Yüreklilere Bu Yürekten Her Güne Üç Dilek
Yüreklilere Bu Yürekten Her Güne Üç Dllek;
4- Allah için yorulmayı, suçlanmayı, dışlanmayı, terk edilmeyi, vazgeçilmeyi göze alalım ve dayanalım.
5- Her gün; ya bir yaşlıya, ya bir çocuğa ya bir hayvana, ya bir bitkiye, ya bir mazluma, ya bir meczuba, ya bir hastaya iyilik edelim.
6- İyiliği, O’nu hoşnut etmek ve öldüğümüzde yerin ve göğün ağladığı iyiler kervanına katılmak için yapalım hep. Karşılık görmek, daha çok istemek, güç ve kudretini göstermek, kendimize esir etmek, kolayca emredebilmek, minnet altında bırakmak için değil.
Hatice Dilek Cengiz
www.huzuryasamkocu.com
- Published in Makalelerim
Yüreklilere Bu Yürekten Her Güne Üç Dilek
Yüreklilere Bu Yürekten Her Güne Üç Dilek;
1-Hep doğal, hep samimi, hep açık olalım.
2-Ya hakkı söyleyelim, ya incitmemek için bir başka yüreği susalım.
3-Ya hep olalım ya da her gidişten sadakat ve ihlas yüklü yüreğimizle dönelim.
Var mısınız?
Varım diyenlerle yolumuzu , safımızı, sonumuzu birleştir ve kurtuluşa erenlere kat Rabbim.
Amin
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
Yaşamayı Seçiyorum
YAŞAMAYI SEÇİYORUM
Verilen onca nimeti fark edip şükretmeyi,
Savaşta, hastalıkta, sıkıntılı anlarda,
Malımdan, canımdan ve ürünümden eksiltilerek denendiğim anlarda,
‘Bana düşen güzel bir sabırdır’ diyebilmeyi,
Taşlansam ve kovulsam bile en yakınlarım tarafından,
‘Ben Rabbime gidiyorum!’ dinginliğini daima muhafaza etmeyi,
Kim bana ne sunarsa sunsun,
Kim benden ne isterse istesin,
‘Benim namazım ve kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir!’ ilkesine bağlı kalıp,
Dünyanın dar geldiği anlarda;
‘Ben derdimi yalnız Sana açarım!’ nidâsı ile Rahman olan Rabbime sığınmayı,
Herkes, her şeye, her şekilde bağlanmışken,
‘Ben Rabbime rağbet ederim! şuurunu kuşanmayı,
Nefsim, eşim, ailem, kısaca tüm sosyal çevrem,
Hatta vatanımdaki her fert,
Onunla, bununla, şununla korkar ve benim de korkmamı beklerken,
‘Bana Rabbim yeter! Ben O’na dua etmekle hiç mutsuz olmadım!’ diyebilir kalmayı,
Anlaşılmadığım her anda susmayı,
Nasihatin fayda verdiği her anda sözün en güzeli ile uyarmayı,
‘İçinizden daima hakka ve adalete davet eden bir topluluk bulunsun!’ diyen
Rabbimin yüklediği sorumluluğun, hakkını hakkıyla verebilen bir kulu olabilmeyi diliyorum.
Gecemi dinlenmeye, gündüzümü yorulmaya ayırırken,
‘Onlar faydasız ve boş olan her şeyden yüz çevirirler!’ hükmünü dolu dolu yaşamak
Ve takvayı kuşanmak için,
Şeytanın oyunlarına karşı daima uyanık ve hazırlıklı olmayı başarmak istiyorum.
Rabbimin her işi bir hikmet üzere ve sapasağlam yaptığını hep hatırımda tutarak,
‘Sen O’ndan, O da senden hoşnut olarak gir Cennetime!’ müjdesini alana dek,
‘Sakın şeytan sizi Allah’ın affına güvendirerek aldatmasın!’ uyarısındaki sırla,
Amelime güvenmeyip,
Hem niyetimi hem de amelimi Rabbime adayıp,
Emrolunduğum gibi dosdoğru yaşamayı diliyorum,
Kimseye bekçi olmamayı başararak,
Kendi nefsimle olan mücadelemi kazanmayı,
‘Ey kendini kınayıp duran Mutmain Nefis!’ hitabının muhatabı olabilmeyi,
‘Kimseden bir şey istemeden,
İstediğimde ise çok mecbur kaldıkça yalnızca salihlerden isteyerek,
‘Rabbim bana yeter!’ bilinci ile,
Her anımda çok samimi olmayı,
Öylesine değil kalpten inandığımı hayatımla belgelemeyi,
Kimseye bel bağlamadan,
‘Tevekkül edenler yalnız O’na tevekkül etsinler!’ çerçevesinde yaşayıp,
Karada ve denizde fitne çıkarmak için yarışanlardan olmadığımı,
Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya dek,
Can ve malımı O’na adamaktan bir an bile geri kalmamak için,
Yalnız O’na iman edip yalnız O’ndan yardım dilemeyi başaran
Ve şirk koşmaksızın iman edenlerden olabilmeyi,
Hem şahsım, hem yavrularım, hem ehlim, hem de tüm Muhammed ümmeti adına diliyorum.
Ve Rabbim Senin dualara icabet edeceğini bilen ben,
Şu sözlerimi katında kabul görmüş kelamlar zümresine sokman için,
Senden salih amellerime ihlâs diliyorum.
Biliyorum ki güç ve kuvvet Sendendir,
Sensin tek övünmeye layık olan,
Sensin muhtaç olunup kimseye muhtaç olmayan,
Sensin merhametlilerin en merhametlisi,
Sensin tuzak kuranların tuzaklarını bozanların en hayırlısı,
Düşmanlarımızın bilinen ve bilinmeyen tüm şerlerinden,
Senin azametine ve kudretine sığınıyoruz.
Bizi Senin için seven ve sevilenlerden eyle.
Bizi korku ve üzüntüden, emniyet ve âfiyete ulaştır!
‘Ben yenik düştüm!’ diyen babamız Nuh (a.s.) gibi,
Bizi Kur’an gemine al ve tüm fırtınalara rağmen yüzdür,
Cennet Limanı’na vardır,
Peygamber sancağı altında, nice yüreği güzellerle buluştur,
Bu buluşma heyecanınıysa, kalbimizde vuslata dek diri tut.
Ey Hay ve Kayyum olan Rabbim!
Âmin!
Hatice Dilek Cengiz
‘Sarp Yokuş II’ adlı kitabından Alıntıdır
- Published in Makalelerim
Dağların Taşıyamadığını Taşımak
DAĞLARIN TAŞIYAMADIĞINI TAŞIMAK!
Bunun için cansız değil, canlı olmak gerek kardeşler.
Bunun için sıradan değil sıra dışı olmayı bilmek,
Bilmekle kalmayıp irkilip kendimize gelmek,
Ne olmuştu? Nasıl olmuştu?Peki neden?
Diyebilmek gerek.
Çok soru sormak gerek nefse ve çok cevap almak gerek yürekten.
Çok dinlemiş olmak gerek her hikmetli sesi,
Çok uzak durmak gerek zilletten ve şirretten.
Durmak gerek!
Dimdik kale gibi ayakta.
Gerekirse günlerce susmak ama vazgeçmemek,
Ama pes etmemek gerek.
Hamdım piştim diyebilmek için, ateşle dağlanılan anlarda,
Sukutun serinliğinde, imanla yanmak gerek.
Anmak gerek her an, her yerde O’nu!
Safiyane bir dille içten kopup gelenleri,
Gözyaşları ile paketleyip zatına sunmak gerek.
Göze yaş, dile dua, kalbe sızı getirenleri,
Bir bir saymak, dökmek gerek secdeye.
Sormak gerek bilenler üstü bilene,
Kişiye özel cevapların şifrelerini çözmek için,
Kapanmak gerek kitaba,
Ve açılmak gerek kitapla.
Fezaya çıkmış gibi, sanki konuşmuş gibi,
Sanki ölmek üzere olduğunu anlamış gibi af dilemek gerek.
Af Rabbim Af! diyerek
Gereği gibi kul olamadığımızı itiraf etmek gerek.
Affedilmek umudunu diri tutmakla birlikte,
Fırtına da sallanan tek kişilik kayığımızda, batıp gidenlerden olmamak için,
Küreklere çok sıkı asılmak gerek.
İzlendiğimizi, dinlendiğimizi, çok sevdiğimizi ispatlamak için,
Elimizin erdiğini,
Dilimizin döndüğünü,
Gücümüzün yettiğini yükleyen bir Rabbe kul olmanın ferahlığını,
Tüm benliğimize içirmek gerek.
Susayan, acıkan, korkan, arzulayan,yorulan, bıkan nefsin kangren olmuş uzuvlarını,
Bir kartal kararlığıyla koparmak, kesmek, budamak gerek.
Ve sonra yükseklere yükselmek için,
Yüksek idealleri kuşanmak,
Takva azığı gagamızda,
Sabır zırhı pençemizde,
Parıldayan yepyeni tüylerimizle yükselmek,
Yükselmeye niyetlenmek,
Rüzgarı ardımıza,
Yağmuru mataramıza,
Kardeşlerimizi etrafımıza toplayıp,
Ben geldim diyebilecek cesareti göstermek için,
Bu dünyanın albenisine gözünü yummak,
Ufka hipnozlanıp,
Kanat çırpmak gerek.
Acı mı? Olmak zorunda,
Hüzün mü? Benim süsüm,
Tevekkül mü? Demirbaşım,
İman mı? Yol arkadaşım demek,
Dağları un ufak eden doğrularla,
Damarımıza kan, dilimize ferman,gözümüze nur, kalbimize sürur yükleyip,
Dingin, emin, halim ve cesur olmayı kanatlarımızda toplamam gerek.
İşte ancak o zaman,
Kolayı kolay olan kitabımızdan öğrenip,
Hayırlı işlerde aceleyi,
Zor işlerde pes etmemeyi,
Zorun zorluğu haram oluşundan mı yoksa deyip,
Helali haramdan ayırt etmeyi,
Çok ama çok iyi başarmak gerek.
Niye mi?
Salih amel işleyenler ancak kanat çırpmış olacak,
Ve sonra cennette Hüdhüd’le buluşacak,
Kusva ile dertleşecek,
Kıtmir’le sohbet edebilecekte ondan.
İnsanlık ailesi adına insanca eylemlerde bulunmadığımızda,
Bir kuş, bir deve, bir köpek bile hayvanlık yarışında ipi göğüslemişken,
Ben niye, neden, nasıl başaramam dememiz gerekmez mi?
Ve bu halden imtina edip,
‘Tamam yeter artık!
Ey şeytan ve ey nefis düş yakamdan!’ diyebilip,
Hep birlikte kanat çırpmayı istiyorum,
Vakit şimdi!
Mevsim Sonbahar!
Ümmetçe Rabbimize göçelim mi?
Hatice Dilek Cengiz
‘Sarp Yokuş II’ adlı kitabından alıntıdır.
- Published in Makalelerim
Anlaşılmadan Anlaşmak Mümkün Mü?
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Anlaşılmadan anlaşmak mümkün mü?
Cevap: Değil kardeşler.
Anlamak, anlamaya çalışmakla mümkündür. Anlamaya çalışanlar birlikte hareket etme gereği
duyanlardır ancak. Birbirini anlamaya çalışanlarsa, aynı Rabbe kul olmayı hedefleyenlerdir.Öyle ise; anlaşamadıklarınızla, neden anlaşamadığınızı doğru tespit edin. Kimbilir belki de, yaşam amacınız ve hedefleriniz ortak değildir, ne dersiniz? Anlaştıran ve yürekleri birleştiren Allah’tır çünkü. Ve O kullarının kalplerini, hak üzere yatıştırır. Kalbinizin yatışmadığı şeylerde anlaşmış gibi davranarak, sorunları sadece ötelemiș olursunuz. Ötelemek yerine, ortak değerlerinizle ortak çözümler üretmeyi seçin. Ben merkezciliğinizden kurtulmuş, birlikte mutluluğun tadını çıkarabileceğiniz bir hayata, yelken açmış olursunuz kardeşler.
Hatice Dilek Cengiz
27.8.2020
- Published in Makalelerim
Susmak Her Zaman Rahmet ve Büyüklük Müdür?
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Susmak her zaman rahmet ve büyüklük müdür?
Cevap: Hayır tabi ki kardeşler.
Susmak rahmete vesile oluyorsa ibadet,
Zahmet hissettiriyorsa zulümdür.
Sakın zulmederken, sabrettiginizi sanmayın.
Buna kanmamızı da ummayın.
Konuşun kardeşler!
Konuşmanız gereken her yerde konuşun ve ağırlığınızı hissettirin.
Ağırbaşlı olmak, tam da bu, değil mi kardeşler?
Hatice Dilek Cengiz
- Published in Makalelerim
Yürekli Olmak İster Misiniz?
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Yürekli olmak ister misiniz?
Cevap: Yürekli olmak;
-Yüreğin sahibini unutmadan, yaşamayı gerektirir.
-Yürekte olana, sadık kalmayı gerektirir.
-Yüreğe ağır gelenden, vazgeçmeyi gerektirir.
-Yüreği ferahlatanın, kadrini kıymetini bilmeyi gerektirir.
-Yüreklere kadar çıkacak ateşe düşmekten onu, korumayı gerektirir.
-Yüreği daraltan işleri, terk etmeyi gerektirir.
-Yüreği bir başka yüreğe bağlarken, Allah’tan onay almayı gerektirir.
-Yürek gerektiren her işin hakkını verip, kaçmamayı gerektirir.
Hatice Dilek Cengiz
20.08.2020
- Published in Makalelerim
Anlamlı Bir Hayat Yaşamak İstiyor Musunuz?
Bir Soru Bir Cevap
Soru: Anlamlı bir hayat yaşamak istiyor musunuz?
Cevep: Öyle ise her gece mutlaka kolayınıza gelen kadar Kur’an okuyun ve satır satır düşünüp, anlayıp, yaşamak için telefonunuza notlar alın.
Böylece güne erkenden başlayarak, en asli vazifenizi ilk önce yapmış olursunuz. Herşey ve herkese hakettiği değeri vererek, yaptığınızdan emin, dingin, ölçülü, dosdoğru olmayı başararak, ertesi gece kalkmak için, başınızı mutmaince yastığa koyup, tatlı bir uykuya dalabilirsiniz.
Ötelerde; iyi bir eş, iyi bir evlât, iyi bir anne-baba, iyi bir öğrenci, iyi bir çalışan, iyi bir isçi, iyi bir memur, iyi bir tüccar, iyi bir yönetici, iyi bir vatandaş, iyi bir insan olmamızdan önce, iyi bir kul olup olmadığımız sorulacak kardeşlerim.
Hatice Dilek Cengiz
23.08.2020
- Published in Makalelerim
İşinizi Seviyor Musunuz?
İŞİNİZİ SEVİYOR MUSUNUZ?
“İşiniz var mı?” diye başlamak sanırım daha yerinde olur. Çünkü işi olmayan, daha doğrusu olmadığını sanan, olanı beğenmeyen, olanla yetinmeyip hep şikâyet eden, olanın hakkını vermeyen, olana şükretmeyen, olanı zevkle yapmayan, olanı kötüye kullanan, olmayanlarla hava atan, oldu bittiye getirip -miş gibi yapan nice insan var. Yaptıklarını insanların yuttuğunu, Allah’ın unuttuğunu sanırcasına, ehil olmadığı işte, doktorluk yapıp candan, imamlık yapıp dinden, ebelik yapıp bebekten, inşaat mühendisi veya müteahhit olup evden, eşten, çocuktan, maldan eder niceleri. Nice sahtekâr, zalim, liyakatsiz, adaletsiz var aramızda.
Öncelikle işler dörde ayrılır bence;
Birincisi; boş işler,
İkincisi; ücretli dünyalık işler,
Üçüncüsü; dünyada bedeli olmakla birlikte, asıl karşılığı (mükâfatı) cennette ödenecekler. Helâller.
Dördüncüsü; dünyada bedeli olmakla birlikte, asıl karşılığı (cezası) cehennemde ödenecekler. Haramlar.
Aslında işten çok iş yapan ve yapış niyeti önemli desek, yanılmış olmayız sanırım.
Şöyle ki;
Mesela; boş işleri sıralayalım. Fakat önce tanımlayalım. Hem dünyada hem de ahirette bir işe yaramayacak olan, hiçbir maddi ya da manevi karşılığı olmayan işler:
Adı üstünde boş boş oturmak, iş tutmak, işe yaramamak.
Amaca binaen olmayan boş konuşmalara dalmak.
Hiçbir meziyet kazandırmayan oyunlar oynamak.
Hiçbir faaliyette bulunmadan uyumak ya da uyur vaziyette dolanmak, yaşamak, ölmek. (Dinlenmek için uyumak…)
Dünyalık işler (ücretli):
Aldığı eğitimin hakkını vererek çalışmak. Bulunduğu konumun hakkını vererek idareci olmak. Alaylı yetişip eğitim görmeden, bir yeteneğini konuşturup usta olmak.
Eğitim almamış ya da almaya uğraşmayı zor bulmuş yahut eğitim hayatı bir şekilde son bulmuş olduğu için bir işveren kontrolünde iş yapmak.
Hiçbir eğitimi, vasfı veya özel yeteneği olmadığını ya da olmayacağını düşünüp ne iş olsa yaparım tarzı işlerde daha çok el çabukluğu, kıvrak zekâsı yahut beden gücü ile iş yapmak.
Ücreti ahirette ödenecek, dünyada maddi gelir sağlamayan işler:
Bir yetimi, başını okşamakla kalmayıp sevmek, evine davet etmek, onunla arkadaş olmak.
Bir fakire, bir günlük değil bir ömür yapacağı bir meslek edinmesi için yardım etmek.
Bir hastaya su, ilaç, umut vermek.
Bir âmâyı yoldan karşıya geçirmek, düşen eşyasını kaldırmak.
Bir kırık cam parçasını, araçların lastikleri patlamasın diye çöpe atmak.
Bir dikeni, bir çöpü, bir muz kabuğunu kaldırıp yolu güvenli ve temiz hâle getirmek.
Birine bilet kuyruğunda, acelesi olduğunu anlayıp sırasını vermek.
Birinin maddi sıkıntısını fark edince, fark ettirmeden cebine, evine ya da posta havalesi ile gönül incitmeden, rencide hiç etmeden destek vermek.
Bir yaşlının market, pazar vs. yükünü taşımak.
Bir annenin pilinin bittiğini anladığı anda ağlayan bebeğini kucağından alarak, susturmak, yedirmek, uyutmak.
İstenileni alamadığı anda babaya “Canım babam, canın sağ olsun. Rahmân gücünü artırsın, seni de bizi de affedip afiyetle yaşatsın” demek.
Gece-gündüz tekrar tekrar yaptığı, bitirdiği, pişirdiği, yıkadığı, söylediği, aldığı, verdiği şeylerin farkına varıp anneye, “Canım annem! Başımızın tacı, evimizin demirbaşısın. Gönlümüze merhem, sırtımıza yorgan, midemize ikram, yuvamıza huzur, aklımıza izan, ahlâkımıza nizam verenimizsin. Düştüğümüzde kaldıranımız, korktuğumuzda cesaretlendirenimiz, hastalandığımızda bakanımız, belalardan koruyanımızsın. Sevgin, hoşgörün, merhametinle bizi sarıp sarmalayanımızsın. Sen bize Rahmân’ın bir ikramısın!” demeyi borç bilmek.
Genele açık bir yeri; cami, tuvalet, okul, apartman önü, otobüs durağı gibi yerleri temizlemek, temiz bırakmak, düzenlemek.
Hastası yüzünden bitap düşmüş bir refakatçiye; uyuması, yemek yemesi, dinlenmesi için, dışarıdan getirilecek ihtiyaçları, personele söyleyeceği şeyleri söyleyip; bilmediği katı, işi, bulup yapmak.
Cenazesi olan bir komşunun yemeği, temizliği, misafiri ile ilgilenmek. Müzik, kahkaha gibi eğlence sesleri ile gönlünü kırmamak.
Birini namaza çağırmak, ona, namaz kılacağı mekân sunmak, namaz tesettürü eksikse tatlı bir üslupla uyarıp okuduklarını anlaması ve eti kemiği ile namaz kılmaması için kısa, özlü bir mini sohbet yapıp namaz şuuru kazandırmak.
Henüz evine varamamış oruçluya, bir hurma, su veya bir elma vs. ikram edip orucunu açtırmak. Yalnız yaşayan yaşlıları ara ara ziyaret edip evini temizlemek, aşını yapmak, yatağını, yorganını havalandırıp bir buket çiçek bırakıp duasını almak.
İşini yetiştiremeyen memuru, işçiyi, elemanı azarlamadan, surat asmadan sabırla beklemek.
Canı sıkkın bir insana tebessüm ettirebilmek. Bir borçluyu, o bilmezken borçtan kurtarmak.
Lokantanın dışından içeriye bakan bir açı masasına oturtup doyurmak, onunla sohbet etmek ve ona insanlığın hâlâ ölmediğini hissettirmek.
Bir genç kız ve delikanlının yanlış yaptığını fark edince, gençleri bir şekilde meşgul edip en azından manzarayı düzeltmek. Eğer nasihat alacak tiplerse birkaç yumuşak sözle yüreklerine hitap etmek.
Mahcup etmeden önce doğruyu söylemek, eğer hala yanlışa devam ederlerse etrafa duyuracak şekilde Allah’tan korkmaya, kuldan utanmaya davet etmek.
Bedeli cehennemde ödeneceklere gelince;
Trafikte biraz geç kalkış yaptı diye yolda zorla sıkıştırıp durduktan sonra kafa göz yarmak.
Bir genç kızı iğfal edip sonra masummuş gibi düğün dernekle evlenmek için koklanmamış gül aramak!
Binlercesi çalışıp kazanırken, envai çeşit entrika ile kopya, torpil, rüşvet kullanarak hak etmediği yerlere gelip “Ben ne istersem yaparım” kibri ile etrafındakileri aşağılamak ve bu tiplere dalkavukluk yapıp izzeti, adaleti, emeği yok sayanlardan olmayı mecburiyet saymak.
Bir anneyi tekme, tokat, yumrukla evlatlarından ayırmak. Başörtülü olmakla yetinmeyip tesettürlüyü şeref diye “aşırı dinci, yobaz” olmakla suçlayıp işten, evden kovmak.
Alınan meyvenin yarısından fazlasını çürük çarık koyarak kâr ettiğini sanmak.
Orada burada küçük çocukları taciz edip güzel dünyalarını kirletmek.
Pornografik görüntüleri ekranlara, internete, gazetelere, dergilere basıp bu şekilde ahtapot gibi kolu her yere uzananların kollarını, bacaklarını, kafalarını kırmak yerine, pis tuzaklarına düşürmek için kirli paralarla, kara yüzlerle yarasa gibi evlerimize, işyerlerimize, sokaklarımıza, vitrinlerimize girmesine izin veren herkese, susana, seyirci kalana, toplumu ifsat eden kurum, kuruluş ne varsa, bu yola karınca kadar katkı sağlayana, sağlayanları yedirip içirene, güldürüp eğlendirene, menfaatleri için görmezden gelene ateşten gömlekler, döşekler, yiyecekler diliyorum.
Erkekleri sokaklara iş aramak için dökülen, ancak camına “Bayan eleman alınacaktır” yazdırıp güzel kız avına çıkan, dulu, yetimi, fakiri gözetmek yerine, nefsine yatırım yapmak için ehline değil şekline, şemaline göre teklif sunanları Rabbin hükmüne havale ediyorum.
Ve sayılacak o kadar çok şey var ki deyip; “Rabbim Allah’tır” dediği için eziyet, küfür, işkence gören kim ya da kimler varsa yapanlara lanet, yapılanlara mağfiret ve bizlere de artık eğriyi doğrudan ayıran Furkan’la Rabbimden mücadele azmi ve zaferi diliyorum.
Hatice Dilek Cengiz
‘Sarp Yokuş ‘adlı kitabından alıntıdır.
- Published in Makalelerim
Can Sahiplerine Duyurulur
CAN SAHİPLERİNE DUYURULUR
Eviniz, arabanız, paranız var mı diye sormuyorum?
Varsa mübarek olsun,
Sizi mübarek kılmakta rahmet olsun,
Yoksa Rahman en hayırlı ve en kolay şekilde,
Size ihsan buyursun diyorum.
Fakat bu gün konumuz o ya da bu değil.
Ben, sen ,o yani biz kardeşler!
Canınız var değil mi?
Öyleyse elinizi vicdanınıza koyun,
Şunları bir düşünün istiyorum.
Yokken var kılındığımız şu alemde,
Varlığımızın ne ifade ettiğini hiç düşündünüz mü diye,
Sormak istiyorum!
Ben benim, ‘doğru!’
Ama ‘Ben kimim?’ Sorusunu hiç kendinize sordunuz mu?
Beni ben yapan ne?
Ya da beni ondan ayıran ne?
Ben ne zamandan beri,
Ben olmam gerektiğini fark ettim?
Ya da gerçekten ben bu muyum?
Ben bende ki bene, ne kadar vakıfım?
Ben onunla neyi, ne kadar ve ne zaman yapmalıyım?
Ne kadarını yaptım?
Veya yapabildim?
O veya ben neyi ifade ediyoruz?
Ya neyi ifade etmeliyiz?
Onun ya da benim kim olduğumun önemi var mı?
Mesele ben miyim?
Olması gereken mi?
Sahi olması gereke ne ki?
Kim biliyor?
Ben bileni biliyor muyum?
Bilmem bana yetiyor mu?
Katıksızca teslim oluyor muyum?
Yaşıyorsam,’ yaşama’ hakkını,
Olması gerektiği şekilde veriyor muyum?
Kimi günleri hiç yaşanmamış saymak istercesine mi?
Yoksa, ‘İyi ki yaşadım!’ dercesine mi yaşıyorum?
Yaşamı, yaşama alanı mı, yaşadıklarımı sahipleniyor muyum?
Yoksa iğreti bir hayat mı yaşadıklarım?
Sırf yaşıyor olduğum için mi yaşıyorum?
Yaşamam gerektiğinin kaçta kaçında başarılıyım?
Başarmak elimde de, ben mi kaçıyorum?
Sahi ben ne istiyorum?
İstediklerimi elde temek için ne yaptım?
Yaparken ne kadar candandım?
Canımın sıkıntısı, niye hep bana bir şeylerin ters gittiğini hissettiriyor?
Nere de ve ne zaman sınıfta kalmış gibi ağlıyorum?
Sınıfı geçme ihtimalimin olması bile, niye beni şevkle tutuşturmuyor?
Neden bu kadar çabuk yıkılıyorum?
Gücümün gücü nereden beslenmeli?
Ben neden güç kaybederken bile ders almıyorum?
Onu bunu değil,
Beni nerede kaybetmişsem,
Niçin orada aramıyorum?
Kaçtığım kim ve ne?
Kaçışım neden?
Kaçmakta olmaktan bile şikayetçi iken ben,
Niye kırmızı ışıkta bile durmuyorum?
Neden sürekli kaza yapıp,
Kazazedeyi oynuyorum?
Çığa dönüşmüş duygularımın esiri olmamak için,
Güneşin eritmesini beklemem, hiç inandırıcı değil!
Ya da kurtarıcı prenslerin olmadığı,
Devlerin masallar da kaldığı,
Yaşananların apaçık gerçekler olduğu,
Acının, zulmün, korkunun, açlığın her yanı sardığı şu alemde,
Ben neyle ve neden oyalanıyorum!
İşim ne benim?
İşimin adı ne?
İşlerimi niye bir türlü yola koyamıyorum?
Sahi yol ne?
Yöntem ne?
Yolda kalmak adına mı bütün bu yaptıklarım?
Yoksa yoldan çıkmanın ne olduğunu da mı bilmiyorum?
Öyle ise neden yola mayın döşeyenlerle,
Yolcuyu yolundan etmek isteyenlerle,
Yolu yol kılanı terke edip, sefa sürenlerleyim!
Ne işim var benim bu tip insanlarla?
Kime? Neden? Ve nasıl bu kadar çok kez kanıyorum?
Kandırılmadığı mı,
Aslın da kanabilmek için bile,
Neleri yok saydığı mı?
Ne zaman itiraf edeceğim?
Etsem ne yazar ki düzelmedikten sonra ben!
Beni ne zaman kulağından tutup, dize getireceğim?
Benim işte bu ben?
Senin ya da onun bana,
Ben istemediğim sürece ne faydası olabilir ki?
Öyle dik ki burnum?
Öyle çılgın ki benliğim?
Öyle nankör ki nefsim?
Ben bile bana söz geçiremiyorum?
Ben benle bile geçinemiyorum?
Ben beni bensiz bırakmak uğruna,
Ben benden çoğu zaman vazgeçiyorum!
Ben niye benim için uğraşmıyorum ?
Ben beni hala yeteri kadar tanımıyorum demek ki diyorsanız,
İzin verin ben cevap vereyim.
Belli ki evet tanımıyorsunuz!
Can bu oyuna gelmez.
Hele ihmale hiç gelmez.
Bilirsiniz yarım doktor candan,
Yarım imam dinden eder ya,
Siz ‘tam can’la Canana kavuşmak istiyorsanız.
Siz bari canınıza kıymet verin.
Hem öyle bir kıymet verin ki
Bedeli Cennet olsun kardeşler.
Canımızı can pazarına düşürerek,
Kendimize yazık etmeyelim!
Yazık ama sizce de değil mi?
Hem de çok yazık!
Haydi öyleyse hatamızdan dönmeyi bilelim.
Ve gerçekten canımızın kıymetini bilelim!
Hatice Dilek Cengiz
‘Sarp Yokuş II’ adlı kitabından alıntıdır.
- Published in Makalelerim