Beyin Gıdası

/ / Makalelerim

BEYİN GIDASI

Kalbe kan, göze fer, dişe lokma, ciğere hava, rahime bebek nasıl şifa, ihtiyaç, ödül gibi gerekse, beyne de kendi fonksiyonuna uygun bilgi gerek. Çünkü bunun için programlanmış.

Nasıl ki bir araziyi boş bırakmak; çalı çırpı, yabani otlara terk etmek israf ise, bence müsrif; var olanı, hak ettiği şekilde tüketmeyendir. Ya da fonksiyonu dışında kullanarak zayi edendir.

Biz bu son söylediğimizi ne de çok konuda yapıyoruz değil mi? Gelin birlikte kendimizi avlayalım. İç ve dış düşmanlarımız bizi avlamadan. Ben, şeytanın ve nefsin iç düşman, şeytanlaşmış insanların ise dış düşman olduğuna inanarak, içimizde hep var olan vicdanı ayağa kaldırıp Rab için secde kıvamında bir hayat yaşadığımızda, O’nun bize vekil olarak yeteceğine inanıyorum.

Söze elden başlasak. El ne için yaratılmıştır desek komik mi olur? Peki, bebeklik çağında o minik serçenin, kendi ellerine bir yabancı cisim gibi nasıl uzun uzun baktığını, ayaklarına bir oyuncak gibi dokunup onlarla nasıl oynadığını hiç görmediniz mi? Ya büyüyünce ellerimiz ne çok görev üstlenir. Tutmak, itmek, açmak, vurmak, almak, vermek, dokunmak, sevmek vs. Bu işlemleri bir robota yaptırabilmek henüz mümkün değil, değil mi? “Robota sevgi sözcükleri yüklense de insan elinin hissettiklerini hissedebilir mi?” sorusu bile abes kaçtıysa özür dilerim, amacım biraz düşüncelerinize jimnastik yaptırmak.

Ya ayaklar… Onların işi daha zor. Yürümek, koşmak, atlamak, durmak, yol boyunca yani bir ömür yük taşımak hem de koskoca, hele asrımızda koca koca bedenlerimizi “ıh demeden” taşımak. Peki, siz alındığı, daha doğrusu piyasaya sürüldüğü andan itibaren, aynı lastikle miadını doldurup hurdaya çıkan bir tek araç üretebilecek bir firma tanıyor musunuz? Ben tanıyorum ama firma değil elbet. Rakipsiz, her türlü yaratmayı bilen, her an ayrı bir işte olan, yorulmayan, unutmayan, terk etmeyen ve darılmayan Rahmân. Elbette siz O’na ihanet etmedikçe.

Şimdi soruyorum size, hangi akla hizmet ediyor, patinaj yapıp yapıp yokuşu çıkmak için onun uzattığı çekme halatı, ki adı İslâm’a yakışmıyor, motoru yakıyorsunuz. Yoksa siz O’nu görmüyorsunuz diye, O’nun da sizi görmediğini, bilmediğini, başıboş bırakıldığınızı mı sanıyorsunuz?

Sanmadığınızı ben gayet iyi biliyorum! Çünkü ara ara kendinizi ele veriyor, hele de lastiğin patlayıp yolun bitmediği fakat sizin artık gidemeyip pes ettiğiniz anlarda, itiraf etmek zorunda kalıyorsunuz. Ben kendime zulmettim. Kendim ettim kendim buldum. Bu türkü tanıdık geldi değil mi? Ne çok yük aldık bedenimize, arabasına bile koltuk sayısından fazla adam almamaya dikkat eden bizler, midemizin almayacağı kadar yemiyor, adeta tıkınıyoruz. Gıdayı tıkıyoruz ama tabanlarımıza yük olmaktan başka bir işe yaramıyor değil mi? Çünkü biz mutlu olmak için yemeyi, eğlenmek için seyretmeyi, dinlenmek için gürültüyü kulağımızın ta içine sokacak sözde modern bir hayat sanırken, bunun için üretilmemiş olan bu beden her gün farklı bir uzvundan fire veriyor. Ağrı, sancı, korku, kaygı, öfke, takıntı… Hangi birini sayayım ki?

Oysa bir aleti aldığınızda kullanma kılavuzunu da hediye ederler değil mi? Size de edildi ama farkında mısınız? Okuyup yazmaya başladığınız yedi yaşından bu yana çok olsa da henüz kapağına bile dokunmadınız değil mi? Ya da anlamadığınız dilden okuyarak oyalanıp komşunun o aleti nasıl kullandığını, kullanım kılavuzunuz yerine ondan öğrendiğiniz gibi dini sahibi dışında herkese sordunuz, her öğrendiğinizle biraz daha haddi aşıp kitaptan uzaklaştınız değil mi? Yol yanlış, yöntem yanlış, bilgi yanlış beyler, bayanlar, gençler, saçı başı ağarmasına rağmen genç görünme yarışında biraz da komikleşenler. Artık alavereyi, dalavereyi, salıvermeyi bırakın da baş aşağı düşmeden çukura, hem gelirken hem de giderken kontrolün siz de olmadığını hatırlayıp kontrolü O’na yani Rahmân ve Rahîm Allah’a bırakın. İnanın tüy kadar hafifleyecek, bir ömür zorluklarınızda O’nu yanı başınızda, yüreğinizde hissedeceksiniz! Yetmez mi?

Hatice Dilek Cengiz

‘Sarp Yokuş’ adlı kitabından Alıntıdır.