Has Kullar

/ / Makalelerim

Has Kullar,

136- Hayatı Allah’ı görür gibi yaşadığında, onu limitsiz mutlulukların kucaklayacağının şuurundadır. Sınırsız, kesintisiz, şoksuz, kusursuz, tam da olmasını isteyeceği gibi her şey. Hayal bile edemeyeceği kadar muhteşem. Bilinç ötesi, bilinç üstü, bilinç dışı bir gerçekliği vadeden bir Rab! O’na kavuşmak, O’nun huzuruna çıktığında tertemiz bir yüze, sicile ve en başta yüreğe sahip olmak için, arınmak, ve adanmaktır ilkesi. Hiç durmadan adım adım hedefe odaklı bir süreçte kalmakta niyetinde ve azmindedir.
137- Hayatını kötülerle ve kötülüklerle geçirenlerin ise sonlarını görür gibi bilir. Çünkü Rabbi bu gibilerin yaptıklarını, yapacaklarını, yapmak istediklerini, yaptıklarının sonuçlarını tüm ayrıntıları ile Kuran’da anlatarak, aslında ‘Sakın bunları yapmayın! Yapanların sonu bu olacak!’ mesajını, daha olmadan, ezeli ve ebedi ilmiyle bilerek haber verir. İşte böyle üç boyutlu bir kitabı olduğu için; geçmiş, şu an ve gelecekte nelerin olduğunu, olacağını, olabileceğini öğreniyor olmak için, kitabını elinden düşürmez. Bu engin, kati ve kapsamlı öğütler, onu etrafındaki herkesten çok daha nitelikli, özgün, farkındalık bilinci çok yüksek bir birey haline getirir.
138- İnsanları daima Allah’tan hakkı ile korkmaya davet eder. Çünkü Allah:
– İnsan neslini yaratandır.
– Diriltecek olandır.
– Yerden ve gökten ihtiyacı olan her türlü nimeti yaratan, devamını sağlayandır.
– Var olma sebebidir.
– Var olma sebebini anlamlandırandır.
– Ebediyet ihtiyacını karşılayabilecek kudrette olandır.
– Tüm şüphelerini giderebilecek gerçek bilgi kaynağını insanlığa sunandır.
– Her an, her yerde,
her şekilde kullarından haberdar olandır.
– Her türlü gücün üstünde tek güç sahibidir.
– Kainattaki tüm işlerin kontrolü, kaydı, akışı, sistemi, düzeni elinde olandır.
Tüm bunları bilmek, onun Rabbinin sevgisini kaybetmekten korkmasına neden olur. Onun korkusu sıradan, basit, aciz insanlardan çok öte bir değer ifade eder. O Rabbinin huzuruna davet edilmeyecek zelil bir hayatla göçmekten korkar. Bilir ki Rabbi zalim değil, adildir.

139- Allah’a şirk koşanlara: ‘Sizin ortak koştuklarınızdan yoktan yaratan ve sonra tekrar diriltecek biri var mı? ‘ diye sorar. Ve sonra :’ Her şeyi yoktan var eden ve diriltecek olan Allah’tır!’ diyerek onları düşünüp akletmeye, gerçeğe teslim olmaya, sığ düşünmemeye, mantık yürütmeye, deliller üzerinde düşünmeye davet eder.
140- Dünya da Allah’tan başka hiç kimsenin kimseye, doğru yolu tam anlamıyla öğretme ihtimalinin olmadığını bilir. Çünkü öğretmeye kalkan da tıpkı öğrettiği kişinin niteliklerine sahip, aciz bir insan olduğunun farkındadır. Tam da bunun için, Allah’ın insanlardan elçiler seçerek, yolunu insanlığa öğrettiğini ve nasıl uygulamaları gerektiği konusunda da, seçtiği elçileri örnek gösterdiğini kitabından öğrenmiştir. Peygamberler ona göre, Allah’ın övgüsünü hak etmiş, mükemmele en yakın ahlakta ki insanlardır. Fakat Peygamber bile olsa, hiç bir insanın mükemmel olamayacağını Kuran kendisine tekrar tekrar örneklemiştir. O, Kuddüs ve Alim olanın ; yani her konu da kusursuz ve herşeyi bilebilecek olanın yalnız Rabbi olduğunun şuurundadır. Bu akidesinin en temel öğretilerinden birisidir onun. İşte bu öğreti ona, eğer dini insanlığa sunacaksa, davranış ve düşünceleri ile örneklik teşkil edebilecek bir insan olması gerektiğinin farkındadır. Rabbimden öğrenmeliyim, öğrendiklerimi dolu dolu yaşamalıyım ki insanlar arasına karıştığımda saygın ve takip edilen bir liderlik sergileyebileyim diyecek kadar bilinçlidir. Aksi takdirde ‘kendine bile hayrı olmayanın kime ne hayrı olabilir ki ‘ denileceğinin de farkında olarak hareket eder.
141- İnanmayanlara ve Kuran’a ‘uydurulmuş’ muamelesi yapanlara meydan okur.’ Ve ‘haydi siz de kimi yardıma çağırırsanız çağırın, hangi yöntem, teknoloji veya bilgiyi kullanırsanız kullanın, bize Kuran benzeri bir kitap getirin.’ der. Aslında Müminin; saldıran, hakaret eden, aşağılayan değil, suçluymuş gibi sürekli savunma yapmak zorunda kalan değil, herkese her konu da hesap vermek zorunda bırakılan olmaması gerektiğini, duruşuyla net olarak ispatlar. Aksine Rabbine kul olmaktan şeref duyan bir birey olarak, kula kul olup Rabbini unutanları, kendi batıl davalarını ispatlamaya nezaketle davet eder. Böyle kişilere, yeryüzünün hakimi olan Rabbinin huzuruna çıktığında ‘suçlu’ ya da ‘sanık’ olmamanın, ne kadar kolay ve güzel olduğunu da , tanıştığı yahut bulunduğu her ortamda, bazen ağzını bile açmadan, açtığındaysa yerli yerince konuşarak çok etkili bir şekilde göstermeyi başarır.

142- Eğer insanlar inandığı değerleri hafife alır, inkar eder yahut alay ederlerse: ‘Ben benim yaptıklarımdan siz de kendi yaptıklarınızdan sorumlusunuz. Siz benden ben de sizden sorumlu değilim !’ der. Sataşmaz, tartışmaz, hakaret etmez, kırılmaz, kızdırmaz, yargılamaz. Gayet kendinden emin, izzetli, şuurlu, dengeli, sakin bir tutum sergiler. Kimseye din adına mobing uygulamaz. Kimsenin de kendisine mobing uygulamasına izin verecek bir acziyet göstermez. Eğer kendini bu vb konularda güçlü hissetmiyorsa destek alır. Peygamberimizin ‘kuvvetli mümin zayıf müminden hayırlıdır’ demesinde ki hikmete uygun davranır.
143- Kimi insanın dinlemediği, anlamadığı, bilmediği halde ‘mış gibi’ yaptığını ve yapacağını bilir. Lafa karnı toktur. Her söylenene kanmaz. İcraatı olmayan söylemlere itibar edip kendini kandırmaz. Allah’ın Kuran’da bu tür insanların aklını kullanmadığını belirten ayetlerini hatırlar. Aklını gereği gibi kullanmayanlara, hakkı işittiremeyeceğini bilir. Onların görür gibi yaptığının farkındadır. Aslında her bakanın göremeyeceğini gayet iyi biliyordur. Basireti yani kalb gözü kapalı insanlarda, göz ve kulağın gerçek fonksiyonlarını icra edemeyeceğinin şuurundadır. Bu özel bilgiyi ona Rabbi öğretmiştir. Bu nedenle, elinden gelenin sadece uyarmak olduğunu bilir ve bu onu müsterih kılar. Suçluluk, çaresizlik, gereksiz acıma gibi duyguların etkisinde kalmaz.
144- Çoğu insanın ahireti, kıyameti gereği gibi ciddiye almadığını gördüğünde; ‘Ben kendime bile Allah izin vermedikçe fayda ya da zarar veremem. Her topluluğun bir sonu vardır. Bu an ne ileri ne geri alınamaz!’ diyerek onları korkmaya ve bilmedikleri konularda konuşmamaya davet eder. Çok iyi bilir ki gelecekte ne olacağını bilebilecek olan yalnız Rabbidir. Bu tür insanlar onu, ahirete ve kıyamet saatine hazırlıklı olması konusunda gevşekliğe sürüklemez. Aksine aklını gereği gibi kullanan bir kul olması gerektiğinin idrakine varır. Ekonomik kriz, savaş, doğal afetler, meslek edinme, üniversite eğitimi almak için sınava girme gibi dünyevi konularda insanların nasıl ciddi emek harcadığını, para akıttığını, zaman ayırdığını gördükçe daha fazla, kıyamet ve ahiret hazırlığı yaparak hangi dünyayı daha fazla önemsediğini önce Rabbine sonra da kendine ispatlar. Kısaca inandığını söylediği dinin gereklerini yapmakta, onların geçici dünya hayatı için gösterdiği gayretten çok daha fazla, ebedi hayatı için gayret etmedikçe, Rabbi nazarında onlardan bir farkı kalmayacağını bilir.

145- İnanmayanlara ‘Kıyamet şu an kopsa yahut şu an azrail gelse, ölümle burun buruna gelseniz inanacak mısınız? Bu inanmanın size hiç bir faydası olmaz. Neden aklınızı kendi hayrınıza kullanmıyorsunuz?’ diye sorar. Kendisi de hayatının her deminde damdan düşmeden, damdan düşenlerin halini görüp, şahsı adına dersler çıkarmayı başarır.
146- Azabın gerçek olup olmadığını sorgulayanlara ‘Andolsun ki gerçek ve siz onun gerçekleşmesini engelleyemezsiniz! ‘ der. Günümüz insanının ne çok konuda boş konuştuğunun farkındadır. Gerçekler onu hep farkında olmaya, farkında yaşamaya, fark ettirmek için elinden geleni yapmaya sevkeder. Zannettikleri kadar güçlü olmadıklarını bilir, dünyanın her yerinde zulüm ve haksızlık yapanların. Rabbinin gazabının onlar gibi yaşayanların da üzerine ineceğini bildiğinden, tek başına bile kalsa, bulunduğu her yerde emrolunduğu gibi davranarak, gazabı üzerine çekmez. Onların hiçbir batıl fikrine, eylemine, idealine destek vermez. Daima safını belli eder şekilde davranır.
147- İnkarda ayak direten ve o hal üzere ölenlerin azapla karşılaşınca, dünya ve içinde ki her şeyi fidye olarak verip kurtulmak isteyeceklerini bilir. Halbuki Allah’ın onlara asla zulmetmeyeceğini, sadece hak ettikleri ile karşılık vereceğini kitabın da pek çok kez okumuştur. Bu insanların düşeceği duruma düşmemek için, dünya da hiçbir kimse, hiçbir şey, hiçbir istek onu Rabbini gazaplandıracak eylem ya da söylemlerde bulunmasına neden olamaz. Eğer gaflete düşüp yanlış yaptıysa da hemen Rabbine dönüp af diler, affedilmek için tevbe etmekle kalmayıp güzel işler yaparak, yaptığı kötülükleri temizlemeyi hedefler. Rabbinin ondan zor, kötü, çirkin hiçbir şey istemediğini bilir. Dünyanın tüm güzelliklerinden haram ve helal sınırlarına dikkat ederek faydalanırken, kendisini çok daha mükemmel bir hayata hazırlıyor olmanın coşkusu onu her an enerjik, coşkulu, sabırlı kılar. Ahireti kazanmak için dünyadan vazgeçmek zorunda olmadığını bilir. Oyda diğer dünya görüşlerine sahip insanların acınacak halde olduklarını, tek dünyaya yatırım yapıp kaybedeceklerinin bildiği için, onlara özenmesi ve onlar gibi yaşamayı seçmesi imkansızdır.

148- Kuran’ın Allah’ın öğütleri olduğunu bilir. Gönlü onunla şifa bulur. Müminler için bir hidayet ve rahmet olduğunun şuurundadır. Kısaca eğer okuduğu ayetler ona ders vermiyor ve hayatını etkileyecek kararlar almıyorsa, her okuduğunda içi huzur dolup tüm soru ve sorunlarının cevabını bulmuyorsa, doğrunun bir bütün olarak kendisine sunulduğunun farkında olarak, ona gereği gibi inanıp uygulamadıkça kendisini mümin olarak tanımlamasının anlamsızlığının idrakindedir.
149- Allah’ın neyi haram neyi helal kıldığını net olarak bilir. Nefsi ile hareket edip şuna helal, buna haram demesine Rabbinin izin vermediğini ve bunu Rabbinin zatına yapılmış bir iftira saydığını bilir. Bu nedenle gündelik hayatında daima ağzından çıkanlara dikkat eder. Şuursuzca bir şeyleri yasak kılmaya yahut birşeylere izin vermeye kalkmaz. Böyle bir konuma ne kendini, ne birilerini asla koymaz. Kendini bu konumda sanan ve sözünü geçirmeye çalışanları ise ciddiye almaz.
150- Rabbinin daima kendisini gördüğünü bilir. Öyle ki ister bir işe dalmış, ister Kuran okuyor, ister bir iş yapıyor olsun, Rabbinin ve kayıt almakla sorumlu meleklerin gözetiminde olduğun şuurundadır. Gökte ve yerde her şeyi gören ve bileni bilene kul olmanın hazzını hisseder. Tüm her şeyin ana kaynak olan Levhi Mahfuz da kayıtlı olduğunu bilmek onu; hem Rabbinden, hem kendinden, hem de kainatta ya da kendi iç dünyasında olan, olmuş yahut olacak her şeyden haberdar olan bir ilahı olduğu için bilincine vardırır. Her şeyi yerli yerince bir bilen, yapan ve gerçekleştirecek olan olduğunu biliyor olmak ona sukunet ve emniyet kazandırır.

151- Allah’ın dostu olmayı başardığında korkudan ve üzüntüden emin olacağını bilir. Eğer korku yahut keder hissediyorsa ‘ nerede hata yapıyorum?’ u sorgular. Kendini güçlü ve mutlu hissetmenin TEK yolunun O’na sımsıkı bağlanmaktan ve dayanmaktan geçtiğini hiç unutmaz. Şeytan ve dostları her gücünü düşürüp, mutsuz etmek için atlısı, yayası, hem cinsi, karşı cinsi ile üzerine geldiğinde o susmayı, düşünmeyi, Kuran ile doğruyu bulup, Nurunda sabırla yürümeyi seçer.
152- İnandığı Rabbine gerçekten inanır. İnanıyormuş, anıyormuş, seviyormuş, sayıyormuş, bağlıymış gibi yapmaz. Onunla dilini bile oynatmadan konuşabildiğini bilir. Onu içinde arar, dışında değil. Onu içten sever, dıştan değil. Ona ta yürekten bağlı olduğunu; yüreğinin O’nu andığında ki titreyişinden, derisinin ürperişinden nefesinin derinliği ve ferahlığından, bedenin hafifliğinden, sesinin ve sözünün yumuşaklığından, gözünün yıldız gibi parlayıp yaşla doluşundan anlar.

153- Onların sözlerine üzülmez. Çünkü kelam etme gücü verenin her oynayan dil ve dudağı duyduğunu bilir. Sözün sahibinin sahibine döner ve huzuruna çıktığında her duyduğu çirkin, acı, ağır, kaba, küfürlü sözün yüreğinde ve bedenin de bıraktığı kötü, berbat, korkunç hislerin mükafatını umar.Kötülüğe kötülükle değil, ya sukunet, ya öğüt, ya sabır ve tevvekkül ile karşılık verir.

154- Batıl düşünce sahiplerinin kötü emellerini Allah’ın boşa çıkaracağından emindir. Zalimlerin deneme konusu olmamak için dua eder. Onların şerrinden Allah’a sığınır. Onların güçlerini yok et ki senin yolundan saptıramasınlar diye de dua eder. Duaları içten, ana yönelik ve kapsamlıdır.

154- Namazlarını gereği gibi kılmak için evlerini, iş yerlerini namaza uygun hale getirir. Onun evi ve iş yeri daima; temiz, düzenli, batılı ve batıl hayata özendiğini çağrıştıracak her türlü süs eşyası, tablo, giysi, tabak çanak, helal olmayan kozmetik ve gıda maddeleri gibi şeylerden arınmıştır. Evinde ve iş yerinde İslam rüzgarı eser. Giren çıkan herkese hoş bir maneviyat sirayet eder. Huzurun, dinginliğin. muhabbetin, kaliteli ve nitelikli birlikteliklerin adresidir. Evinin yahut iş yerinin her köşesi namaza uygundur.
155- Dua ettiğinde Rabbinin icabet edeceğini bilir. Bu nedenle dua ederken halini Rabbine huşuyla, samimiyetle, ısrarla sunar. Duasının kabulü için acele etmez, Allah’la pazarlığa girişmez. O’na yapması ve yapmaması gerekeni öğretir gibi şartlı dua etmez. Dua edişinde tarzı, ses tonu, oturuşu sünnete uygundur. Adap yahut edep dışı bir halde, taşkın, itici, irite edici bir şekilde dua etmez. Sadece kendine değil özelde tüm ümmete, ailesine, dostlarına, akrabalarına, soyuna, hatta doğmamış soyuna, kadın erkek tüm inanlara, genelde ise insanlığın gidişatının hayra olması yönünde dua eder.
156- Bilgiyi, bileni, ne bildiğini, ne kadar bildiğini çok önemser. Bilmeyeni, bilmediğini, bilir gibi yapanları, bilmek istemeyenleri, bilse de aldırmayanları iyi ayırt eder. Bildiğini tam bilir ve taviz vermez. Bilmezlerin oyunlarına, baskılarına, reklamlarına, yol ve yöntemlerine, çoğunluk oluşlarına aldırmaz.

157- İnanmayanlara uyarıların fayda vermeyeceğini, onların akıllarını kullanmadığını, akıl nimetini gereği gibi kullanmadıkları için de hidayete ermeyeceklerini bilir. Kimseyi inanmaya zorlamadığı gibi, inandırmaya zorlayanlarında dinin izzetine uygun davranmadıklarını bilir. Rabbinin tüm insanların değil, dileyenin inanmasını dilediğini net olarak bilir ve yeri geldiğinde söyler. Allah’ın doğruyu arayan insanlara imkan sunacağının da daima şuurundadır. Yine çok iyi bilir ki kulunun inanmasına, Allah’ın ihtiyacı yoktur. Aksine inanmak en doğal insani bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı bile inkar eden, her şeyiyle muhtaç olduğu Rabbine bile, ihtiyaçsızmış gibi davranan insanın, nankör olduğunun farkındadır. Böylelerine hak ettikleri kadar değer verir. Onlarla ilişkileri mesafelidir. O hiç bir insanla yapmacık, sığ, verimsiz, niteliksiz ilişki kurmaz. Hedefi ya doğruyu öğrenmek, ya doğruyu sunmaktır.
158- Rabbinin kullarını müşriklerin elinden kurtaracağından emindir. Bunun Allah’ın geçmişten bu güne uygulayageldiği sünneti olduğunun bilincindedir. Allah’ın Kuran’da ‘inanları kurtarmak üzerimize bir borçtur’ dediğini hep hatırlar. Bu yüzden de kendisine ‘kurtarıcı’ aramaz. Kendisini ‘dünyanın kurtarıcısı’ ilan edenlerin Allah’a kendilerini denk saydıkları için şirk koştuğunun, onları ‘kurtarıcı sayanların da müşrik olduğunun farkındadır. Yenilmez gücün ve mutlak güçlünün yalnız Rabbi olduğunu bilir.
159- Yüzünü yalnız dine, yalnız müminlere çevirir. Dinden ve müminlerden yüz çevirenlerden ise uzak durur. Dinin hiç bir emrinin doğruluğundan, ilmiliğinden, insaniliğinden, ahlakiliğinden, sağlığa uygunluğundan tereddüt etmez. Aksine ‘ben beni ve sizi yaratana, diriltecek olana inanırım’ diyerek, insanlığı da özüne dönmeye, özünü bulmaya, özünü bilmeye davet eder.

160- Allah’a inanıp teslim olan insanın, ona güvenip dayanması gerektiğini bilir. Sözde yalnız Rabbine teslim olduğunu iddia edenlerin, Allah’tan gayri herkesten emir almaya hazır asker gibi davrandığını görür. Allah’ın emrine muhalefet edenlerin bile muhalefetine ses çıkarmayanları gördükçe, dinin lafla yaşanmayacağının farkındadır. Bu gibilerin Allah’tan beklemeleri gereken yardımı; insanlardan, hiziplerden, kurumlardan beklemelerinin yanlışlığını görür. Bu nedenle de ‘Rabbim bizi zalimler için deneme konusu kılma !’ diye ihlasla dua eder. Zalim insanların işlerine gelmediği zamanlarda eş, akraba, aile, komşu hukukunu bile takmadan zulmedebileceğine, defaatle şahit olmuştur. Bu da onu zalimin zulmune sessiz kalmaması yönünde biler.
161- Zulmün diğer bir şeklinin de, ‘insanın kendine zarar veya fayda verme ihtimali olmayanlara tapar hale gelmesi ‘olduğunu bilir. Bu hal üzere olmanın, düpedüz kişilerin kendini ateşe götürmesi anlamına geldiğinin farkındadır. Bir insanın kendine bu kötülüğü yapmaya hakkı olmadığını dini ona öğretmiştir. Bu müthiş ‘bilinç halini’ dinleyen, isteyen herkese de anlatması gerektiğinin şuurundadır.

162- Rabbinin vahyine uymanın farz olduğunu bilir. Vahyi bilmenin yaşamak anlamına gelmediğinin farkındadır. Bu nedenle her gün mutlaka kitabının yüreğine dokunması için gayret eder. Okuduklarını içine sindirdiğini ise, hayatına yansıtarak ispatlar. Yaşantısının her aşamasında Allah’ın hükmüne saygılıdır. Elinden geleni yaptıktan sonra gerisini Rabbine bırakması gerektiğini bilir. Bilir ki Rabbi hakimlerin, hükmedenlerin en hayırlısıdır. O tartışmacı, asi, toleranssız, panik, kaygılı, takıntılı bir insan olmamak için gayret eder. Bu tür sorunlarla tek başına baş edemediğini fark ettiğinde ise, kendisine veya çevresine eziyete dönüşmeden destek alır.

163- Kuran’ın insanların Allah’tan başkasına ibadet ederlerse, başlarına geleceklerle ilgili uyarmak üzere indiğini bilir. İnsanın insanı kul, köle, bağımlı hale getirdiğinde ki kötü sonuçların farkındadır. Kimseye koşulsuz teslim olmaz. Kimseye haddinden fazla bağlanmaz. ‘Onsuz yaşayamam’ , ‘senin için ölürüm’ ,’ sensiz yaşayamam’ gibi tehlikeli cümleler kurnaz. Böyle yanlış duygu, düşünce yada eylemde bulunan insanları uyarır ve Cennete davet eder.
164- Allah’ın insanların hangisinin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere yarattığını bilir. Bunun için de çevresini eleştirmek değil, örnek alıp kendini geliştirmek için inceler. Her gördüğünden, her duyduğundan, her yaşadığı olaydan hikmet devşirmeyi başarır. Olaylara ‘sorun değil’. ‘soru’, kişilere ‘sorunlu’ değil, kendisini denemek üzere Rabbinin karşısına çıkardığı bir ‘şık ‘ olarak düşünür. Tüm sorulara ve kişilere en doğru tepkiyi verebilecek bir izzeti kuşanır.
165- Sadece dünya hayatının refahını, mutluluğunu ve gücünü isteyene Rabbinin gani gani vereceğini bilir. Bu nedenle, sırf dünya için koşturan bir insan olmaktan korkar. Zengin ve ünlü olmak için mümin olmaktan vazgeçmez. Rabbinin ahirete dünyaya tercih edenleri, mala mülke, şana şöhrete boğacağını bilir, özenmez.

166- Allah’a karşı yalan uyduranların zalim olduğunu bilir. Bu kişilerin Rabbinin huzuruna ‘İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenler!’ denilerek getirileceğini kitabından öğrendiği için, bu hale düşmekten, bu hale düşürmekten, bu hale düşecek olanların şerrinden korkar. Allah’ın lanetinin bu zalimlerin üzerine olacağını bilir. Onları ‘zalim’ diye adlandıranın Allah olduğunun şuurundadır. Çünkü bu kişilerin; insanları Allah”ın yolundan alıkoymak için ne gerekiyorsa yaptıklarına, dini eğri göstermeye çalıştıklarına çok farklı zaman ve zeminlerde şahittir.
167- İnanan ve güzel iş yapanlarının sonunun Cennet olacağını bilmek ona başlıbaşına mutluluk verir. Mutlu olmanın yolunun O’nu şah damarından yakın hissetmek ve hep O’ nu hoşnut edecek doğru, hayırlı, anlamlı, değerli, kaliteli, zamanında, gerektiği şekilde, gerekene yapabileceğinin en iyisini yapmakla mümkün olacağının bilincindedir. ‘Rabbim sen ne diyorsan doğrudur. Peygamberleri bana onların ayak izlerinde emniyetle yürümem için gönderdiğini biliyorum, sana şükran duyuyorum.’ duası ile hedefe kilitlenir.
168- Son deme kadar kafirlerden ümit kesmez. Tıpkı babası Nuh gibi. O hiç bir zaman terkeden, kınayan, suçlayan, yargılayan, aşağılayan, ayıplayan değildir. Hep elini uzatandır, tutulmama ihtimaline rağmen. Fakat tüm gayretlerine rağmen elinin, evinin, sağının ve solunun, kollarının, yüreğinin boş kalabileceğini bilir. Böyle bir durumda ise depresyona girmez. İsyan etmez. Ümitsizliğe düşmez. Allah’a isyan edenlerin ve tehditlerini hafife alanların sonunun facia olacağını kitabı ona öğretmiştir. O sadece nefsini mutmain kılmak ve Rabbine de ‘Anlattım! Söyledim! Uyardım! ‘ diyebilmek için ölüm anına dek samimiyetle çabalar.
Hatice Dilek Öztürk