Geçmişinizle Barışın

GEÇMİŞİNİZLE BARIŞIN

İnsan ne de çabuk ve ne de çok pişmanlık duyabiliyor değil mi? Hayat ne de hızlı akıyor. İnsanlar, şartlar, siz nasıl da değişiyorsunuz? Ve evren kurulduğu günden bugüne ne çok değişim geçirdi biz gibi.

Ne ahlar, ne vaylar, ne vahlar çıktı bugüne dek ağzımızdan semaya. Ve biz nasıl da etimizle, kemiğimizle piştik hayat kazanında. Dertlerimiz bizi kavurdu, rengimiz attı bu kesin. Ama ağardık mı karardık mı orası meçhul desem bana gücenir misiniz? Pişerken etimize işlediyse acı, kıvama gelmeye başladık demektir. Ağaç bile sıcağa soğuğa farklı tepkiler verirken, biz toprağın üstünde aynı kalamazdık değil mi? Ya köklerimiz bir çim kadar kolay sökülen cinsten mi? Yoksa asırlık çınar gibi derinlere kollarını uzatıp sımsıkı bir ilişkide mi? Vefakâr dostu ile sürekli has bir alış verişte mi YÜREĞİNİZ?

Harımız arttıkça, acımızın arttığını düşünmek ne kadar gerçekçi. Bir eliyle kazanın altına odun atan, bir eliyle yarasına tuz basmaya çalışırken, var gücü ile bağıran biz miyiz?

Yanan kim? Yakan kim? Yanmak için yeni yeni yollar bulup tuzaklara düşen kim? Düşüren kim? Yolu bulup eli bulup yola gelmemekte direnirken, bir yandan da yol yöntemden bahsedip yolcuyu yolda bırakacak olmasına rağmen, yola çıkanlarla yol tutan kim?

Gelin her şeyden ve herkesten geçin, tevbe edin. Önce O (Rahmân) affetsin diye yakarın O’na. Affedilmenin sonsuz rahmeti sizi şefkatle sarsın. İçinizde hissedin. Ovalar gibi düzleşsin tümsekleriniz. Söğütler gibi eğilsin başınız öne, kışın karda açan kardelenler kadar nurlansın elleriniz. Emen bir bebeğin annesinin sütüne kavuştuğu andaki kadar, ılık ılık rahmet aksın damarlarınızdan. Meltem essin içinizde, düşüncelerinizdeki tüm tereddütlerin alnını secdeye değdirsin. Güneş gibi aydınlık bir yüzle, narçiçekleri açsın kararmış kalbinizin hüzün bahçesinde. Ve kuşlar size aynı yolun yolcusu olduğunu hatırlatsın, yücelsin gök katlarına âminleriniz.

Ve her ihtiyaç duyduğunuzda, tıklayacak bir rahmet kapınız olduğunu unutturmasın size yüzü kapkara kesilenler. Siz yönelin O’na, O sizi sevsin. Beslesin, büyütsün, olgunlaştırsın. Ve sonunda zaten kavuşacağınız, O’na sunacağınız salih amelleriniz arasında, büyük günahlarınız, büyük pişmanlıklarınız, büyük acılarınızdan daha büyük tevbe edişleriniz, yürek yangınlarınızı söndüren gözyaşı ırmağınız, kara bulutları dağıtan rahmet rüzgârlarınız çöp misali sizi hep üzen tüm anılarınızı hatırladıkça, çıkarttığım dersler başlığında topladığınız bilgileriniz, tecrübeleriniz, benzeri durumları yaşayacaklara tavsiyeleriniz dışındakileri atın gitsin. Siz siz olun bugünden sonra çöplükten beslenmeyin. Çöpleri eşeleyip pis kokudan rahatsız olmamak için, tevbe ateşinde onları topluca yakın, olmadı yanmayanlar varsa, es-Settâr’dan yardım dileyin, gömün onları. Yaşanmamış sayın, yolunuza derin bir teslimiyetle düştüğünüz yerden kalkarak devam edin. Her hatırınıza geldiğinde, ihlâsla tevbe ederek şeytanın hilesini hayra çevirin.

O hedefi aşmış kullarına müjde verirken af kapısında beklemeyin, beklemenize gerek kalmayacak bir hızla hesabınızı vermeye hazırlanın. Kendinize eziyet etmeyin. Yürekten bir yönelişle hep Allah deyin, her daim O’na yönelin ve sükûnete erin.

Hatice Dilek Cengiz

Nefis, Vicdan, Şeytan Üçgeninde İnsan!

NEFİS-ŞEYTAN-VİCDAN ÜÇGENİNDE İNSAN

İçimizdeki üç ses:

“Hepimiz her an seçim yapmaktayız, farkında olsak da olmasak da hep karar anları yaşadığımız anlar. Bazen sözün bittiği, duyguların kütleştiği, düşüncelerin serseri mayın gibi sağa-sola savrulduğu anlar vardır. Birileri fütursuzca sizin adınıza, sizin yerinize kararlar alıyordur ya da almaya çalışıyordur aklı sıra. Kulağınızı tırmalayan buyurgan bir sesle hükmeder, hükmetmek ister adeta tüm varlığınıza. Siz ise orada öylece seyrederken olan biteni, yüreğinizde fırtınalar koparan anları ilmek ilmek dokursunuz Rahmân’a sunacağınız dilekçenize… İyi ki sen varsın, bilirsin bildiğini unutmazsın, görürsün görmediğini iddia etmezsin, duyarsın hiç çıkmayan, çıkamayan yakarışları bile dudaklardan yahut yüreklerden. Sen korur kollarsın, verir ama istemezsin. Çünkü sen, ihtiyacı, aczi olmayansın. Oysa biz kulların öyle miyiz…”

“Ağzımızı açmaya görelim. Ne kadar da öylesine çıkar kelimeler. Yağmur gibi yağdırırız istediğimizde harfleri fakat yağan kurşun gibi deler yürekleri… Bakışlarımız ezip geçer karşımızdakini. Hani bir sinek olsa karşısındaki, cama yapıştıracakmış gibi… Sesimiz gök gürültüsünü andırır. Saatlerce dinmeyecek bir fırtına eser ortalıkta… Ve savrulur ne varsa etrafa. Tıpkı ağzından yılanlar dökülen masal kahramanı gibi sokar bedeninizi her kelime. Ya sonra… Ağlamaklı bir ses düşer ahizeme, “Artık dayanamıyorum, içim parçalanıyor, kulaklarım yanıyor duyduklarımdan,” “Yıllarımı verdim ben” serzenişleri. Gün geçmez ki bu tür bir telefon almayayım. O an beynimde şimşekler çakar adeta. Bu kadar empati çok mu dersiniz? Bir bilseniz, duysanız insanın insana reva gördüklerini. Hoş bilirsiniz ya benden belki de daha iyisini. Ben yine de söylemeden geçmeyeyim hissettiklerimi. Neyi paylaşamıyoruz bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki hayatı paylaşamadığımız kesin. Tutkular, egolar, hırslarımız, öfkelerimiz, sapkınlık ve taşkınlıklarımız kısaca. Rağmen bir hayat bizimkisi. Kitab’a, Peygamber’e, akla, kalbe inat yaşıyoruz her şeyi. Biliyoruz ama sindirmediğimiz bilgiler yarı yolda, ilk durakta rotadan çıkarıyor bizi. Oysa caydırıcılar tek tek sayılmış İlahî Kelâm’da. Nefsanî arzulara, özellikle kadınlara ve oğullara, altına ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere düşkünlük dünyanın geçici menfaatleri. Değer mi ebedî bir hayatı, ebedî bir hayat arkadaşını, minicik, savunmasız bir yavrunun serçe kuş yüreğini, anneyi, babayı ve kardeşi ezip geçen sığ akılla verilmiş üç kuruşluk bedeller uğruna yorgan yakmaya? Heyhat yakıyoruz. Çünkü biz haddi aştık!

Bırakın kulların hakkını, üzerindeki Rahmân’ın hakkını hiçe sayandan ne beklenir! “Çıkmadık candan umut kesilmez!” demekten başka bir şey gelmiyor aklıma.

“Ne yapmalı ve nasıl yapmalı ki, devam eden hayatın yükü omuzlarımızı çökertmesin. Hemen sol elinizi kaldırıp beş parmağınızı açın göz hizanızda. Sonra sağ elle başlayın tek tek parmaklarınızı saymaya. Bir; “Beni üzen, bana hayatı zindana çeviren bu insanı ben yaratmadım.” İki; “Rızkını ben vermiyorum.” Üç; “Bana hesap vermeyecek.” Dört; “Ben öldürmeyeceğim.” Beş; “Ben diriltmeyeceğim.” Yeterli sanırım bu saydıklarım. “Bugünden sonra kimseye bekçi olmayacağım” diye bir söz verip kapatın elinizi, yürüyün dosdoğru yolunuzda.

Ben, insanda üç tür iç ses olduğuna inanıyorum. İşin en dikkate değer yanı, her üç sesin de bizim sesimiz olduğu yanılgısına kapılmamızdır. Yani içimizdeki benin sesi bunlar. Bir; Fıtrattan gelen “Rahmânî ses.” Yani vicdan dediğimiz, bize daima doğruları fısıldayan ses. İki; vesvese denilen “Şeytanî ses.” Hep kötü ve çirkin işlere davet eden ses. Üç; yaratılışta bize insan olmak hasebiyle verilen, seçme yetkisi olan, iyiye ve kötüye meyledebilen “nefsanî ses.” Nefsimizi eğitir, onu daima iyiye yönlendirirsek, fıtratın sesiyle birleştiğinde şeytanın fısıltısı sadece bir vesvese olarak kalacaktır.

Her şey burada düğümleniyor. Eğer bizler, şeytanın Rahmân’la yaptığı konuşmayı hatırlar ve salih bir kul olursak, şeytanla ancak mücadele edebileceğimizi de biliriz. Çünkü şeytan, “Onların hepsini azdıracağım” derken, “Senin salih kulların müstesna” diye bir kayıt düşmüştür. Onun bize yaklaşma yolları olan dört yolu kapatırsak, bambaşka bir çığır açmış oluruz hayatımızda. O, önden yaklaşıp ahireti uzak gösterirken, bizi gelecek kaygısıyla korkutur. Ardınızdan yaklaşır, geçmişin yüklerini her daim belleğinizde taşıtır. Ne kadar eskiden yaşanmış da olsa, attırmaz yüreklerinizden siz atmaya çalışmaz ve başarma yolları aramazsanız. Sağınızdan yaklaşır ki, kendinizi bir şey sanın ve kibrinizle aldanın. Güzel amellerle övündürüp daha güzelini yapanı görmezden geldirir sinsice. Oysa dünya söz konusu olduğunda nasıl da tersine işletir sistemi ve hep daha lüksünü, daha fazlasını istetir hırslarına esir olana. Ve soldan yaklaşır. Sen bittin, sen mahvoldun, seni artık -ne kul ne Allah- hiç kimse affetmeze inandırır ve umutsuzca batağa daha çok saplanır kalır insan. Yani hep bir mücadele; ya zafer ya hezimettir aslında her aldığımız karar. Çünkü biz iki dünyaya inananlar olarak eğer ahiret öncelikli bir hayatı yudum yudum içmeye talipsek tüm acılara rağmen son güleni oynayabiliriz ve bilin ki ahireti satın almak için mücadele edene Rahmân, dünyayı promosyon olarak sunacaktır.

Hatice Dilek Cengiz

Yüreğe Ne Ağır Gelir?

Bir Soru Bir Cevap

Soru: Yüreğe ne ağır gelir?
Cevap: Yüreğin sahibinin yapma dediğini yapmak veya yap dediğini yapmamak!

Yaşam Koçu
Hatice Dilek Cengiz

Kendinizi sevin!

Hem öyle sevin ki!
Ne sizi doğuran anneniz,
Ne neslinizin atası babanız,
Ne doğurduğunuz evladınız,
Ne eşiniz,
Ne kardeşiniz,
Ne dostunuz,
Ne arkadaşınız,
Ne soyunuz sopunuz,
Kimse sizinle O’nun arasına girmesin!

Herkese olması gerektiği kadar değer verin. Allah’ın, “Hürmetler karşılıklıdır” dediğini; “Size düşman olana dostluk yapın, bir de bakmışsınız ki dostunuz oluvermiş” diyerek barışa davet ettiğini, “Eşleriniz ve çocuklarınız imtihan sebebidir, sabredenleri müjdele” dediğini (yani ailenin imtihan olduğunu) bilin. Eğer Allah’a ve Rasûlü’ne düşmansa, en yakınımız da olsa sevmememiz gerektiğini bilin. Peygamber’in, “En çok kime hürmet edeyim?” diye sorana, “Annene, annene, annene sonra babana” dediğini hatırlayın. Ama en önemlisi kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Şirk en büyük zulüm, unutmayın! Ellerimizle işlediklerimiz yüzünden gelecek, başımıza gelenler. Kendinize bakım yapın. Kırılan, dökülen, yıpranan neyiniz varsa onarın. Ve ayağa kalkın. Gözünüzün içine aynada bakın. Sonra kendinize “O senden razı mı?” diye sorun. Cevap hayırsa, artık hiç değilse siz, kimse bilmiyorsa, bilmediyse, siz kendi kıymetinizi bilin. Ölüler şehrinde dirilin, Kur’ân’ın hakkını vererek okuyun. Canı canana emanet edin!

Hatice Dilek Cengiz

Sorunumuz Benlik Krizi!

‘Ben’ kelimesi size ne ifade ediyor?
‘Gerçek ben!’ ne istiyor?
Beninizin ne istediğini gerçekten biliyor musunuz?
‘Beninizi’ en son ne zaman dinlediniz?
Beninizi bu güne dek siz ne kadar ‘ezdiniz, üzdünüz’?
Buna zulüm denmez de ne denir?
Ya da haketmediği anlarda bile onu neden bu kadar pohpohladınız?
Sahi size bu ‘ben’ i kim verdi?
Vereni unutmanın verileni nasıl değersizleştirdiğini görmeyecek kadar kör, sağır ve kalpsiz değilseniz;
Sizleri ‘ben’likleriniz için kıyama davet ediyorum…
Yoksa siz, ben, biz, hepimiz,
çer çöp olup yok olmayacağımıza
ve tek başımıza ben adına yaptıklarımızın hesabını vermeye göçmekte olduğumuza göre,
Beni ve sizi ‘benliklerimize’ sahip çıkmaya davet ediyorum!
Ben de varım diyenlere
Tüm benliğimle selam ediyorum!
Ya Rahman ‘benlerimizi’ yalnız sana Kul eyle!
Amin.

Hatice Dilek Cengiz

Yüreklilere Bu Yürekten Her Güne Üç Dilek

Yüreklilere Bu Yürekten Her Güne Üç Dilek;
40- Hayatın tatlı yanlarının tadını helâl-haram hududunu gözeterek, an be an yaşayalım. Olana şükredip, böylece ilahi hoşnutluğu kazanırken, olmayan için ümitvar kalalım.
41- Hayatın acı yanlarına Rabbimiz için sabredip, birbirimize kol kanat gerip, bir gün elbet geçecek, bitecek, son bulacak diyerek direnelim. Acıyı bile merhamet ve sevgiyle en aza indirmeyi hedefleyelim.
42- Hayatî hatalarımızdaysa, yüceler yücesi Yaratanımızdan af, kullarından özür dileyerek, herkesten önce kendimize iyilik yapıp, pişmanlıkla göçmeden evvel, nefislerimizdeki tüm kötü alıșmıșlıklarımızdan kurtulalım.
Böylece; yepyeni, yumuşacık, ihlâs, sevgi, azim, erdem yüklü bir benlik programı oluşturup, hemen kullanmaya başlayalım.
Hatice Dilek Cengiz
www.huzuryasamkocu.com

Yüreklilere Bu Yürekten Her Güne Üç Dilek

Yüreklilere Bu Yürekten Her Güne Üç Dilek;
37- Rağbetimizin yalnız Allah olması için, benliğimizin isteklerini elzem olmadıkça gündeme getirmeyelim. O’nun bize seçtiği dini hayatımızın her bir karesinde baştacı edelim. O’nun emirlerine, ağlayarak secdelere kapanıp teslim olalım. Olamadığımız anlar için tevbe edelim.
38- Rahman’ın bize yettiğini ve yeteceğini; şirksiz bir itikad, hayıflanmama, kimseye minnet etmeme ve medet ummayışımızla gösterelim.
39- Öfkemiz ve intikamımız yalnız Allah’ın dini için olsun. Nefsimiz için öfkelenmemeyi bu demden itibaren ahlâkımız haline getirelim.
Hatice Dilek Cengiz
www.huzuryasamkocu.com

Cesaret Mi Esaret Mi Sizinkisi?

CESARET Mİ ESARET Mİ SİZİNKİSİ?

Gelin birlikte düşünelim…

İstediklerinizi mi yapıyorsunuz?

Yap denilenleri mi?

İstediğiniz için mi yapıyorsunuz?

Yapılmak zorunda bırakıldığınız için mi?

İstemeyi biliyor musunuz?

İstenmeden veremiyor musunuz?

Gülümseyebilmek ve ilk adımı atmak mı işiniz?

Tartıp ölçmek, ‘vermeden vermem’ dercesine beklemek mi?

İpe sımsıkı asılıp ‘haydi çıkıyoruz!’ deyip dağa tırmanmayı göze almak mı?

‘Siz çıkın! Ben çıkacak kolay bir yol bulurum’ diyerek gruptan kopmak mı?

‘Ben varım kimse olmasa da bu iş olmalıysa oldurmak için buradayım!’ diyen misiniz?

‘Daha önce onca kez denenmiş, âlemin akıllısı bir ben miyim?’ diyen misiniz?

Söylenemeyeni söylemenin en mükemmel yolunu ve tarzını bilen misiniz?

Söyleyemediklerinin girdabında boğulurken bile, tebessümüyle acısını gizleyen misiniz?

Yokun yokluğundaki hikmeti bilip,

Taşı taş olmasına rağmen sıkarak su çıkarmayı deneyen misiniz?

Olanlar bana yeter, olanı kaybetmemek için, yanlış da olsa her yolu denerim diyen misiniz?

Hayatı her boyutu ile yaşamak için mertçe içini dışına döken misiniz?

İçinden geçenlerin sorumluluğunu almamak adına, ‘hissetmedim hissetmiyorum’ diyen misiniz?

‘Doğduğumdan bugüne ne çok şey öğrendim’ deyip dinleyeni buldukça anlatan mısınız?

‘Yaşadıklarım bana kalsın, söylersem sözümün esiri olurum’ diyen misiniz?

Sözün bittiği anlarda yüreğinizle yola düşen misiniz?

Söz söylenmesi gereken anda bile susup yoldan çekilen,

Yahut yolda beklemeyi yeğleyen misiniz?

Sizi arayıp soranları, sizle umut gemisinde,

Cennet limanına taşımak için, güverteye davet eden misiniz?

Ben buyum, benden bundan ötesi çıkmaz bahanesi ile,

Kendinizden bile vazgeçirmek için mücadele eden misiniz?

Günü rahmet bilip güne ekleyen ve her eklediği halkayla onur duyan mısınız?

‘Güneş bu doğar ve batar’ deyip arayı neyle, nerede, nasıl doldursama bakan mısınız?

Emniyetin hissedilemediği anlarda bile,

Yüreğe Rabbiyle derin bir nefes aldıran mısınız?

Güven vermek yerine ‘abartılı söylemler bunlar’ deyip,

Olacakları beklemeyi seçenlerden misiniz?

Ağzınızdan çıkan her sözü,

Cennete dek tutacağınız muhteşemliğini, her sizi tanıyana ikram eden misiniz?

‘Ben dediklerimi yapmak için, yapılabilecek ortam beklerim,

Şimdi vakti değil’ diyenlerden misiniz?

Göze ferman, söze derman, işe anlam yüklemeyi bilenlerden misiniz?

Göze düşeni, söze gireni, işe yansıyanı fark ettirmemeye çalışırken,

Bilmezden gelmeye çalışanlardan mısınız?

Kalıcı olanı, yapıcı olanı, olması gerektiği gibi oldurabilmek için,

Yorulmayı göze alanlardan mısınız?

Olanla yetinmeyi, olduğu hâlde direnmeyi,

Girdiği yerle şekillenmeyi marifet sayanlardan mısınız?

Bulunduğunuz yerde fark edilmeyi,

İhtişamdan ayırt ettirip heybete çevirebilen misiniz?

Güçlü görünmeye çalışmakla meşgulken,

Gücün gerçek sahibinin emirlerini es geçtiğinizi bile bilemeyenlerden misiniz?

Yaşamayı seçerken anların, canların, duyguların kıymetini bilenlerden misiniz?

Yaşanmışlıkların kapattırdığı kapıların ardında,

Boş vermekle, çok vermek arasındaki dengeyi sağlayamayanlardan mısınız?

Tutmak ve bırakmak tercihimin doğruluğu ile bağlantılı,

‘Hak edene hak ettiği gibi davranmalıyım’ diyenlerden misiniz?

Herkesle belli bir mesafede kalmayı yeğleyip,

‘Kendimi sanal bir korumaya alırım’ diyenlerden misiniz?

İş, alışveriş, dostluk, mahremiyet hepsi de gerekli diyerek,

Sapla samanı ayırabilenlerden misiniz?

Hepsini birden isterken, hiçbirinde olması gereken standardı,

Olması gerektiği gibi tutturamayanlardan mısınız?

Seçimlerinizi kim belirler sizin?

O’nun sizin fıtratınızdaki mükemmel yansımaları mı?

Seçim yapmayı bile düşünmeden seçtiklerinizle,

İçinizde ‘ben’ diye büyüttüğünüz hayli semirmiş egonuz mu?

Sahi kime hesap verirsiniz siz?

Allah adına size uyarıda bulunan,

Bulunmasına fırsat verdiğiniz ve vermek zorunda olduklarınıza mı?

Kimseye hesap vermem ve kimseden de emir almam tarzındaki dikliğinizle,

Canını sürekli yaktığınız vicdanınıza mı?

Kiminle, neyi, ne zaman konuşmak gerektiğini bilir de mi konuşursunuz?

Kimseyle, hiçbir zaman, hiçbir yerde paylaşmam diyerek kapanan,

Bir kara kutu musunuz?

Karanlık bir dünyada ateş böceği kadar bile olsa,

Işık bulunca sevinenlerden misiniz?

Aşırı ışıkta kamaşan gözlerle, önünü bile göremeyenlerden misiniz?

Her bulunduğu yerde varlığıyla hakka şahit olmayı şiar sayanlardan mısınız?

Gün gibi âşikâr olması gerekenleri bile gizlemeyi,

Özel bir hâl sayanlardan mısınız?

‘Zorsa paylaşmayı, kolaysa şükrü, rahmetse sevinci birlikte tadalım,’

‘Biz olmayı başaralım’ diyenlerden misiniz?

Zoru başarmayı, kolayda açıkta anmayı,

Sevinci harama bulaşmadan tadabilmenin lezzetini istemeyenlerden misiniz?

Sahi siz, size siz diyenlerin bile,

Size verdikleri ehemmiyetin kıymetini bilmek için, içi titreyenlerden misiniz?

Olur ya bu da onlardandır tarzında,

Elmasa bile taş muamelesi yapmayı temkin sayarken,

Değer verdiklerinizi kaybetme riskinizi hafife alanlardan mısınız?

Var oluşunuzu rahmete çevirmek için,

Fıtratınızın tüm gereklerinin hakkını vermeyi edeple beklerken,

Rabbinden yardım dileyenlerden misiniz?

Ya har vurup harman savurarak,

Ya da kaya gibi sımsıkı tutarak,

Dengeyi kaçırdığınızı bile göremeyenlerden misiniz?

Ölene dek ölümlü olduğunun bilinciyle,

Her güzele ilk günkü kadar özel muamele etmeyi,

Kadir kıymet bilmek sayanlardan mısınız?

Buldum, bildim, nasılsa artık benim dercesine yere çalıp,

Değersizleştirmekte uzmanlaşmakla,

Nice yer ve zamanda hiç korkmadan kul hakkını sırtınıza vuranlardan mısınız?

Bütün bunların biri ya da birden fazlası siz de varsa,

Cesaretle esaret arasındaki farkı fark edebilmek için Kur’an’ın dizi dibine oturmanızı,

Tüm esaret zincirlerinizi kırarak,

Artık Allah’tan gayrısına ‘Lâ’ deme kararlılığını göstermenizi diliyorum.

Ne mutlu esirlere nasıl esir edildiklerini anlatabilmek için,

Bin bir çeşit badireyi göze alan, içi insan sevgisi dolu samimi yüreklere.

Ne mutlu bugüne değin farkında bile olmadığı pek çok hakikati,

Kendisine tebliğ eden güzel yüreklerin kıymetini bilenlere.

 Hatice Dilek Cengiz

‘Sarp Yoluş II’ adlı kitabından alıntıdır

En Kaliteli Sevgi

En Kaliteli Sevgi

Seven sevdiğini gerçekten sadece Rabbine olan sevgisi, ihlası, itaati için sevse,

Dünya yaşanılası bir yer olurdu.

Böylesi bir sevgili de , sevilesi insan olduğundan, mutlu kutlu Cennete yürürlerdi. El ele ve tabi yürek yüreğe.

Ya Vedud!

Bizi Seni hakkıyla seven, seni sevdiği için sevilenlerden eyle.

Yolumuza gül bahanesiyle diken ekenlerden, hem ayaklarımızı hem yüreklerimizi koru.

Amin

Hatice Dilek Cengiz

Yüreklilere Bu Yürekten Her Güne Üç Dilek;
34- Bazen susalım; anlattıklarınızın dinlenip dinlenmediğini, söylediklerinizin bıraktığı etkiyi, istenenlerin, beklenenlerin, yapılanların, yapılmayanların anlamsız, haksız, yahut tutarsız olduğunu ifade etmek için.
35- Bazen duralım; kimin kiminle ne yaptığını, kimin hiçbir şey yapmadığını, kimin yapmış gibi gösterdiğini, kimin canhıraş gayret ettiğini, kimin işime gelirse yaparım dediğini, kimin işine gelirseye getirdiğini farketmek için.
36- Bazen yürüyelim; yalnız bırakılmak pahasına bile olsa, geriye bakmadan, yetişmek isteyenin yetişebileceğinin fevkinde, izzet ve şerefle yaşamak için ödün vermemek adına.
Hatice Dilek Cengiz