Bugün O Gün Olsaydı!

BU GÜN O GÜN OLSAYDI!

Evet bu gün o gün olsaydı ne yapardınız?

Ya da ne yapmazdınız?

Bu günü diğerlerinden farklı kılmak için, bu güne dek yaptınız?

Ne yaptıysanız yaptınız aslında.

Bence önemli olan ne yapmadığınız?

Öyle ya, bu güne kadar neler yapmadık ki?

Korkulası, acınası, üzülünesi, unutulası, kahredilesi işler mi bunlar?

Yoksa sevinilesi, onur duyulası,

Mutlu olunası, coşulası, hatırlanılası işler miydi?

Eğer hatırladıklarınız içinizi ezdi ise,

Gelin sizinle koyu bir sohbete dalalım.

Dipsiz kuyularda gibi davranmanın anlamsızlığının anlamını kavrayıp,

Sarılalım sımsıkı birbirimize,

Tutalım ve kaldıralım!

Ve sonra ışıkları yakalım kardeşler.

Farz edelim ki dünya evine yeni girdik.

Karanlıktan çıkmanın tek yolunun,

Aydınlığın tuşuna basmakta olduğunu anlayalım,

Anlatalım, bıkmadan usanmadan anlatalım.

Elbette dinlemek isteyene kardeşler.

Zorbalık bizim nemize gerek.

Biz biz olalım dilimizin döndüğünce uyaralım.

Hani belki dinleyen, belki anlayan, belki anlamak isteyen olur diye.

‘Yok eğer;’Ne münasebet ben hiç pişman olacak iş yapmadım!’ diyebiliyorsanız,

Sizi gıpta ile anıp, herkese anlatalım.

Ve ‘Bunu nasıl başardığınızı bir gün sizden dinleyelim!’ diyeceğim kardeşler.

Fakat biliyor musunuz?

Pek inandırıcı gelmedi desem bana kırılmazsınız değil mi?

Hani daha önce de söylediğim gibi, ben dostum kardeşler.

Dostun dostuna faydası olabilsin diye,

Gelin biz bu dünyada, birbirimizi ‘gerçek dost’ seçelim.

Gerçek dost yalnız kendini düşünmez,

En az kendi kadar dostunu da düşünür.

Hatta dostunu, kendine önceler kardeşler.

Öyle ucuzlatmaya yahut indirime gidilmemeli böylesi kavramlarda,

Bunlar çok önemli gerçekler.

Laf değil icraat ister.

Canı cana katmak ve Canana öylece varmak için,

Terk etmeden ve darılmadan,

Küsmeden ve nefsi için kızmadan,

Onun her daim yanı başında olmak, bunun için azami gayret etmek ister.

Öyle uzak ta bir köy var tarzında, dost olunmaz!

Dostluk vefa ister, ter ister, yürek ister kardeşler.

Her şeyi yapın demeyeceğim, hakçasını yapın!

Ama lütfen siz siz olun,

Dostluğun da içini boşaltmayın kardeşler.

İçi boşaltılacak bir şey varsa o da; düşmanlık, ihanet, zulüm bohçamız olsun.

Gelin bundan böyle, ne gelin, ne de güvey olun kardeşler!

Bu düğün bizi ecele götürür.

Götürdüğü yerde de bırakır.

Sonra oracıkta, yapayalnız kalıveririz kardeşler.

Bu günden sonra düşmanı dosttan ayırt etmeyi bilelim,

Baltayı kime ve ne zaman indirdiğimize dikkat edelim.

Biraz olsun insafa gelip, ürpermeyi bilelim!

Gerçek dosta yol almakta olduğumuz şu dünyadan,

Olması gerektiği gibi göçmenin şifrelerini birlikte çözelim.

Her gün başlı başına bir değer aslında.

Üstelik kuyruksuz, diplomasız, emeksiz.

Bize bedavadan sunulmuş, binlerce değer varken hayatımızda,

Görmedim ,duymadım, bilmiyorum diyen hayvancağızı,

Taklit etmeyelim.

Bu masal eskidi kardeşler!

Modası geçeli çok oldu.

Artık modası geçmeyecek olanı seçip,

Ebediyete göçerken giyeceğimiz kefenin sıradanlığını bari hatırlayıp, kendimize gelelim.

Ve aklımızı başımıza devşirelim!

Bizler nasıl oluyor da, bize verilen onca değeri,

Bu kadar kolayca harcayıveriyoruz.

Sahi harcadığımız kim ve ne ki?

Biz ve hayat mı?

Hayatta bizi bize getiren,

Bize bizi sevdiren,

Bizden bizi kurtaran kimler ve neler desem, neleri sayabilirsiniz ki?

Allah ve İslam değil mi kardeşler?

Hadi bu kez de ‘Yok canım sen de!’ dediğinizi varsayalım.

Biraz da bunun üzerinde duralım ve konuşalım kardeşler.

Milyonda bir olasılıkta verseniz haklılığıma,

Sizden biraz zaman istiyorum.

Diyelim ki ölümü yok saydınız ya da yokmuşçasına yaşadınız.

Ölüm treni gelmeyecek ve bizi alıp götürmeyecek mi gerçekten?

Kaçış var mı yani?

Yok deseniz de demeseniz de artık ben söze giriyor,

‘Var kardeşler var!

Ölüm var!

Ama kaçış yok!’ demek istiyorum.

Sözünüzü suni falan değil, inanın hakiki balla kesiyorum.

Gayemse bir parmak bal çalıp ağzınıza gitmek olmadı hiç, bu güne dek.

Varsam varım dedim, yoksam yokum!

Bunu bu kadar net söylemesini istedim herkesin de daima.

Hem de bizzat yüzüme.

Kendimizi ya da birilerini kandırmaya ne hacet ki kardeşler?

Kanmak ta istemeyiz, kandırmakta, kandırılmakta.

Zaten kandıranın kendini kandıracağı Kuran’la sabit değil mi?

Öyle ise gelin başımızı ellerimizin arasına alalım,

Ve düşünelim , düşünelim , düşünelim kardeşler.

Öldükten sonra, hala neleri yapmış olmayı isterdik?

Öldükten sonra, kimden ya da kimlerden kaçmak isterdik?

Öldükten sonra, nerede yaşamak isterdik?

Öldükten sonra, kimi ya da kimleri görmek bile istemezdik?

Öldükten sonra, geriye gönderilsek, geridekilere en çok ne söylemek isterdik?

Öldükten sonra, geridekilere ne bırakmak isterdik?

Öldükten sonra, nasıl anılmak isterdik?

Öldükten sonra, kiminle ya da kimlerle aynı yerde olmak isterdik?

Öldükten sonra, ya rütbemizin ne olmasını isterdik?

Öldükten sonra, neleri, neden, ne için yok etmek isterdik?

Öldükten sonra, ilk ne söylemek isterdik?

Öldükten sonra değil kardeşler!

Bütün bunları ölmeden önce düşünmezsek eğer,

Yanmışız, mahvolmuşuz, bitmişiz demektir aslında.

Sizce de öyle değil mi?

Ölmeden öleceğini bilip ona uygun hareket etmeli.

Yoksa biliyor olmanın ne anlamı var ki?

Hatice Dilek Cengiz

‘Sarp Yokus II ‘adlı kitabından alıntıdır.

Huzura Giden Yolda Bir Yolcudan Tavsiyeler
1-Güne imsaktan en az yarım saat önce Bismillah diyerek başlamak ve bir daha uyumamak. Kısa bir öğle uykusu (kaylule) uyunabilir elbette.
Özel Not: İnşaallah bu günden itibaren birlikte yol almak isteyen tüm kardeşlerime her sabah ve akşam bir tavsiyemi yazacağım. Dilerim hep birlikte güzel şeyler başarırız.Rahman olan Rabbime şirksiz kul olma ve Ümmet olma bilincimize katkıda bulunabilmek duası ile. Ya Mucib bizi şanına layık kullar eyle. Bizi destekle. Amin
2-Her gece; şahsımıza ait Kuran’ımızdan kolayımıza gelen miktarı, nüzul sırasıyla, durup düşünerek, o an sanki bize iniyormuş saygısı, heyecanı ve dikkatiyle okumak. Anlayamadığımız her kavramı ve her olayı tefsir, hadis, siyer, fıkıh, sözlük gibi kaynaklardan veya internetten o an da ya da gün içinde mutlaka araştırmak. O gün bizi çok etkileyen hükümleri bir Kuran günlüğü tutarak yazmak ve öğrendiklerimizi hayatımıza geçirmeye başlamak.

Hatice Dilek Cengiz
www.huzuryasamkocu.com

Güvenmek!

GÜVENMEK!

Allah’ım bizi güvenilir olanlardan eyle!

Allah’ım bizi sözünde duranlardan eyle!

Allah’ım bizi ardına düşülebilecek, yanında durulabileceklerden eyle!

Allah’ım bizi dininin havarilerinden eyle!

Allah’ım bizi yolunun şehitlerinden eyle!

Allah’ım bizi bulunduğu yerde, tek başına bile ümmet olabilenlerden eyle!

Allah’ım bizi fitne kalmayıncaya kadar, gevşemeden ve üzülmeden çalışanlardan eyle!

Allah’ım bizi kafir ve münafıklara deneme konusu eyleme!

Allah’ım bizi ve soyumuzu çalışıp boşa yorulanlardan eyleme!

Allah’ım yakınlarımızla gözümüzü aydın eyle!

Allah’ım bizi şerre engel, hayra destek eyle!

Allah’ım bizi salihlere kardeş kıl, münafık ve kafilerinse heybetinden korktuklarından eyle!

Allah’ım evlerimizi Kur’an okunan ve adının anıldığı evlerden eyle!

Allah’ım işimizi bize kolay, aşımızı bize şifa eyle!

Allah’ım bizi daima veren el olan eyle!

Allah’ım bizi yürek yakmaktan ve hainlere ortak olmaktan muhafaza eyle!

Allah’ım bizi her girdiğimiz yerde, izzeti ikram görenlerden eyle!

Allah’ım her sıkıntılı halinde, bizi kurtuluş yollarını hazırladıklarından eyle!

Allah’ım her şeytani hileyi, Rahmani çözümlerle bertaraf edebilenlerden eyle!

Allah’ım girdiğinde rahmet olan fakat, gittiğinde zahmet olmayanlardan eyle!

Allah’ım bilemediğimizde sezgimizle, göremediğimizde ferasetimizle bizi güçlü eyle!

Allah’ım imanı bize kale, bizi ise dinine nefer eyle!

Allah’ım duygu ve düşünce dünyamızda, cennet umudunu daima diri eyle!

Allah’ım bilinçaltımız ve reflekslerimizle bizi,

Cehennemine karşı olağan tedbirler alanlardan eyle!

Allah’ım günü, ayı ve yılı bize asır gibi bereketli eyle!

Allah’ım zaman ve zeminin gereklerini iyi okumayı, başarmayı nasip eyle!

Allah’ım yüzünden ve sözünden, insanın hasını tanıyabilecek bir ilme nail eyle!

Allah’ım bizi hatalarımızın çöplüğünden çıkmaya müyesser eyle!

Allah’ım bizi kendi öz nefsine tercih edenlere yaren eyle!

Allah’ım bize nimetten hesap vereceğini bilerek yaşayan, bir şuur ihsan eyle!

Allah’ım amelde veya niyette şirkin her türünden korunmamızı nasip eyle!

Allah’ım olmasını istediğimiz her şeyi hakkımızda hayırlı kıl ve işlerimizi ol dediklerinden eyle!

Çünkü biz;

Güvenemiyoruz Senden gayrısına.

Güvenemiyoruz laf cambazlarına,

Güvenemiyoruz yalanın bini bir para modunda yaşayanlara,

Güvenemiyoruz kuyumuzu kazmak ister gibi bizim gizlimizi araştıranlara,

Güvenemiyoruz sağ gösterip sol vurmak istediği her halinden belli olanlara,

Güvenemiyoruz bir dediği bir dediğini tutmayanlara,

Güvenemiyoruz ağzını çok rahat bozanlara,

Güvenemiyoruz öküz altında buzağı arayanlara,

Güvenemiyoruz kendinden başka kimseye güvenmediğini itiraf edenlere,

Güvenemiyoruz iş söz değil öze gelince, tevile sığınanlara,

Güvenemiyoruz her ağzını açtığında, kusur bulanlara,

Güvenemiyoruz gürlemekle kalıp, yağmur yağdırmak yerine çölde bırakanlara,

Güvenemiyoruz yürek dağlamayı hafife alanlara,

Güvenemiyoruz aldatmayı basit sayanlara,

Güvenemiyoruz kılı kırk yarıp işi yokuşa sürenlere,

Güvenemiyoruz yanında kendimizi kastıklarımıza,

Güvenemiyoruz her an açığımızı bulmak istercesine davrananlara,

Güvenemiyoruz gözümüzün içine sorusuz ya da sorgusuz bakamayanlara!

Güvenemiyoruz bize ait olanı kendisininmiş gibi, pişkince kullanmaya kalkanlara,

Güvenemiyoruz saygı ve nezaketi ayrıntı sayanlara,

Güvenemiyoruz en yakınlarına duman attıranlara,

Güvenemiyoruz konuştuğunu yaşamayanlara,

Güvenemiyoruz dünyayı çok sevdiği, her halinden belli olanlara,

Güvenemiyoruz paranın her kapıyı açtığını sananlara,

Güvenemiyoruz kalbi ile değil, beyni ile çözüm sunanlara,

Güvenemiyoruz dini bir cüzdan gibi arka cebinde taşıyanlara,

Güvenemiyoruz havaya göre kostüm değiştirenlere,

Güvenemiyoruz sevmeyi ve sevilmeyi bilmeyenlere.

Biz yalnız sana ibadet edip, yalnız senden yardım dileyerek,

Senin kullarını en iyi sen bileceğinden,

Senin dostlarını seçebilecek bir güveni, bize sağnak sağnak yağdır.

Biz bu güne dek, sana dua etmekle hiç mutsuz olmadık!

Çepeçevre alevler içinde kaldık.

Kurunun yanında yanan yaş olmak istemiyoruz Rabbim!

Amin!

Hatice Dilek CENGİZ

Yaşam Koçu-Gıda müh.-Yazar

“Sarp Yokuş II” adlı kitabından alıntıdır

Kime Selam, Kime Veyl Olsun?

Yalan söylemeyen,
Yalan söyletmeyen,
Yalancıyı sevmeyen,
Yalanlayanı sevmeyen,
Yalana meyletmeyen,
Yalanı hoş görmeyen,
Yalancıktan gülmeyen,
Yalana ortak olmayan,
Yalan yanlış konuşmayan,
Yalan dolanla işi olmayan,
Yalansız bir dünya kurmak için;
Alın teri, yürek teri, göz feri dökenlere
Doğruluk adına,
Dosdoğru davranmayı bilen,
Doğrulara selam olsun.
Ve tüm yalancılara veyl olsun!
Hatice Dilek Cengiz

Kim Asla Kaybetmez?

Bir Soru Bir Cevap

Soru: Kim asla kaybetmez?

Cevap: Allah’ın taraftarları.

Rabbim bizi onlardan eyle. Amin.

Delil:”‘Kokma’dedik. Üstün gelecek olan kesinlikle sensin.” Ta Ha 68.Ayet

Hatice Dilek Cengiz

Kimler Yanlış Davranır ve Nedeni Nedir?

Bir Soru Bir Cevap

Soru: Kimler yanlış davranır ve nedeni nedir?

Cevap: “Kim Rabbinin zikrini (Kuran’ı) görmezden gelirse, biz ona bir şeytanı musallat ederiz. Artık o onun arkadaşı olur, onu etkisi altına alır ve ondan hiç ayrılmaz.” Zuhruf Suresi 36.ayet

Hatice Dilek Cengiz

Yalancı Kimdir?

Bir Soru Bir Cevap
Soru: Kim yalancıdır?
Cevap: ‘Allah’ın ayetlerine inanmayanlar yalan söylerler. İşte onlar yalancıların ta kendileridir.’
Nahl Suresi  105.ayet
Hatice Dilek Cengiz

Ben Sen ve O

BEN SEN VE O

Ben ne çok şeyi bilmediğimi, bildiklerimin ne kadar az olduğunu bildiğimde anladım.

Ben ne çok şeyi bildiğimi, bilmeyenlere bilmediklerini anlatmakta zorlandığımda anladım.

Ben ne kadar çok istemediğimi, yaptıklarımdan sıkıldığımda anladım.

Ben ne çok istediğimi, olmadığında yıkıldığımda anladım.

Ben ne kadar çok sıkıldığımı, kaçıp gitmek istediğimde anladım.

Ben hiç sıkılmadığımı, yanında olmaktan mutlu olduğumda anladım.

Ben ne çok verdiğimi, vermediğimdeki tepkide anladım.

Ben ne çok vermediğimi, eksikliğini gördüğümde anladım.

Ben ne çok aldığımı, alıştığımı fark ettiğimde anladım.

Ben ne çok almadığımı, gönlümün yorulduğunu gördüğümde anladım.

Ben ne çok sevilmediğimi, terk edildiğimde anladım.

Ben ne çok sevdiğimi, uğrunda harcadıklarımla anladım.

Ben ne çok ezildiğimi, derin iç geçirişlerimde anladım.

Ben hiç ezilmediğimi, ezilenlerin ezilme dozuyla kıyasladığımda anladım.

Ben ne çok yenildiğimi, nefsime esir olduğumda anladım.

Ben hiç yenilmediğimi, Hakk’a teslim olduğumda anladım.

Ben ne çok gerildiğimi, kendimi tutmakta zorlandığımda anladım.

Ben hiç gerilmediğimi, yüzde yüz haklı olduğumda anladım.

Ben ne çok acı çektiğimi, hak etmeyene hak etmediğini verdiğimde anladım.

Ben hiç acı çekmediğimi, karşımdakine olan duygularımı öldürdüğümde anladım.

Ben ne çok sır sakladığımı, bildiklerimi düşündüğümde anladım.

Ben hiç sır saklamadığımı, hislerimi yazıya döktüğümde anladım.

Ben ne çok istendiğimi, beklenirkenki hazırlıkta anladım.

Ben hiç istenmediğimi, bedenin diline dikkat ettiğimde anladım.

Ben ne çok özlediğimi, içimdeki kıpırtıda anladım.

Ben hiç özlemediğimi, sesime yansıyan durgunlukta anladım.

Ben ne çok aldandığımı, hatalarımı tekrarladığımda anladım.

Ben hiç aldanmadığımı, kendimi emniyette hissettiğimde anladım.

Ben ne kadar aldatıldığımı, tecrübelerimi es geçtiğimde anladım.

Ben hiç aldatılmadığımı, samimi bir yüreği bulduğumda anladım.

Ben ne kadar vazgeçtiğim şey olduğunu, geriye dönüp baktığımda anladım.

Ben vazgeçemediklerimin olduğunu, elimden alınmaya çalışıldığında anladım.

Ben ne kadar önemsendiğimi, örnek alındığımda anladım.

Ben hiç önemsenmediğimi, isteklerim es geçildiğinde anladım.

Ben ne kadar işitildiğimi, anlaşılıp anlatıldığında anladım.

Ben hiç anlaşılmadığımı, yapmadığım ve söylemediklerimle yargılandığımda anladım.

Ben ne kadar hissettiğimi, hislerimin farkına vardığımda anladım.

Ben hiç hissetmediğimi, beklemediğim derecede şok yaşadığımda anladım.

Ben ne çok istediğimi, elde edemediğimde yıkıldığımda anladım.

Ben hiç istemediğimi, olmadığına aldırmadığımda anladım.

Ben ne çok yorulduğumu, yatağıma sırt üstü uzandığımda anladım.

Ben hiç yorulmadığımı, ne kadar çok şeyi isteyerek yaptığımda anladım.

Ben ne çok kıskanıldığımı, haksız taşlandığımda anladım.

Ben hiç kıskanılmadığımı, sevincimle sevinildiğinde anladım.

Ben ne çok şükrettiğimi, rahmetin yağmışçasına arttığında anladım.

Ben yeteri kadar şükretmediğimi, elimde olanı da kaybettiğimde anladım.

Ben ne çok şikâyet ettiğimi, sorunlarım katmerlendiğinde anladım.

Ben hiç şikâyet etmediğimi, insanların şikâyet ettiklerini dinlediğimde anladım.

Ben çok güldüğümü, bakışların bana çevrildiğini gördüğümde anladım.

Ben hiç gülmediğimi, yaşananın bende bıraktığı izin derinliğini hissettiğimde anladım.

Ben çok ağladığımı, aynada suratımı gördüğümde anladım.

Ben hiç ağlamadığımı, düşmanlarımla karşılaştığımda anladım.

Ben hiç yılmadığımı, tekrar tekrar denediğimde anladım.

Ben çok yıldığımı, parmağımı bile oynatmadığımda anladım.

Ben sayıldığımı, hürmet gördüğümde anladım.

Ben hiç sayılmadığımı, her söylediğime itiraz edildiğinde anladım.

Ben çok yanıldığımı, ısrarcı olduğumda anladım.

Ben hiç yanılmadığımı, gönüllülüğe prim verdiğimde anladım.

Ben çok zengin olduğumu, parası olup imanı olmayanı gördüğümde anladım.

Ben hiç zengin olmadığımı, ihtiyaç sahiplerine yetemediğimi gördüğümde anladım.

Ben ne çok şey istediğimi, isteklerimi sıraladığımda anladım.

Ben hiçbir şey istemediğimi, istediklerimin olmazsa olmazlar olduğunu anladığımda anladım.

Ben terk edildiğimi, yalnız bırakıldığımda anladım.

Ben hiç terk etmediğimi, terk edilmedikçe terk etmediğimde anladım.

Ben çok kırıldığımı, içimdeki cam kırıklarına bastığımda anladım.

Ben hiç kırılmadığımı, takılmamam gerektiğiyle muhatap olduğumda anladım.

Ben ne kadar çok suçlandığımı, hakkımda söylenenlerin uçukluğunu öğrendiğimde anladım.

Ben hiç suçlu olmadığımı, sükûnetimi koruyabildiğimde anladım.

Ben ne çok korktuğumu, ahiretimi kaybedersemi anlık düşündüğümde anladım.

Ben hiç korkmadığımı, ölümden veya öldürülmekten korkmadığımda anladım.

Ben ne çok düşündüğümü, düşündüklerimi eyleme dökmeye kalktığımda anladım.

Ben hiç düşünmediğimi, düşünmemin sonuçsuz kalması neticesinde, vazgeçmeyi seçtiğimde anladım.

Ben çok acı çektiğimi, hastalıklarımla cebelleştiğimde anladım.

Ben hiç acı çekmediğimi, onlara karşı olan duygularımı öldürdüklerimin yaptıklarına aldırmadığımda anladım.

Ben ne kadar tecrübeli olduğumu, faydasını gördüğümde anladım.

Ben hiç tecrübem olmadığını, zorlandığımda anladım.

Ben çok duygulu olduğumu, duygularımın incitildiğini anladığımda anladım.

Ben hiç duygusal olmadığımı, her katledilmek istendiğimde, yeniden doğduğumda anladım.

Ben çok akıllı olduğumu, Rabbimi her andığımda, hissettiğimde, itaat ettiğimde anladım.

Ben hiç akıllanmadığımı, hata denizine düşüp tevbe küreklerine asılarak kıyıya çıkmaya çalıştığımda anladım.

Ben bu dünyayı sevmem gerektiğini, ahireti bu dünyada kazanacağımı bildiğimde anladım.

Ben bu dünyayı sevmemem gerektiğini, ahireti daha çok sevmem gerektiğini öğrendiğimde anladım.

Ben anlamın anlamını anlayamadığımı, O bana anlattığında anladım.

Ben anlamın anlamını kaybettiğini, O’nsuz yaşamaya çalışanları gördüğümde anladım.

Ben yürekli olmam gerektiğini, yüreğin sahibine adandıkça anladım.

Ben yüreksiz olmamam gerektiğini, yüreksizlerin yüreksizliğinden nefretle dolduğumda anladım.

Ben zulmettiğimi, kendimi mahvettiğimde anladım.

Ben hiç zulmetmediğimi, yanlış anlaşıldığımın anlaşıldığı anlarda anladım.

Ben niyetimin temizliğini, Rabbimin biliyor olması ile rahatladığımda anladım.

Ben niyetimin bozulduğunu, hayal kırıklığı yaşadığımı fark ettiğimde anladım.

Ben affedildiğimi, hatamı bir daha yapmaz olduğumda anladım.

Ben affedilmediğimi, hatalarım başıma kakıldığında anladım.

Ben özlendiğimi, çağırdığımda uçarak gelindiğinde anladım.

Ben hiç özlenmediğimi, arayıp soramasam da hatırlanmadığımda anladım.

Ben gerçekten inandığımı, sonuna kadar vazgeçmediğimde anladım.

Ben hiç inanmadığımı, şüphelere gark olduğumda anladım.

Ben ne çok değiştiğimi, dünden farklı günler yaşamaya başladığımda anladım.

Ben hiç değişmediğimi, doğruyu bulup sarıldığımı gördüğümde anladım.

Ben gerçekten bıktığımı, anmaz, yapmaz, söylemez olduğumda anladım.

Ben hiç bıkmadığımı, Kur’an okumaktan bıkmadığıma şahit olduğumda anladım.

Bıkmamın mümkün olmadığı bir kitabı indiren Rabbime hamd eden ben,

Seni de bu ikrama bu satırlarla davet ederken,

‘Gel!’ diyorum.

‘Her şeyi ve herkesi bırak gel!’

Ben bu dünyadan bugüne dek neler anladım anlattım.

Senin neler anladığını doğrusu bilmem mümkün değilse de,

Üç aşağı beş yukarı pek farkı olduğunu düşünmüyorum.

Ama şunu adım gibi biliyorum ki,

O ben ve seni,

Benim beni, seninse seni bildiğinden çok daha iyi biliyor öyle değil mi?

Doğrusu bunu tartışmaya gerek bile duymuyor,

Dileyen inansın, dileyen inkârda dirensin,

Fakat ömür bittiğinde,

‘Eyvah!’ dememek için,

‘Biz’ olalım diyorum!

Selâm olsun benlikten geçip,

Huzura divan duranlara,

Eyvallah Kardeşler!

Hatice Dilek Cengiz

‘Sarp yokuş II’ adlı kitabından Alıntıdır.

Hayat Organımız Kalp

HAYAT ORGANIMIZ KALP

İşimi seviyorum. Mahlûkatın en şereflisi için bir şeyler yapmanın, kalbe hitap etmek, kalbi aktifleştirmek, sakinleştirmek, durultmak, güçlendirmek, şevklendirmek olduğunu düşünüyor ve öyle de yapmaya gayret sarf ediyorum.

Rahmân’dan hep, karşıma göğsünde kalp taşıyanı çıkarmasını istedim. Çünkü taşsa taşıdığı, sesim sadece yankı yapıp bana geri gelir. Oysa ben o kalple çalışmak, perdeleri kaldırıp kalbin sahibinin Rahmân’la buluşmasını sağlamak, zayıfladığına inandığım ilişkisini güçlendirmek ve aradan çıkması gereken ne varsa çıkarmak istiyorum. Hani bir nevi kişiye kayıp hazinesini veya unuttuğu sevda türküsünü tekrar hatırlatmak, beynine doğru bilgileri yükleyip hafızada zaten var olan en özel dosyaları açmak istiyorum. Ruhlar âleminde ilan ettiği sevgi ve sadakatine ihanet etmenin ağır bedelini ödemeden, dünya yokuşunu, küçük sıyrıklarla tırmanmasına rehberlik yapmak istiyorum.

Ben yaşanan sorunların nefsin oyunu olduğunu, bu oyunu nefse öğretip oynatanın şeytan olduğunu düşünüyor ve şeytanla çelik çomak oynamaktan vazgeçmeyenlerin ve Rabbine sadakatini bozanların denendiğini düşünüyorum. Neden mi? Şeytanın işi bu da ondan!

Eşrefi mahlûkat olan insanı kıskandığını, “Beni ateşten, onu çamurdan yarattın” diyerek ilan eden şeytan, hiç giremeyeceği cennete, bizim de giremememiz için insanlığı yoldan çıkarmak istiyor ve Rahmân’dan izin alıyor.

Allah’ın yaratan olduğunu, en doğru yolun İslâm olduğunu, ölümün hak ve hesabın mutlak olduğunu da bilen şeytan yolumuza oturup bizi ümitsizlikle, kibirle, geçmişle, gelecekle, panikle, aceleyle, malla, canla, evlatla, eşle kaybettirmeye çalışıyor. Bir sürü asılsız düşünceyle kafamızı karıştırıp bizi, sonu gelmeyen sorulara, anlamsız ve abartılı korkulara sürüklüyor. Çözüm mü? Şapkayı önümüze koyup düşünmek. Şapkadan kuş çıkaran bir hokkabaz misali ne çıkacak diye beklemek yerine, büyülü camda seyrettiğiniz sıradan hayat hikâyelerinden biri de sizin ki olmasın istiyorsanız, sıra dışı bir şeyler yapmak gerekiyor. Önce barış ilan etmek, kendimizi aynada sevmek sonra bütün bunları bize verene sevgimizi sunarken, verdiği eli, ayağı, dili, gözü, kulağı kullanmak gerekiyor.

Else bu, ne olur sevdiklerini sevmeye, ver dediklerini vermeye, al dediklerini almaya kullansak. Kirleneni, dağılanı, atılanı, yakılıp-yıkılanı düzenlerken mutluluk hissetsek içimizde!

Ayaksa, git dediği yere gitsek, gel dediği yere gelsek, dön dediği yerden dönsek, dur dediği yerde durup ardımızda iz bırakacak adımlar atsak ve tüm bunlarla hayır umsak ilahî mahkemede.

Gözü, kulağı, kalbi O’nu şükretmeye kullansak. Ağzımızdan inci gibi sözler dökülse. Sesimiz kanayan, acılı yürekleri serinletse, bakışımız yapılması gereken ne varsa söylenmeden, istenmeden anlatsa ve anlasa her şeyi, yapılmaya hazır bir bedenle işe koyulsa.

Bir duvar örsek kötülüğe, fuhşa, zulme karşı. İçinde saat gibi çalışan iman dolu kalpleri, onurlu duruşları, helalden kazançları, iffetli tavırları olsa, dillerde şahadet türküleri söylense ve yürüse insanlar! Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar biz de yürüsek, ne olur? Hiç yorulmadan hep yürüsek…

Çok mu zor? Zor olan ne? Yiyip bitirdikleriniz, giyip kuşandıklarınız, yığıp biriktirdikleriniz mi? Allı pullu sözlerle kandırılmayı, vur patlasın çal oynasın eğlencelerle avutulmayı, defalarca kez tekrarlanan pişmanlıklar, acılar ve öfkelerle çıldırtılmayı beklemiyorsanız, ne olur gelin siz de hep birlikte yürüyelim, kardeşçe, insanlık onurunu ayağa kaldıralım. Kalpsizler dünyaya kök saldı. Yapılacak çok iş var.

Nasıl olsa birileri yapar aymazlığından kurtulup hayatın kıymetini bilmeli, kalpten kalbe kurduğumuz köprülerle birbirimize sımsıkı bağlanmalıyız. Mevsim kışsa karda kardelen, baharsa suda nilüfer, yazsa toprakta gül açmalı, ömrün son baharı ise yapraklarını dökmüş bir ağaç gibi günahları dökmeli, dirileceğimiz anda eyvah dememek için şimdi hayatta iken “Lebbeyk, Rabbim buyur!” demeyi bilmeliyiz.

Hatice Dilek Cengiz

‘Sarp Yokuş’ adlı kitaptan alıntıdır.

Kendinizle Söyleşiye Var Mısınız?

KENDİNİZLE SÖYLEŞİYE VAR MISINIZ?

Kendinizi hiç dinler misiniz?

Kendinizi tanıyor musunuz?

Peki ya kendinizle barışık olduğunuzu düşünüyor musunuz?

Kendi kendinizle buluşup şöyle güzel,

Yıpratıcı olmayan, verimli bir sohbete dalıyor musunuz?

Bunu hiç yaptınız mı bu güne dek?

Yoksa hep kaçtınız mı kendinizden bile?

Ne dediniz size?

En önemli anlarda onu konuşturdunuz mu?

Yoksa hep, diline biber sürerim tarzı tehditler savurdunuz,

Ya da duymamak için iç sesinizi, kıstınız mı?

Ona hep hor davranmanın bedelini ağır ödeseniz de,

Hala ders almadınız mı?

Sahi siz kim?

O kim?

Siz ayrı, o ayrı telden mi çalıyor?

Buna inandınız mı?

Kim inandırdı sizi?

Hiç durup baktınız mı oraya?

Ta içinize, en gizlinize bir yolculuk yaptınız mı?

Uzaktan seyreder gibi hiç yaptınız mı kendinizi?

Deniz gibi dalgalandığınız, durulduğunuz, kabardığınız, karardığınız anları fark ettiniz mi?

Yahut yakamozların pırıl pırıl parladığı bir gece şölenine katıldınız mı?

Güneşin yakmadığı nefis bir gününüzde, uçsuz maviliğinize daldınız mı?

Halleştiniz mi?

Dertleştiniz mi?

Paylaştınız mı neyiniz varsa kendi kendinizle?

Yoksa hep köşe kaçmaca mıydı bu güne dek oynadığınız oyunun adı?

Sahi yorulmadınız mı?

Ya o yani siz, sizden bıkmadınız mı?

Siz onu anlamak için uğraşırken,

Onun hala pes etmediğini gözlemlediğinize göre,

Sizin size dost olmaktan başka çareniz olamayacağını hissetmediniz mi?

İnsan kendine bunu niye yapar?

İnsan en iyi kendine yanlış yapar demeyesiniz sakın!

Niyesini düşünmek ve artık bu yanlışa bir dur demek vakti gelmedi mi?

Geldi de geçiyor bile değil mi?

Hadi artık dönün evinize!

Bırakın şimdi vatan kurtarmayı,

Dünya emredildiği gibi dönüyor,

Kainatta canlı cansız herkes,yapması gerekeni mükemmel yapıyor,

Biz insanoğlu dışında, her şey ve herkes olması gerekeni harfiyen yapıyor değil mi?

Ya biz?

‘Bu kainat sınıfının yaramaz öğrencisi olmaktan ne zaman vazgeçecek,

Ne zaman aslımıza döneceğiz diye sormanın vakti gelmedi mi kendinize?

Sorun ve alın cevabınızı?

Bu güne dek durduğunuz kabahat!

Kalkın ve düşün yola!

Konuşun, tanışın, kaynaşın kendinizle.

Sarılın iç beninize ki içiniz ferahlasın!

Söndürün yanan ocakları elbirliği ile.

Olsun deyin!

Geçti! Gitti! Bitti deyin!

‘Ama bak gelecek hala gelecek!

Göreceksin deyin!

‘Ve sen artık acele etmeden beklemeyi bilmelisin!’ deyin ona!

Sevin, hoş ve kibar davranın,

Artık dost olmanın keyfine varın.

Ve sonra gerçek dostu anlatın.

Hiç bir zaman terk etmeyen ve darılmayanı.

Yaratanı, yöneteni, davet edeni anlatın ona.

Cennet deyin, Peygamber deyin, Vuslat deyin!

Sonra ‘Artık düşünme!’

‘Düşünmen gerekenden başkasını!’

‘Bakma geriye , pes etme, küsme kendine!’ deyin.

Tutun sımsıcak elinden onun yürüyün.

Ta ki huzura dek,

Bedenimizle birlikte başaracağız, başarmalıyız,

Başarmak bizim yani senin ve benim elimde deyin.

Bu güne kadar ne olmuş olursa olsun,

Nerede ne kadar büyük yanlışlara düşmüş olsan da,

İnsansın sen ve yanılmış, unutmuş, kanmış olabilirsin,

Fakat senin çok merhametli bir Rabbin var!

Dön ona anlat acziyetini,

Göster samimiyetini,

Karar ver ve kararında sabit kalmayı bil yeter ki!

Kalamazsın diyenlere kanma.

Sözünde durup gidenlere bak sen,

Sınıfta kalanlara değil.

Çıtanı hep yüksek tut!

Her gün az kaldı diyerek yaşa,

Başarmama az kaldı!

Çünkü şaka değil bu söylediğim belki de gerçekten az kaldı!

Sakın azı çokmuş gibi yaşayıp, ömrünü har vurup harman savurma!

Ve şu satır aralarında, sana çok şey anlatamaya çalıştığımı ne olur anla!

Sakın ha kızma bana!

Ben senim, sen de ben!

Hepimiz insan değil miyiz?

Öyleyse ben dostum!

Gitmeden ben, inan bana!

Hatice Dilek Cengiz

‘Sarp Yokuş II’ adlı kitabından alıntıdır