SARP YOKUŞ
Zoru sever misiniz? Zor ne ki desenize, zorun anlamı ne ki?
Zor deyince içine neler girer ki?
Sıralayayım. Bence zora olmayan işler:
Sabah yataktan kalkmak. Kalktıktan sonra üşenmeyip yüzü yıkamak. Biraz erken kalkmayı başarmak. Erken kalkabildi ise kahvaltı yapmak. Ev, iş, okul her ne ise sıradan günlük işler.
Durakta toplu taşıma aracını beklemek. Hazır pişmiş ekmeği fırından eve getirmek. Annenin hazırladığı yemekleri, babanın sokaktan taşıdığı meyveleri yıkayıp masaya güzelce koymak. Aile bireylerine sıcak, saygılı ve anlayışlı davranıp evde barış ve neşe rüzgarı estirmek.
Bilgisayar, kitap vs. gibi imkânlar elinin altında iken proje, dönem ödevi, performans ödevi hazırlamak. Küçük ev işlerinin en küçüğü sayılacak oda, yatak, masa toplama işinde sorun çıkarmamak, dağınıklığı toparlamak.
Kirlenen giysileri kirli sepetine, yenen meyve çöplerini oraya buraya değil çöpe atmak. Masanın silgi tozlarını, yere düşen karalanmış kağıtları, yemek masasının altındaki kırıntıları toplayıp çöpe atmak. Banyodan, tuvaletten veya lavabodan, duşta ya da lavaboda tiksindirici; saç kıl vs. bırakmadan tertemiz çıkmak.
Kapıdan girerken evimize veya iş yerimize tebessümü, güzel bir çift sözü çok görmemek.
Yapılan işle, pişirilen yemekle, alınan notla, kazanılan gelirle, anlatılan günlük havadisle, dertleşilen bir mevzuyla; beceriksiz, başarısız, değersiz muamelesi yapmadan ilgilenmek.
Yolda yürürken bir çöpü, pisliği kenara almak veya çöpe atmak. Biletinin, kartının olmadığını fark ettiği biri için otobüste bilet basmak. Markette vs. kuyrukta sabırla, nezaketle beklemek. Evde var olan malzeme ile katıp karıştırıp ama asıl sevgi yağında kavurup dua tuzu ya da şekeri katarak leziz sofralar hazırlamak.
Kazancın çokluğunu değil, helalliğini ve bereketini önemseyip emeği boşa çıkarmadan cömertçe, fedakarca, alın terini, babalık-annelik sorumluluğu ile ikram etmek aile bireylerine.
Belirli aralıklarla, büyükleri en yakından, en uzağa, sırasıyla ara ara ziyaret etmek, hiç değilse mail veya telefonla yoklamak.
Sıcak ev, hazır oda hatta masa ve envai çeşit malzeme ile karnı tok, sırtı pek bir hâlde bilgiyi kullanmayı, saklamayı, sunmayı öğrenmek, boş işlerin tümünden yüz çevirerek anne-babanın onca emeğini, umudunu zayi etmemek, sınav kazanmak değil ilim sahibi olup nitelikli insan olmak için çalışmak.
Onca imkânın, oyuncağın, yiyeceğin içinde kardeş kavgasına tutuşmamak.
Ailesi ile hep birlikte oturup derin, anlamlı, kaynaştırıcı, sevgi dolu bir sohbet ortamı kurmak mümkünse; haberlere, dizilere, yarışmalara, maçlara gömüldükten sonra yatak yorgana sarılıp gerçeklerden, sorunlardan kaçmamak.
Gelin iş yaparken, toruna masal anlatıp ya da oyuna daldırıp oyalamak, oğul işten bunaldığında, hayatın keşmekeşinden bıkkınlık duyduğunda “Oğul, sen babasın, dik durmalısın. Rabbine tevekkül et, her zorlukla birlikte kolaylık vardır, azimle sabret” demek, sevecen bir baba ya da anne olup sırtını sıvazlamak.
Umduğu notu alamayan bir öğrenciye umut verip tekrar çalışmaya teşvik edecek iki cümle edip nefes aldırmak. “Gel, bir çay içip sohbet edelim” deyip onu bir dahakine nasıl başaracağına dair hazırlamak.
Eşe ve çocuklara yatmadan muhabbetle dokunup bir cümle ama kalpleri ısıtıp dinlendirecek bir cümle ile yarı uyku olan ölüme ondan sonra dalmak.
Mümkün değil mi sizce bu saydıklarım? Çok mu zor şu anlatılanlar? Değil ama… Amalara kaldıysa ama çok. Oysa ben, yarını farklı kılmak için şimdi sizleri zorluklara davet ediyorum.
Evet, bence zor olanlar:
Gece sıcak yatağı Allah için terk etmek. Soğuk suyla, seccadeyle, tesbihle, Kur’ân’la bir geceyi daha ayakta dimdik, şuurla geçirmek. Olabildiğince her Pazartesi ve Perşembe’yi, her ayın on üç, on dört ve on beşinci günlerini hatta Hz. Davud gibi bir günü oruçlu, bir günü oruçsuz geçirmek.
Envai çeşit yemek koymak yerine olabildiğince az çeşitle sofrayı hazırlamak, mutlaka helal malzeme olduğuna emin olmaya çalışmak, hazırladıklarımızı iki kişiye yeten dörde de yeter bilinci ile az yemek, yavaş yemek, besmele ile başlayıp hamd ile bitirmek.
İş yaparken söylenmemek, kaçmamak ve hakkını vererek, Peygamber’in “Sizden biri yaptığı işi mükemmel yapsın” düsturu ile bu kadar paraya bu kadar iş yapılır mantığından çıkıp dürüst ve istekli çalışmak. Her türlü kaba, aceleci, hırçın tipe rağmen nezaketi ve yumuşaklığı asla elden bırakmamak. Sokakta yürürken, işte çalışırken ya da evimizde otururken, gözü, kulağı her türlü fuhşiyattan, haramdan korumak.
Öfkeden patlamaya hazır insanlığa emniyet sibobu görevi görüp bulunduğumuz ortamı şeytansızlaştırmak için ne gerekiyorsa yapmak ve İslâm’ın emniyetini sunmak.
Sorumsuzluk, tembellik, asilik yapan evlatlara, sabırla tatlı sert olmayı öğretmek. Onlara, saydırtan bir korku, cıvıtmayan bir ilgi, azdırmayan bir sevgi, kibre düşürmeyen bir takdir, çaldırmayan ya da başkalarında gözü kaldırmayan bir harçlıkla, söylemek yerine yaparak, anlatmak yerine birlikte yaşayarak Muhammedî bir ahlâk kazandıracak bir feraset aşılamak. Emanet olan yavrularımızı işten, aştan, zevkten önce tutmak.
Eşimize gönül alıcı sözler söyleyerek, takdir ettiğimizi, farkında olduğumuzu hissettiren eylemler ve küçük sürprizler yaparak, evde saygınlığını korumak için ardından konuşulmasına, yüzüne bağırılmasına, acımasız eleştirilmesine, yükünün hafife alınmasına müsaade etmemek.
Herkesin ebeveynini ve onların kendilerine sunduğu şartları eleştirdiği hatta suçladığı bir asırda, yaptıkları hiçbir işi küçük görmememiz, varsa bir hataları “Rabbim sizi de bizi de affetsin” diyerek, gönüllerini alıp eski defterleri tekrar açmamamız, yürek yakmak yerine şefkatli kanatlarımızın altına almamız, ayakta iseler sağlıklarına, hasta iseler şifalarına, borçlu ya da darda iseler geçimlerine özen göstermemiz, yalnız iseler ziyaretlerine gitmeyi ihmal etmememiz, bize ihtiyaçları varsa evimize davet edip yuvalarımızda vefa adına onlara yer açmamız gerekiyor.
Rızkımızı kazanırken helal-haram demeden her yöntemi, her ortaklığı, her alışverişi mübah görüp her insanla iletişim kurmak yerine hatta her taşın altından çıkacağım derken altından çıkılamaz taşların altında kalıp “Kurtarın beni? Niye yardım etmiyorsunuz?” diyecek acziyetlere düşmek yerine, doğru insanlarla, doğru yerde, doğru zamanda, doğru niyetle, doğru şekilde, doğru işi yapıp kalbi dosdoğru istikamette tutmak, elimizden geleni en güzel şekilde yaptıktan sonra rızkı Allah’tan beklemek gerekiyor.
Vakti zayi etmek amacıyla kurgulanmış tüm tuzaklardan uzak kalarak, gece-gündüz hem bireysel hem toplu ilmî çalışmalar yapıp uyumayan yılanlar olduğunu hep hatırda tutmak, kış uykusundan uyanıp ya anlayan ya anlatan ya da dinleyen olmak gerekiyor Kur’ân’ı.
Bilmek değil yaşamak, anlatmak değil hakka çağırmak gerektiğinin bilincinde; ağzından her çıkanı yapan, her söylediği doğrudan, sorun değil çözüm üreten, almayı değil, vermeyi hedefleyen, en kritik, zor anlarda bile ağzından bal damlayan, tutup ayağa kaldıran, sarıp sarmalayan, unuttuğunda hatırlatan, yanıldığında düzelten ama hep eli eli üstünde olan ümmet olma bilincini kuşanmış; şehvetin, paranın, mekânın adamı değil, sarp yokuşa sardırmış cennete tırmanırken, birçok dağcıyı da peşine takan bir “Yaşam Koçu” olmak gerekiyor. İp İslâm, yokuş cennete çıkıyor. Doğal afetler dediğiniz afetler sizi ve bizi kuşatmadan doğal oldukça, doğal bir ortamda sizleri zirvelere adanmaya davet ediyorum. Cennet dağına tırmanır mısınız? Ferhat sevdiği için dağı delmişti; siz Rahmân için ne yaptınız? Ne yapmaktasınız? Sarp yokuşun tüm zorluklarına Rahmân için sabretmeye hazır mısınız? Öyleyse işinizi bilin, kılıcınızı kuşanın. Yokuş sizi bekliyor. Dinlenmek için yorulmak, yorulmak içinse bir an bile durmamak gerekiyor. Hiç boş kalmamak üzere yorulmaya devam edin.
Hatice Dilek Cengiz
“Sarp Yokuş ” adlı kitabından Alıntıdır.