Hayat Organımız Kalp

/ / Makalelerim

HAYAT ORGANIMIZ KALP

İşimi seviyorum. Mahlûkatın en şereflisi için bir şeyler yapmanın, kalbe hitap etmek, kalbi aktifleştirmek, sakinleştirmek, durultmak, güçlendirmek, şevklendirmek olduğunu düşünüyor ve öyle de yapmaya gayret sarf ediyorum.

Rahmân’dan hep, karşıma göğsünde kalp taşıyanı çıkarmasını istedim. Çünkü taşsa taşıdığı, sesim sadece yankı yapıp bana geri gelir. Oysa ben o kalple çalışmak, perdeleri kaldırıp kalbin sahibinin Rahmân’la buluşmasını sağlamak, zayıfladığına inandığım ilişkisini güçlendirmek ve aradan çıkması gereken ne varsa çıkarmak istiyorum. Hani bir nevi kişiye kayıp hazinesini veya unuttuğu sevda türküsünü tekrar hatırlatmak, beynine doğru bilgileri yükleyip hafızada zaten var olan en özel dosyaları açmak istiyorum. Ruhlar âleminde ilan ettiği sevgi ve sadakatine ihanet etmenin ağır bedelini ödemeden, dünya yokuşunu, küçük sıyrıklarla tırmanmasına rehberlik yapmak istiyorum.

Ben yaşanan sorunların nefsin oyunu olduğunu, bu oyunu nefse öğretip oynatanın şeytan olduğunu düşünüyor ve şeytanla çelik çomak oynamaktan vazgeçmeyenlerin ve Rabbine sadakatini bozanların denendiğini düşünüyorum. Neden mi? Şeytanın işi bu da ondan!

Eşrefi mahlûkat olan insanı kıskandığını, “Beni ateşten, onu çamurdan yarattın” diyerek ilan eden şeytan, hiç giremeyeceği cennete, bizim de giremememiz için insanlığı yoldan çıkarmak istiyor ve Rahmân’dan izin alıyor.

Allah’ın yaratan olduğunu, en doğru yolun İslâm olduğunu, ölümün hak ve hesabın mutlak olduğunu da bilen şeytan yolumuza oturup bizi ümitsizlikle, kibirle, geçmişle, gelecekle, panikle, aceleyle, malla, canla, evlatla, eşle kaybettirmeye çalışıyor. Bir sürü asılsız düşünceyle kafamızı karıştırıp bizi, sonu gelmeyen sorulara, anlamsız ve abartılı korkulara sürüklüyor. Çözüm mü? Şapkayı önümüze koyup düşünmek. Şapkadan kuş çıkaran bir hokkabaz misali ne çıkacak diye beklemek yerine, büyülü camda seyrettiğiniz sıradan hayat hikâyelerinden biri de sizin ki olmasın istiyorsanız, sıra dışı bir şeyler yapmak gerekiyor. Önce barış ilan etmek, kendimizi aynada sevmek sonra bütün bunları bize verene sevgimizi sunarken, verdiği eli, ayağı, dili, gözü, kulağı kullanmak gerekiyor.

Else bu, ne olur sevdiklerini sevmeye, ver dediklerini vermeye, al dediklerini almaya kullansak. Kirleneni, dağılanı, atılanı, yakılıp-yıkılanı düzenlerken mutluluk hissetsek içimizde!

Ayaksa, git dediği yere gitsek, gel dediği yere gelsek, dön dediği yerden dönsek, dur dediği yerde durup ardımızda iz bırakacak adımlar atsak ve tüm bunlarla hayır umsak ilahî mahkemede.

Gözü, kulağı, kalbi O’nu şükretmeye kullansak. Ağzımızdan inci gibi sözler dökülse. Sesimiz kanayan, acılı yürekleri serinletse, bakışımız yapılması gereken ne varsa söylenmeden, istenmeden anlatsa ve anlasa her şeyi, yapılmaya hazır bir bedenle işe koyulsa.

Bir duvar örsek kötülüğe, fuhşa, zulme karşı. İçinde saat gibi çalışan iman dolu kalpleri, onurlu duruşları, helalden kazançları, iffetli tavırları olsa, dillerde şahadet türküleri söylense ve yürüse insanlar! Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar biz de yürüsek, ne olur? Hiç yorulmadan hep yürüsek…

Çok mu zor? Zor olan ne? Yiyip bitirdikleriniz, giyip kuşandıklarınız, yığıp biriktirdikleriniz mi? Allı pullu sözlerle kandırılmayı, vur patlasın çal oynasın eğlencelerle avutulmayı, defalarca kez tekrarlanan pişmanlıklar, acılar ve öfkelerle çıldırtılmayı beklemiyorsanız, ne olur gelin siz de hep birlikte yürüyelim, kardeşçe, insanlık onurunu ayağa kaldıralım. Kalpsizler dünyaya kök saldı. Yapılacak çok iş var.

Nasıl olsa birileri yapar aymazlığından kurtulup hayatın kıymetini bilmeli, kalpten kalbe kurduğumuz köprülerle birbirimize sımsıkı bağlanmalıyız. Mevsim kışsa karda kardelen, baharsa suda nilüfer, yazsa toprakta gül açmalı, ömrün son baharı ise yapraklarını dökmüş bir ağaç gibi günahları dökmeli, dirileceğimiz anda eyvah dememek için şimdi hayatta iken “Lebbeyk, Rabbim buyur!” demeyi bilmeliyiz.

Hatice Dilek Cengiz

‘Sarp Yokuş’ adlı kitaptan alıntıdır.