Öfke Balsa, Suni Bal Yemeyin!

/ / Makalelerim

ÖFKE BALSA, SUNİ BAL YEMEYİN!

Siz de çarçabuk öfkelenen, öfkesini zaptedemeyen ve vara yoğa söylenenlerden misiniz? Keskin bir sirke gibi yürek dağlar mısınız sürekli? Uzak kaldığınız için mi bu sertliğiniz şefkatten, anlayıştan, adaletten, hatır saymaktan? İyi de davulun sesi hoş mu geliyor uzaktan? Ashab çok mu nazlanarak yetiştirildi ki nazlanmayı bildi nazlamadan? Yoksa bütün mesele, neyi, kim için yaptığını bilmekle kalmayıp mutmain olmak mıydı sorgulamadan? Ya; “Ben çok yoruldum, sıkıldım. Duy artık beni!” kıvamında çaldırılıyorsa alarmlar çevrenizdekiler tarafından ya koca koca çamlar deviriyorsanız her gürlemenizde, evinizde eşinizin, yatakta bebeğinizin, yorganın altında çocuğunuzun, alt katta komşunuzun, iş yerinde elemanınızın başına çöküyorsa dünya, sesinizin dehşetinden.

Can pareleriniz olan yavrularınız, sizi bir vahşi panter gibi hatırlıyorsa, her şeye kükreyen. Ya sizin için gizlide gözyaşı döken anneniz, hal hatırını bile sormadığınız için arayıp telefonla da olsa, kâbuslar gören. Rüya da bile sizi arıyor gel diyorsa, özlemini rüyada bile gideremiyorsa ne denir? Soru sormaya gelen, kırk katır mı istersin, kırk satır mı istersin dercesine keskin, haşin bakışlarınızdan, korktuğu için sormaya bile çekiniyor ve bu yüzden eli ayağına dolanıp hata yapıyorsa. Aile bireyleriniz sizinle aynı odayı paylaşmamak için, kimi tv’ye, kimi internete, kimi kitaba, kimi elişine gömülüyor, göz göze gelmemek, aman bir sorun çıkarmasın diye meşgul olabilecek şey seçiyorsa. Evde fırtına kopmadan yaşanan bir sessizlik, derin bir korku kol geziyorsa, babaysanız diğer babalara, anne iseniz diğer annelere, ağabey, kayınpeder, patron her ne iseniz, alternatiflere baktığında yakınlarınızın burnunun ucu sızlıyor, gözleri şaşkınlık ve hayranlıkla bakıyor, kalpleri binlerce iğne batırılmışçasına acıyor, kanıyorsa, söyleyin bunların hesabını kim verecek? Siz değil mi? Bekleyin! Elbette onlar da beklemekteler! Mahkeme günü hızla yaklaşıyor.

Hadi kulları takmıyorsunuz, kimseden emir almaz, kimseye yaranmaya çalışmaz, kafanıza göre tıraş eder, eser, keser, biçer, doğrar, öldürür, olmadı tekme tokat girişir, doğduğuna bin pişman edersiniz, öyle mi?

Utanın insanlığınızdan, erkekseniz erkekliğinizden, kadınsanız kadınlığınızdan, evlat, gelin, işçi, patron her ne iseniz, hakkını veremediğiniz sorumluluğunuzdan utanın!

Korkun Allah’tan! Allah’ın kullarını korkutanlar, eşek gibi dövenler, pislik gibi aşağılayanlar, dilencinin bile kovulmaması gerektiğini söyleyen dininizden utanın! Evinizden, işinizden, mahallenizden, kovmaya hakkınız var mı ehlinizi?

Siz kendinizi ne sanıyorsunuz?

Bir çiğnem et, tiksinilen bir damla su, biraz kan, daha dün altı bezlenmese ortalığı kokulara boğan siz değil miydiniz? Ne o, büyüdünüz de başınız dağlara mı yetişti? Yoksa göğü mü deldi? Yumruğunuz duvarları mı yıkabildi? Emrinizle gök ve yer hizaya mı girdi?

Cebiniz, kasanız para dolsa ne yazar. Bir kurşunluk, bir urganlık, bir usturalık, dahası bir sıkımlık canınız var değil mi?

Davacılarınızın sayısı daha fazla artmadan, Peygamber dili ile “Burnunuz yere sürünsün!” Secdeye gelin. Divana durun. Kâinatın hâkiminin arzında, sesinizi kesin artık, haddinizi bilin ve susun! Kul olduğunuzu hatırlayın, ilahlık taslamayın!

Haddinizi bilmediniz madem bugüne dek, utanın da bugünden sonra fısıltı ile konuşun. Bir başınıza yapamıyorsanız eğer “Ben hastayım” deyin, tedavi olun. Hastalığa sığınıp entrikalar çevirmeyin. Tuzak kuranların en hayırlısı olan bir Rabbimiz olduğunu unutmayın. Allah’tan, nasıl korkulması gerekiyorsa öyle korkun!

İnsanın böbreği, dişi, beli, ayağı hastaysa, kendine zarar sadece. Ama kalbi ve beyni marazlı ise, hastalıklı ise, sağlıklı düşünemiyor, anormal davranışlar sergiliyorsa, bu, hem kendini hem de çevresini havaya uçurmaya hazır canlı bir bombaya dönüşmüş insan demektir. Anlayın ve tedbir alın! Ey akıllılar. Deliler arasında akıllı kalmak hiç mi hiç kolay değil.

Ey hocalar, eğitimciler, beyler, bayanlar! Eğer siz bunlardan biri iseniz ya da etrafınızda böyle birileri varsa, tedavi olun veya tedavi ettirin. İnanın son pişmanlığın fayda etmeyeceği gün, diri diri toprağa gömdüğünüz davalılarınızla sizi dirilttiğinde Rahmân olan Rabbiniz, Rabbinize hesabını veremeyeceksiniz! Deliye akıllı muamelesi yapmak, akıllıya en büyük zulümdür, bilesiniz! Haklıya hakkını vermez, deliden yana kendinize rol biçerseniz, delidir ne yaparsa yeridir dendiğinde çok geç kalmış olmamak için aklınızı delilere kiraya vermemelisiniz.

Şeytan bu, taktı mı takar, doladı mı elini belinize, kurtulmak ancak İslâm’ın ipine sarılmakla, Rahmet Peygamberi’ne tutunup şeytanın bağını çözmekle mümkündür. Dille değil, beyin ve kalple eûzü besmele çekin, “Lâ havle” diyorsanız gerçekte, güç gösterisine girmeyin ki, sizin üstünüzde Âlemlerin Rabbi var. Güç ve kuvvetin O’na ait olduğunu artık idrak edin. Evinizden çıktığınızda, minberde durduğunuzda, seccadede, Kâbe topraklarında, kurban bayramında koçu yatırdığınızda değil sadece; evde, sokakta, işte, yemekte, yatakta, tuvalette, her yerde yaşayın edeplice. Hâlâ utanmadıysanız bütün bunlardan ve ders almıyorsanız, bize susmak düşer.

Çünkü laf, dinleyene söylenir, kulağını tıkayıp kaçana, kaş göz hareketleri ile alay edene, hakkı beğenmeyene değil. Öyleyse siz bilmiyorsanız, bari biz haddimizi bilip “Edep ya hu!” diyelim ve söze bir son verelim. Edep ya hu!

Hatice Dilek Cengiz

Sarp Yokuş’ adlı kitabından alıntıdır.