Has Kullar

/ / Makalelerim

Has Kullar;

169- Hayatta en yakınlarının bile ne kadar çabalarsa çabalasın aynı doğrulara inanmayacağının farkındadır. Bu durum ona gücünü kaybettirmez, isyan ettirmez, haddi aştırmaz. Eğer yakınları bu hal üzere ölürlerse hükme teslim olur. Âlemlerin Rabbinin hakimler hakimi olarak en doğru şekilde hükmedeceğini bildiği için, keder hastalığına yakalanmaz.

170- Allah’ın dinine inananların tümünün ‘aynı aileden’ olduğunu bilir. Fakat aynı soydan gelseler bile aynı inanca sahip değilseler, Rahman katında ‘aynı aileden sayılmadıklarını’ bilir. Kötü işler yapanların aileden sayılmayacağını bildiğinden; kötü şeyleri terk eder ve kötü şeyleri yapanları uyarmışsa, onlar için kahrolmaz. Bu vb konularda şeytanın oyununa gelip, olanlardan ve yaptıklarından kendini sorumlu hissetmez.

171- Hakkında bilgisi olmayan konularda Rabbinden talepte bulunmaz. Bilir ki böyle taleplerin sonunda acı çekecek olan yine kendisidir. Daima Rabbinin mağfiretine ve rahmetine sığınır. Hata yapabilir olduğunun farkındadır. Onu her türlü kötülük ve beladan koruyabilene dayanır. Yolu O’na sorar. Yöntemi O’ndan öğrenir. Yola O’nunla çıkar ve yolun sonunda O’ na kavuşacak olmak O’nu her an, her şart ve ortam da harekete geçirir.

172- Günahın anlamının Allah’tan yüz çevirmek olduğunu bilir. Yüzünü daima Allah’a dönmeninse; bazen namaz, bazen oruç, bazen hac, bazen sabır, bazen dua, bazen iyilik yapmak, bazen kötülüğe engel olmak, bazen susmak, bazen konuşmak olduğunun şuuruyla yapar tüm yapacaklarını. Daima Rabbinden bağışlanma diler ki, farkında olarak ya da olmayarak tozlanan kalbi, kirlenen eli, yüzü, ayağı yıkanıp pırıl pırıl parlasın. Böylece eli, ayağı, kalbi kısaca tüm bedeni kuvvetlensin. Yapması gereken her güzel işi yapacak kuvveti bulsun kendinde. Tevbeyle rahmet yağmurlarını paratoner gibi kendisine çekeceğinin farkında olduğundan, dilini amel defterindeki günahları temizleyen bir silgiye dönüştürebilir.

173- Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmaz. Ölçerken de tartarken de tam ölçer. Gizlide ve açıkta O’nun gözetiminin farkında olduğundan güvenliğe, denetime, teftişe, takibe, yoklamaya gerek kalmayacak şeffaflıkta duru ve temiz bir hayat yaşar. Rabbinin her yerde ve her zaman ona şahit olduğunu bildiğinden, ölçülü, adil, dürüsttür. Çalıp çırpmaz. Kaz gelsin diye tavukları bedava sunmaz. Çamura yatmaz. Yalayıp yutmaz. Katıp karıştırmaz.

174- Her ölçüp tartışında adalet vardır. Kimseye özerk muamele uygulamaz. İşte, evde, sokakta, yürekte huzur ve emniyet istediğinden, daima yıkan değil yapan, karıştıran değil toparlayan, kıran değil gönül alan, alan değil veren olmayı seçebilir. Almak isteyene eksik değil tam vermeyi, verdirmeyi başarmak içindir tüm telaşı. Dengelerin, kötüler kadar emek harcamayan, fedakârlık yapmayan, davasına sadık olmayan ‘iyiler’ yüzünden bozulduğunun farkındadır.

175- Kimsenin kimseye bekçi olamayacağının ve zaten olmaması gerektiğinin şuurundadır. Bu şuur onu şüphe, kaygı, panik, stres gibi olumsuz duygu durumlarından korur. Bilir ki kişi müminse gerekeni yapar, yapacaktır. Eğer yapmamışsa, yapmamasının Allah katında geçerli bir mazereti vardır. Hangi durumlarda mazeretli sayılacağını Rabbi ona öğretmiştir. Mümin olmak; Allah’ın hükmünden, kazasından, kaderinden, rızkından, yaratışından, dininden emin ve razı olmak demektir ona göre.

176- Öyle yumuşak huylu ve akıllıdır ki düşmanları bile onu bu vasıflarla anmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Diğer insanlardan yaşam tarzı olarak, onu en temelde ayıran şey namazıdır. Gece ya da gündüz, hasta ya da sağlıklı, evde ya da işte bir an olsun namazını ihmal etmeyişi veya terketmeyişi onu gözlemleyen herkeste bir farkındalık uyandırır. Sosyal çevresi onun bir emre itaat etmek üzere böyle davrandığının farkındadırlar. Bu istikrarlı eylemleri ve sağlam duruşu, onları düşünmeye, hatta bu güzel dini araştırmaya sevkeder Tıpkı güzel kokan bir çiçek gibi, etrafını ahlakı, değerleri, hoş turumu ile cezbeder.

177- Söylediği her şeyi yapmaya, inandığı her şeyi yaşamaya gayret eder. Söyledikleri ile yaptıklarının çelişmemesi için iradeli ve samimi davranır. Amacı ıslah etmektir, ifsad etmek değil. Fakat o ne kadar istesede  başarmasının, Rabbinin kudretine bağlı olduğunun idrakindedir. Şunu çok iyi bilir ki; Allah’ın yardımını hak edecek şekilde davranır ve tebliğ ettikleri de hidayeti samimice dilerse başarılı olacaktır ancak. Bu nedenle dilediğini Rabbinin dilemesi, dilediklerinin hidayeti bulmasında vesile olabilmeyi yürekten dileyip, yaraşır şekilde gayret eder. Bilir ki bir kişinin Cennete davet edilmeyi hak etmesi, dünya ve içinde ki her şeyden daha değerlidir. O ömrünü bu güzel gayeye adar. İçinde ki bu özel niyet ve umudu onun yaşama sevincine sevinç katar. Sıradan bir hayat yaşayıp ğöçmek değildir hedefi. Ölmemeyi şehadetle başararak, tüm özü güzel insanların da hidayetine vesile olup, hep birlikte yelken açmaktır, tahayyül bile edilemeyen mutluluklara.

178- Çoğu zaman etrafındakiler onu anlamaz ve aciz görür. Çünkü onlara göre ‘güç’ , ‘güçlü olmak’ çok farklı şeylerle mümkündür. ‘Ailen, soyun olmasa biz sana ne yapacağımızı bilirdik. Hatta seni taşlayarak öldürürdük!’ diyecek kadar küstahlaşabileceklerinin farkındadır. Bunları söyleyenler o gün dek içinde yaşadığı toplumdur. Acı olan şu ki gerçeği duymaya bile tahammül edemeyecek ve duymamak için öldürmeyi bile göze alabilecek kadar zalim bir toplumdur. Güçlerini hakkı ve haklıyı ezmeye, yok etmeye adamış bir topluma, hiç bir konuda tam olarak güvenmemesi gerektiğini bilir.

179- Oysa o kendisine yapılan bu tehditlere aldırmaz. Bilir ki onlar soyunu sopunu önemsedikleri kadar bile, Rablerinden korkmazlar. Allah’ın kudretini, izzetini, gücünü hakkıyla bilmemekte ayak direten bir toplumdur. Böylesi insanlara şöyle cevap vermeyi yeterli bulur. ‘Şüphesiz Rabbim yaptıklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır!’

180- Bu restleşmeden sonra yapılacak olanın, kendisi gibi iman edenlerle birlikte, emrolunduğu gibi dosdoğru yaşamak olduğunu bilir ve gereken neyse yapar. Ne bir korku, ne bir zaaf, ne bir eziyet o ve diğerlerini hiç bir zaman pes ettiremez. Din konusunda yahut düşmanlarına karşılık verme konusunda da, aşırıya gitmez. Allah’ın kötülerin yaptıklarına, yapmak istediklerine tam anlamıyla vakıf olduğunu bilir. Bu ona kendini müthiş bir emniyette hissettirir. İnanır, direnir ve yalnızca Rabbine güvenir.

181- Zulmedenlere meyletmez. Bu durumda zulme ortak olmuş olacağından azabı hakedeceğini bilir. Rabbi ona değil zulmü, zulme meyletmeyi bile yasaklayarak ömrü boyunca rahmeti umulan bir insan olması gerektiğini emretmiştir. Ne eliyle, ne diliyle, ne ayağıyla, ne gözüyle kimseyi üzmez, yormaz, kandırmaz, bunaltmaz, tahrik etmez, tahkir etmez, suçlamaz. Bunları yaparsa Rabbinin dostluğunu kaybedeceğini ve dolayısı ile Rabbinin yardımından mahrum olacağını bilir. Bu bedenle iyi desinler diye değil Berr olan Rabbinin hoşnutluğunu kaybetmemek için iyilerden olmaya azami gayret eder. Kolay değildir iyi olmak ve iyi kalmak, herkese ve herşeye rağmen. Fakat Allah’ın malının Cennet olduğunu ve Cennetinde pahalı olduğunu Can Peygamberi ona öğrettiğinden, hiç bir hatasını hafife almaz.

182- Gün içinde kıldığı namazların, tıpkı bilgisayarına yüklediği bir virüs tarama programı gibi işlevi olduğunun farkındadır. Düzenli kılınan namazların kaybettiği, bulaştığı, gevşediği anların olumsuz etkilerini gidermekte ki katkısını bilir. Namazın kişiye şuur, haşyet, irade, zaman bilinci, hafıza yenileme, sukunet, günlük bedensel hafif egzersiz, organları dinlendirme, durulma, temizlik, manevi arınma, tertip düzen, denge, gibi pek çok değeri kazandırdığının farkındadır.

183- Rabbinin sabırlı olanları mutlaka her iki dünya da ödüllendireceğini bilir. Güzel iş yapmakta ki kararlılığını sürdürür. Güzel davranışlarının gayesi insanların değil Rabbinin hoşnutluğu kazanmak olduğundan yılmaz, yıkılmaz, pes etmez. İyi olmaktan ve iyilik yapmaktan bıkmaz. Hemen her güzel amelinin karşılığını almak ister gibi, Rabbi ile pazarlık yapmaya kalkmaz. Sabır onun için doğruluktan ödün vermemekte direnmektir. Kötülere kötülüklerine denk karşılık vermemektir. Sonuç belli olana dek, iyi niyetini korumaktır. Yapılan iyiliği kötülük bile görse, asla başa kakmamaktır. Zorluklara mızırdanmadan dayanmaktır. Ufacık bir sorunu abartmamaktır. Mazeret belirtildiğinde kin duymamayı başarmaktır. Hayatın tek düzeliğini değiştirme imkanı bulamadığı anlarda, olgunluğunu korumaktır. Çirkefliklere sessiz kalmaktır. Derdi ile başkalarını yormamaktır. İnsanların densizliklerine hoşgörü gösterebilmektir. Ömrü doldurana dek insan olmanın ve insan kalmanın yükünü edeple taşımaktır

184- Bazen aynı aile fertleri içinden bile hased, fesat bireyler çıkabileceğini bilir. Olaylara ve kişilere profesyonel yaklaşır. Kim olduğuna değil neye inandığına, neden korkup neyi sevdiğine göre değerlendirir insanları. Yakınlık, soy, kan bağı, nikah bağı, aynı ırktan olma, aynı topraklarda yaşama, aynı mesleğe sahip olma, aynı eğitimi almış olma gibi faktörlerin insanlar arası ilişkilerde sekonder değer taşıdığını bilir. Primer değer ise kim, nereli, hangi ırk ya da cinsiyette olursa olsun takvasının derecesini önemsemesi gerektiğinin şuurundadır. Çok iyi bilir ki şeytan insanın apaçık düşmanıdır ve bazen en yakınlarını kullanarak onu üzmeye, ezmeye, kahretmeye, aşağılamaya, yalnızlık duygusuna kapılmaya, herşeyden ve herkesten umut keser hale düşürmeye çalışır. Onun bu sinsi düşmanla mücadelede yardımcısı Rabbi ve doğru davranışları öğrendiği kitabıdır.

185- İnsanın nefsinin kötü arzularına uyduğu takdirde çok rahat yalan söyler hale geleceğinin farkındadır. Nefsinin kötülükleri ile veya nefislerinin kötülüklerine koşulsuz teslim olmuşlarla mücadele de sabırlıdır. Ne kendini temize çıkarmaya çalışır ne de nefsine uyup kötülük yapanlar adına mazeret bulup, onları savunur. Yapılan, söylenen entrikalar karşısında Rabbinin yardımına sığınmaktan başka çaresi olmadığını bilir.

186- Bir çocuk eğer küçük yaştan itibaren tertemiz bir fıtratla yaratılmış olduğunu ispatlarcasına; şirin, akıllı, edepli, saygılı, adil, sevecen, dürüst, şefkatli davranışlar sergiliyorsa, olgun bir büyük gibi herkesin sempatisini, kazanıyorsa, söz ve eylemleri ile yaşıtlarının arasında farkını farkettiriyorsa; onun ilerde Rabbinin isabetli karar verme, ilim ehli olma gibi güzel hasletlere sahip bir kulu olacağının temennisi ile, onu gereği gibi sever ve korur. Rabbinin her güzel davranışı ödüllendireceğinden emin olduğundan, böyle güzel insan olmaya çalışmakla kalmayıp, büyük ya da küçük her güzel insanın kadrini kıymetini bilir ve bildiğini de hissettirir.

187- Rabbinin emirleri konusunda zaafa düşüp, cahillerden olmamak için Rabbine yakarır. Batıl hayatın büyüsüne kapılıp sefa sürmektense, zindana razı olur. Harama meyletmesine neden olacak kişi, ortam, histen uzak kalmak için Rabbiyle yakın olma gayretini arttırır.

188- Her bulunduğu ortamda, en doğru zamanı tespit edip Rabbinden gayrı ilah olmadığını anlatır. Sahte ilahların gücünün sınırları olduğunu, oysa Alemlerin Rabbinin karşı konulamayacak güçte olduğunu hatırlatır.

189- Çoğu insanın uğruna ömrünü adadığı kişi, kurum, ya da yolların doğruluğuna dair Allah katından hiç bir delil olmadığını, birilerinin birilerini yüceltmesi ile, yüce olunamayacağını dilinin döndüğünce anlatır. Allah’ın insan neslini yalnız kendisine ibadet etsinler diye yarattığını, Allah’ı yok sayarcasına kimsenin hükmedemeyeceğini, oysa çoğu insanın İslamdan gayrı yaşam biçimlerine yönelip, bilmezlerin bir neferi olmayı seçtiğini görür. Dinin özünün tevhidi bir duruş sergilemekten geçtiğinin farkındadır.

190- Hiçbir konuda nefsini temize çıkarmaz. Çok iyi bilir ki nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder. Fakat eğer Rabbine gereği gibi tabi olursa, Rabbinin onu koruyacağını bilir. Bu nedenle de nefsinin arzularına kapıldığında, asit yağmurlarında ıslanacağının şuurunda olduğundan, daima takva şemsiyesi ile gezmeyi prensip haline getirir.

191- Bildiği ve emin olduğu konularda sorumluluk alır. Aldığı sorumluluğun ise hakkını verir. Neme lazımcı değildir. Olayları ve eylemleri planlı ve programlı şekilde yöneterek, özel yahut tüzel tüm işlerinde, yeryüzünün düzenini korumakla görevli olduğunu, onu dikkatle izleyenlere de net olarak hissettirir. Bencil, sorumsuz, çıkarcı, komplocu, tedbirsiz, beceriksiz değildir. Aksine böylelerini uygun bir uslupla hak ve hakikati yaşamaya davet eder.

192- Kişilikli, kimlikli, prensipli olmanın temel şartının Allah’ın hudutlarına sıkı sıkıya bağlı kalmaktan geçtiğini bilir. Böyle yaşamayı başaran her kulu, Rahman’ın tüm zorluklar karşısında gösterdiği kıyamın ardından, yetki sahibi kılarak ödüllendireceğinin bilgisine sahiptir. Rahman’ın kendisinin rızasını dileyenlerin hayrını dileyeceğini ve böylelerini hem dünya da hem de ahirette rahmetine eriştireceğini bilmek, onu gelecek kaygısı taşımaktan korur. Şundan emin olmak onu mutmain kılar; güzel davranışların sonu daima ihsandır. Lakin, bazen bu lütüfların bedeli kişiye ahirette ödenebilir. Bu nedenle de dünya da güzel davranmakla ve güzel davranmaya devam etmekle aptal olunmayacağının farkındadır. O sabrı kuşanır ve sabırla bekler. Elbette Rabbi de onu huzuruna çağırıp ödüllendireceği günü beklemektedir. Öyle ise bilir ki bazen beklemek bile, onun için başlıbaşına bir ibadettir.

193- İman edip, kötülükten sakınanlar için Ahiret Hayatının daha hayırlı olacağını bilir. Bunu hak etmek için imanına şer bulaştırmaz. Kötülüğün her türünden uzak durur. Neyin iyi neyin kötü olduğuna nefsi, gelenekleri, çevresi ile değil Kitabının öğrettikleri ile karar verir.

194- Şartlara körü körüne teslim olmaz. Kuran’a göre oluru neyse onu oldurmak için gerekeni yapar. Allah’ın helal kıldığını haram yahut Allah’ın haram kıldığını helal kılanlarla mücadele etmeye bile gerek kalmayacak tedbirler alarak, amacını gerçekleştirir. Allah’ın dilediğini dilediği şekilde yücelteceğini bilir. Allah’ın gerçekleşmesini istediği şeye kimsenin engel olamayacağının farkındadır. Her ilim sahibinin üstünde bir bilen olduğunun şuurunda olarak, bilgiye, bilmeye, bilene, bilenler üstü bilenin bildirdiklerine gereken ehemmiyeti verir. Bilmemeyi meziyet sayandan, bileni hafife alandan, bilmediğini bilmeyenden, bilinmeyen her şeyi bileni bilmezden gelenden kaçar.

195- ‘ Gam ve kederini yalnız Allah”a açarım. Ben sizin bilmediklerinizi Kitabım sayesinde biliyorum.’ diyerek kimseye el etek açmaz. Önüne gelene dert anlatmaz. İzzetinden taviz vermez. Hadsiz ve yersiz korkulara kapılmaz. Zanlarla ve öfkeyle hareket etmez. Geleceğin ne getireceğini bir tek Rabbinin bildiğini bildiğinden dingindir.

196- Allah’ın rahmetinden ümit kesmez. En imkansız gibi görünen olaylarda bile bir çıkış yolu, bir çare, bir çözüm olabileceğini bilir. Tüm gayretini ortaya koyup ferdi yükümlülüklerinde gevşekliğe düşmez. Oysa kafirlerin çok kolay ümitsizliğe düşeceğini bildiğinden, felaket tellallığı yaptıklarında iddialarına itibar etmez.

197- Allah’ın kendisinden hakkıyla korkanlara ve sabırla hakkı yaşamak için direnenlere yardım edeceğinden emindir. İyilerin nihayetinde birbirlerine kavuşacağını ve özlemin bir sonu olacağını bilir. Bazen ayrılıkların bazı gerçekleri görmek, hayata tek başına tutunup başarılı olmak, kimin doğru kimin yanlış düşündüğünü nihayetinde anlamak, kaybetmenin yahut bulmanın, ihanetin yahut vefanın bedellerinin ne olacağını anlamak, anlaşılmaz, karışık yahut uzun gibi gelen süreçlerde ki hikmetleri tek tek yakalayıp kavramak için yaşanması gerektiğini bilir. Her hata yapanın hatasını anlayıp düzeltirse, özür dilemesine fırsat tanınması ve bağışlayıcı olunması gerektiğini de yaşadığı hayat ona öğretmiştir. Kendisine gelip özür yahut hakkını helal etmesini dileyen kişi ya da kişilere ‘Bu gün size kınama yok. Allah sizi affetsin!’ diyerek, merhametlilerin en methametlisinin kulu olduğunu belli eder şekilde, Yüceler yücesinin korumasında olmanın hissettirdiği güzel duygularla, geçmişte ona düşmanlık etmişlere bile, yüce bir gönlü olduğunu ispatlayan bir tutum sergileyebilir.

198- Bazen çok önceden olacakları biliyormuşcasına bilgece bir hayat yaşamanın, gök bağlantılı olmanın, O’na inanmanın, O’ndan dilemenin, O’na sığınmanın nelere kadir olabileceğinin şuurundadır. Gözlerin algılayamayacağı mesafeyi görebilir, burnun algılayamayacağı mesafelerin kokusunu alabilir hale gelinebileceğini bilir. Bunun bir çap meselesi olduğunu çok iyi bildiğinden, ömrünce çapını genişletmeyi ve çapını büyütecek olanla sımsıkı irtibatta kalması gerektiğinin şuurundadır. Bu enfes bağı her geçen gün güçlendirebilmek için kendini ilmin, ihlasın, feraset ve basiretin ummanlarına bırakır. Ve hayat boyu yüzer yüzer, ta ki O’na kavuşacağı vuslat anına dek o özel frekansta kalabilmeyi başarır. Çünkü her daim, O’na yüreğiyle, çok ama çok derinden bağlıdır.

199- Diğerleri çoğu zaman onu şaşkın olmakla suçlasa da, o ne dediğinden de, ne yaptığından da, ne istediğinden de, ne beklediğinden de, zerre kadar tereddüt etmez. Şaşkınlığa düşenlerin şaşkınlıkları onun duruşunu bozmaz. Bilir ki bilen şaşırmaz, netliğiyle şaşırtır. Açıklamadığı pek çok şeyi anlamıştır aslında, fakat gerekmiyorsa anlatmaz. Hatta anladığını belli etmez. Anladıkları onu yapması ve yapmaması gerekenler konusunda düşünüp, doğru kararlar vermeye sevkeder. Çoğu zaman susmanın, konuşmaktan daha doğru ve etkili olduğunu bilir. Nefsine uyup, nefsi için kıranları, nefsi adına yıkanları, nefsi müdafaa yapmakla avunanları, Rabbi için uyarırken, nefsini kusurdan azad olmuş görüp temize çıkarmaz. Ya affeder ya da hesap sorucu Rabbim yeter deyip O’na havale eder. Lakin nefsi için öç almaya da kalkmaz. Bir kaplumbağa nasıl kafasını içine çekiyorsa, o da anlaşılmadığını görünce duygularını içine çeker, yüreğinde yüreğinin sahibine derdini dökmekle sakinleşir. Herşeyi bilene herşeyi anlatmak, tüm içtenliği ile, bazen biraz ıslak, bazen kırgın, bazen yılgın, ona iyi geleceğini bilir. Eğer yapılan yahut yapılmak istenen dinin hükümlerinin hafife alınması yahut yok sayılmasından kaynaklanan bir zulümse ise bu kez aslan kesilir. Kısaca nerde, kime, nasıl davranacağını kitabıyla şekilledirdiği için kendi için de çelişkilere düşmez. Sabrı taviz sananlara anlamıyorlarsa, alttan almaz. Rabbinin hükmüne teslim olmayana, hiç bir şart ve ortamda ruhsat sunmaz.

200-Günah işlediğinde Rabbinden af diler. Hatalarını küçük görmez. Nasıl olsa herkes yapıyor diyerek kendini rahatlatmaya kalkmaz. Biri nefsine bir haksızlık yaptığında, eğer gelip hatasını anladığını söylerse, özrünü kabul edip affeder. Ve o kişiler için Rabbinden mağfiret diler. Kimseyi hatalarıyla yargılamaya kalkmaz. Uyarmaktan da çekinmez. Fakat uyarırken doğru bir uslup kullanır. Kişileri Cennete davet etmekle kalmaz Cehennem faktörünü de hatırlatır. İnsanın hem umut etmeye ihtiyacı olduğunu, hem de Allah’ın rızasını kaybetme korkusu taşıması gerektiğini bildiğinden, dengeli bir hayata davet eder.

201- Sahip olduğu tüm mülkler için ve yetenekleri için Rabbine şükreder. Kibre kapılıp kendiyle ve malıyla övünmeye kalkmaz. Dünya ve ahirette daima Rabbine muhtaç olduğunun şuurundadır. İman üzere yaşayıp, imanla ölmek için Rabbine yakarır. Kimlerle yaşadığına, kimleri sevdiğine, kimlerle iş yaptığına dikkat eder. Kimleri sever ve onaylarsa onların arasında haşrolunacağını bilir. Bu da onu, doğru ve saygın insanlarla bir arada olması gerektiği konusunda bilinçli kılar. Rastgele seçimler yapıp, yanlış ilişkiler kurmaktan kendini alıkoyar. Bazı insanlar nefsine hoş gelse bile, uzak durması gerektiğini hatırlar ve zaaflarının esiri olup kendi dünyasını ve ahiretini yakacak hatalar yapmaz.

202- Ne kadar üstlerine düşerse düşsün, insanların çoğunun inanmayacağının farkındadır. Bilir ki inanmayanı inandırması mümkün değildir. Çünkü iman Rahman’ın kuluna en büyük ikramıdır ve elbette bunu dileyip, hak edene verir. Ve elbette kimin hak ettiğini de yaratanı olduğundan, en iyi O bilir. Halbuki iman etmeyenlerden imana davet edilirken, hiç bir maddi bedel beklenmez. Rağmen doğruları kabul etmek inanmayan bir nefse ağır gelir. Hiçbir inanan, hiçbir inanmayanla çıkar ilişkisine girmez. O’nun Rabbi O’nu kimseye muhtaç etmeyecek kadar zengindir. Bu nedenle insanlarla ilişkileri, öğüt duymayı kabul edene öğüt vermekten ileri gitmez.

203- İnsanların çoğunun ortak koşmaksızın iman etmediğini bilir. Bilir ki bu dünya da her insan biri, birileri ya da nefsi için yaşar. Oysa onun tek gayesi, O’nun bahşettiği hayatı O’na adamaktır. Değilse bu ihanet değilde nedir der her saniye benliğine. ‘Elimi, ayağımı, gözümü, kulağımı, aklımı, ailemi, evladımı, dostumu, vatanımı, suyumu, havamı, gıdamı vs her şeyimi bana O vermedi mi? Öyleyse nasıl O’nu yok sayarak yaşayabilirim. Bu ne insani, ne islami değil.’ der içten içe ve O’na daha bir yürekten bağlanması gerektiğinin şuuruna erer. Ve artık onu O’ndan uzaklaştıran, yabancılaştıran, umursamazlaştıran, cahilleştiren, küstahlaştıran kim ya da ne varsa onu farkedip hayatından def eder. Etmediğinde kendine yazık edeceğini, bu güne değin her O’nsuz attığı adımla elinin, dilinin, ayağının, kalbinin yanıp akkora döndüğünü bilir. Bununla da kalmayıp mahşerde huzurdan kovulacağını, dünya da secde etmediyse eğer, orada secde edenlerin arasında edemeyip, yerde sürüneceğini bilmek ve düşünmek aklını başına getirir.

204- ‘İşte bu benim yolum der!’ sadece ve susar. Herkesi O’na çağırır. Kendisine veya birilerine, bir şeylere değil. Kendisi gibi gönüldaşları, duadaşları, dindaşları ile ne yaptığını, niye yaptığını çok iyi bilir. Çünkü Rahman’dan derslidir. Böylece her geçen gün Rabbinin şanını yüceltmekle, Allah katında ki kendi şanını yükseltmeyi hedefler. O’nun yarışı kimseyle değil yalnız kendisiyledir. Her günkü hedefi dünkü kendini geçmektir.

205- İnkâr ehlinin mahşerde ‘keşke biz de inananlardan olsaydık ‘diyeceklerini bilir. Bu insanlardan olmamak için hayatta karar verirken yarın pişman olur muyum diye düşünerek hareket eder. Hızlı ya da fevri kararlar almaz. Aldığı doğru kararların ise ardında durur. Fakat her konuda karar verirken nefsinin isteklerini değil, Rabbinin öğretilerini önceler. Bilir ki nefsi anlık ve yanlış kararlar vermesine neden olabilir. Gayesi daima geriye baktığında pişman olmamaktır. Dünya hayatında birilerinin yiyip içip eğlenmesi ve boş ümitlerle kendilerini avutması, onu asla imrendirmez. Aksine filmin sonunu bildiği için bu gibi hayatlara bulaşmadan yanından geçer gider. Yolun ne zaman biteceğini bilmediğinden ölüme ayarlı ama bir o kadar da farkında bir hayat yaşar. O da yer içer eğlenir fakat elbette meşru şekilde.

206- Şeytanın insana değer vermeyişinin ve saygı göstermek istemeyişinin nedeninin kibir olduğunu bilir. Kibirli olan şeytanın tuzağına düşerek kendini kimseden üstün görmez. Hayırlarda yarışmayı hedefliyor olması, onu kimseyi küçük, basit, değersiz, sıradan, aciz görmeye itmez. Her an kendi iç beninde kibre kapılıp kapılmadığını, bu duyguları hissedip hissetmediğine bakarak test eder. Mütevazi olmanın insana katacağı değerin farkındadır. Değerini arttırmaya gayret ettikçe burnu havaya kalkmaz. Bilmek, bilen olmak, bildiklerinin hakkını vermesine sebep olur. Bilmeyen ya da bilmek istemeyenleri ezmesine yahut hakir görmesine değil. Aksine son deme dek bilen olarak uyarmaya ve onların hayrı için dua etmeye devam eder.

207-Şeytanın Rabbimizden kıyamet gününe kadar izin aldığını, insanları azdırmaya çalışacağını, günaha sürüklemek için ne gerekirse yapacağını, kitabı ona öğretmiştir. Şeytanın bütün bunları yapma sebebi olarakta ‘Beni azdırmana karşılık ben de senin kullarını azdıracağım!’ dediğini unutmaz. Allah’ın ‘insana saygı göster’ emrini ‘azdırmak’ olarak niteleyen şeytanın, nasılda mantıksız bahanelerle Rabbine iftira attığını farkettiğinden, hiçbir zaman şeytanın oyununa gelip Allah katında hiçbir geçerliliği olmayacak bahaneler üreterek hata yapmaya kalkmaz. Şeytan gibi haddi aşıp’ Allah beni azdırdı!’ demeye kalkmaz.

208- Azmamanın tek yolunun ihlas olduğunu, ihlaslı olmanın ise Allah’ıgörür gibi yaşamaktan geçtiğini bilir. O görmese de Rabbinin her an onu gördüğünü bilir olmanın, hayatta ne çok şey de köklü değişikliklere sebep olacağının farkındadır. En yüce merci tarafından izlenir olmak, ona göre en büyük şereftir de aynı zaman da. ‘Rabbim beni yaratıp bana değer verdin. Ben de bu değere layık olmaya ve layık kalmaya çalışacağım!’ demesi gerektiğini anlar yaşı ilerledikçe, daha bir derinlerde. Anlamakla kalmayıp yepyeni, pırıl pırıl, şeffaf ve nezih bir hayata yelken açmak aslında her an mümkündür onun inancında. Her yeni gün yepyeni bir başlangıca dönüşebilir der daima kendine.’İstemek’ der yüreciğine, istemek büyülü bir kelime farkında mısın?’Ve sonra sorar tüm samimiyetiyle ‘ben’ ine ‘Ne istiyorum ben!’diye sorar. Cevap sessizce gelir içeriden ‘İşte bütün mesele bu. Farkettiğini farkettir artık!’ der bu kez de.’Ne istediğimi bilmeli ve ona adanmalıyım. Adanmışların yolunu yol yapmalı ve yolda kalmalıyım.’

209- ‘Salih kul olmak’tır hayat boyu hiç vazgeçmeyeceği vizyonu. Bu vizyonu sahici kılmak içinse, ‘hayatı ibadet formatında yaşamak’ olmalıdır misyonu. Bu vizyon ve misyonun, onu tüm azan ve azdıranlardan korumaya yeteceğini bilir elbette. Bir şartla tabi ; ‘ Ne vizyonundan ne de misyonundan hiç ödün vermediği sürece.’ Ödün verdiğini fark eder etmez, hızlı bir manevra ile, uçuruma yuvarlanmaktan kurtardığı araç kendisi olur tabi ki. Kurtaran ise elbette imanla çeliklenmiş iradesinin biricik Rabbi. Bilir ki irade sahibi olmak tek başına bir güç değildir. İrade motorsa, iman onu tutuşturup harekete geçiren yakıttır. İmanına şirk bulaştırmadığı sürece, bu yakıtla, elbette Cennetlerin en güzeline varabileceğinin müjdesini ta asırlar öncesinden almıştır.

210- Bilir ki Cennetler tüm iyilerin biraraya geldiği, mutluluk diyarlarıdır. O diyarda kötü ya da kötülük yoktur ki kin, öfke, kıskançlık olsun. Rahman tüm bu duyguları o diyarın sakinlerinden söküp alacağı için, herkes mutlu kutlu yaşayacak, sohbet ve eğlence dünyasının tarifsiz hazzının her türünü tadacaktır. Bitimsiz, sınırsız, dozsuz. İşte bu umut, ona dünya da bir ömür yetecek, ne kendini, ne Rabbini, ne de ne yaptığını ve ne istediğini bile bilmeyenlerin sözlerine aldırmamasını sağlayacaktır.

211-Baki, Hay, Kayyum, Muktedir, Kahhar, Mucib, Vehhab olan bir ilaha teslim olmuş olmanın emniyetiyle O’nun rahmetini ummaktan hiç vazgeçmez. O’ndan umut kesmenin sebebinin; O’nun kadrini bilmemekten, yaptığı hataların büyüklüğü altında ezilmekten, O’nu hafife almaktan, Cennetin varlığından şüphe duymaktan, O’nun üzerimizde ki haklarını ve nimetlerini yok saymaktan olduğunun farkındadır. Aslında ümitsizliğin insana verilen bir insçsızlık cezası olduğunu, çevresindekilerde gördükleri yahut duydukları sonucu anlamıştır. Bu da ona inancını hep diri tuttuğunda ancak, yaşama sevincini kaybetmeyeceğini öğretmiştir. İnançsız insanların nasıl da küçük sorunlarla bile başedemediğine, çok şahit olmuştur bu güne dek. Sapmış ya da hayat boyu birilerini saptırmak için ne gerekiyorsa yapmış olanların feci sonlarını görmek, onu hayatı ve insanları doğru okumaya yönlendirmiştir. Her geçen yıl yaş almakla kalmamış, ders almayı da bilmiş, böylece görüşleri gittikçe değerlenmiştir.

212- Bütün bu bildiği, farkettiği, duyduğu, gördüğü şeyler kötülük yapanlara kötülük yapmasına neden olmaz. O kendini mutlak iyinin yeryüzünde ki halifesi olmaya adadığından; onun elinden ve dilinden herkes emniyettedir. Savaş hali müstesna, kimsenin canına, malına ve izzetine zarar vermez. Savaşta da hedefi, canını korumak ve kendi canına ya da masum insanların canlarına kasdedenleri etkisizleştirmektir. Hiçbir zaman hedefi salt yok etmek değildir. Aksine kötülerin kötülüğüne engel olacak güce ulaşmaktır. Yeryüzünde bozgunculuğu engellemenin yolunun bozgunculuk çıkarmak olmadığını bilir. Zarar gördüğünde zararı engellemeyi seçer daima. Zarar vermeyi değil. Zarar görmemek için gerekli tedbirleri alır. Art niyetli, düşüncesiz, anlayışsız, dikkatsiz, duyarsız değildir hiçbir zaman. Güzel insanları kötülerin bozamayacağını, olsa olsa hüzünlendirebileceğini fakat bunun hiç bir zaman kin ve kedere dönüşmesine izin vermemesi gerektiğinin farkındadır.

213- Kimsenin refah seviyesi, imkânları, doğuştan sunulan nimetleri, onu kıskandırmaz. Bu vb sebeplerle kimse ile kendisini ve hayat şartlarını kıyaslayıp, benliğini ezmez. Yakınlarını veya çevresini suçlamaz. Rabbine düşman olmaz. Rabbinin kullarını her yönüyle imtihana tabi tuttuğunu bilir. Elindekine şükreder, elindekilere bile sahip olmayanların halini düşünüp ‘onlara nasıl faydalı olabilirim’ konusunda şefkatli olmayı seçer. Sahip olduğu nimetler ve imkânlar onun kibirlenmesine neden olmaz. O alçakgönüllü olmanın erdem olduğunu bilir. Tüm inananlara kul olduğunu unutmadan mütevazıce davranır. Kimsenin kulu olmadığı gibi, kimseye de kuluymuş gibi davranmaz. Herkesle saygın, seviyeli, kibar bir dil kullanmayı başarır.

214- Kuran’a bir bütün olarak inanır. Elini, yüzünü, evini, eşini nasıl biliyorsa kitabının tümündeki hükümleri, böylesine bilmek için düzenli okumalar yapar. Hiçbir hükmünü hafife almaz, es geçmez, bir ayeti diğerinden daha çok önemsemez, bilmezden gelmez. Kitabı kılıca çevirip onunla insanların yüreğini parçalamaz. Kitapla insanların gözünü boyayıp, inanmadığı halde mış gibi yaparak aldatmaz. Ezberlemekle kendini ve çevresini avutup içindekilere ihanet edercesine yaşamaz. Bildiklerini kibirlenme ve övünme aracı yapıp, insanları hakir görmez. Ayetleri bilmekle yetinip, yaşantısına aktarmazsa Rabbini gazaplandıracağının ve ‘inandık demekle bırakılıvereceğinizi mi sandınız?’ ayetinin muhatabı olacağının farkındadır. Kitapta emrolunanı, açıkça söylemesi gerektiğini bilir. Kitabın söylediklerinden hoşlanmayanlardan ise yüz çevirir. Onlarla can ciğer dost olmaya ve dost kalmaya çalışmaz. Rabbinin kitabına değer vermeyenlere, o da değer vermez.

215- İnanmayanların her yüzyılda birbirine benzer talepleri tekrarladıklarını bilir. Bunlardan biri de vahyi indiren meleği görme istekleridir. Oysa Meleklerin yalnız Allah’ın izin verdiğine ve Allah dilediğinde indiğini Kuran ona öğretmiştir. O bilir ki melekler Allah’ın gazabını indirmek için de inerler. Bunu bildiği için de hiçbir zaman Allah’ı gazaplandıracak talepte ya da eylemde bulunmaz. Çünkü bu bir yönüyle Allah’ın gücünü, seçimini, ilmini hafife almadır. Bu nedenle de bu tür insanlara hoşgörü göstermez. Elinden ve dilinden geldiğince onları uyarır. Fakat onlarla keyfi bir arada bulunmaz.

216- Allah’ın ise bu gibileri Kuran’da şöyle düşünmeye davet ettiğini bilir. ‘Eğer ben Peygamber olarak melekleri seçseydim onu yine insan kılığına sokardım!’ Bütün bunlar ona şunu çok net öğretmiştir. İnanmak istemeyenler inanmayışlarına türlü mazeretler uydursa da, temel sebebi Allah’a inanmıyor yani inanmak istemiyor olmalarıdır. İnanan insanın ise, Rabbine gönülden, tereddütsüz teslim olacağını ve bu teslimiyetinde onu saçma sapan düşüncelerden, kuruntulardan, Allah’a meydan okurcasına fütursuz davranmaktan alıkoyacağını bilir. Bu bilinçle yaşadığı için de boş şeyleri konu alan ve boş tartışmalarla zamanı öldürenlere muhalefet edercesine, o sürekli zamanı diriltmenin peşindedir.

217- Alay etmenin, küfür ehlinin asırlardır bırakmadığı kötülüklerinden biri olduğunu bilir. Onlar geçmişten bu güne her iyi iş ve her güzel kişi ile alay etmeyi marifet sanmışlardır. Bunu bilmek ona, kimin ne dediğine veya ne diyeceğine aldırmamayı öğretir. Alay etmek bir ahlaksızlıktır. Ve Kuran’ın öğrettiğine göre alay edenleri alay ettikleri kuşatıp azap çekmelerine neden olacaktır. İşte tam da bu sebeple o, kimsenin haysiyeti, şerefi, malı, görünüşü vs gibi şeyleri için eliyle, diliyle, kaş göz hareketi ile alay etmez. Olsa olsa onların yanlış düşüncelerini boşa çıkaracak gerçekleri ortaya koymak için, onlara nükte yapar. Tıpkı babası İbrahim as ın yaptığı gibi. Nitekim İbrahim as putları kırdığı baltayı, en büyük putun boynuna asıp, ‘İlahlarımızı sen mi parçaladın?’ diyen putperestlere; ‘Belki de şu en büyükleri kırmıştır. Ona sorun!’ diyerek onları düşündürmek istemiş ve gerçeği anlamalarını sağlayabilmek için de, kendini bile korumaktan aciz olan şeylere tapmanın mantıksızlığını, bu sorusu üzerinde düşünmeye sevk ederek anlatma yoluna gitmiştir. Fakat içlerinde kendi kendilerine, batıl yolda olduklarını itiraf etseler bile, dışlarına vurmayıp, aynı putperestliğe devam ettiklerini görmüş, Rahman ise bu olayı kitabında anlatıp, sonrakilere ibret alma fırsatı olarak sunmuştur.

218- Yukarıda anlatılan bu kıssadaki gibi, gerçeği kendi içlerinde çok iyi anladıkları ve kabul ettikleri halde, diliyle itiraf etme cesareti ya da dürüstlüğü olmayan pek çok insan olduğunu ve olacağını bilir. Bu nedenle anlatmakla yetinir. Bilir ki sonuç Âlemlerin Rabbinin takdirindedir. Anlamazdan geldiklerinde ise; ne kabalaşır, ne baskı yapar, ne de tartışır. Söyler, düşündürür ve bırakır.

219- Her bulunduğu yerde ilk olmayı başarır. İlk ve tek bile olsa geri adım atmaz. Korkmaz ve kaygılanmaz. Yoktan var eden, yediren, içiren Rabbinden başka dost aramaz. Bir şeye inanıp yapması için öncü ya da örnek aramaz. Kitabı ona örnek alması gereken pek çok Peygamber sunmuştur. Öncü, örnek, lider, baş olmanın ona Rabbi tarafından biçilmiş rol olduğunun şuuruyla, ‘banane, o yapsın, gücüm yok, işim çok’ vs gibi şeytani düşüncelere kapılıp, farklı farklı mazeretler sunmaz. Ondan beklenen bellidir. ‘Müşriklerden olmamak.’ Müşrik değilim nasılsa diyerek kendini kandırmaya kalkmaz. Acaba bilmeden bile olsa şirk koşuyor olabilir miyim kaygısı ile Kitabını şirk, müşrik, put, putperest, tağut vs gibi kelimelerle tarar. Çıkan tüm ayetleri alt alta yazıp, için de ki emredilen ve yasaklanan fiilleri çıkarır. Çıkardığı her bir fiilin faili olmamak için hayatını gözden geçirir. Hesaba çekilmeden kendini bu en hayati konuda hesaba çeker. Ve bu yöntemi tüm emirlerde uygulamak için kolları sıvar. İnandığını ve bildiğini zannettiği dinini gerçekten biliyor muyum diye, derin, özgün ve sistematik bir çalışmaya başlar.

220- Çok iyi bildiği bir gerçek vardır. Eğer Allah bir kula zarar vermeyi dilerse, buna kimse engel olamaz. Ve eğer bir kula hayır ulaştırmak isterse buna da engel olabilecek hiç bir güç yoktur. Bunu bilmek onu; cesaretsiz, korkak, şarlatan, dalkavuk, politik, entrikacı, menfaatperest, gözü yüksekte, nankör, asi, zalim, cimri, müsrif, adaletsiz, şefkatsiz, fevri, mükemmeliyetçi, hırslı, kıskanç, alıngan, panik, kaygılı, stresli, depresif, ümitsiz, alıngan, şüpheci, öfkeli olmaktan korur. Yapacağını yapar ve gerisini biricik Rabbine bırakır. Ne tehditler, ne boykotlar, ne surat asmalar, ne hakaretler, ne terk edilmeler, ne işkence, ne zulüm, ne grev onu yaşamaya azmettiği dininden vazgeçiremez! Çok iyi bilir ki güçte, kuvvette, kudrette, isabetli hükümde, adil fetvada, şefkatli duruşta, zaferde Rabbinin yardımına mashar olmakla mümkün olur. Oysa O’nun rızası dışında ve O’na muhalefet edilerek yapılan her işin dünya da sonu hezimetken, ahirette azap olacaktır.

221- Rabbinin kulları üzerinde her türlü tasarrufa sahip olduğunu bilmek, onu Rabbine daha bir istekle bağlar. Değil mi ki kendisi üzerinde her türlü yenilik, gelişme, iyileşme, başarma onun bilgisi ve yetkisi dahilindedir. Kendi için isteyeceği her şeyi O’ndan ister. Kendisini korumak istediği her şeyden O’na sığınır. Yapmak, aşmak, başarmak istediği her şey için, O’nun yaratış formatına uygun eylem planları yaparsa ancak sonuç alacağını bilir. Bu sayede de işlerinin sonu hiçbir zaman hüsranla bitmez. Emekleri, umutları, projeleri boşa çıkmaz. Planları, hedefleri ve nihayetinde hayalleri gerçek olur.

222- Birtakım insanların kendileri yaşamadığı gibi doğruyu yaşamak isteyenlere engel olmak için var güçleri ile çalıştığını bilir. Her insan iyidir masalına kanmaz. Her insan da iyiye ve kötüye meyletme potansiyeli olduğunu bilir. Bazılarının bunu kötüyü bile isteye tercih etme yönünde kullanıp, şeytanın ordusuna hizmet etmeye adandığının farkındadır. Kimseyi iyi olmaya zorlamaz. Kimseden kötülük beklemeyecek kadar ahmak olmadığı gibi, kimseye güvenmeyecek kadar da psikopatça düşünmez. Hep bir pay bırakır ilişkilerinde. Bu gün alay edenlerin, yarın alay ettiklerinin hayatını, birebir yaşamak isteyeceklerini bilir. Kim haddi aşıp, isyankar davransa hemen gözünde o kişinin Cehennemde ‘Rabbim beni geri gönder ki ayetleri yalanlamayıp, inanlardan olayım!’ diyerek yalvarıp yakarışını canlandırır. Rabbinin kitapta anlattığı bu sahnelerin insanlığın bilmediği, fakat sadece inananların bildiği, ‘gelecekle ilgili kati gerçekler’ olduğunun farkındadır. Bu kitabi öğretiler onu inanılmaz şuurlandırır ve rahatlatır. Küfrün tüm ayak oyunlarının kamera arkasını da, filmlerinin sonunu da bildiğinden, sakin, emin, dengeli, temkinli ve azimlidir. Çünkü onu her gün kutsal kitabı ile eğiten; Alim, Evvel, Ahir, Hakim, Vasi, Müteal, Zahir, Batın, Hay ve Kayyum olan Rabbidir.

Hatice Dilek Öztürk