Hüzün Bizim Zulüm Sizin İşiniz!

HÜZÜN BİZİM ZULÜM SİZİN İŞİNİZ!

Hüznü seviyorum!

Çok albenili,

Çok mütevazi,

Çok özel bir lezzet gizli içinde.

En şen, en görkemli, en güçlü olunduğu düşünülen anlarda bile

Dünyanın geçiciliğini,

Her an her şeyin değişebileceğini,

Bir bakış, bir söz, bir sitem, bir eylemin,

Nasıl her şeyi ama her şeyi değiştirebildiğini,

Kalmak mı gitmek mi,

Susmak mı konuşmak mı,

Devam mı tamam mı demeye bile kalmadan,

Sahnenin bir anda değişebilirliğini görmek, solumak, tatmak.

 

Burası dünya!

Burada her istediğim olmayacak!

Burada mahrum kaldıklarım,

Mahrum edilmekle tehdit edildiklerim,

Yahut mahvedilmek istenircesine bombardımana tutulduğum,

Gözümün dolduğu,

Gönlümün kor gibi yandığı,

Belimin kırılmış,

Elimin felç olmuş gibi katılaşıp kaldığı demlerde,

Ne kadar derin bir fayın kırıldığını,

Artık değil artçı,

Öncü deprem bile yaşamaktan nasıl yıldığımı,

Defalarca yaşamış olduğum depremleri hatırlamanın ağırlığı ile,

Hüznün eteklerinden tutup bürünüyorum.

Kimsenin bilmediği, görmediği, duymadığı bir kuytuya çekilmeyi,

O an en erdemli iş sayıyorum.

Ve işte hayat bu diyorum!

Ve asırlar öncesinde Rabbine kavuşan Peygamberime:

‘İstiyorum ya Rasul Allah! Dünya onların Ahiret bizim olsun!’ diyorum.

 

Kahkahalarla gülüp eğlenmektense,

Zulmedenlere ortak olup yürek dağlamaktansa,

Elinden gelmeyecek şeylerden dolayı bile sevdiklerimi suçlayıp,

Canını acıtmaktansa,

Poz vermek kadar kolay, söz vermektense,

Kıymetin kıymetini bilmemektense,

Ne istediğimi bilemediğimden, etrafımdakileri kahretmektense,

Anları, duyguları, ümitleri, ortak idealleri, başarılabilecekleri,

Bir çırpıda yok sayıvermektense.

Hüznü, hüzünlenmeyi,

Hüzünlü bir yüreği Rabbine döndürüp,

Hadi anlat,

Hadi söyle,

Hadi iste,

Sessiz sedasız,

Sadece O’ndan iste!

O seni tanıyor.

O seni biliyor.

Hele de O seni seviyor diyebiliyorsam.

Hüznü seviyorum kardeşler.

 

Bana ihanetleri, bana acıları, bana zulümleri,

Bana dünyayı küçük mü küçük gösteriyor.

Ve ben küçücük dünyam da,

Kocaman bir dünyayı kazanmanın umuduyla,

Tüm hatalarım, acziyetim ve istiğfarımla,

O’ndan ‘hüznümü satın almasını’,

Dünya ve ahiret afiyetini diliyorum.

Bizi güldüren ve ağlatan sensin Rabbim!

Razı olduklarınla ve razı olduklarına gülümsemeyi,

Razı oldukların için ve razı olduğun anlarda ağlamayı,

Bize öğretmeni diliyorum Rabbim.

Bize yaşamayı öğret!

Çünkü ben:

Yaşayan bir ölü olmak istemiyorum!

Amin!

Hatice Dilek Cengiz

‘Sarp Yokuş II’ adlı kitabından alıntıdır.

İnsanlığa Davet

İnsanlığa Davet

Yaşamakla, mış gibi yaşamak arasında ki farkın farkındalığına varmak bence KULLUK!

Mış gibi yapmaktan,
Mış gibi yapanlardan,
Mışcasına yapılanlardan,
Sana sığınırım Rabbim!

Adem gibi adamlara ve Havva gibi hanımlara selam olsun!

Ne Mutlu ben müslimlerdenim deyip,
Dosdoğru bir yol tutan,
Yolda kalan,
Yola çağıran,
Yolun Rabb’ine adananlara…

Yoldan çıkan,
Yolu satan,
Yolun Rabb’ine eş koşanlara ise veyl olsun!

Cennete doğmak,
Cehennemden azad olmak,
Samimiyetle İslâm olmaksa derdiniz,
Sizleri samimiyete davet ediyorum!

Önce siz tumturaklı olduğunu sandığınız tüm mazeretlerinizden kurtulun!

Yeter artık kendinizi ve kendiniz dışındakileri kandırmaya çalışmaktan da kurtulun!

İnsanlık adına bir sesleniş bu,
Tabi hala insanlığınız kaldıysa…
İnsanca yaşamaya rağbetiniz varsa!
Hatice Dilek Cengiz

Filistince Hayat

FİLİSTİNCE HAYAT

İnsanlığın dibe vurduğu bir asırda, bize hâlâ insan kalınabildiğini, kurtlar sofrasında kalsa da yıllardır, arzın Rabbine boyun eğen bir aslan rolünü kuşanınca, iradenin azimle zafere dönüşeceği güne dek, ormanın en ücra köşesinde bile tek yürek çarpan bir bedenin kalbi olma şerefini ve bu şerefi taşımanın izzetini, tüm ezilmiş, horlanmış, yakılmış, yıkılmış, katledilmiş, işkence edilmişliğine rağmen, damarlarında kan değil iman akan, ölüme bir yok oluş değil, gümrah toprağa bırakılan bir tohum gibi bir ölüp bin dirilen, insanlık silsilesinde ümmetin vefasını, istikrarını, yılmayışını, gözü kararan, gönlü taşlaşan, eli kanlanan, bir topluma karşı, ezelden ebede sürmekte olan bir hak-batıl mücadelesinde Peygamber’inin safında kalıp Peygamber katilleri ile yaptığı mücadelede, kadını, erkeği, ihtiyarı, çocuğuyla bizden öncekilerin neler çektiğini bize canlı şahitler olarak sunup imanın sözde değil, özle olacağını, eğer bir filmse hayat, en büyük ödüle layık bir filmde nasıl başrol alınacağını, tüm dünyaya bela olmuş, en azgın insan nesline karşı taşla bile mücadele edileceğini, tıpkı Hz. Muhammed gibi atılan toprakla nasıl gözleri kör olduysa Mekkeli azgın neslin, bu asırda da taşla kör edilebileceğini, daha gözlerini açarken veya emeklerken, buluğa bile ermeden ölecek çocuklar doğurmaya hazır bir anne, ekmeğini taştan değil, topraktan hatta magma kadar kızıla boyanmış kanlı bir topraktan, fabrikadan değil enkazdan çıkarmaya çalışırken, kanatlarını devasa açan ve tüm yetimleri kanatlarının altına almak ister gibi yavrusunu arkasına alarak saklamaya çalışırken, gözü önünde, canının canını teslim edişini ve daha gördüklerinin belleğini kapladığı anda canını evladının canına eş edip nasıl Rabbe şikâyet ettiğini ve “Hangi suçtan dolayı öldürüldü?” sorusunu duyar, görür, anlar mısın ey insanlık? Sen bütün bunları seyrederken hâlâ insan mısın?

Ya sen ey Filistinli anne! Bize bu nasıl bir aşktır anlatır, öğretir, belletir misin? Evsiz, ocaksız, mutfaksız, fırınsız, kapsız nasıl yemek pişirilir? Nasıl karın doyurulur? Ne giyilir? Nasıl temizlenir? Nasıl uyunur, anlatır mısın? Biz klima serinliği ararken güneşin sıcağında, yüreğin sıcağı nasıl serinletilir? Biz sofralar donatıp tıkınamadığımızı dökerken, nasıl günlerce bir kuru ekmeğe talim edilir? Biz kırılmaktan, kaygıdan, korkudan, işten, aştan, eşten, güzellikten vazgeçemez, geyik muhabbetleriyle vakit öldürürken, barınaklarda, yastıksız, yorgansız nasıl uyunur? Tanklara karşı nasıl yürünür? Bir kuytu köşede narkozsuz, dikişsiz, neştersiz, ebesiz nasıl doğum yapılır? Yaralar pansumansız, ilaçsız nasıl sarılır, öğretir misin? Bir eş, bir evlat, anne-baba nasıl toprağa sessizce bırakılır ve sonra nasıl umutla, bitmeyen, solmayan, kırılmayan bir coşkuyla tekrar anne olunur? Dağların taşıyamadığı bir yükü bir insan nasıl taşır? Dile gel de söyle, anlat ki bilelim, bilmeden buluşursak mahşerî kalabalıkta, yüzüne bakacak yüzümüz, elinden tutacak elimiz yok, bizi gafletten çekip çıkar. Biz ümmet kadınları senden af dileriz!

Ya sen ey Filistinli baba! Senin hiç mi yıkılmaz, sarsılmaz bedenin? Sen; zevk, sefa, şehvet, para, spor, eğlence, kumar, içki nedir bilmez misin?

Ya politika, kavga, entrika, yalan, dalavere yazmaz mı senin kitabında? Sen bir dev misin ki, ümmetin bunca erkeği zevki sefasında lale devrini yaşarken, bir tek sen mi kaldın mazlumlar adına yumruğu havada sallamakla kalmayıp slogan atmakla avunmayan? İnternet karşısında cama yapışıp kalan bir sinek kadar aciz, hani İsteyen de aciz, istenen de” dediği gibi Rabbin, ham hayaller, kof bir hurma kütüğü misali liderler eşliğinde, uygun adım marş yürüyen onca müsvedde erkeğe, nasıl emanete ehil olunur, nasıl adam gibi adam yani Âdem olunur, öğretir misin?

Ve sen ey Filistinli genç, Filistinli çocuk, kundaktaki bebe! Sahi hiç beşik mevlütün oldu mu? Süslü yatakların, dolaplara sığmayan giysilerin, kırılıp yenisi alınan, oynanmayıp köşelere yığılan oyuncakların, hortlaklı, kurukafalı, iskeletli, vampirli tişörtlerin, yırtık pantolonların, küpelerin, hızmaların, makyaj çantan, manikürün, pedikürün, perçemlerin, takımın, ya face’in var mı senin? Bana da son video kaydını gönderir misin? Ya arkadaş listeni, en son chatte ne yazdığını? Kimi dinlerken uykuya daldığını? Kimin aşkı ile yandığını, bana izah edebilir misin? Bileyim! Genç olmanın, ergen, çocuk ve bebek olmanın Filistincesini tarif eder misin? Söz senin! Eylem senin! Dava ise hepimizin. “Sen mazlumsun,” bize dua et. Dua et ki dirilelim, şükür ki henüz ölmedik! Lailahe illallah diyerek, iman üzere ölebilelim!

Hatice Dilek Cengiz

Bu Yürekçe

Bu Yürekçe
Kazanmak için kendimizi tutmamız
Kaybetmek içinse sadece kendimizi bırakmamız yeterlidir.
Öyle ise kendimizi tutma vakti gelmedi mi?
Geldi diyen yüreklere, bu yürekten selam olsun.
11.06.2023
22 Zilkade 1444
Hatice Dilek Cengiz

Bir Ramazan Duası

Bir Ramazan Duası

Ya Mucib
Dualarımızın kabulüne engel olan hangi inanç,düşünce, duygu, eylem ise bize buldur ki
Senin gani gani rahmetine susadığımız demlerde, kavrulan yüreklerimiz felaha kavuşsun.

Adaklarımızın kabulüne engel ne kusurumuz varsa bize buldur ki Habil’in soyu olmakla şereflenelim.

Adanmamızın önünde ki engeller nelerse bize tanıt, bize buldur, bizi kurtar ki
huzuruna onurlu bir dik duruş sergileyen Has Kullarınla gelebilelim.

Derman gerektiren tüm dertlerimizde Velimiz, Kefilimiz, Vekilimiz ol.

Girince hayrı getiren,
Verince gönlü șenlendiren,
Sevince değil insanın, hayvanın ve eşyanın bile yüzünü güldüren insan olabilmeyi,
bana, neslime ve seni görüp konuşabilmeyi dileyen ümmetin her ferdine ihsan et Ey Vacid olan Rabbim.

13 Nisan 2023
22 Ramazan 1444
Hatice Dilek Cengiz

Düşünmatik-34

Düşünmatik-34
Dedi: ‘Ne istiyorum ben’ diye sordun mu hiç kendine?
Dedim: Niye sorayım ki? Hem sorsam ne değişecek?
Dedi: Yani ben bile beni adamakıllı dinlemek istemiyorum mu diyorsun?
Dedim: Nasıl yani?
Dedi: Her insanın gün içinde pek çok şeye ihtiyacı var doğru. Fakat en fazla kendimizi dinlemeye, kendimizi yoklamaya, kendimizi anlamaya, kendimizle barışık kalabilme ye ihtiyacımız var kanımca.
Dedim: Bütün bunlar nasıl ve ne şekilde başarılabilir ki?
Dedi: Yalnız kalabildigimiz her yer ve zaman bunun için bulunmaz fırsat aslında.
Dedim: Diyelim ki kaldım. Ne yapmalıyım yani?
Dedi: Düşünmeli, sentezlemeli, deneyimlerini değerlendirip sonuca bağlamalı, huzur hissettiren kararları ‘kıymetliler arşivinde’ saklamalı, süreçte olanlar için sabırla yol alacak bir bilinci inşa ederken pes etmediğin için kendini kutlamalı, yorulan, yıpranan, sancıyan yanlarına dua merhemi sürüp, emanetine gözünün nuru muamelesi yapıp, içinden çıkamadıklarını, bir bilenle istişare edilecekler listesine alıp, aktif tarama ile hep içini kontrolden geçirip, benliğini zehirleyecek hiçbir virüsü belleğine sokmamalısın.
Dedim: Zor bu dedikleriniz hem de çok zor. Zaman, emek, istek, azim daha önemlisi saflaşmak isteyen tertemiz bir yürek ister.
Dedi: O hepimizde var aslında. Sadece saflaştırılmayı bekliyor kendimiz tarafından, o kadar.
4 Nisan 2023
13 Ramazan 1444
Hatice Dilek Cengiz

Dağların Taşıyamadığını Taşımak

DAĞLARIN TAŞIYAMADIĞINI TAŞIMAK!

Bunun için cansız değil, canlı olmak gerek kardeşler.

Bunun için sıradan değil sıra dışı olmayı bilmek,

Bilmekle kalmayıp irkilip kendimize gelmek,

Ne olmuştu? Nasıl olmuştu?Peki neden?

Diyebilmek gerek.

Çok soru sormak gerek nefse ve çok cevap almak gerek yürekten.

Çok dinlemiş olmak gerek her hikmetli sesi,

Çok uzak durmak gerek zilletten ve şirretten.

Durmak gerek!

Dimdik kale gibi ayakta.

Gerekirse günlerce susmak ama vazgeçmemek,

Ama pes etmemek gerek.

Hamdım piştim diyebilmek için, ateşle dağlanılan anlarda,

Sukutun serinliğinde, imanla yanmak gerek.

Anmak gerek her an, her yerde O’nu!

Safiyane bir dille içten kopup gelenleri,

Gözyaşları ile paketleyip zatına sunmak gerek.

Göze yaş, dile dua, kalbe sızı getirenleri,

Bir bir saymak, dökmek gerek secdeye.

Sormak gerek bilenler üstü bilene,

Kişiye özel cevapların şifrelerini çözmek için,

Kapanmak gerek kitaba,

Ve açılmak gerek kitapla.

Fezaya çıkmış gibi, sanki konuşmuş gibi,

Sanki ölmek üzere olduğunu anlamış gibi af dilemek gerek.

Af Rabbim Af! diyerek

Gereği gibi kul olamadığımızı itiraf etmek gerek.

Affedilmek umudunu diri tutmakla birlikte,

Fırtına da sallanan tek kişilik kayığımızda, batıp gidenlerden olmamak için,

Küreklere çok sıkı asılmak gerek.

İzlendiğimizi, dinlendiğimizi, çok sevdiğimizi ispatlamak için,

Elimizin erdiğini,

Dilimizin döndüğünü,

Gücümüzün yettiğini yükleyen bir Rabbe kul olmanın ferahlığını,

Tüm benliğimize içirmek gerek.

Susayan, acıkan, korkan, arzulayan,yorulan, bıkan nefsin kangren olmuş uzuvlarını,

Bir kartal kararlığıyla koparmak, kesmek, budamak gerek.

Ve sonra yükseklere yükselmek için,

Yüksek idealleri kuşanmak,

Takva azığı gagamızda,

Sabır zırhı pençemizde,

Parıldayan yepyeni tüylerimizle yükselmek,

Yükselmeye niyetlenmek,

Rüzgarı ardımıza,

Yağmuru mataramıza,

Kardeşlerimizi etrafımıza toplayıp,

Ben geldim diyebilecek cesareti göstermek için,

Bu dünyanın albenisine gözünü yummak,

Ufka hipnozlanıp,

Kanat çırpmak gerek.

Acı mı? Olmak zorunda,

Hüzün mü? Benim süsüm,

Tevekkül mü? Demirbaşım,

İman mı? Yol arkadaşım demek,

Dağları un ufak eden doğrularla,

Damarımıza kan, dilimize ferman,gözümüze nur, kalbimize sürur yükleyip,

Dingin, emin, halim ve cesur olmayı kanatlarımızda toplamam gerek.

İşte ancak o zaman,

Kolayı kolay olan kitabımızdan öğrenip,

Hayırlı işlerde aceleyi,

Zor işlerde pes etmemeyi,

Zorun zorluğu haram oluşundan mı yoksa deyip,

Helali haramdan ayırt etmeyi,

Çok ama çok iyi başarmak gerek.

Niye mi?

Salih amel işleyenler ancak kanat çırpmış olacak,

Ve sonra cennette Hüdhüd’le buluşacak,

Kusva ile dertleşecek,

Kıtmir’le sohbet edebilecekte ondan.

İnsanlık ailesi adına insanca eylemlerde bulunmadığımızda,

Bir kuş, bir deve, bir köpek bile hayvanlık yarışında ipi göğüslemişken,

Ben niye, neden, nasıl başaramam dememiz gerekmez mi?

Ve bu halden imtina edip,

‘Tamam yeter artık!

Ey şeytan ve ey nefis düş yakamdan!’ diyebilip,

Hep birlikte kanat çırpmayı istiyorum,

Vakit şimdi!

Mevsim Sonbahar!

Ümmetçe Rabbimize göçelim mi?

Hatice Dilek Cengiz

Düşünmatik-33

Düşünmatik-33
Dedi: Yaşadıklarımız bizi nasıl ve ne şekilde etkiliyor düşünüyor musun hiç?
Dedim: Zaman zaman yaşadıklarımı düşünüyorum fakat ne hale geldiğimi çokta düşündüğümü söyleyemem.
Dedi: İyi ama biz bile bizdeki değişim, gelişim veya yozlaşmaya lakayt kalırsak, nasıl her geçen günde, inancı,umudu,onuru,huzuru, afiyeti dipdiri tutabiliriz ki?
Dedim: Bu saydıklarınız için ferdi çabamın yeteceğini düşünmediğimden sanırım. Sanki ne yaparsam yapayım, birşeyler değişmiyor veya değişmeyecek gibi geliyor bana.
Dedi: Öyle düşünenlerin sonu hiç hayırlı bitmiyor. Katılmıyorum fikrine.
Dedim: Ne kadar az şeyin bana ya da size bağlı olduğunu farketmiyor musunuz?
Dedi: Bu bence ne istediğimize, niçin istediğimize ve nasıl istediğimize bağlı olarak değişir.
Dedi: Nasıl yani?
Dedi: Şahsen ben yaşadıklarımın ellerimin ektiği tohumların mahsulü olduğunu bilince,ne ektiğime, nereye ektiğime,ne zaman ektiğime,ne kadar ektiğime bakarak sonucu kestirebiliyorum. Fakat beni aşan bir sebep şartları ve neticeyi değiștirdi ise ‘Ben bana düşeni yapmıştım.’ Diyebiliyorsam, yani vicdanım rahatsa, bunu ilahi huzura çıktığımdada aynı içtenlik ve rahatlıkla Rabbime söyleyebileceğime inanıyorsam, en kötü gece veya günü bile sükûnetle geçirip, mutmain durușumu korumayı başardığım için, kendimi içten içe tebrik edebiliyorum.
Dedim: Doğru.İnsan bunu başarabilirse, elbette sükûn bulur yüreğinde.
Dedi: Başarmak elimizde kardeşim. Başarmak, istediklerimizin olması değil. Hakkımızda hayırlı olanı istemekteki gayretimiz ve sonuca teslimiyetimiz. İşte gerçek başarı bu. Yeter ki biz O’nu ve biz bizi, hiçbir zaman terketmeyelim. Biz O’na ya da bizbize küsmeyelim.
23 Ocak 2023
3 Șaban 1444
Hatice Dilek Cengiz

Sarp Yokuş

SARP YOKUŞ

Zoru sever misiniz? Zor ne ki desenize, zorun anlamı ne ki?

Zor deyince içine neler girer ki?

Sıralayayım. Bence zora olmayan işler:

Sabah yataktan kalkmak. Kalktıktan sonra üşenmeyip yüzü yıkamak. Biraz erken kalkmayı başarmak. Erken kalkabildi ise kahvaltı yapmak. Ev, iş, okul her ne ise sıradan günlük işler.

Durakta toplu taşıma aracını beklemek. Hazır pişmiş ekmeği fırından eve getirmek. Annenin hazırladığı yemekleri, babanın sokaktan taşıdığı meyveleri yıkayıp masaya güzelce koymak. Aile bireylerine sıcak, saygılı ve anlayışlı davranıp evde barış ve neşe rüzgarı estirmek.

Bilgisayar, kitap vs. gibi imkânlar elinin altında iken proje, dönem ödevi, performans ödevi hazırlamak. Küçük ev işlerinin en küçüğü sayılacak oda, yatak, masa toplama işinde sorun çıkarmamak, dağınıklığı toparlamak.

Kirlenen giysileri kirli sepetine, yenen meyve çöplerini oraya buraya değil çöpe atmak. Masanın silgi tozlarını, yere düşen karalanmış kağıtları, yemek masasının altındaki kırıntıları toplayıp çöpe atmak. Banyodan, tuvaletten veya lavabodan, duşta ya da lavaboda tiksindirici; saç kıl vs. bırakmadan tertemiz çıkmak.

Kapıdan girerken evimize veya iş yerimize tebessümü, güzel bir çift sözü çok görmemek.

Yapılan işle, pişirilen yemekle, alınan notla, kazanılan gelirle, anlatılan günlük havadisle, dertleşilen bir mevzuyla; beceriksiz, başarısız, değersiz muamelesi yapmadan ilgilenmek.

Yolda yürürken bir çöpü, pisliği kenara almak veya çöpe atmak. Biletinin, kartının olmadığını fark ettiği biri için otobüste bilet basmak. Markette vs. kuyrukta sabırla, nezaketle beklemek. Evde var olan malzeme ile katıp karıştırıp ama asıl sevgi yağında kavurup dua tuzu ya da şekeri katarak leziz sofralar hazırlamak.

Kazancın çokluğunu değil, helalliğini ve bereketini önemseyip emeği boşa çıkarmadan cömertçe, fedakarca, alın terini, babalık-annelik sorumluluğu ile ikram etmek aile bireylerine.

Belirli aralıklarla, büyükleri en yakından, en uzağa, sırasıyla ara ara ziyaret etmek, hiç değilse mail veya telefonla yoklamak.

Sıcak ev, hazır oda hatta masa ve envai çeşit malzeme ile karnı tok, sırtı pek bir hâlde bilgiyi kullanmayı, saklamayı, sunmayı öğrenmek, boş işlerin tümünden yüz çevirerek anne-babanın onca emeğini, umudunu zayi etmemek, sınav kazanmak değil ilim sahibi olup nitelikli insan olmak için çalışmak.

Onca imkânın, oyuncağın, yiyeceğin içinde kardeş kavgasına tutuşmamak.

Ailesi ile hep birlikte oturup derin, anlamlı, kaynaştırıcı, sevgi dolu bir sohbet ortamı kurmak mümkünse; haberlere, dizilere, yarışmalara, maçlara gömüldükten sonra yatak yorgana sarılıp gerçeklerden, sorunlardan kaçmamak.

Gelin iş yaparken, toruna masal anlatıp ya da oyuna daldırıp oyalamak, oğul işten bunaldığında, hayatın keşmekeşinden bıkkınlık duyduğunda “Oğul, sen babasın, dik durmalısın. Rabbine tevekkül et, her zorlukla birlikte kolaylık vardır, azimle sabret” demek, sevecen bir baba ya da anne olup sırtını sıvazlamak.

Umduğu notu alamayan bir öğrenciye umut verip tekrar çalışmaya teşvik edecek iki cümle edip nefes aldırmak. “Gel, bir çay içip sohbet edelim” deyip onu bir dahakine nasıl başaracağına dair hazırlamak.

Eşe ve çocuklara yatmadan muhabbetle dokunup bir cümle ama kalpleri ısıtıp dinlendirecek bir cümle ile yarı uyku olan ölüme ondan sonra dalmak.

Mümkün değil mi sizce bu saydıklarım? Çok mu zor şu anlatılanlar? Değil ama… Amalara kaldıysa ama çok. Oysa ben, yarını farklı kılmak için şimdi sizleri zorluklara davet ediyorum.

Evet, bence zor olanlar:

Gece sıcak yatağı Allah için terk etmek. Soğuk suyla, seccadeyle, tesbihle, Kur’ân’la bir geceyi daha ayakta dimdik, şuurla geçirmek. Olabildiğince her Pazartesi ve Perşembe’yi, her ayın on üç, on dört ve on beşinci günlerini hatta Hz. Davud gibi bir günü oruçlu, bir günü oruçsuz geçirmek.

Envai çeşit yemek koymak yerine olabildiğince az çeşitle sofrayı hazırlamak, mutlaka helal malzeme olduğuna emin olmaya çalışmak, hazırladıklarımızı iki kişiye yeten dörde de yeter bilinci ile az yemek, yavaş yemek, besmele ile başlayıp hamd ile bitirmek.

İş yaparken söylenmemek, kaçmamak ve hakkını vererek, Peygamber’in “Sizden biri yaptığı işi mükemmel yapsın” düsturu ile bu kadar paraya bu kadar iş yapılır mantığından çıkıp dürüst ve istekli çalışmak. Her türlü kaba, aceleci, hırçın tipe rağmen nezaketi ve yumuşaklığı asla elden bırakmamak. Sokakta yürürken, işte çalışırken ya da evimizde otururken, gözü, kulağı her türlü fuhşiyattan, haramdan korumak.

Öfkeden patlamaya hazır insanlığa emniyet sibobu görevi görüp bulunduğumuz ortamı şeytansızlaştırmak için ne gerekiyorsa yapmak ve İslâm’ın emniyetini sunmak.

Sorumsuzluk, tembellik, asilik yapan evlatlara, sabırla tatlı sert olmayı öğretmek. Onlara, saydırtan bir korku, cıvıtmayan bir ilgi, azdırmayan bir sevgi, kibre düşürmeyen bir takdir, çaldırmayan ya da başkalarında gözü kaldırmayan bir harçlıkla, söylemek yerine yaparak, anlatmak yerine birlikte yaşayarak Muhammedî bir ahlâk kazandıracak bir feraset aşılamak. Emanet olan yavrularımızı işten, aştan, zevkten önce tutmak.

Eşimize gönül alıcı sözler söyleyerek, takdir ettiğimizi, farkında olduğumuzu hissettiren eylemler ve küçük sürprizler yaparak, evde saygınlığını korumak için ardından konuşulmasına, yüzüne bağırılmasına, acımasız eleştirilmesine, yükünün hafife alınmasına müsaade etmemek.

Herkesin ebeveynini ve onların kendilerine sunduğu şartları eleştirdiği hatta suçladığı bir asırda, yaptıkları hiçbir işi küçük görmememiz, varsa bir hataları “Rabbim sizi de bizi de affetsin” diyerek, gönüllerini alıp eski defterleri tekrar açmamamız, yürek yakmak yerine şefkatli kanatlarımızın altına almamız, ayakta iseler sağlıklarına, hasta iseler şifalarına, borçlu ya da darda iseler geçimlerine özen göstermemiz, yalnız iseler ziyaretlerine gitmeyi ihmal etmememiz, bize ihtiyaçları varsa evimize davet edip yuvalarımızda vefa adına onlara yer açmamız gerekiyor.

Rızkımızı kazanırken helal-haram demeden her yöntemi, her ortaklığı, her alışverişi mübah görüp her insanla iletişim kurmak yerine hatta her taşın altından çıkacağım derken altından çıkılamaz taşların altında kalıp “Kurtarın beni? Niye yardım etmiyorsunuz?” diyecek acziyetlere düşmek yerine, doğru insanlarla, doğru yerde, doğru zamanda, doğru niyetle, doğru şekilde, doğru işi yapıp kalbi dosdoğru istikamette tutmak, elimizden geleni en güzel şekilde yaptıktan sonra rızkı Allah’tan beklemek gerekiyor.

Vakti zayi etmek amacıyla kurgulanmış tüm tuzaklardan uzak kalarak, gece-gündüz hem bireysel hem toplu ilmî çalışmalar yapıp uyumayan yılanlar olduğunu hep hatırda tutmak, kış uykusundan uyanıp ya anlayan ya anlatan ya da dinleyen olmak gerekiyor Kur’ân’ı.

Bilmek değil yaşamak, anlatmak değil hakka çağırmak gerektiğinin bilincinde; ağzından her çıkanı yapan, her söylediği doğrudan, sorun değil çözüm üreten, almayı değil, vermeyi hedefleyen, en kritik, zor anlarda bile ağzından bal damlayan, tutup ayağa kaldıran, sarıp sarmalayan, unuttuğunda hatırlatan, yanıldığında düzelten ama hep eli eli üstünde olan ümmet olma bilincini kuşanmış; şehvetin, paranın, mekânın adamı değil, sarp yokuşa sardırmış cennete tırmanırken, birçok dağcıyı da peşine takan bir “Yaşam Koçu” olmak gerekiyor. İp İslâm, yokuş cennete çıkıyor. Doğal afetler dediğiniz afetler sizi ve bizi kuşatmadan doğal oldukça, doğal bir ortamda sizleri zirvelere adanmaya davet ediyorum. Cennet dağına tırmanır mısınız? Ferhat sevdiği için dağı delmişti; siz Rahmân için ne yaptınız? Ne yapmaktasınız? Sarp yokuşun tüm zorluklarına Rahmân için sabretmeye hazır mısınız? Öyleyse işinizi bilin, kılıcınızı kuşanın. Yokuş sizi bekliyor. Dinlenmek için yorulmak, yorulmak içinse bir an bile durmamak gerekiyor. Hiç boş kalmamak üzere yorulmaya devam edin.

Hatice Dilek Cengiz

“Sarp Yokuş ” adlı kitabından Alıntıdır.

Kim Kendini En İyi İfade Eder?

KİM KENDİNİ EN İYİ İFADE EDER?

Söyleyeyim mi? Bence cennet vizesine sahip olacak olanlar.

Çünkü onlar;

Söz söylediler, söylediklerini eylemleri ile desteklediler. Dinlediler, dinledikleriyle kalmayıp dinlediklerine itaat ettiler. Gördüler, gördüklerini gönülleri yalanlamadı, bir delikten bir daha ısırılmadılar. Bildiler, bildiklerinde ise eşek olup yük almadılar, insan kalıp yol aldılar. Sevdiler, sev denilenleri, sevilmesi gerektiği kadar. Ne şirke battılar ne de nankör oldular. Nefret ettiler; Allah’a ve Rasûlü’ne düşmanlık besleyen her kişi ve kurumdan, eylemden fersah fersah kaçtılar. Verdiler; istemek için veya karşılık görmek için değil, kabul olunur mu kaygısıyla arınmak için, karşılıksız verene şükretmiş, nimetin hakkını vermiş olmak için, gözü kapatmadan, hoşnutlukla alınacakları verdiler. Güldüler; nerede bir kardeş görseler, yürekleri acı ile kavrulsa da gül derdiler, güven verdiler. Ağladılar; ellerinden geleni yapsalar da istedikleri olmadığında, yakarırken, yaş dökerken bile sustular. Çığırtkanlık yapmadılar. Dille ve elle değil, kalple ve gözle ağladılar. Yürüdüler; sarp bir yokuşu çıktılar, yoruldular, terlediler fakat yılmadan insanlık ordusuna katılıp Âdem’den bugüne uzanan salihler zincirine bir halka da onlar oldular. Öldüler; gözleri açık gitmediler. Gelenin kim olduğunu bildiler, kavuşma anının heyecanı kapladı bedenlerini, bir serçe gibi son kez attı kalpleri. O’nun hoşnutluğuna ermek için, aşkla canlarını sundular, umduklarını buldular.

Hatice Dilek Cengiz