DİL VE DUDAK
Duygularınız idare etmek için dilinizi kıvrak bir şekilde kullanın fakat yerli yerinde ve tuz misali dozunu ölçüyle ayarlayın.
Sakin, dingin, huzurlu konuşabiliyor, söyledikleriniz dinleniyor, konuşmaya devam etmeniz isteniyorsa, yüreklere bayram ekebiliyor, hastalara şifa, gönlü dertlilere deva, şaşkınlara yol arkadaşı olup yola çekebiliyorsanız ferasetle, tebessüm ettirebiliyor, ayağa kaldırabiliyor, ayakta tutabiliyor, yürütebiliyor, gerekiyorsa koşturabiliyorsanız, bazen bir şelalenin önüne set, bazen bir barajın önüne duvar, bazen bir erozyon tutan ağacın kökleri gibi ortamda ciddiye alınıyorsanız konuşun, değilse dudaklarınızı devreye sokun, dilinizi tutun edeple susun!
Öyle anlar vardır ki, bıçak gibi keser kelimelerin arasını. Kısa bir sessizlik bile asırlar gibi hissettirir kendini. Kulaklar kabarır, bakışlar sabitleşir, yürekler verileni almaya hazırlanır. İşte o zaman sakin yağan bir bahar yağmuru gibi özü toprak olan insanların, yüreklerine yağın. Eğer çorak bir topraksa emeğinizi boşa harcamış, eğer verimli bir arazi ise ürünü devşirmek üzere sulamış, beslemiş, büyütmüş olursunuz.
Bize düşen sadece uyarmaksa, müebbet suskunlukları terk edin. Hakkı haykırmayın, söyleyin. Hikmet ve güzel öğüt olan Kur’ân ile tebliğ edin. Ve susun, sadece bekleyin. Sözün tesirini gözleyin. Yankı yapıp geri gelmişse, senin yolun sana benimki bana deyin, rotanızı değiştirin. Sevin ve sevilin ama, hak aşkı ile yanmıyorsa yürekleriniz, bu aşk sizi güldürmez, süründürür bilesiniz.
Hatice Dilek Öztürk