Turan Saygın’dan Alıntı

Bir zamanlar İnsanlar, güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı.

Derken, zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan..
Bir parçasına, “DÜN” dedi, diğer parçasına “BUGÜN”, öteki parçasına da “YARIN”..

Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu.!
Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telâşlandı ama işin ilginç tarafı, tüm telâş ve pişmanlıkları, güneş doğup batıncaya kadar yaşadı ve Farkında olmadan rezil etti bugününü..!

Oysa yarın, bugüne dün diyor; dün de, bugün için yarın diyordu..Bir türlü beceremedi.

Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı.
Bugünü eline yüzüne bulaştırdı…!

Ve Mutsuz oldu insan….

Ne gariptir ki, yarının telâşını da, dünün pişmanlığını da, hep bugün yaşadı; ama insan bugünü hiç yaşıyamadı ..

Turan Saygın

Hayatın Bana Öğrettikleri -2-

Hayatın Bana Öğrettikleri-2

Hiçbirşeyi görünen kısmıyla değerlendirmemek gerektiğini,
Görünmeyen, bilinmeyen, duyulmayan yanlarınında olabileceğini,
Bu durumlarda yermeden, kırmadan, ürkmeden
Neler yapılabileceğini konuşarak anlaşıp,
Fırsatların nasıl hayra dönüştürülebileceğini,
Hayrın ham bir hayalden çıkıp, gerçeğe dönüşmesinde,
‘Gönül birliğinin’ ne kadar elzem olduğunu öğrendim.
26 Ağustos 2024
22 Safer 1446
Hatice Dilek Cengiz
www.huzuryasamkocu.com

Hayatın Bana Öğrettikleri -1-

Hayatın Bana Öğrettikleri-1

Sadece istemekle bir şeylerin değişmediğini ve değişmeyeceğini,
İstemeden kendimi değiştirmemin mümkün olmadığını,
Değişiminse ancak değişmeyi gerçekten istemekle mümkün olduğunu,
İstemeye, gayret ve istikrarın eşlik etmesi gerektiğini,
Nihayetinde ancak O dilerse istediklerimin olabileceğini,
Olmadığında ise şer sandığımdan hayır devşirmemin benim olgunlaşma sürecimin bir parçası olduğunu öğrendim.
24 Ağustos 2024
20 Safer 1446
Hatice Dilek Cengiz
www.huzuryasamkocu.com

Suskunlar Meclisi

SUSKUNLAR MECLİSİ
Bir zamanlar bilginler ve şairler, ‘suskunlar meclisi’ adıyla bir topluluk oluşturmuşlardı.
Üye sayısı kırk kişiydi ve bunu artırmıyorlardı. Üyeliğin ilk şartı çok düşünmek fakat çok az konuşmaktı.
O zamanlar meşhur şair ve bilgin Molla Câmî, bu meclisin aşkındaydı. Günün birinde suskunlar meclisinin bir üyesinin öldüğünü duyunca, onun yerine aday olmak için bilginlerin bulunduğu köşke geldi.
Kendisini karşılayan kapıcıya bir şey söylemeden, ismini bir kağıda yazarak o sırada toplantı halinde bulunan suskunlar meclisine gönderdi.
Meclis üyeleri bu teklifi görünce biraz üzüldüler. Molla Câmî oraya layık bir bilgindi, ama ölen üyenin yerine başka birini almışlardı.
Yeni bir üye için yer yoktu. Meclisin başkanı, bir bardağı tamamen suyla doldurduktan sonra Molla Câmî’ye gönderdi. Zeki bilgin durumu kavramıştı. Bir damla daha olsa bardak taşacaktı. Bunun üzerine o da hemen oracıktaki bir gül dalından küçük bir yaprak koparıp, nazikçe suyun üstüne koyuverdi.Bardak taşmamıştı. Bunu içeri gönderdi.
Meclistekiler bu kibar cevabın mânasını anlamışlardı: Zarif insanların yeri başkaydı. Üyeler, bu değerli bilgini de aralarına almaya karar verdiler.
Başkan listeye Molla Câmî’nin adını ekledi. Kırk sayısının sonuna bir sıfır koyarak, 400 yazdı. Bununla Molla Câmî sayesinde, meclisin değerinin on misli arttığını belirtiyordu. Listenin son şekli Molla Câmî’ye gelince, meseleyi anladı. Ancak sayının büyük gösterilmesinden hoşlanmadı. Sağdaki bir sıfırı silerek, kırk sayısının soluna koydu.
Yani 040 yazdı. Alçak gönüllü Molla Câmî, böylece kendisini solda sıfır sayıyor, bardağı taşırmadığı gibi, o meclisin yapısını da etkilemeyeceğini söylemek istiyordu.
Gül yaprağı olmak, kolay değil. Ama, evde, işte, çevrede geçim ehli olmanın, gül gibi geçinmenin yolu gül yaprağı olmaktan geçiyor. Yük olmayıp yük almak, gül yaprağı güzelliğine kavuşmak… Kendi içimizde, ailemizle, çevremizle uyumlu olmanın, ebedi güzellikler yolunda yürümenin müjdecisi.
Gül yaprağı sırrına erenler, sağdaki sıfır gibi bulundukları topluma güç katarlar hem de bire on, ama soldaki sıfır gibi davranıp kimseye yük olmazlar.
Ne dersiniz şöyle bir düşünmeğe, evdeki, Sitedeki ve işyerimizdeki hayatımızda gül yaprağı gibi miyiz, yoksa, bir damlası hayat karartan zehir miyiz?
Hayatı, hem kendimize hem de çevremize zehir etmemek için güle sevdalanıp, gül yaprağı gibi olalım.
Gül yüzünüzde gülücükler ebediyyen solmasın!
Alıntı

Kim Demiş Kediler Nankördür Diye

Okurken çok ağladım

Malatya’da kurtarma çalışması yapılırken durmadan ekiplerin önüne çıkıp, ayaklarına dolanan bir kedi ekibin işini zorlaştırıyordu.
Ekibin çalışmasına zorluk çıkaran bu kediye sinirlenmeye başlayan ekip üyelerinden biri kediye dönerek;

“Hadi var git yoluna kedicik bak enkaz altında kurtarılmayı bekleyen nice can var. Dolanma ayak altında.Miyavlayıp da durma.”

“Sessiz olmalısın.”

Bir türlü laftan anlamaz kedi ne pist demelerden.ne de kovalanmalardan… Aynı noktada miyavlar durur…

“Abi bir bakıversek aynı yerde dolanıp duruyor, belki o deliğin orada sıkışmış yavrusu vardır.”

“Abi koş gel.

“Ne oldu?”

“Bir ses geldi aşağıdan.”

“Kedi sesi mi?”

“Yok bir yaşlı kadın sesi”

“Bir daha sesleneyim bir sesiz olsa”

Ve sessiz olma emri verilir. Susulur…
2
“Kimse varmı?”

Yaşlı bir kadın sesi gelir ve kadın ses verir.

“Buradayız”

“Kaçıncı kattasınız”

“Beşinci kattayız”

“Kaç kişisiniz”

“İki küçük torunum bir de ben”

“Bekleyin, sizi orada kurtaracağız”

Saatler süren ekip hayat koridoru oluşturup onları o koridordan kurtarmanın peşinde iken o kedi orada hiç ayrılmadan bütün calismaları sessizce izleyip, beklemeye devam eder.

Ne zaman ki bu kurtarma çalışmasının sonucunda göçük altından iki çocuk bir yaşlı kadın çıkartırlar hemen sedyelerin peşinde miyavlayarak koşar.

Enkazın altından çıkan yaşlı kadın kedinin sesini duyar duymaz seslenir kediye;

“Aferin kızım sen bizim kurtarıcımızsın aferin”

Ve oradaki herkes anlar aslında o kedinin neden oradan hiç ayrılmayıp o deligin etrafında dolasıp, iki de bir de o deliğe devamlı girip çıktığını.

O da sahibinin peşinden hemen biner ambulansa.

(Kim demiş
kediler nankordür diye?//hiç de bile )

Alıntıdır

Zordur Kadın Olmak

Zordur kadın olmak, her an kırılıverecekmiş gibi yaşamak!
Herkesin yerine her şeyi düşünüyor olmak ama herkesçe çokta umursanmamak!
Bir türlü anlaşılamamak, hep bir şeyleri istemekle suçlanmak!…
Onca kalabalığa rağmen yalnız olmak ve sadece içindeki çocuk tarafından sarılmak!
Anne olmak, eş olmak, her şey olmak, bir…varlığıyla bin parçaya ayrılmak!
Bütün bunların yanında içindeki çocuğun elinden tutup O’nu da yaşatmak’
Zordur kadın olmak; hep bir şeyleri, birilerini toplamak zorunda kalmak!
Güçsüzlükle suçlanmak ama her zorlukta sığınılan liman olarak var olmak!
Ve bu tezat duygular arasında yinede ayakta kalarak yaşamak!
Zordur kadın olmak, her gün bir şekilde kırılmak buna rağmen tüm parçaları bir arada tutmak!
Kalbi kırılır, umudu kırılır, hayat yada biri kırmazsa tırnağı kırılır, saçı kırılır!
Ama kırılır; Allah vergisi olmalı bu kadar çok kırılırken; hep ayaktadır hep tek parçadır!
Çok şeyleri saklar içinde, bilir belki de anlatamayacaktır kimselere!
Onca kalabalığa rağmen bu yüzden yalnızdır bütün kadınlar belki de!
Delimavi – Alıntıdır

Hikâyeye göre günün birinde Franz Kafka, olağan yürüyüşlerini yaptığı parkta küçük bir kıza rastlamış. Kız ağlıyormuş. Oyuncak bebeğini kaybetmiş ve bu onu oldukça üzmüş.

Kafka bebeği onun yerine aramayı önermiş ve ertesi gün aynı noktada buluşmak üzere sözleşmişler. Bebeği bulamaması üzerine Kafka küçük kıza bebeğin ağzından bir mektup yazmış ve buluştuklarında kendisine okumuş:
“Lütfen benim için kederlenme, dünyayı görmek için uzun bir yolculuğa çıktım. Sana başımdan geçenleri anlatacağım.” Bu birçok mektubun ilkiymiş. Kafka küçük kızla her buluştuğunda sevgili oyuncak bebeğin hayali maceralarını özenle yazdığı mektuplardan ona okurmuş. Küçük kız da bu şekilde avunurmuş.
Kafka derken gün gelmiş, görüşmelerin artık sonu gelmiş. Kafka son görüşmede küçük kıza bir oyuncak bebek getirmiş. Küçük kız, aslından oldukça farklı olan oyuncak bebeğe şaşkınlıkla bakakalmış. Bebeğe iliştirilmiş bir not küçük kızın şaşkınlığını gidermiş: “yolculuğum beni çok değiştirdi.”

Uzun yıllar sonra, artık bir yetişkin olmuş olan küçük kızımız, gözü gibi baktığı bebeğinin, gözünden kaçırdığı bir çatlağının içine sıkıştırılmış bir mektup bulur. Kısaca şöyle yazmaktadır: “Sevdiğin her şeyi er ya da geç kaybedeceksin, ama sonunda sevgi başka bir surette geri dönecek.”

ALINTI

Asla Bilmeyenle Tartışma!

Usta bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta, öğrencisini uğurlamış. Çırağına ” Yaptığın son resmi, şehrin en kalabalık meydanına koyar mısın?” demiş.

“Resmin yanına bir de kırmızı kalem bırak. İnsanlara, resmin beğenmedikleri yerlerine bir çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmeyi de unutma” diye ilave etmiş.

Öğrenci, birkaç gün sonra resme bakmaya gitmiş. Resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasının yanına dönmüş. Usta ressam, üzülmeden yeniden resme devam etmesini tavsiye etmiş.

Öğrenci resmi yeniden yapmış.Usta, yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş.

Fakat bu kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını söylemiş.

Yanına da, insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını önermiş. Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra bakmış ki, resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş.

Usta ressam şöyle demiş:

“İlkinde, insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.

İkincisinde, onlardan müspet,yapıcı,olumlu olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi.”

– Emeğinin karşılığını, ne yaptığını bilmeyen insanlardan alamazsın.
– Değer bilmeyenlere sakın emeğini sunma.
– Asla bilmeyenle tartışma.
ALINTIDIR

Düşünmek İbadettir!

Düşünmek ibadettir!…
Bir şartla…kişi inanmışsa!
Çünkü:
Rahman’a şirksiz teslim olmuş bir yürek ancak temiz aklı ile doğruları bulur , bilir ve yaşar…
Diğerlerine gelince her kafadan bir ses çıkmaya devam edecektir.
Neden mi?
Boş teneke çok tıngırdar da ondan…
Rahman olan Rabbim beynimizi Kuran’ la doldurup, kalbimizi Kuran’ ın hükümlerine içimizde hiçbir sıkıntı duymaksızın teslim olmamızı ihsan etsin ki Sarp Yokuş olan hayatımızda ki tüm sorulara iman etmiş bir yürekle doğru cevapları verebilelim.
Amin.
Dünya sınıfında tüm kardeşlerime başarılar diliyorum….
Sınavdayız!…
Şimdi lütfen okuyun ve düşünün!

Google’ın CEO’su Sundar Pichai’nin Hamam Böceği Teorisi

IIT ve MIT mezunu, Google Chrome’un başkanı Sundar Pichai’den güzel bir konuşma:

Kişisel gelişim için hamamböceği teorisi
Restoranın birinde bir gün aniden bir hamamböceği belirdi ve orada bulunan bir kadının üzerine çıktı.

Kadın korkudan çığlık atmaya başladı.

Paniklemiş yüzü ve titreyen sesiyle, can havliyle hamam böceğini üzerinden elleriyle atmaya çalışırken zıplamaya başladı.

Onun bu tepkisi bulaşıcı olmuştu, bulunduğu gruptaki diğer insanlar da paniklemişti.

Kadın sonunda hamam böceğini üzerinden atmayı başardı derken… başka bir kadının üzerine düştü hamam böceği.

Şimdi aynı şeyleri yaşamak için sıra gruptaki diğer bir kadındaydı.

Garson hemen imdatlarına koştu.

Bu nöbet değişiminde, bu sefer de hamam böceği garsonun üzerine düştü.

Garson dimdik durdu, kendini toparladı ve gömleğindeki hamamböceğinin davranışlarını gözlemledi.

Kendine yeterince güvendiğini hissettiğinde, hamam böceğini parmaklarıyla tutarak, restorandan dışarı attı.

Kahvemi yudumlayıp, curcunayı izlerken, beynimdeki anten birkaç fikir yakaladı ve merak etmeye başladı, kadınların bu tiyatral, abartılı hareketlerinden hamamböceği mi sorumluydu?

Eğer öyleyse, neden garson rahatsız olmadı?

Durumu mükemmel yakın bir şekilde, hiçbir kargaşa çıkarmadan halletti.

Buna neden olan hamamböceği değildi, hamamböceğinin sebep olduğu rahatsızlığı o kadınların giderebilecek kabiliyette olmamasıydı, onları bu denli rahatsız eden buydu.

Farkettim ki, babamın, karımın veya patronumun bağırması değildi beni rahatsız eden, bana bağırmalarıyla hissettiğim rahatsızlıkla başa çıkamamamdı.

Yoldaki trafik değildi beni rahatsız eden, trafik sıkışıklığıyla oluşan sıkıntılı durumu halledemeyecek olmamdı.

Hayatımdaki kargaşayı yaratan şey, problemin kendisinden çok benim ona verdiğim tepkiydi.

Hikayeden çıkarılan dersler:

Anladım ki, hayatta olaylara tepki vermemeliyim.

Onun yerine, olaylara cevap vermeliyim.

Kadınlar hamam böceğine tepki verirken, garson ise cevap verdi.

Tepkiler içgüdüsel olarak gösterilen şeylerken, cevaplar etraflıca düşünülerek oluşturulmuş şeylerdir.

HAYATI anlamanın güzel bir yolu.

MUTLU olan biri, hayatındaki her şey yolunda olduğu için mutlu değildir.

MUTLU olmasının sebebi, hayatındaki olaylara karşı tutumunun doğru olmasıdır.

ALINTIDIR

Hintli Milyarder’den Mutluluğun Tanımı

Hintli milyarder RatanjiTata’ya radyo sunucusu tarafından bir telefon görüşmesinde sorulduğunda:
“Efendim, hayatta en mutlu olduğunuz anı ne olarak hatırlıyorsunuz?”
Ratanji Tata dedi ki:
“Hayatta mutluluğun dört aşamasından geçtim ve sonunda gerçek mutluluğun anlamını anladım.
İlk aşama zenginlik ve kaynak biriktirmekti.
Ama bu aşamada istediğim mutluluğu elde edemedim.
Ardından değerli eşyaların toplanması olan ikinci aşaması geldi.
Ama bunun etkisinin de geçici olduğunu ve değerli şeylerin parıltısının uzun sürmediğini fark ettim.
Ardından büyük bir proje alma olan üçüncü aşaması geldi. O zaman Hindistan ve Afrika’daki dizel yataklarının %95’ine sahiptim.
Ayrıca Hindistan ve Asya’daki en büyük çelik fabrikasının sahibiydim.
Ama burada da hayal ettiğim mutluluğu elde edemedim.
Dördüncü adım, bir arkadaşımın benden bazı engelli çocuklar için tekerlekli sandalye almamı istemesiydi.
Yaklaşık 200 çocuk.
Arkadaşımın tavsiyesiyle hemen tekerlekli sandalyeleri aldım.
Ama arkadaşım onunla gitmem ve tekerlekli sandalyeleri çocuklara vermem konusunda ısrar etti. Bende hazırlanıp onunla gittim.
Orada bu çocuklara tekerlekli sandalyeleri kendi ellerimle verdim. Bu çocukların yüzlerinde garip bir mutluluk parıltısı gördüm. Hepsini tekerlekli sandalyede otururken, dolaşırken ve eğlenirken gördüm.
Kazanan bir hediyeyi paylaştıkları bir piknik yerine ulaşmış gibiydiler.
Gerçek mutluluğu içimde hissettim.
Ayrılmaya karar verdiğimde çocuklardan biri bacağımdan tuttu.
Bacaklarımı yavaşça kurtarmaya çalıştım ama çocuk yüzüme baktı ve bacaklarımı sıkıca tuttu. Eğilip çocuğa sordum: Başka bir şeye ihtiyacın var mı?
Bu çocuğun verdiği cevap beni sadece şok etmekle kalmadı, hayata bakışımı da tamamen değiştirdi.
Bu çocuk dedi ki:
“Yüzünü hatırlamak istiyorum ki cennette buluştuğumda seni tanıyıp bir kez daha teşekkür edebileyim!..”

Nevzat Öz Facebook sayfasından Alıntıdır