Peygamberimden (a.s.m.) çocuk yetiştirme sanatı

Allah Resulü bir gün camiye giderken yolda ezan ile dalga geçen yahudi çocuklarını duydu. Aralarından birinin sesi çok güzeldi ve o ezanı ağzını eğip bükerek söylüyor diğerleri de ona gülüyordu.

Bizler olsak ne yapardık bu durumda ?
Şiddet, hakaret…

Allah Rasulü yolunu değiştirerek çocukların olduğu yöne doğru yavaşça ilerledi.
Yanlarına yaklaştı öncelikle elini kaldırarak selam verdi (bu piskolojide benden size zarar gelmez anlamında)

Ve; “Az önce çok güzel bir ses duydum, o sizden mi geldi?” diye sordu.

Şu inceliğe bakar mısınız…
Çocuk güzel ses deyince sevindi tabi hemen öne atıldı;
-‘Evet ben söyledim’ dedi.

Efendimiz ona; ‘senin sesin ne kadar güzeldir öyle.!
Seni su mescide götürsem ordaki amcalara da söyler misin’ dedi.
Çocuğun gururu okşanmıştı mutlu oldu.
‘Söylerim ama ben ezanı bilmiyorum ki’ dedi.
– ‘Olsun ben öğretirim sana’ dedi Allah rasulü.

Ve o söyledi çocuk tekrarladı bu şekilde ezberledi.
Sonra efendimiz elinden tuttu diğer çocuklar ile birlikte mescide gittiler ve Resul yol boyunca onun saçını okşamıştı.
Mescidte okuyunca oradaki sahabeler de güzel övgülerde bulundu çocuğa. Kendini çok iyi hissetmişti çocuk.
Efendimiz çocuğa yaklaşarak; ‘senin sesin çok güzel ben seni Mekkeye göndersem orada kabeye müezzinlik yapmak ister misin?’ dedi.

Şu insan kazanma sanatına bakar mısınız…
Çocuk farkında bile olmadan müslüman olacak.
Oralarda Kabe de müezzinlik herkesin bildiği bir şey, konuşulan bir şey, çocuk da bunu biliyor, büyük bir şey olduğunu biliyor ve çok hoşuna gidiyor bu durum. Kabul ediyor.

Ve yıllar sonra..
Işte bu çocuk; Ebu Mahsure…
Sahabeden, Kabe müezzinlerinden Ebu Mahsure…
Fakat onun diğer müezzinlerden bir farkı var, saçları çok uzun.
Onu gören ve bu olayın mahiyetini bilmeyenler;
‘Ya Mahsure bir de müezzinsin neden kesmezsin bu saçlarını, bu ne hal?’ diyor.

O böyle diyenlere içleniyor ve diyor ki; ‘Nasıl keserim ben bu saçları, bu saçlara kim dokundu siz biliyor musunuz? benden nasıl kesmemi istersiniz”
Daha ne denir ki…
Bu olay bize bir çok dersi bir arada vermiyor mu?
Bizler kendi çocuklarımıza bile böyle sabırlı, böyle anlayışlı olamıyoruz.

Allah Rasulü yapılan hatayı nelere çevirirken bizler hataya hatayla karşılık veriyoruz her seferinde.
Hem de kendi canımızdan olan çocuklarımıza.!
Ahmet Turgutlu’dan alıntıdır.

BİR KISSA…

Resul-i Ekrem, dostlarıyla birlikte, binek hayvanlarından iner inmez, yüklerini yere koydular, daha sonra bir koyun keserek yemek hazırlamaları için karar aldılar.
Birisi:
– Koyunu ben keserim, dedi.
Diğeri:
– Derisini ben yüzerim,dedi.
Üçüncüsü:
– Etini de ben pişiririm’ diye söze katıldı.
Dördüncü:…………
Resul-i Ekrem (s.a.s)

– Çölden odunu da, ben toplarım, buyurdu.

Topluluk:
– Ey Allah’ın elçisi, siz zahmet etmeyip sakin bir köşede oturursanız, biz bu işlerin hepsini seve seve yaparız,dediler.
Resul-i Ekrem (s.a.s):
– Evet, yapabileceğinizi biliyorum. Fakat Allah, ‘Her hangi bir kulunun, kendi dostları ve arkadaşlarından, özel imtiyazlarla ayrılarak, seçkin bir vaziyette görünmesini sevmez’ buyurdu.

Sonra çöle doğru gitti ve çölden çalı çırpı toplayıp getirdi.

ALINTIDIR

Okunmaya Değer bir Kıssa

Kral vezire sormuş:
Hizmetçimin hayatta benden daha mutlu olduğunu görürüm, neden..?

Oysa onun hiçbir şeyi yok. Ben ise kralım, her şeye sahibim ancak huzursuz ve keyifsizim.
Vezir der ki: Ona 99 kuralını dene. Kral, 99 kuralı nedir deyince, gece bir keseye 99 dinar koyup kapısına bırak ve üzerine de bu 100 dinar sana hediyedir yazarak kapısını çal, sonra olanları izle diye cevap verir.
Kral vezirin dediğini yapar. Hizmetçi keseyi alıp dinarları sayar ancak bir tanesinin eksik olduğunu görünce ‘herhalde dışarıda düştü’ diyerek ev halkıyla birlikte aramaya koyulur. Gece biter onlar hala kayıp dinarı ararlar, eksik dinarı bulmadıkları için baba çocuklarına kızar ve sakin iken onlara saldırır hale gelir.

Diğer gün sabah hizmetçi gamlı düşünceli olur çünkü bütün gece uyumamıştır. Asık suratlı, keyifsiz, tebessümsüz ve halinden şikâyetçi bir surette kralın yanına gider. Böylece kral da 99 kuralının manasını anlamış olur.

Şöyle ki; biz, Allah azze ve celle nin bize hibe etiği 99 nimetini unutur, bütün hayatımızı kayıp bir nimeti aramakla geçiririz! Allah Teâlâ’nın bize takdir etmediği, bilmediğimiz hikmetlerden dolayı bizden men ettiği bir şeyin peşine düşer, kendimizi mutsuz, huzursuz eder ve içinde bulunduğumuz nimetleri unuturuz…!

Son olarak derim ki: Doksan dokuz nimetin tadını çıkarmaya bakın ve Allah’tan faziletini isteyerek sayısız nimetine şükredin. Şüphesiz ki şükürle nimetler artar.

[Arapça gelen bir mesajın çevirisidir. Okunmaya değer bir kıssa] ALINTIDIR

Faydalı Bilgi

Cabir b. Abdullah ra şöyle demiştir: Rasulullah sav bize, Kur’andan bir sure öğretir gibi tüm işlerde istihare etmeyi öğretir, şöyle buyururdu: Sizden biriniz bir işi yapmayı içinden geçirirse, farz namazın dışında iki rekat namaz kılsın. Sonra şöyle desin: Allah’ım! İlmine başvurarak Senden hayır isterim. Kudretine dayanarak Senden güç isterim. Senden, yüce ihsanını isterim. Sen güç yetirirsin, ben yetiremem. Sen bilirsin ben bilemem. Sen bilinmeyenleri en iyi bilensin Allah’ım! Bu işin benim için; dinimde, yaşantımda ve işimin sonunda hayırlı olacağını biliyorsan onu bana takdir et, kolaylaştır ve sonra bereketli kıl. Bu işin benim için; dinimde, yaşantımda ve işimin sonunda şerli olacağını biliyorsan onu benden, beni de ondan uzaklaştır. Ve benim için nerede olursa hayrı takdir et. Sonra beni ondan razı kıl.” Amin

Suskunlar Meclisi

SUSKUNLAR MECLİSİ
Bir zamanlar bilginler ve şairler, ‘suskunlar meclisi’ adıyla bir topluluk oluşturmuşlardı.
Üye sayısı kırk kişiydi ve bunu artırmıyorlardı. Üyeliğin ilk şartı çok düşünmek fakat çok az konuşmaktı.
O zamanlar meşhur şair ve bilgin Molla Câmî, bu meclisin aşkındaydı. Günün birinde suskunlar meclisinin bir üyesinin öldüğünü duyunca, onun yerine aday olmak için bilginlerin bulunduğu köşke geldi.
Kendisini karşılayan kapıcıya bir şey söylemeden, ismini bir kağıda yazarak o sırada toplantı halinde bulunan suskunlar meclisine gönderdi.
Meclis üyeleri bu teklifi görünce biraz üzüldüler. Molla Câmî oraya layık bir bilgindi, ama ölen üyenin yerine başka birini almışlardı.
Yeni bir üye için yer yoktu. Meclisin başkanı, bir bardağı tamamen suyla doldurduktan sonra Molla Câmî’ye gönderdi. Zeki bilgin durumu kavramıştı. Bir damla daha olsa bardak taşacaktı. Bunun üzerine o da hemen oracıktaki bir gül dalından küçük bir yaprak koparıp, nazikçe suyun üstüne koyuverdi.Bardak taşmamıştı. Bunu içeri gönderdi.
Meclistekiler bu kibar cevabın mânasını anlamışlardı: Zarif insanların yeri başkaydı. Üyeler, bu değerli bilgini de aralarına almaya karar verdiler.
Başkan listeye Molla Câmî’nin adını ekledi. Kırk sayısının sonuna bir sıfır koyarak, 400 yazdı. Bununla Molla Câmî sayesinde, meclisin değerinin on misli arttığını belirtiyordu. Listenin son şekli Molla Câmî’ye gelince, meseleyi anladı. Ancak sayının büyük gösterilmesinden hoşlanmadı. Sağdaki bir sıfırı silerek, kırk sayısının soluna koydu.
Yani 040 yazdı. Alçak gönüllü Molla Câmî, böylece kendisini solda sıfır sayıyor, bardağı taşırmadığı gibi, o meclisin yapısını da etkilemeyeceğini söylemek istiyordu.
Gül yaprağı olmak, kolay değil. Ama, evde, işte, çevrede geçim ehli olmanın, gül gibi geçinmenin yolu gül yaprağı olmaktan geçiyor. Yük olmayıp yük almak, gül yaprağı güzelliğine kavuşmak… Kendi içimizde, ailemizle, çevremizle uyumlu olmanın, ebedi güzellikler yolunda yürümenin müjdecisi.
Gül yaprağı sırrına erenler, sağdaki sıfır gibi bulundukları topluma güç katarlar hem de bire on, ama soldaki sıfır gibi davranıp kimseye yük olmazlar.
Ne dersiniz şöyle bir düşünmeğe, evdeki, Sitedeki ve işyerimizdeki hayatımızda gül yaprağı gibi miyiz, yoksa, bir damlası hayat karartan zehir miyiz?
Hayatı, hem kendimize hem de çevremize zehir etmemek için güle sevdalanıp, gül yaprağı gibi olalım.
Gül yüzünüzde gülücükler ebediyyen solmasın!
Alıntı

Faydalı Bilgi

Alzheimer’a yakalanmamak için terketmeniz gereken 9 alışkanlık

Alzheimer hastalığı unutkanlıkla başlayan bir hastalık olarak kendini gösterir. Ancak her unutkanlık Alzheimer hastalığı anlamına gelmez.

Tedavisi Bulunamayan ‘Alzheimer’a Yakalanmamak İçin Terketmeniz Gereken 9 Alışkanlık…

Demans hastası olan bir tanıdığınız varsa hastalığın kişi ve ailesi üzerindeki etkisini çok iyi bilirsiniz.

Alzheimer bir demans çeşididir ve maalesef tedavisi yoktur.

Peki haftada üç kez spor yapmanın demansa yakalanma şansını %70 azalttığını biliyor muydunuz?

Amerikan Alzheimer Derneği, 5 milyondan fazla Amerikan’ın Alzheimer hastası olduğunu ifade ediyor.

İlaçlar hastalığın belirtilerini azaltırken, Alzheimer için kesin bir tedavi yöntemi hala bulunamadı.

Demansa yakalanmak istemiyorsanız derhal terketmeniz gereken 9 alışkanlık:

1- Sigarayı bırakın

Sigara içmek vücudunuz çeşitli bölgelerine zarar verir ve beyin de bunlardan biridir. Sigara içenlerin, içmeyenlere oranla Alzheimer’a yakalanma riski %45 daha fazla.

İşte sigarayı bırakmanız için iyi bir neden.

2- Daha fazla B12 vitamini alın

B vitamini sizi demanstan korur. Finlandiya’da yapılan bir araştırmaya göre B12 vitaminini ne kadar çok alırsanız, Alzheimer’a yakalanma riskiniz o kadar düşüyormuş.

Genelde yaşlılarda B12 vitamini eksikliği görülmekte. B12 vitamini yumurtada, ette, balıkta ve deniz mahsullerinde bolca bulunmakta.

3- Daha aktif olun

Düzenli olarak spor yapın. Hem kalbiniz düzenli atacaktır hem de kan dolaşımınız sağlıklı bir şekilde gerçekleşecektir.

Tansiyonunuza dikkat etmenizde de fayda var. Orta yaşlıysanız ve kolesterolünüz yüksekse, Finlilerin yaptığı araştırmaya göre demansa yakalanma riskiniz çok fazla.

4- Daha fazla D vitamini alın

D vitamini eksikliği Alzheimer’a neden olmakta.

ABD’de yapılan bir araştırmada D vitamini eksikliğinin Alzheimer’a yakalanma riskini %125 arttırdığı görüldü. Araştırmacı Miia Kivipelto, SVT’ye “D vitamini alımı Alzheimer’a yakalanmamak için önemli faktörlerden” dedi.

Olabildiğince güneş ışığı almaya çalışın. Güneşin fazla olmadığı yerlerde yaşıyorsanız D vitamini takviyesi alın.

5- Kahve için

Kahve içiyor musunuz? Çoğu kişi bilmese de kahve beyninizi korumakta.

Kahve bolca magnezyum içerir ve güçlü bir antioksidandır. Alzheimer’a yakalanma riskinizi %50 azaltır. İtalya’da yapılan bir araştırma günde bir bardak kahve içmenin Alzheimer’ı önlediğini savunuyor.

6- Başınızı koruyun

Başınızı çok sert bir yere çarparsanız demansa yakalanma riskiniz var. ABD’de yapılan bir araştırmada travmatik beyin yaralanmasının, Alzheimer’a yol açtığı görüldü.

Motor sürüyorsanız kask takmayı ihmal etmeyin.

7- alkol tüketimi demans riskini arttırıyor.

8- Beyin egzersizleri yapın

Beyninize tıpkı kaslarınıza davrandığınız gibi davranmalısınız.

Bunun için de en bilinen yöntemler bulmaca çözmek ve puzzle. Yeni şeyler öğrenmekten çekinmeyin. Yeni şeyler öğrenirken beyniniz ekstra efor sarfeder ve bu da sizin için sağlıklıdır.

9- İyi dinlenin

Araştırmacılar stresle demans arasında bir bağlantı olduğuna inanıyorlar. Stres kişiden kişiye değişebilen bir ölçüye sahip. Bu nedenle Alzheimer’ı gelişimini nasıl etkilediğine dair araştırmalar sürüyor.

Yine uyku beyin için çok önemlidir. Yeterince uyumamak demansa yol açmaktadır. İsveç’te yapılan bir araştırmada uyku sorunu olan erkeklerin demansa yakalanma risklerinin bir hayli fazla olduğunu kanıtladı.

El ele vererek bu bilgilerin yayılmasını sağlayabilir ve insanları demans hakkında bilinçlendirebiliriz.

ALINTIDIR

KAYNAK: http://m.yeniakit.com.tr/haber/alzheimera-yakalanmamak-icin-terketmeniz-gereken-9-aliskanlik-385617-amp.html

Öğrendim Ki…

Öğrendim ki…
Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız.
Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz,
Gerisini karşı tarafa bırakırsınız.
Öğrendim ki…
Güveni geliştirmek yıllar alıyor,
Yıkmak ise bir dakika.
Öğrendim ki…
Hayatında nelere sahip olduğun değil
Kiminle olduğun önemli.
Öğrendim ki…
Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün
Ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.
Öğrendim ki…
Kendini en iyilerle kıyaslamak değil
Kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.
Öğrendim ki…
İnsanların başına ne geldiği değil
O durumda ne yaptıkları önemli.
Öğrendim ki…
Ne kadar küçük dilimlersen dilimle
Her işin iki yüzü var.
Öğrendim ki…
Olmak istediğim insan olabilmem
Çok vakit alıyor.
Öğrendim ki…
Karşılık vermek
Düşünmekten çok daha basit.
Öğrendim ki…
Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek
Hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun.
Öğrendim ki…
‘Bittim’ dediğin andan itibaren
Pilinin bitmesine daha çok var.
Öğrendim ki…
Sen tepkilerini kontrol edemezsen
Tepkilerin hayatını kontrol eder.
Öğrendim ki…
Kahraman dediğimiz insanlar
Bir şey yapılması gerektiğinde
Yapılması gerekeni
Şartlar ne olursa olsun yapanlar.
Öğrendim ki…
Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.
Öğrendim ki…
Bazı insanlar sizi çok seviyor
Ama bunu nasıl göstereceğini bilemiyor.
Öğrendim ki…
Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz
Bazıları hiç karşılık vermiyor.
Öğrendim ki…
Para ucuz bir başarı.
Öğrendim ki…
En iyi arkadaşla sıkıcı an olmaz.
Öğrendim ki…
Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları
Kaldırmak için elini uzatır.
Öğrendim ki…
İki insan aynı şeye bakıp
Tamamen farklı şeyler görebilir.
Öğrendim ki…
Aşık olmanın ve aşkı yaşamanın çok çeşidi vardır.
Öğrendim ki…
Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar
Daha uzun yol yürüyor.
Öğrendim ki…
Hiç tanımadığın insanlar,
iki saat içinde,
senin hayatını değiştirir.
Öğrendim ki…
Anlatmak ve yazmak ruhu rahatlatır.
Öğrendim ki…
Duvarda asılı diplomalar
İnsanı insan yapmaya yetmez.
Ataol Behramoğlu- ALINTI

Faydalı Bilgiler

Miden ağrıyorsa; Yaşamında olan herşeyin senin en yüksek hayrına olduğunu bil ve sevgiyle hazmet.
Boynun ağrıyorsa; olaylara farklı açılardan bakıp pozitif taraflarını görmeye çalış, Şimdiki bakış açın doğru olmayabilir inadı bırak.
Belin ağrıyorsa; paraya olan kötü bakış açını farkedip değiştir.
Ayak ve bacakların ağrıyorsa:
Sol taraf için; geçmişle bağlarını kopartıp, geçmişte yaşamaktan vazgeç.
Sağ taraf için; gelecekten korkma, kendi geleceğin için içinde ki ÖZ’e güven.
Başın ağrıyorsa; değersizlik duygunun farkına var, kendini önemse.
Geceleri uykunuzda dişlerinizi gıcırdatıyorsanız; biriktirdiğin öfkeleri serbest bırak.
Gözlerinde bozukluk ve ağrı varsa; görmen gereken neyi inatla görmek istemiyorsun farkına var ve görmeyi seç.
Kulaklarında ağrı varsa ve duyma bozukluğu yaşıyorsan; inatla kendini etrafın ve iç sesine kapatma, duymayı seç, o seslerden sana mesaj var, unutma!
Regl ağrın varsa; dişiliğini ve bunun sana sunduğu avantajları sevgi ile kabul et.
Sırtın ağrıyorsa; suçluluk duygusundan vazgeç.
Omuzların ağrıyorsa; başkalarının yüklerini, sorumluluklarını taşımaktan vazgeçmenin zamanı gelmiş de geçiyor bile!
Boğazınız ağrıyorsa; kendini sevgiyle ifade etmeyi seç, çekingenlikten vazgeç.
Alerjin varsa; kendi gücünü reddetmeyi bırak.Kime alerjin olduğunu düşün ve serbest bırak.
Diş ağrın varsa; kararsızlığı bırakma vaktin gelmiş demektir.
Bağırsaklarında problem varsa; ihtiyaç duymadığın şeyleri atmanın zamanı geldi de geçiyor…
Kalbin ağrıyorsa; içerisi üzüntü ve beklentilerinin karşılanmamasıyla doludur. Bütün bu duyguları silkin ve denize dök.
Unutma sen herkes kadar değerlisin. Kendini sev yeter…
(alıntı)

Faydalı Bilgi

Uyan Artık!

UYAN ARTIK

Yozgatlı Hasan bir et fabrikasında çalışıyormuş. Görevi yeni gelen etleri dondurucu odasına götürmek ve oradaki askılara asmakmış. Tüm gün et taşır, akşamları da dondurucuyu temizler öyle işten çıkarmış. Oldukça yapılı, güçlü kuvvetli bir adammış Hasan. İşini iyi yapar, hakka hakkaniyete çok inanırmış.

Bir akşam mesai bitimine doğru dondurucuya girmiş yine. Temizliği yapıp çıkmakmış niyeti. O gün oldukça fazla sevkiyat olduğundan içerisi kan revan içindeymiş. Her zamankinden uzun sürmüş işi. Hiç fark etmemiş zamanın nasıl geçtiğini. Bakmış ortalık tertemiz olmuş, elini yüzünü yıkamış, önlüğünü asmış ve çıkmak için kapıya yönelmiş. Kapının yanındaki zile basmış, dışarıdan birileri açsın diye. Çünkü dondurucunun kapısı içeriden açılmıyor sadece dışarıdan açılabiliyormuş.

Kapıyı açmaya kimseler gelmeyince, tekrar tekrar zile basmış ama nafile. Fabrikada mesai çoktan bitmiş ve herkes evine gitmiş. İşine kendini kaptıran Hasan zamanın farkına varmamış. Kolunda ki saate bakmış ki yedi olmak üzerllet gideli neredeyse iki saat oluyormuş.

Telaşlanmış, ne yapacağını şaşırmış. Bağırmış, çağırmış, kapıyı yumruklamış ama ne fayda. Kimsecikler yok ki duyup kurtarsın onu. Yere oturmuş ve çaresiz beklemeye başlamış. Ama hiç ümidi yokmuş. Günlük giriş çıkışı not ettiği kağıdı kalemi almış ve şunları yazmaya başlamış;
“ Saat 21.00 içerisi çok soğuk üşüyorum.”
“Saat 23.30 sanırım donarak öleceğim. Çok üşüyorum.”
“Saat 03.20 ayaklarımı hissetmiyorum. Isınmak için yürüyemeye çalışıyorum ama yapamıyorum.”
“Saat 05.10 gözlerim kapanıyor. Uyanık kalamıyorum artık. Ellerim uyuştu yazamıyorum.”

Gün doğarken mesaiye başlayan fabrika çalışanları 06.30’da işe geliyorlar. İçlerinden biri dondurucuyu açıyor ve içeride duvarın dibinde büzülmüş vücuduyla yatan Hasan’ı buluyor. Ölmüş. Bütün fabrika şok içinde. Herkes oraya toplanıyor. Şaşkınlıktan ve üzüntüden ne yapacaklarını ne diyeceklerini bilemiyorlarmış çünkü termostat 16 dereceyi gösteriyormuş. Evet dondurucu bozulmuş ve 16 derece ile çalışıyormuş. Ama gözü saatte olan ve içeride donarak öleceğine inanan Hasan dereceye bakmayı akıl edememiş ve çok inandığı şekilde donarak ölmüş maalesef…

Bu küçük öyküyü bize yüksek lisans eğitimim sırasında Eğitimde Kalite dersini veren çok değerli Hocam Prof. Dr. Canan Çetin anlatmıştı. Son derece vurucu ve sarsıcı olan bu girişle açmıştı dersini.

Bu akşam haberleri izledim. Pek çok kanalda sizlerin de gördüğünüz iç sıkıcı, endişelendirici ve umutsuzluğa sevk edici haberler içimi öyle sıktı ki ne yapsak boş, hayat kötü, ülkemiz berbat halde, dünya savaşa gidiyor gibi düşünceler yaşam sevincimi neredeyse alıp gidiyordu.
Off pofff diye dolanırken evin içinde birden bu öykü geldi aklıma…
Bizi nelerle meşgul etmeye çalışıyorlar, nelere inanmamızı istiyor ve umutsuzluğa kapılmamızdan ne fayda sağlıyor olabilirler gibi pek çok soru sorarken buldum kendimi…

Televizyon izleyen, ülke gündemini takip eden birinin akıl sağlığını koruması ve geleceğe dair umut beslemesi mümkün değil bu ülkede. Ve bu öykü ile birlikte analiz edince olan biteni, bu kasıtlı yapılıyor diye düşünüyorum artık. Hatta eminim.

Geçenlerde bir arkadaşım sohbet sırasında şöyle bir şey söyledi;
“Hocam dünya da hemen her şey tükendi. Artık ülkeler ellerinde ki insan yığınlarını yani vatandaşlarını kitlesel veya ülkesel yönlendirmeler için kullanıyorlar. Bunun içinde insanları belli bir psikolojide tutmak zorundalar.”

Bu açılardan bakınca diğer konulara girmeyeceğim ama müfredatın yetersiz ve yanlış bilgilerle dolu oluşu, sınav sistemlerinin yaz boz mantığı ile bir gece de kaldırılışı ya da getirilişi, okulların durumu ve çocuklarımızın geleceği için duyduğumuz kaygı ve güvensizliğin sürekli tetikte tutulması gibi konular ülkemizde neredeyse huzurlu ve iyi hisseden bir aile kalmamacasına içimizi tüketti.

Çünkü dondurucunun bozuk olduğunu fark etmemizi istemiyorlar. İçeriden açılmayan bir odaya bizi sokuyor ve kapının açılması için onlara ihtiyaç duyar halde beklememizi istiyorlar. Biz de hep birlikte üşüyoruz, donmak üzereyiz, yakında öleceğiz diye feveran edip duruyoruz. Birkaç akıllı bağırıyor “Dondurucu bozuk ölmeyiz merak etmeyin. Ellerimiz uyuşmuyor, ayaklarımız hala hissediyor. Kalkın, buradan çıkmanın bir yolunu bulalım. Ölmeyeceğiz.” diyor ama dinleyen yok. Hatta bazılarımız dereceyi görüyor ama “Yok yanlış görüyorumdur, onlar öleceksiniz diyorsa öleceğiz.” diye kendini tamamen bırakıyor.

Arkadaşlar;
Uzun zamandır dondurucu bozuk. İçeride etlerle birlikte ölen Hasan gibiyiz çoğumuz. Hemen her gün yeni bir gündemle daha bir alt üst oluyor, daha bir uyuşuyor ve yazamaz, konuşamaz, söyleyemez hale geliyoruz. Güzel yurdumun iyi yürekli ve temiz vicdanlı insanlarının arasında, birbirimize düşman mışız gibi, her gün kavga, nefret, kötülük içindeymişiz gibi şeylere inandırılmaya çalışılıyoruz. Çünkü dondurucunun bozuk olduğunu fark etmemiz istenmiyor.

Elbette dünya var olduğundan beri olan kötülük her yerde hala var. Ama biz sokakta, evde, iş yerlerinde; komşularımızla, arkadaşlarımızla, dostlarımızla, yolda karşılaştığımız insanlarla birbirlerine şucu bucu demeden, selamı sabahı eksik etmeden, yardımlaşarak, paylaşarak yaşayabilen, birbirlerine gülümseyen ve el ele verebilen bir halkız. Ve fakat bizi tıktıkları odaya birileri hoparlörden sürekli bağırıyor;
Şunlar kötü, bunlar düşman, o şucu, bu bucu…

Bize kim olduğumuz unutturulmaya çalışılıyor. Oysa bir hatırlasak kendimizi, bir el ele versek, bir omuz omuza yaslansak, hepimizin oluşturacağı güçle içeriden açılmayan dondurucunun kapısını geçin duvarlarını aşar çıkarız…

Çıkmak zorundayız;
Çünkü çocuklarımız var!

Biz öldükten sonra bile onların nasıl bir ülkede ve dünyada yaşayacağını düşünmek ve gereğini yapmak gibi bir anne baba sorumluluğumuz var…

Sevgilerimle…
Sema Deniz -Alıntı