaklarınızı saymaya. Bir; “Beni üzen, bana hayatı zindana çeviren bu insanı ben yaratmadım.” İki; “Rızkını ben vermiyorum.” Üç; “Bana hesap vermeyecek.” Dört; “Ben öldürmeyeceğim.” Beş; “Ben diriltmeyeceğim.” Yeterli sanırım bu saydıklarım. “Bugünden sonra kimseye bekçi olmayacağım” diye bir söz verip kapatın elinizi, yürüyün dosdoğru yolunuzda.
Ben, insanda üç tür iç ses olduğuna inanıyorum. İşin en dikkate değer yanı, her üç sesin de bizim sesimiz olduğu yanılgısına kapılmamızdır. Yani içimizdeki benin sesi bunlar. Bir; Fıtrattan gelen “Rahmânî ses.” Yani vicdan dediğimiz, bize daima doğruları fısıldayan ses. İki; vesvese denilen “Şeytanî ses.” Hep kötü ve çirkin işlere davet eden ses. Üç; yaratılışta bize insan olmak hasebiyle verilen, seçme yetkisi olan, iyiye ve kötüye meyledebilen “nefsanî ses.” Nefsimizi eğitir, onu daima iyiye yönlendirirsek, fıtratın sesiyle birleştiğinde şeytanın fısıltısı sadece bir vesvese olarak kalacaktır.
Her şey burada düğümleniyor. Eğer bizler, şeytanın Rahmân’la yaptığı konuşmayı hatırlar ve salih bir kul olursak, şeytanla ancak mücadele edebileceğimizi de biliriz. Çünkü şeytan, “Onların hepsini azdıracağım” derken, “Senin salih kulların müstesna” diye bir kayıt düşmüştür. Onun bize yaklaşma yolları olan dört yolu kapatırsak, bambaşka bir çığır açmış oluruz hayatımızda. O, önden yaklaşıp ahireti uzak gösterirken, bizi gelecek kaygısıyla korkutur. Ardınızdan yaklaşır, geçmişin yüklerini her daim belleğinizde taşıtır. Ne kadar eskiden yaşanmış da olsa, attırmaz yüreklerinizden siz atmaya çalışmaz ve başarma yolları aramazsanız. Sağınızdan yaklaşır ki, kendinizi bir şey sanın ve kibrinizle aldanın. Güzel amellerle övündürüp daha güzelini yapanı görmezden geldirir sinsice. Oysa dünya söz konusu olduğunda nasıl da tersine işletir sistemi ve hep daha lüksünü, daha fazlasını istetir hırslarına esir olana. Ve soldan yaklaşır. Sen bittin, sen mahvoldun, seni artık -ne kul ne Allah- hiç kimse affetmeze inandırır ve umutsuzca batağa daha çok saplanır kalır insan. Yani hep bir mücadele; ya zafer ya hezimettir aslında her aldığımız karar. Çünkü biz iki dünyaya inananlar olarak eğer ahiret öncelikli bir hayatı yudum yudum içmeye talipsek tüm acılara rağmen son güleni oynayabiliriz ve bilin ki ahireti satın almak için mücadele edene Rahmân, dünyayı promosyon olarak sunacaktır.
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu-Gıda Müh.-Yazar
‘Sarp Yokuş’ isimli kitabından alıntılanmıştır
- Published in Makalelerim
Kötülük Yapmak Kolay
KÖTÜLÜK YAPMAK KOLAY
Kar taneleri tek başına ne kadar da yumuşak ve hoş değil mi? Ama sert bir kartopuna dönüştüğünde veya çığ adıyla zirvelerden kaymaya başladığında, nasıl da beyaz bir ölüme dönüşüyor. İnsani fakat kötü eylemlerimizi birer kar tanesi varsayarsak, bizi sarıp kuşatmadığı sürece donmayız diyerek avunsak yahut biri yaptığımız kötülüklerin altında kalıp ölmedikçe sorun yok desem, hata etmiş olmaz mıyız?
Kötülük eşittir ölüm yahut katletmek diyebilir miyiz? Ya öldürmemeyi ama aynı zamanda güldürmemeyi de hedefliyorsa birileri yani işkence ediyorsa, kendince “Rahmet say öldürmüyorum ya!” diyorsa? İşte bu zulmü bir çeken bilir, bir de çektiren, bir de her şeyi bilen!
Gökten üç elma düşse, biri iyilerin başına, ikincisi kötülerin, üçüncüsü kötülüğün yayılmasını isteyenlerin başına. Birinciler hariç, son ikisi bu elma ile zehirlense desem o zaman cenneti dünyada istemiş ve haddi aşmış olurum değil mi? Dünya kurulalı beri iyiler ve kötüler hep oldu, hep olacak biliyorum. İçimi acıtan gerçekleri, bir kez daha belleğimin gün yüzüne çıkmasına neden olan nefsim, nefsimi körükleyen şeytan, biliyorum. Üzülüyorum insanca ama çaresiz olmadığımı çok iyi bilmenin kuvveti ile yönümü Allah’a dönüyorum. Dua frekansında kalıp o en özel anı yakalamaya gayret ediyorum.
Ne olur şu andan itibaren tatil planları, düğün, bayram, gezi, üniversite, kariyer, davet, yarışma, v.b gibi dünya zevklerine yatırım yapmaktan çok daha fazlasını, ahiret için yapsak. İçimizdeki kötülüğe teşvik eden sinsi şeytana değil vicdanın müşfik ellerine bıraksak merkezi kontrol sistemimizi. Nefsimiz doludizgin koşmaktan yorulmadan, dünya adına ve yaşlanıp iş işten geçmeden, bir yatağa hareketsiz mahkûm olmadan ya da ansızın ölümle burun buruna gelmeden, artık kendi varoluşuna adasa kendini, hepimiz…
Başkalarının ne yaptığı ya da ne yapmadığından çok kendi yaptıklarımızı gözden geçirip kötülük adına ne varsa listeden silmek için çabalasak. Bugün farklı bir ben olma yolunda, bir adım atsak. Öldüğümüz gün, en büyük ödülü yani cenneti kazandığımız gün olsa. Kötülerle yollarımızı bu dünyada ayırmanın hazzını, tüm hücrelerimizde hissetsek. Herkese söz geçirme çabamızı bırakıp kendi cennetimizin kaskosunu kendi irademizle imzalasak. Kaybetmeye değil, kazanmaya ayarlasak tüm gayretimizi. İyilerden olup iyilerle haşrolsak.
Ne güzel olurdu değil mi? Öyleyse bugün kendinize bir hediye alın, Adı Kur’ân olsun. Çünkü bilin ki o, iyilerin kitabı! En iyinin, tüm iyilere çağlar öncesinden gönderdiği hediyedir o. İyilerin destansı kıssaları sizi tutuştursun.
Kötülerin kötülüklerinin nasılını, niçinini, iyilerin asil mücadelesini ve zafere giden yolun kilometre taşlarını bir bir yüreğinize koyun. Asrın bir iyisinin de siz olduğunuzu ispatlamanın en iyi yolunu bulmak için yorulun. En az kötüler kadar yorulmuyorsak iyiyim demeye utanmayı bilenlere, kardeşçe bir tavsiye.
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu
- Published in Makalelerim
İnsan Neye Üzülür?
İNSAN NEYE ÜZÜLÜR?
Neye üzülmez ki değil mi?
Üzülmeyi istedikten sonra, üzülecek ne çok şey bulur insan.
Vara yoğa, gelmişe geçmişe, olmuşa olacağa.
Düne, bu güne, yarına,
Ya olmazsa, ya bitmezse, ya gelmezse gibi
İhtimal dahilin de olan şeylere,
İhtimali çok uzak bile olsa, pek çok şeye,
Kalbine doğana, aklına takılana, beyninde şimşek çaktırana,
Duygularına ket vurana,
Sinirlerini yıpratana,
Anlaşılmamaya,
Anlatamamaya,
Anlayamamaya,
Dil yarasına, el yarasına, gönül yarasına,
Emeklerinin zayi oluşuna,
Kadir kıymet bilinmeyişine,
Bile isteye incitilişine,
Yetememeye, gidememeye, dönememeye,
Sevilmemeye, özlenmediğini hissetmeye, işi düşülünce aranmaya,
Fitnenin içine düşmüş olmaya,
Kararsızlıklar içinde boğuşur olmaya,
Olana, bitene, olması gerektiği halde olmayana,
Olmadığı halde ihtiyaç duymaya,
Olmasa da olur diyebilir olmamaya,
Olanla yetinemeyişe,
Olmuş bitmiş deyip bitiremeyişe,
Gülmekle ağlama arası gidip gelişe,
Gülümsetemeyişe,
Gülümseyemeyişe,
Gülümsenmeyişe,
Yükün çokluğuna,
Acının derinliğine,
Sorunun büyüklüğüne,
Emniyetin olmayışına,
Sadakatin kayboluşuna,
Nezaketin can çekişine,
Saygının yerlerde gezişine,
Dürüstlüğün ahmaklık sayılıp,
Sahtekarlığın zekilik sayılışına,
Cimriliğin uyanıklık,
Cömertliğin enayilikle bir tutuluşuna,
Yapmadığının yapmış sayılıp,
Yaptıklarının işe yaramayışına,
Bazen kendine yetmekte zorlanışına,
Bazen unutmadığı halde unutmuşçasına yanlış yapışına,
Bazen yanılamaması gerektiği yerde yanılışına,
Bazen her şeyin sıradanlaşmış olmasına,
Bazen anlamın anlamını kaybettiğine,
Bazen kendini bile tanımakta zorlanışına,
Bazen tanıdığını sandıklarını şok edişine,
Bazen sebepsiz ağlıyorum deyip,
Onlarca sebebi yüreğinde toplayışına,
Yüzlerce küçük sayılan hatayı tekrarlayışına,
Binlerce kez kendine verdiği sözlerde durmayışına,
Yüz binlerce ümitle bekleyişin zorluğuna,
Sınırsız yetkisi, gücü, kudreti olan Rabbine rağmen,
Üzülüyor olmasına üzülür insan!
Hem zaten üzülmeli de aslında değil mi?
Pişmanlık kişiyi Allah’a yaklaştırıyorsa,
Mükemmel arındırıcı bir duygudur.
Üzülmelidir insan, üzmemeyi öğrenmek için.
Üzülmelidir insan, düştüğü çukura bir daha düşmemek için.
Üzülmelidir insan, üzülenlerle empatik ilişkiler kurabilmek için.
Üzülmelidir insan, farkındalığını arttırmak için.
Üzülmelidir insan, sırf üzdüklerini üzdüğü için.
Üzülmelidir insan, sevgiye kıymet vermediği için.
Üzülmelidir insan, kusurlarıyla yüzleşmekten kaçtığı için.
Üzülmelidir insan, bencilleştiği için.
Üzülmelidir insan, üzdüklerinin hakkına girdiği için.
Üzülmelidir insan, ödülü hak edecek bir hayatı kuşanmadığı için.
Üzülmelidir insan, Cennetlik olduğu kesinmiş gibi yaşadığı için.
Üzülmelidir insan, Cehennemden yeteri kadar korkmadığı için.
Üzülmelidir insan, peygamberi evladından iyi tanımadığı için.
Üzülmelidir insan, kitabını gereği gibi okumadığı için.
Üzülmelidir insan, bu güne kadar çok boş vakit geçirdiği için.
Üzülmelidir insan, mükemmel bir bedeni getirdiği hal için.
Üzülmelidir insan, yüreğine rağmen kendi kalesine gol attığı için.
Üzülmelidir insan, yüreğin sahibini yüreğine sığdıramadığı için.
Ve üzülmemelidir insan, dünyanın geçici olduğunu bildiği için.
Ve üzülmemelidir insan, Rabbinin gazabını geçen affı olduğu için.
Ve üzülmemelidir insan, Allah’ın affına güvenmekle kalmayıp,
‘Benim namazım, ibadetlerim,
Hayatım ve ölümüm Allah içindir!’ der ve buna uygun yaşarsa,
Cennette üzüntüyü bizden gidereceği müjdesini Rabbinden,
Daha bu dünya da aldığı için.
Üzülmemelidir insan!
Üzülmekte dozu çok iyi bilmeli,
Gözyaşlarını teraziye koydurtacak şeylere üzülüp,
Üzülmesini bile rahmete çevirebilmelidir.
Haydi öyle ise kardeşler,
Üzülmeyeceğimiz bir dünyayı kurmak benim gayretim!
Allah için bana yardımcı olmak isteyenleri,
Bu kutlu yola davet ediyorum.
Varım diyenlerin sayısını arttır,
Bize yardımcılar gönder,
Bizi katından bir güçle destekle,
Güldüren ve ağlatan sensin Rabbim! diyerek,
Güldüğümüz anların şükrünü,
Ağladığımız anların hüznünü,
Amel defterimizin sağına kaydettirebilecek,
Şirksiz bir imanla yaşamayı,
Bizden hüznü gidereceğin anı,
Sabırla beklemeyi bize öğret!
Ya Sabur! Ya Fettah! Ya Selam!
Amin!
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu
“Sarp Yokuş II” Adlı kitabından Alıntıdır
- Published in Makalelerim
Duygulu Olun, Duygusal Değil!
DUYGULU OLUN, DUYGUSAL DEĞİL!
Duygu; olay, insan, eşya, zaman, mekân kıskacında insanı boğan, üzen, yıpratan olmakla birlikte; diğer yandan ayaklarını yerden kesen, nefes aldıran, kanatlandıran, coşturan hisler demetidir. Her şeyde dengeye davet eden Rahmân, bu konuda da bizi duyguları muhafaza etmeye, beslemeye, ifade etmeye, dindirmeye davet ederken; abartmaya, kaptırmaya, azdırmaya izin vermediği gibi ezdirmeye, incitmeye, bastırmaya, yok saymaya da izin vermiyor.
Sevmeliyiz; O’nun sev dediklerini. Ölçüsünce sevmeliyiz. Bir gün düşman olabileceğimiz ihtimalini hiç hatırdan çıkarmadan. Ama en çok O’nu sevmeliyiz. Çünkü Allah kıskançtır. Kulunun kendinden çok hiçbir şeyi sevmesini, önemsemesini onaylamaz. Yerine kimsenin konulmasını affetmez. Çünkü insanın aklı nispetince algılayamayacağı kadar nedeni vardır. İspata da gerek yoktur. O vardır ve kudreti sınırsızdır. Varlığı ispat gerektirmeyecek kadar aşikârdır.
Korkmalıyız. En çok O’ndan. Ama azap etmesinden daha çok, rızasını kaybetmekten korkmalıyız. O azap etmez ki, hak etmeyene. Hak edene hakkını ödetmenin bir şeklidir cehennem. Bir nevi arındırma ünitesi desek, yanlış değerlendirmiş olmam diye umuyorum.
Zatından başka hiçbir şeyden korkmamayı öğrenmeli, kendimizi olgunlaştırmalıyız.
Öfkelenmeliyiz! Allah’a Rasûlü’ne, dinimize, Kitab’ımıza, düşmanımıza (Allah’ın düşmanları), kardeşimizin hakkını gasp edene fakat öfkelenmemeliyiz nefsimizi ezene, hakaret edene, üzene, zulmetmediği sürece eliyle. Yani sözlü saldırıya selam deyip geçmeli, güreşte yenen yiğit gibi şeytanın başımızı kaldırıp burnumuzu havaya dikmesin, öfke anında yumuşak başlılığımızla gücümüzü göstererek, izin vermemeliyiz.
Acıları merhem yapıp yaralarımıza sürmeli, bir delikten bir daha ısırılmamak için eğri oturmayı bilmeli, doğru eylemlerde, doğrularla beraberken başımıza gelenlere Rahmân için, Rahmân’ı yardımcı seçerek sabretmeli, elimizle işlediklerimiz yüzündense af şurubunu gece gündüz içip bir saniye bile gecikmeden amel defterimizi temizlemeliyiz. Acıtmamalıyız kimseyi ki, acıtılan hücrelerimiz, nefesimiz, sesimiz, gözyaşlarımız şahitlerimiz olarak mahkemede sunsunlar delillerini. Beraatımıza tanık olsunlar.
Heyecanlanmamalıyız elbette haddinden fazla hiçbir şey için! Ama O’nun kitabını okuyunca, Rasûlü’ne uymanın tatlı telaşını hep ciğerlerimize aldığımız hava ile dinginleştirmeli, besmeleli eylemlerimizi; şeytani ve nefsi tuzaklardan koruyup amel defterimize bir bonzai tohumu gibi ekmeli, Azrail gelip canımızı istediğinde; Allah’ın emri Rasûl’ün kavli ile almana gerek kalmadan, “Ben zaten verip Rabbimden ücretsiz aldığımı, paha biçilmez rızası için satmaya hazırdım!” deyip; belki bir yatakta, belki masa başında, belki tebliğ anında, belki direksiyon başı, belki seccade üzeri, belki Kur’ân, belki dua, belki zikir, belki cihad meydanında ama O’nun zatına verdiğimiz sözü; “Evet, sen bizim Rabbimizsin!” nidasına ihanet etmediğimizi, Rabbimize belgelediğimizi onurla sunmalıyız. Kanımız akıp soluğumuz kesilip kalbimiz durduğunda yahut kansız bir şahadetse bekleyen bizi, ardımızda kalan ve cennette kanatlarımız olmasını istediğimiz yavrularımıza düşen, güzel bir sabır, sevinç gözyaşları ve varsa sevenlerimizden vasiyetimiz; biricik bayrağımız olan tevhid bayrağımızı, elden ele hiç düşürmeden, mahşere dek taşımaya devam etmeleridir.
İşte o zaman dünyada bulunmuş olmanın, bir yer tutmanın, bir çok şey tüketmiş ama bir o kadar da üretebilmiş olmanın hazzını duyar, elimiz boş geldiğimiz şu dünyadan, amellerimiz değil Rahmânın rahmeti sayesinde göçüp giderken, gözlerimizi huzurla kapatıp ardımızdan gelenlere, Allah’ın uğrunda dökülen ne bir yaş, ne bir ter, ne bir kanı zayi etmeyeceğini müjdeleyebilenlerden olmak isteriz.
İşte yaşıyorsak bunun için yaşamalı, bu aşk için ağlamalı, bu hülya ile gülmeli, bunun için dinlenmeli, bu rüya ile uyuduğumuz yerden, tutuşturan bir iman ile kalkmalı, artık sahte zevklerin, geçici hazların, müsvette insanların, göz boyayan tuzakların, yanından hızla seğirtip geçerek; mutluluğu, kalıcı huzuru, şahsiyetli insanları etrafımıza alıp âlemlerin Rabbinin stratejik planının biricik erleri olup iman meşalesini tutuşturalım.
Bu el, bu ayak, bu göz, bu kulak, bu dil ve bu dudak bu kalple harekete geçirildiği sürece, ve bu kalp Rabbim Allah dediği sürece, duygularımı ve düşüncelerimi, sözlerimi ve eylemlerimi, gecemi ve gündüzümü, yoluna adamak için bir can, bir kan, bir mal, o an ne gerekiyorsa varım diyenlerle sıramı bekliyorum.
Çölleşen kalplerimize Rahmet yağmurlarını yağdır Rabbim. Eriyen buzulların soğuk sularında kalplerimizi dondurma, ekvator sıcağında sellere kaptırma. Bizler çer çöp olmaktan, savrulup durmaktan yorulduk. Bizi tut, bizi durult, bizi huzuruna doğru yürüt.
Hatice Dilek Cengiz
Yaşam Koçu
‘Sarp Yokuş’ adlı kitabından alıntılanmıştır.
- Published in Makalelerim