Filistince Hayat

/ / Makalelerim

FİLİSTİNCE HAYAT

İnsanlığın dibe vurduğu bir asırda, bize hâlâ insan kalınabildiğini, kurtlar sofrasında kalsa da yıllardır, arzın Rabbine boyun eğen bir aslan rolünü kuşanınca, iradenin azimle zafere dönüşeceği güne dek, ormanın en ücra köşesinde bile tek yürek çarpan bir bedenin kalbi olma şerefini ve bu şerefi taşımanın izzetini, tüm ezilmiş, horlanmış, yakılmış, yıkılmış, katledilmiş, işkence edilmişliğine rağmen, damarlarında kan değil iman akan, ölüme bir yok oluş değil, gümrah toprağa bırakılan bir tohum gibi bir ölüp bin dirilen, insanlık silsilesinde ümmetin vefasını, istikrarını, yılmayışını, gözü kararan, gönlü taşlaşan, eli kanlanan, bir topluma karşı, ezelden ebede sürmekte olan bir hak-batıl mücadelesinde Peygamber’inin safında kalıp Peygamber katilleri ile yaptığı mücadelede, kadını, erkeği, ihtiyarı, çocuğuyla bizden öncekilerin neler çektiğini bize canlı şahitler olarak sunup imanın sözde değil, özle olacağını, eğer bir filmse hayat, en büyük ödüle layık bir filmde nasıl başrol alınacağını, tüm dünyaya bela olmuş, en azgın insan nesline karşı taşla bile mücadele edileceğini, tıpkı Hz. Muhammed gibi atılan toprakla nasıl gözleri kör olduysa Mekkeli azgın neslin, bu asırda da taşla kör edilebileceğini, daha gözlerini açarken veya emeklerken, buluğa bile ermeden ölecek çocuklar doğurmaya hazır bir anne, ekmeğini taştan değil, topraktan hatta magma kadar kızıla boyanmış kanlı bir topraktan, fabrikadan değil enkazdan çıkarmaya çalışırken, kanatlarını devasa açan ve tüm yetimleri kanatlarının altına almak ister gibi yavrusunu arkasına alarak saklamaya çalışırken, gözü önünde, canının canını teslim edişini ve daha gördüklerinin belleğini kapladığı anda canını evladının canına eş edip nasıl Rabbe şikâyet ettiğini ve “Hangi suçtan dolayı öldürüldü?” sorusunu duyar, görür, anlar mısın ey insanlık? Sen bütün bunları seyrederken hâlâ insan mısın?

Ya sen ey Filistinli anne! Bize bu nasıl bir aşktır anlatır, öğretir, belletir misin? Evsiz, ocaksız, mutfaksız, fırınsız, kapsız nasıl yemek pişirilir? Nasıl karın doyurulur? Ne giyilir? Nasıl temizlenir? Nasıl uyunur, anlatır mısın? Biz klima serinliği ararken güneşin sıcağında, yüreğin sıcağı nasıl serinletilir? Biz sofralar donatıp tıkınamadığımızı dökerken, nasıl günlerce bir kuru ekmeğe talim edilir? Biz kırılmaktan, kaygıdan, korkudan, işten, aştan, eşten, güzellikten vazgeçemez, geyik muhabbetleriyle vakit öldürürken, barınaklarda, yastıksız, yorgansız nasıl uyunur? Tanklara karşı nasıl yürünür? Bir kuytu köşede narkozsuz, dikişsiz, neştersiz, ebesiz nasıl doğum yapılır? Yaralar pansumansız, ilaçsız nasıl sarılır, öğretir misin? Bir eş, bir evlat, anne-baba nasıl toprağa sessizce bırakılır ve sonra nasıl umutla, bitmeyen, solmayan, kırılmayan bir coşkuyla tekrar anne olunur? Dağların taşıyamadığı bir yükü bir insan nasıl taşır? Dile gel de söyle, anlat ki bilelim, bilmeden buluşursak mahşerî kalabalıkta, yüzüne bakacak yüzümüz, elinden tutacak elimiz yok, bizi gafletten çekip çıkar. Biz ümmet kadınları senden af dileriz!

Ya sen ey Filistinli baba! Senin hiç mi yıkılmaz, sarsılmaz bedenin? Sen; zevk, sefa, şehvet, para, spor, eğlence, kumar, içki nedir bilmez misin?

Ya politika, kavga, entrika, yalan, dalavere yazmaz mı senin kitabında? Sen bir dev misin ki, ümmetin bunca erkeği zevki sefasında lale devrini yaşarken, bir tek sen mi kaldın mazlumlar adına yumruğu havada sallamakla kalmayıp slogan atmakla avunmayan? İnternet karşısında cama yapışıp kalan bir sinek kadar aciz, hani İsteyen de aciz, istenen de” dediği gibi Rabbin, ham hayaller, kof bir hurma kütüğü misali liderler eşliğinde, uygun adım marş yürüyen onca müsvedde erkeğe, nasıl emanete ehil olunur, nasıl adam gibi adam yani Âdem olunur, öğretir misin?

Ve sen ey Filistinli genç, Filistinli çocuk, kundaktaki bebe! Sahi hiç beşik mevlütün oldu mu? Süslü yatakların, dolaplara sığmayan giysilerin, kırılıp yenisi alınan, oynanmayıp köşelere yığılan oyuncakların, hortlaklı, kurukafalı, iskeletli, vampirli tişörtlerin, yırtık pantolonların, küpelerin, hızmaların, makyaj çantan, manikürün, pedikürün, perçemlerin, takımın, ya face’in var mı senin? Bana da son video kaydını gönderir misin? Ya arkadaş listeni, en son chatte ne yazdığını? Kimi dinlerken uykuya daldığını? Kimin aşkı ile yandığını, bana izah edebilir misin? Bileyim! Genç olmanın, ergen, çocuk ve bebek olmanın Filistincesini tarif eder misin? Söz senin! Eylem senin! Dava ise hepimizin. “Sen mazlumsun,” bize dua et. Dua et ki dirilelim, şükür ki henüz ölmedik! Lailahe illallah diyerek, iman üzere ölebilelim!

Hatice Dilek Öztürk